Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam
Bu makale, KAFFED Genel Başkanı Sayın ŞOGEN Ümit Dinçer’in; ihmal, cehalet, ilgisizlik, çarpıtma ve yalan örnekleri ile bezenmiş 21 Mayıs 2022 Yenikapı konuşmasının eleştirisidir. Geleceğin beni haklı çıkartacağından emin olarak, halkımızın samimi unsurlarını uyarıyor aynı zamanda tarihe de not düşüyorum.
Siyasi partilerimizin değerli temsilcileri ve sivil toplum örgütleri temsilcileri,
Mülki ve idari amirlik temsilcileri, Çerkes halkının değerli evlatları hepiniz hoşgeldiniz. Değerli Hazirun! Bugün 21 Mayıs 2022’de 158 yıl evvel biten ve yüz bir yıl süren bir savaşı, bir büyük dehşeti kıyımı ve sonrasını konuşacağız. Bugün 158 yıl evvel Adigeleri, Abazaları, Çeçenleri ve Osetleri anavatanlarından süpüren Çerkes soykırımını ve sürgününü konuşacağız.
1859’da Şamil’in teslim olması ile savaşı sonlandıran Kuzey Doğu Kafkasya Halkları’nın, 5 yıl sonraki bir tarihi, 21 Mayıs 1864’ü sürgün günü saydıklarını söylemenin bir mantığı olabilir mi? Ayrıca anavatan Çeçen ve Osetlerinin 21 Mayıs’ı andıklarına hiç tanık olanınız var mı? Sürgünün, nüfuslarının büyük çoğunluğu anavatanda kalan Çeçen ve Osetleri anavatanlarından süpürdüklerini söylemek yalana kaçan bir abartı, çarpıtma değil midir?
Bugün burada oluşumuzun sebebine Çerkesler anadillerinde Ystambilako diyorlar. Ystambilako Çerkesçe’de İstanbul’a gidiş, İstanbul yolu demektir.
Evet çok doğru. Ayrıca, Çerkesler anadillerinde Yıstanbulaḱue dediğine ve Yıstanbulaḱue de Adığabze olduğuna göre, yoksa siz de Çerkes=Adığe diyen mikromilliyeçilerden (!) misiniz?
Aslına bakarsanız ne kadar naif bir adlandırma değil mi? Ancak bu naif isimlendirme aslında bir büyük trajediyi, korkunç bir soykırımı ve sürgünü ifade eder. Bu pek çok tarihçi burada oluşumuzun sebeplerinden en önemlisi olan Kafkas Rus savaşları adıyla bilinen savaşların başlangıcı olarak 1763 tarihini verir.
Halkları savaştıranlar yönetimler olduğuna göre Çarlık Rusyası-Kafkasya savaşları daha doğru bir terim değil midir?
Ancak hakikat çok daha gerilerde gizlidir. Altınordu devletinin yıkılmasıyla kurulan Astrahan Kazan ve Kırım hanlıkları arasındaki siyasi çekişmelerin sağladığı avantajlar bölgesel bir güç halini alan Moskova knezliği zamanla 3 Hanlığı da alt ederek imparatorluk yolunda büyük adımlar atmış ve nihayet IV. İvan’ın Çar olarak taç giymesi ile birlikte büyük ve yeni bir idari statüye geçmiştir.
Oysa söze başlarken siz de savaşın 101 yıl sürdüğünü, yani 1763’te başladığını dile getirmiştiniz. Hemen tüm bilim adamlarının üzerinde anlaştığı bu tarihi başlangıç saymıyor, Altınordu devletinin yıkılışından, IV. İvan’ın Çar olduğundan söz ediyor ancak size göre savaşın başlangıç tarihini yazmıyorsunuz. Biz sıradan insanların da tarih bilgisinin kendinizinki kadar derin olduğu yanılgısı içinde olmalısınız.
