ELBEG Murat Duman
05.08.2006
Çocukluğum gelir bazen aklıma. Hayatımın en güzel günleri. Yaşadığım tüm anları düşünürken kaybettiklerimde geliyor aklıma. Tanımaktan büyük bir onur duyduğum, bunun için kendimi çok şanslı hissettiğim hepsi birbirinden değerli onca büyüğüm.
Çocukluğumda her yaz tatilimi geçirmek için dayımların köyüne giderdim. Ne çok severdim köyü; dayımın atlarını, bahçelerde gerçekleştirdiğimiz hayali safari avlarını, akşamüzeri köy çeşmesinin karşısındaki duvarın dibinde oturan dayılarımın gençlik anılarını dinlemeyi ve yaşadığım onca iyi ve kötü anıları.
Ne çok severdim köyü; her sabah erkenden kalkıp dayımla tarlaya gitmeyi, sabah atları ahırdan çıkarıp arabaya koşmayı, öğleye gölde yüzüp güneşlenmeyi, akşamları bahçelere ödünç almaya girmeyi, ve yaşadığım onca iyi ve kötü anıları.
Kimi tarlasında, kimi bahçesinde, kimi ise evinde hep çalışırdı, üretirdi.
Üretmenin verdiği haz hiçbir şeye benzemez derdi babam, harçlığımı hoyratça harcadığım günlerde. Belki de bu nedenledir kendi emeği dışındakilere çok fazla saygı göstermediği insanların.
Sonra teknoloji geldi. Her şey daha kolay daha basit oldu. Çok şeyleri değiştirdi teknoloji. Çokça dualar edildi ona; “Allah bunu icat edenden razı olsun” dendi. Ancak değişmesi gerekli olanların yanında değişmemesi gerekli olanlarda değişiyordu.
Artık “Hazır”dık.
Şimdilerde üreten çok az. Sürgünden bu güne hep tüketir olduk.
Artık hazır yemeklerimiz var. Düğünlerde, cenazelerde hatta evlerde hep hazır yiyoruz.
Artık üretmiyor kızlarımız, kadınlarımız. Değişik tatlar arıyoruz, kendi tadımızı unutmak pahasına.
Hep dile endeksledik bu kültürü belki de ondandır. Elbette dil anahtarı bu kültürün, olmazsa olmazı. Ama tüm diğer değerlerimizi unutmak neden.
Evimizde kendi yemeklerimiz pişmiyor artık. Sadece adı kalacak kitaplarda.
Artık “Hazır”ız.
Artık üretmiyor gençlerimiz, delikanlılarımız. Bir babanın, bir gencin nasıl davranması gerektiğini, yolda yürümenin, toplum içinde oturup kalkmanın kurallarını kitaplardan öğreniyoruz.
Artık “Hazır”ız…