BİR ABAZA DÜĞÜNÜ MACERASI

HAPİ Cevdet Yıldız

Otuz yıl kadar önceydi.

Düzce Küçüksu Çay Bahçesi’nde oturan tanıdık iki öğretmen arkadaşın yanına gitmiştim.
– Çapyak köyüne bir Abaza arkadaşı görmeye gidiyoruz, onunla bir işimiz var, bizi bekliyor. Köyde düğün de varmış, düğünü de görmüş oluruz. Sen de bizimle gel, dediler.
– Bir tarafım Abaza ve Abazaları az çok tanırım. Peki, siz Abazaları tanıyor musunuz, yanınızda çok para var mı, diye sordum.
– Gidip gelmeye yetecek kadar paramız var. Paraya ne gerek var? Biz düğüne bir bakmakla yetineceğiz, Abaza adetlerini bildiğin anlaşılıyor, bizimle gelirsen iyi olur, dedi biri.

Üstümde on beş lira gibi az bir para vardı. Minibüs ücreti bir lira idi, bu bakımdan sorun yoktu.
– Bir şartla gelirim. Hiçbir dediğime itiraz etmeyecek ve sözümden dışarı çıkmayacaksınız, o şartla gelirim, tamam mı, dedim.
– Tamam, dediler.

Köye giden minibüslerden birine bindik. Düğüncüler nedeniyle, o gün minibüs de çoktu. Köye vardık.

Önümüzden giden minibüsten bir Abaza grubu indi. Tabancalarını çıkarıp birkaç el havaya sıktılar. Davul, zurna, kemane ve köçek eşliğinde coşkuyla karşılandılar. Delikanlılar birkaç adım ilerliyor, duruyor ve sonra da silah sıkıyorlardı. Bazıları parlatılmış çizmeler giymiş, fötr şapkalı ve kravatlıydılar. Bunlar Abaza soylu çocukları olabilirlerdi. Kızlar gelenleri uzaktan izliyorlardı.

Birazdan ilk kafiledeki gençler kızlı erkekli bir grup tarafından karşılandılar. Karşılayıcılara zarflar uzatıldı. Doğruca bahçelere, düğün çadırlarına alındılar.

Bu kez bizimle minibüsten inmiş olanlar havaya silah sıkmaya başladılar. Davul, zurna ve köçekler bize doğru gelmeye başladılar. Grup da onlara doğru yavaş yavaş ilerliyordu. Ben yanımdakilere:
– Siz bekleyin, düğün evine doğru gitmeyin, kimi göreceksek ona gidelim, dedim.
– Niye, diye sordu biri. “Yürüsek ne çıkar? Düğündekileri de görmüş oluruz”.
– Olmaz, yanında adını yazacak bir zarfın ve içine koyacak okkalı paran var mı? Burada itibar zarftan çıkacak paranın miktarına göre. Kendimi gülünç duruma düşürmeye niyetim yok, dedim.

Abaza gencin evi düğün evine komşuydu, oraya doğru yürüdük. Abaza genci bahçesindeki bir ağacın altında bir başına oturuyordu. Yalnızlığından ve düğünde ona görev verilmemiş olmasından, onun bir bey değil, bir köle çocuğu olduğunu hemen anlamıştım.

Biraz oturduk. ”İsterseniz sizi düğün evine götüreyim, acıkmışsınızdır, yemek de yersiniz”, dedi. Bu arada parasız ve yoksul kişiler, çoluk çocuk için kurulmuş uzunca tahta masaları işaret etti.
– Sağol, biz tokuz, dedim.
– Öyleyse oturalım. Yeme içme biterse eğlenceler başlar, o zaman gideriz, dedi Abaza genci.

Zarf uzatanlar da -zarftan çıkan miktara göre olmalı- ayrı ayrı ve branda çekili masalara buyur edildiler. Onlara en güzel kızlar ve delikanlılar hizmet etmekteydiler. Uzaktan da olsa bu durum belli oluyordu.

Beleşçilere ya da itibarsızlara ise “Нэгъоймэ яжъ япщэрахь” (Nogaylarda hizmeti ihtiyarlar yapar) misali köyün ikinci sınıf yaşlıları yiyecek getirmekteydiler. Tadına doyum olmayan tuzsuz ama acıkası (sosu) ve tavuk emeği yanında eksik olmayan Abaza kaçamağı (abısta) sunuluyor muydu bilemiyorum.

Köydeki Abaza evleri yerden biraz yüksekçe, genellikle dört köşe ve tek katlıydı. İki ya da daha fazla katlı olanlar azdı. Her evin önünde oturulacak tahta banklar vardı. Bahçeler çimen kaplı ve çiçek doluydu. Bir yerden bir mızıka sesi ve el çırpmaları duyulmaya başladı.

Abaza genci bizi oraya götürdü. Banklarda bir iki konuk ya da zarfından büyük para çıkmış olduğu belli kişiler ve yanlarında güzel kızlar oturuyor, her birinin başında da biri kız biri erkek iki refakatçi hizmete hazır bekliyordu. Özellikle bu gençler en güzel kızlarla oynatılıyor ve konuşturuluyorlardı. Diğerlerinin, bizim ve bizim gibi itibarsız olanların suratına bakan ise yoktu.

Derken oyun mahalli kalabalıklaştı. Nasıl oldu bilmiyorum itibarlı gençler, güzel kızlar ve refakatçiler sessizce yok oldular. Geride alelade birkaç kız ve bizim gibi itibarsızlar kalmıştı.

Abaza genci, “yürüyün, başka bir yerde oyun kuruldu” dedi. Usulü bizden daha iyi biliyor olmalıydı. Başka bir bahçeye gittik.

Baktık biraz önceki itibarlı grup oradaydı. Yine onlar oynatılıyor, onlara hizmet ediliyordu. Derken peşimizden gelenlerle biz itibarsızlar yine çoğunluğu ele geçirdik. İtibarlılar yine yok oldular. Bu kez onları bir başka bahçede yakaladık. Bir süre sonra aynı hareket yinelendi.
– Yeter, dedim. Kendimizi daha fazla küçük düşürmeyelim.

Bu arada yağlı pehlivan güreşleri de başlamıştı. “Oraya gidelim” dedim ve meydanı çevreleyen halkanın bir yerine iliştik.

Birazdan yenilen bir pehlivan, herhalde dönüş için parası kalmamış olmalı parsa topluyordu. Yanımdakilere, “Şimdi ben bir jest de bulunacağım, sonra da kalkıp gideceğim. Siz de hiçbir şey demeden beni izleyiniz” dedim. Yanımdakiler durumu artık az ya da çok kavrar gibi olmuşlardı.
Parsa toplayan pehlivana tek tük yirmi beş Kuruş, elli Kuruş gibi para atanlar çıkıyordu. Önüme geldiğinde elimi cebime attım ve kağıt bir beşlik çıkarıp önüne attım. Yenik pehlivan sevindi, temennalar (saygı eğilmeleri) çekti ve sözlü olarak da teşekkür etti.

Birkaç Abaza yaşlısı hemen bize doğru koştular. “Bakın burada kıymetli misafirler var. Yemek yedirdiniz mi onlara” diye gençlere sordular.
“Sağolun, yemek sorunumuz yok. Gitmemiz gerekiyor, hepinize teşekkür eder, düğün sahiplerini kutlar, hayırlı olmasını dileriz. Şimdi izninizi istiyoruz” dedik ve itibarlı bir biçimde uğurlanarak bahçeden ayrıldık.