16 yüzyılda Çerkesya’yla Rus Çarlığı ilişkileri zaman zaman stratejik akrabalık denemelerine rağmen her zaman inişli çıkışlı bir seyir izledi. Bu inişli çıkışlı seyir zaman zaman tüm akrabalık ilişkilerine rağmen hiç de dostane olmayan bir takım ilişkilere ve olaylara da sahne oldu. Süreç içerisinde ticari ve jeopolitik genişleme iştahını yüksek motivasyonu ile büyük bir emperyal güç haline gelen Rus İmparatorluğu yüzünü ticaret havzalarına ve doğunun zenginliğine çevirdi ve bunun için çalışmalara başladı. Rusların sıcak denizlere inme arzusu diye formüle edilen emperyalist stratejiyi ete kemiğe büründüren ise 1. Petro’dur. Avrupa’nın zenginleşme ve gelişmesinin gerisinde kalmamak için büyük çaba sarfeden 1. Petro, deniz ticaretinin Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda döndüğünü ve buna mukabil olarak Rusya’nın soğuk denizlerde yeterli limanlarının olmadığını görüyordu.
Dil sürçmesi “sıcak denizlerde” olmalı…
İşte bu yüzden stratejisini Hindistan, İran ve Osmanlı’nın zenginliklerinden pay almak ve ticarette var olmak için formülünü ortaya koydu. Stratejik ve politik olarak Hindistan ve İran’a gitmek için doğuya Osmanlı toprakları, Akdeniz havzasına inmek için güney ve batıya genişlemesi gerekiyordu. İşte bu noktada Kafkasya bu stratejide hem bir aşılması gereken engel hem de elverişli bir yoldu.
Çarlık Rusyası çok ayıp etti! Oysa dönemin emperyal güçleri hiç de öyle yapmadılar. Okyanuslar aşarak sömürgeler kurmadılar. Yerli halkları yok etmediler. Soyup soğana çevirmediler. Kendi ülkelerindeki refahı bu soygun temeli üzerine yükseltmediler. Döneminde Osmanlı çok geniş bir coğrafyaya hakim olmadı. Osmanlı’nın ülkesine kattığı bu coğrafyalar, daha önce boştu ya da halkları Osmanlı’ya “gelin bizi fethedin” diye davetiye göndermişlerdi!? Ve sanki günümüz küresel güçleri aynı politikayı daha acımasız olarak sürdürmüyorlar. Sebep oldukları savaşlarda çıkarları için, kendi insanlarının burunları kanamazken, bölge halklarını birbirine kırdırmıyorlar.
Şimdi kimi aklı evveller, o yıllarda yaşasaydı Hatam Çarlık Rusya’sının ordusuna yazılırdı diyebilirler. Diyebilirler, çünkü 140. Yıl Konferansı’nda “‘git öldür, git öl’ emiri ile Kafkasya’ya gönderilen ve Kafkasya’da can veren erlerin ne günahı vardı? Gerçek günahkar bu emir veren yönetimdir.” anlamındaki sözlerimizi, “Hatam, Çerkesler de Rus ordusuna soykırım uygulamıştır” diye yazmışlardı yıllarca! Bu suçlamaları yaparken de, işgal etmek için gelip canlarından olan Anzak askerleri için dikilen Çanakkale’deki Anzak anıtını görmezden, bilmezden gelmişlerdi?
Çerkes halkının değerli evlatları şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Çerkesler başta Rusya olmak üzere emperyalist güç odaklarının çıkar çekişmelerin dünyaya dağıttığı kadim bir halktır.
“…emperyalist güç odaklarının çıkar çekişmeleri” Hah, işte bu çok doğru. Demek bazen doğruları da söyleyebiliyorsunuz…
16 ve 18 yüzyıl arasında Kafkasya ile çıkar ilişkisi kurmak isteyen ve çıkarları olan sadece Rus Çarlığı değildi. Özellikle Hindistan ve uzak Asya’daki çıkarları sebebiyle İngiltere ve Fransa’da Kafkasya’nın önemini kavramışlardır. Karadeniz’de ve Kuzey Kafkasya’da hakimiyet emperyal genişlemek için çok önemliydi.
