WORDIM Müzeyyen Kip
5- 6 yıl öncesiydi, bulunduğum şehirde arabayı servis bakımına bıraktım çıkıyordum ki, serviste çalışan hemşerim; “bir-iki saat sonra almak için gelmeyecek misin, başka işin yoksa gitme, işimden alıkoymasın hem hafta sonu çok da yoğun sayılmam, oturalım biraz sohbet edelim” dedi. Köylüm, çocukluktan sevdiğim arkadaşıma “peki” dedim ve teklifini memnuniyetle kabul ettim.
Servisin bekleme salonunda oturuyoruz. Stantlarda servis çalışanları, bir kaçta benim gibi müşteri var. Çay içerken, oradan-buradan Kabardeyce laflarken etraftan iş ortamının arasında konuşmaların konusu dikkatimi çekmişti. Arkadaşımla Kabardeyce konuşmalarımız arasında bir taraftan da ortamın konuşulanlarına kulak misafiri olduk bir süre konuşmaları dinledik.
Nedense bende hep farklı dillerde konuşanların ayrıcalığı vardır. Hiç kimseyi veya mesleği kıskanmam ama birden çok dil bilenler hep ilgimi çekmiştir ve biraz da kıskanmışımdır. Bulunduğumuz ortamın da konusu lisan bilmekten, farklı dilleri anlamak, konuşmak v.s. olunca da ilgimi çekmemesi imkansızdı.
Ulusal dillerden, kültürlerden derken konuşmalarına kendimizi uzak hissetmediğim bir anda söze karışmak istedim ve her zemin ve ortamda söylemekten çekinmediğim gibi orada da gururlu bir ifadeyle “Çerkes” olduğumuzu, Çerkesce’nin de bir dil olduğunu “bir dil bir insandır” deyişini ortamın o anki densiz adamını hiç hesaba katmadan övünerek söyledim.
Uzun, iri-yarı ve elleri arkasında, ayakta ortada dolanan biri; denir ya üst perdeden konuşan insan tipi, tam da öyle “aman canım Çerkesce bilsen ne olur bilmesen ne olur, Çerkesce bilen birine dil biliyor mu diyeceğim” dedi!
Bir insan bu kadar net ve kısa bir cümleyle karşısındaki insanı bozabilir. Şaşırdım. Çünkü hiç beklemediğim bir tepkiydi. Genel de alışkınız ya hemen; ”öyle mi Çerkes misiniz, bizim de var arkadaşımız veya komşumuz. Çerkesler şöyle iyidir böyle temizdir, dilleri, düğünleri değişik olur” türü övgülere ama bununki tam tersi olduğu gibi farklıydı. Söyleyiş tarzı aşağılayıcı, hatta bir anda kışkırtıcı geldi bana.
Ne demek, siz ne biçim konuşuyorsunuz, diye tepki vermek üzereyken arkadaşımla göz göze geldik; tanıyor musun, kim bu adam, dedim…
Kabardeyce, servisin sahibi patronumuz boş ver onun dediğini o lüzumsuzun teki, dedi.
Arkadaşımın patronu da olsa, lüzumsuzun teki de olsa söylediği bana çok ağır gelmişti cevap vermem lazımdı.
Sizin için öyle olabilir ama bizim için öyle olmadığı, yine ısrarla bir dilin bir insan olduğu, her dilin kendi halkı içinde değerli ve korunmaya değer olduğunu ayrıca size de Çerkesleri biraz daha yakından tanımanızı ve bu kadar aşağılamaya hakkınızın olmadığını hatırlatırım v.b. sözler söyledim ve ondan sonra neler söyledim ben de hatırlamıyorum. Açıkçası bir anda tepem atmıştı
Arkadaşımın boş ver değmez sözleri de teselli etmedi, tepkimi de pek önemsediğini de sanmıyorum, hatta canım sizde dercesine söyleyeceğini söyledi ve başka tarafa yönelip gitti. Dedim ya densizin tekiydi diye.
Aramızda geçen bu konuşmaya ortamın içinden de kendi düşüncesini söyleyecek cesaretli biri, yani bana taraf kimse de çıkmadı. Hemşerimde çok bozuldu patronunun öyle bir çıkış yapmasına bir anlam veremedi ama sonuçta patronu… Diğerlerine gelince bir tarafta patronları bir tarafta biraz sonra çıkıp gidecek bir müşteri, benden başka o anki ortamda Çerkesce için patronla zıtlaşmaya kim cesaret edebilirdi ki hemşerimde dahil. Ayrıca özgür düşünce ortamları var mı ki konuşsunlar.