Kafkasya’nın önemini kavrayanlar, İngiltere ve Fransa imiş… Peki ya Osmanlı İmparatorluğu?.. Osmanlı, Kafkasya’nın önemini kavrayamayacak kadar basiretsiz miydi acaba? Ya da Kafkasya’nın önemini saydığınız ülkelerden daha çok kavrayan Osmanlı’yı görmezden gelmek daha mı işinize geldi
İngiltere, Kafkasya’nın Rusya’nın Kafkasya’dan geçip Hindistan’ı ele geçirebileceğinden endişe ederken Fransızlar bir dünya gücü olarak Hindistan pastasına üçüncü bir ortak istemiyorlardı. İşte bu siyasi iklim içerisinde Rus Çarlığı tarafından Kuzey Kafkasya halklarını ve özellikle Çerkeslerin Rus köylerine baskınlar düzenlediği ve bu durumun Rus İmparatorluğu’nun güvenliğini tehdit ettiği gibi hiçbir rasyonel zemini olmayan görüşlerle savaşa gerekçe oluşturmaya çalıştılar.
Bu gerekçe bulma yöntemi tarihin her dönminde hep geçerli olmadı mı? Hani ”su içen kurt- kuzu” hikayesi değil mi? Sizce Batı’nın, Irak’ın nükleer silahlara sahip olduğu işgal gerekçesi ne kadar gerçekti? İşgal edilen, parçalanan diğer ülkeler için bulunan gerekçelere ne dersiniz? Güçsüz halklar için önemli olan, böylesi durumlarda, halkın en az zarar göreceği seçimi yapabilmek değil midir?
Evet budur ve bu aynı zamanda halkımızın da yapamadığıdır. Tıpkı şimdilerde sizin yapamadığınız, yapmadığınız gibi. Ancak döneminde çağı anlamayanlarla aranızdaki en büyük fark onların gerçekten anlamamış olmaları sizlerin ise, samimi olmadığınız için anlamazdan geliyor olmanız.
Bugün hepimizin gözü önünde yaşanan savaşta kullanılan argüman ve hatta yöntemler ne kadar da birbirine benzemekte yıkmak, yakmak sivil halkı tedhiş etmek ve direnme gücünü kırarak yok olmaya zorlamak hiç değişmeyen strateji bu değil miydi zaten. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonunda 14 Eylül 1829’da Rusya-Osmanlı İmparatorluğu arasında Edirne Antlaşması imzalandı.
“(…) Bugün hepimizin gözü önünde yaşanan” ile anlatmak istediğiniz RF’nin Ukrayna özel harekatı ise eğer, onu da farklı okuyoruz. RF’nin yaptığı, beka sorunu olan her devletin yapacağı, yapmakta olduğudur. Bunu görmek için de yaşadığınız ülke sınırlarından daha uzağa bakmanıza da gerek yoktur. Ve ben Zelenski, keşke Çerkes tarihini iyi okusaydı da ABD’nin dolmuşuna binmeseydi diyorum.
Edirne Anlaşması’nın dördüncü maddesi şöyle diyordu; Kuban ağzından Sen-Nikolay limanına kadar olan tüm kıyı şeridi kalıcı olarak Rusya İmparatorluğu’na devredilecektir. Tarif edilen yer Çerkesya’ydı ve anlaşmada isim olarak hiç geçmemesine rağmen anlaşmanın en önemli maddesi buydu değerli Hazirun! Elbette ne Çarlık ne de Osmanlı İmparatorluğu Çerkesya üzerinde hiçbir zaman hiçbir hükümranlık hakkına sahip olmamışlardır. Bu anlaşma ile Rusya Karadeniz üzerindeki hakimiyetini de Kafkasya olan saldırılarını hukuki zeminini de sözüm ona ele geçirmiş oluyordu. Edirne Antlaşması ile birlikte kıyılar terkedilince Saint-Petersburg, kıyıların kuzeyindeki tüm toprakların artık Rusya’ya ait olduğunu iddia etmeye başladı.
Hayret, Osmalı için de önemliymiş Kafkasya! Ayrıca “kıyıların kuzeyindeki tüm topraklar” ile neresi tanımlanmak istenmiş acaba? Anlamak için derin coğrafya bilgisi gerekli olmalı.
Rus komutan Fiyatorno anılarında Saint-Petersburg için Edirne Anlaşması’nın 4. maddesinin ne anlama geldiğini şöyle ifade ediyordu: Çerkesya’nın işgalinin önündeki tüm yasal engellerin kalktığı artık bir hakikattir. İstediği zemini yakalayan Rus Çarlığı Batı dünyasının kendisiyle Çerkesler için savaşmayacağının güçlü sinyallerini alınca artık tam bir işgal soykırım ve tedhiş dönemi başladı.
Bu yazdıklarınız, yasal engelleri kaldırıp Çarlık Rusyası’na bu zemini hazırlayan, “Çerkesya üzerinde hiçbir zaman hiçbir hükümranlık hakkına sahip olmayan” Osmanlı İmparatorluğu’dur” anlamına gelmiyor mu? Diliniz mi sürçtü yoksa?
Değerli misafirler, Çerkes entelijansiyası ise İngiltere ile ilişkilerini verimli ve korunaklı görüyor. Ticari yollarla kurdukları ilişkiler ile İngiliz Parlamentosu’na ulaşmayı hedefliyordu. Temelde beklenti ise İngiltere’nin, Rusya’nın Kafkasya üzerinde hiçbir hakkı olmadığını fark edilmesi ve desteklenmesiydi. İngilizler sözlü olarak bir yandan Rusya’ya mücadele konusunda desteklediklerini fısıldarken, diğer yandan Kafkasya hiçbir destek ve somut adım atmıyorlardı. Zira İngiltere’nin Kafkasya politikası pragmatist ve iki yüzlüydü.
İngiltere pragmatistmiş. Ne kadar da çocuksu… Sayın Başkan dünya dünya olalı pragmatist olmayan küresel güç görmüş müdür acaba?
Hem Rus Çarlığı’nın haklılığını fısıldarken hem de Çerkeslere boş vaatler dağıtarak onları provoke ediyordu. Sonunda Çerkesler büyük devletlerin yaktığı savaş ateşinin içine düştüler.
Bir doğru değerlendirme daha ve hayret, yıllarca önce yaptığımız değerlendirme ile de uyumlu.
‘En güçlü olmak, koşullar elvermiyorsa, bir diğerinin en güçlü olmasını engellemek’ dünya dünya olalı beri, büyük devletlerin evrensel, temel ilkesidir.
Günümüz dünya güçleri nasıl ki dünyanın çeşitli bölgelerinde, kendi çıkarları için bölge halklarını hiç önemsemeden savaşıyor, halkları da savaştırıyorlarsa, döneminde Kafkasya’da asıl savaşanlar da, yok olmamız pahasına bizleri savaştıranlar da dönemin dünya güçleri idi.
Birçok tarihçinin belirttiği gibi bu devletler, Kafkas halklarını hiçbir zaman özne olarak kabul etmemiş hep nesne olarak görmüşlerdir.
Halklarımızın kaderini çizen büyük güçler arasındaki antlaşmaların hiçbirinde Kafkas halklarından birinden birinin imzasının olmayışı savımızın en kesin kanıtıdır.
Savaşın asıl nedeni, Çarlık Rusya’sının genişleme, en büyük olma temel kuralı gereğince sıcak denizlere inme, Hindistan ticaret yollarını ele geçirme ve sayılabilecek daha birçok nedenle Kafkasya’yı, özellikle de Kuzey-Batı Kafkasya’yı ele geçirmek istemesidir.
Osmanlı, İran, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın asıl amacı Çarlık Rusya’sının genişlemesini, büyümesini önlemektir. Başlarda Kafkas halklarının Rusya’yı durdurabileceği sanılmış, yardım edilir gibi yapılmış ancak Rusya’yı Kafkasya’da durdurmanın mümkün olmadığı görüldüğünde de savunma hattı Osmanlı topraklarına çekilmiştir. Böylece Osmanlı’nın güçlendirilmesi gündeme gelmiştir.
Dolayısı ile savaşın son bulmasından çok önce, özellikle Kuzey-Batı Kafkasya halklarının Osmanlı topraklarına göçürmek planları ve antlaşmaları yapılmıştır.
Özetle Çerkes’siz bir Kuzey-Batı Kafkasya amaçlayan Çarlık Rusya’sı itmiş, bu coğrafyadaki insanların gücüne ihtiyacı olan Osmanlı Devleti çekmiş, gücü takviye edilmeyen Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın daha da büyümesini engelleyemeyeceği tehlikesini gören Avrupa ülkeleri de sürgünü desteklemişlerdir.