İlk defa karşılaştığım birinin o anki ortamında “Çerkesce konuşan birine dil biliyor mu diyeceğim” demesi beni çok üzdü. Üzerinden kaç yıl geçmesine rağmen o günkü yenilmişlik hissimi unutmadım.
Ertesi günlerde aramızda geçen bu konuşmaları kendi içimde tekrar değerlendirdim, düşündüm ve bazı Çerkes arkadaşlara da anlatıp sordum haklı tarafı var mı diye. Bazıları ”ne bekliyordun ki doğruyu söyledi” dedi. ”Var mı bir bayrağın, var mı kabul görmüş ortak bir konuşma dilin, alfaben.” Yani ulus olamamanın verdiği ezikliklerdi bunlar.
Tepki göstersek de kabullenmek zor da olsa bunlar gerçeklerimizdi. Gerçeklerimizle yüzleşmek istemiyoruz, gerçeklerimizi hatırlatsınlar hiç istemiyoruz. Kabullenemediğimiz gerçeklerimizi değiştirmek için radikal çalışmalar yok kararlar hiç yok. Günü kurtarma adına pasif kişisel tepkiler ötesinde elde-avuçta hiçbir şey yok.
Çerkesce için anlattığım kişi gibi düşünenler olsa da sonu bazen böyle yenilmişlik hissi verse de her şeye karşın her ortam ve zeminde yeri geldikçe her dil kendi halkı içinde değerli olup, korunmaya veya desteğe layıktır, demeye devam edeceğiz. Tabi bu dili konuşanlar olduğu sürece.
Çerkesce hakkında olumsuz, değersiz düşünen o adamın benim tepkim karşısında umursamamış görünse de o günden sonra Çerkesce dendi mi yine böyle bir tepkiyle karşılaşabileceğini, o denli aşağılayıcı konuşmalarına son vermesi için caydırıcı olduğumu, kalıcı bir tepki oluşturduğumu umuyorum.
Geçmiş yıllarda gazetenin birinde köşe yazarı “Çerkesce diye bir dil yok” (*) diye yazmıştı, galiba Çerkesce’nin varlığını küçümseyenler kadar olmadığına ciddi ciddi inanlar da yok değil. Bütün Kafkas halklarına genel olarak Çerkes denmesi Çerkesce’nin de sembolik olarak varlığını sürdürüyor olması belki de böyle yanılgılara, yorumlara sebep oluyor.
Bu tür haberler basında çıkınca, kınamaktan öteye gitmeyen mail gruplarınca atağa kalkılır. Birkaç gün sonra yine kaldığımız yerden devam edip gideriz. Eylemler hep sözde kalıyor.
Ne yapalım, çözüm söyle, diyenler var gibi hissettim. Bildiğim; bir şeylerin yapılması için çok geç kaldığımızdır. Böyle gitmesi durumunda yok olmamız kaçınılmaz olacaktır…
İnternet sayfalarında okumuştum; iki dost küsünce bir dil yok oldu. İki ihtiyar Meksikalı arkadaş kavga edip küsünce, yalnızca ikisinin konuştuğu yerli dili konuşulmaz oldu. Meksika’nın güneydoğusundaki Tabasco eyaletinde yaşayan iki ihtiyar, Zoque halkının dilini hatırlayan son iki kişi. (**) Wubıhca hariç henüz bu duruma gelmedik ama her geçen günde de biraz daha dilimizi konuşanların azaldığını, hissetmiyor değiliz…
Neden? Yerli dili olarak Uzunyayla’da Kabardeyce kalmasın ki! Orada bile yok olmayacağımıza inanmak için birkaç jenerasyon sonrasını merak etmiyor değilim!
Sonumuz Meksika’da Zaque halkının iki ihtiyarı gibi olmadan, zaman zaman çeşitli platformlarda yazılarını okuyoruz dil üzerine, dönüş üzerine, örgütlenme üzerine kafa yoranlar var, onlardan beklentimiz. Yaşamlarımıza yansıyacak yeni açılımlara imkan verecek saptamalarını daha fazla geç kalmadan gerçekleştirmeleridir.
Umarım dil üzerine kaygılarımı abartmadım.
Dilini ve kültürünü yaşatanlara selam olsun…
(*) İsmet Berkan, 12 Haziran 2004’de Radikal’deki köşesinde yayınlanan “Çerkezce ne ola ki?” başlıklı yazısı
(**) ttp://ekolojikyasam.com/ekolojikyasamportali /bpg/publication_view.asp?InfoID=
147840&iabspos=1&vjob=vkwd,ETNİK%20DİLLER