Ayrıca bu yaklaşım, sürgünümüzde rol alan devletlerin varislerine yüksek sesle ‘çeşitli ülkelere dağıttığınız halklarımızı anavatanına dönüşünü sağlamalısınız’ deme hakkını da verecektir.
O tarihte tıpkı bugün olduğu gibi Çarlık Rusya’sında yöneldiği iddia edilen sözüm ona Çerkes saldırganlığına karşı güvenlik bahaneleri dini grupların korunması ve Dağlı Barbar toplumların medenileştirmek gibi hiçbir siyasi, insani ve askeri dayanağı olmayan bahanelerle Mezdok bölgesinde bir müstahkem mevkinin temelleri atıldı. Sistematik ve agresif askeri harekâtın tamamlayıcısı olarak bölgenin sosyal yapısını değiştiren bugüne değin uzanan sorunların kapısını aralayan Kazak askeri yerleşimi olan stanitssalar ile paramiliter güçleri de savaşın merkezine çekerek bugün dahi halledilemeyen halklar arası anlaşmazlıkların kapısını araladı.
Değerli Çerkes dostları, 1860 yılında Kafkas orduları komutanı olarak atanan Yevdekimov ve prens Baryatinski’nin acımasız yöntemleri işe yaradı 1864’te Kbaada’daki son savaşı Çerkesler kaybettiler. Rus ordusu Kbaada’da 21 Mayıs 1864’te bir askeri tören düzenledi ve ordu komutanı Batı Kafkasya’nın işgalinin tamamlandığını Kafkas Rus savaşının sona erdiğini ilan etti.
Kafkas-Rus savaşı değil Çarlık Rusyası-Kafkasya savaşı
Bu gelişme sadece bir savaşın bitişi değildi maalesef. Yüzyıldan uzun süren savaşa karşı Çerkeslere boyun eğdiremeyen Çarlık Rusyası Çerkesleri imparatorluğun diğer bölgelerine veya Osmanlı topraklarında sürgün etme kararı aldı
Kuzey-Doğu Kafkas halkları daha 1859’da, Kbaada savaşı öncesi de Qeberdeyler ve Bjedığu’ler boyun eğmemişler miydi?
Savaşın kaybedenleri topyekûn sürgün ediliyor ve Kuzey Kafkasya’nın Çerkessizleştirme çalışması başlıyordu. Osmanlı ve İngiliz gemilerine adeta istif edilen insanlar Trabzon, Samsun, Sinop, Kocaeli, İstanbul, Köstence ve Varna limanlarına ve karayoluyla Anadolu coğrafyasına sürüldüler. Çerkesya’nın yerli haklarından temizlenmesi amacıyla uygulanan sistemli politika sonucu Çerkeslerin çok büyük bir kısmı 1864’te çok kısa bir süre içerisinde ana yurtlarından korkunç koşullarda sürgüne gönderildiler
Çerkes Adığe karşılığı ise eğer, “Çerkeslerin çok büyük bir kısmı” doğru, bütün Kuzey Kafkasyalılar anlamında ise temelden yanlış bir değerlendirme.
Değerli Hazirun,
Bugünün şartlarında, imkanlarında ve bugünün zenginliğinde Suriye savaşının dünyaya savurduğu insanlar sebebiyle şahit olduğumuz ve insan vicdanını yaralayan olayları bir düşünün, bir de 158 yıl evvel imkansızlığında yoksulluğunda Anadolu’ya, Trakya’ya, Balkanlar’a savrulan insanların neler yaşamış olabileceğini gözünüzün önüne getirin. Bu durumu tahayyül edip ürpermeyecek, dehşete kapılmayacak bir ademoğlu düşünemiyorum.Değerli Hazirun,
İşte bu sebeplerle yaşadığımız şeyin adı sürgündür hem de en acı ve en vahşi sürgündür. Bizim yaşadığımız bir soykırımdır. Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne göre bir eylemin soykırım olarak nitelendirilebilmesi için belirli bir insan topluluğunun milliyeti, ırkı, etnik kökeni veya dini dolayısıyla tümünün yada bir bölümün yok olma niyetinin bulunması gerekir.
Trajedimizin asıl nedeninin Çerkeslerin “milliyeti, ırkı, etnik kökeni veya dini” değil, toprakları değil miydi? Sürgün nedeni İslamiyet idi ise Anadolu’daki Çeçen ve Dağıstanlı sayısı Çerkeslerden çok daha fazla olmaz mıydı?
1951 yılından beri yürürlükte olan ve ülkemizin de taraf olduğu bu sözleşmeye göre:
1) Topluluk üyeleri öldürmek
2) Topluluk üyelerinin de ciddi fiziki veya zihinsel zarar oluşturmak
3) Bu topluluk üyeleri bilerek tamamen ya da kısmen fiziksel yok oluşa götürecek yaşam şartlarına tabi tutmak
4) Topluluk üyelerini doğumlarını kasıtlı olarak engellemek
5) Topluluğun çocuklarına zorla bir başka gruba transfer etmekDeğerli Hazirun, bu saydığımız eylemlerin tamamı Kafkas Rus savaşları esnasında sonrasında Çerkes halkına uygulanmıştır.
“Savaşlar sonrasında bu uygulamalarda bulunan her ülkeyi “soykırım” yapmakla suçlamıyorsunuzdur umarım.
Bunu tarihsel belgelerden xxxxx (burası anlaşılmıyor-NH) Rus tarihçilerinden bazı örneklerle desteklemeye çalışacağım. Çerkes sürgün ve soykırımın unutulmaz sembol ismi General Yermelov birliklerini Kafkas köyleri üzerine salarken tarihe şöyle bir not düşüyor: Benim adımın yarattığı korkunun sınırlarımızı zincirlerden ya da kalelerden daha sıkı korumasını, sözlerimin Çerkesler için ölümden daha kaçınılmaz bir kanun olmasını isterim. Askerler top ateşli ile tedhiş ettikleri köylere yıldırım seferler düzenleyerek savaşçı olmayan kadınları çocukları hayvanları kaltediyor, ekinlerini yakıp hayata tutulmalarını engelliyordu. Çocuklar kaçırılarak köleleştiriyor veya bilinmez bir akıbete yollanıyordu. Yermelov bir yandan da Çerkes aristokrasisini yok ediyor Çerkesya’ya bambaşka bir yönetim anlayışını enjekte ediyordu.
Değerli Çerkes dostları,
Tüm bu katlanması zor sahneleri sizleri duygusallaştırmak için söylemiyorum. Ancak yüzyıl devam eden savaşı basit bir çatışma sıradan bir meydan veya cephe savaşından bahsetmediğimizin tam bir işgal ve soykırım hedeflendiğinin anlaşılmasını isteriz. İşte yukarıda sıralanan maddelerin tamamı Çerkeslere uygulandı ve Kuzeybatı Kafkasya’da yaşayan Çerkeslerin yüzde doksanı ya öldürüldü ya esir edildiği ya da sürgüne yollandı.
Bakın yüzde doksan oranını bu kez doğru kullandınız. Yine diliniz sürçmüş olmalı.
Bir halkın yüzde doksanınn öldürülmesi, yaşam koşullarının ortadan kaldırılması gıda dahil temel ihtiyaç maddelerinden yoksun bırakılması, eğer soykırım değilse nedir? Bugün bu yaşananları soykırım olarak tanımlanmasına içerleyen Rusya Federasyonu yetkililerinin yukarıdaki tanıma harfi ile oturan ve tüm belgeleri halen kendi arşivlerinde bulunan bir utanç eylemini nasıl tanımadıklarını doğrusu merak ediyoruz.
Yine çok çocuksu bir yaklaşım. Sanki tüm ülkeler geçmişteki hatalarını kabul etti de bir tek RF kaldı kabul etmeyen.
Değerli dostlar, bugün 1864 üzerinden 158 yıl geçti. Lakin Çerkes soykırımı ve sürgünü nihayete ermiş değil, soykırım ve sürgün günümüzde de devam ediyor.
Sürgünün son bulması için neler yapıyorsunuz? Kendisini gerçekten sürgün olduğuna inanların, öncelikle yapması gereken şey; sürüldüğü ülkesine nasıl dönebileceğinin yollarını aramaktır. Anavatanlarına dönmek için silahların üzerine yürüyen, şehit veren Filistinliler gibi. Defalarca paylaştık, anavatanına dönme çabası içinde olmayanlara yakışan tanım “sürgün” değil “sürgünümsü”dür. Anavatanı merkez olduğunun bilincinde olmayanlar da “diaspora” değil, “diasporamsı”dır.
Üzülerek belirtmeliyiz ki, Rusya soykırımın mağdurları olan torunlarına anavatanları ile bağ kurmasını zorlaştırıyor ve yer yer engel oluyor.
Bu da yalanın kuyruklusu. RF, 1992-2000 yılları arasında yürürlükte kalan ve bulunduğu ülke vatandaşlığını bırakma, Rusça bilme: RF’ye taşınma dahil hiçbir önşartı olmayan ve milyonlarca insandan bir kişinin bile usulüne uygun başvuru yapmadığı vatandaşlık yasasını da mı Çerkesleri engellemek amacı ile kabul etmişti?
– RF, engeller çıkarttığı için mi Kosovalı kardeşlerimizi 1 Ağustos 1998’de anavatanı ile buluşturdu?
– “Mefehable-Şanslı Köy”ü kuran da sizler misiniz yoksa?
– Dönüş yapmışlara 1000-1500 metrekare arsa dağıtılması da engel olunduğunun kanıtı mı?
– RF engelliyor olsaydı Adığey Penexes Köyü’nde Suriyeli kardeşlerimiz için mahalle oluşturulabilir, kendilerine evler yapılabilir miydi?
– Peki Qeberdey Balkar’da Suriyeli kardeşlerimiz senatoryumlarda ağırlanabilir, 100 aileye konut edinmeleri için yardım edilebilir miydi?
– RF engellediği için mi sayıları binlerle ifade edilen dönüşçülerin çocukları, torunları yüksek öğrenim görebiliyor, doktor mühendis olabiliyor, takdir edilen hizmetler verebiliyorlar.
– RF’na ragmen mi çocuklarımız kültür kurumlarında, sporda başarılar kazanıyor ve devletçe ödüllendiriliyorlar.
– Şartları uygun olana, tüm ailesini birlikte getirme, iş garantisi, kısa sürede vatandaşlık, taşınma giderlerini karşılma garantisi sunan Adığey de beşinci yıldır uygulamada olan, “ülkedaş dönüş programı” da RF’nin Çerkesleri nasıl engellediğinin kanıtı mı sizce?
– Öğrendikleri Rusça sayesinde çok iyi kazançlar elde eden çocuklarımıza ne dersiniz peki?
Tüm bunlara karşın RF’nin Çerkesleri engellediği kuyruklu yalanını söyleyebilmek!..
El insaf!..
Bir ulusu niteleyen ve ona kimlik kazandıran en bariz unsur olan dil üzerindeki ciddi baskı politikaları Çerkesçe başta olmak üzere tüm Kuzey Kafkasya haklarını dillerini erozyona uğratmak, hatta yok oluşlarına zemin oluşturmaktadır. Bu baskıcı uygulamalarda şunun şurasında on yıl evvel resmi devlet dili olan Çerkes dilinin zorunlu sınıf geçme ders olarak okullarda okutulan anadilimizin dilekçe ile seçmeli dil haline getirilmesi örnek verilebilir.
Kendi deyiminizle 5-7 milyon olan nüfustan 500 öğrenci bulamayan KAFFED’in, şeffaf oldukları iddiasında olan en karanlık yöneticilerinin anavatandaki dil sorunlarını dert ediniyor görünmesi riyaların en büyüğüdür.
Rusya Federasyonu’nun kurucusu ve federe devlet statüsünde olan cumhuriyetlerimizi statüleri her geçen gün zayıflatıyor, ekonomik alanda yalnızlaştırıyorlar
Az bildiğiniz konularda ahkam kesiyorsunuz. Keşke rakamlar da verseydiniz. Ayrıca dediğiniz doğru bile olsa diasporanın yapması gereken anavatana yatırım yapmak, anavatan gelişsin diye çaba göstermek değil midir? Kaffed’in şeffaf geçinen karanlık yöneticileri, kapılar açıldığından beri yapılan güya iş adamları (!) ziyaretleri ve sonuçlarını derleyip açıklamaya var mısınız?
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaldırılması buna en bariz örneklerinden bir tanesidir.
Ya bu durum Adığelerin lehine ise… Ayrıca RF’nin anayasası ve yasaları ile ilgilendiğiniz gibi bulunduğunuz ülke anayasa ve yasaları ile de ilgilenseniz ya.
Siz yaşadığınız ülkenin anayasa ve yasalarından münezzeh misiniz?
Bunun son ve trajik örneğini çok yakın bir geçmişte Rusya Federasyonu’nun parlamentosu alt kanadı Duma Meclis Üyesi Konstantin Zaturin Duma’ya bir önerge ile Rusya Federasyonu’nu oluşturan hakların Rusya dışında yaşayan fertlerin vatandaşlar başvurmalarını Rusça bilmek şartına bağlıyor.
Yine olayımızla uzaktan yakından ilginizin olmadığı bir değerlendirme. Bir kez Zatulin’in değişiklik önergesi RF Vatandaşlık Yasası için değil. «О государственной политике Российской Федерации в отношении соотечественников за рубежом»- “Rusya Federasyonu’nun dış ülkelerde yaşayan ülkedaşlara ilişkin devlet politikası”nı belirleyen 24 Mayıs 1999 tarih ve 99 sayılı federal yasa. Yani vatandaşlık başvurusu ile ilgisi yok ve taslak Rusça bilme zorunluluğunu vatandaşlık başvurusu için değil, ülkedaş sayılmanın ön şartı olarak öneriyor. Ayrıca 2000 yılında kabul edilen günümüzde de yürürlükte olan RF vatandaşlık yasası, vatandaşlık, dahası, oturum başvurularında bile Rusça biliyor olmayı şart koşuyor. Durum bu iken sizin, bir başka yasa için önerilen bir değişikliği, bugün sanki böyle bir şart yokmuş izlenimi verecek şekilde sunmanız da bu taraklarda hiç beziniz olmadığının kanıtı değil de nedir?
Oysa bizim iddiamız ve talebimiz odur ki sürgün bir halk olarak kendi anadilimizi bilmek başlı başına vatandaşlık için yeterli olmalıdır.
Şu çelişkiye bakın bir. Hem diasporadaki çocukların tamama yakınının anadilini konuşmadığını bilecek, hem çocuklarınıza anadilini öğretme çabası içinde olmayacak, hem de vatandaşlık için anadilini bilme zorunluluğunun getirilmesi önerisinde bulunacaksınız. Böylesi bir yasa maddesinin bugün değilse bile yakın bir gelecekte Rusça bilir koşulundan daha büyük bir engel olacağını nasıl olur da görmezsiniz!
Bizce sizin yapmanız gereken şey öncelikle; 1992’de yürülüğe giren ve vatandaşlık için hiçbir ön şartı olmayan yasadan yararlanmadığınızın pişmanlığını, üzüntüsünü, benzer bir yasa değişikliğini çok önemseyeceğinizi dile getirmektir. O yıllarda vatandaşlık kazanan Rusça’yı da kimileri anadilimizi de bilmeyen ana-babaların, iyi eğitim almış doktorlar mühendisler, Rus dili uzmanları… her konuda uzmanlar, eğitim-kültür çalışanları yetiştirdiklerini örneklendirip, oturum başvurularında dil bilme ve oturumu olanların yılda en az altı ay RF’da yaşama zorunluluğunun kaldırılmas gerektiğini, vatandaşlığa kabulde ise dil bilme zorunluluğunu doğru bulduğunuzu RF yetkililerine iletmektir.
Ayrıca günümüzde de yürürlükte olan sözü 99 sayılı federal yasa temelinde RF’den Adığece ve Rusça kurslar açmaları, Adığece TV uydu yayını yapmalarını istemektir.
Ki, DÇB girişimleri ile sağlanan Adığabze ve Rusça kursların giderlerini Federal Bütçe karşılamaktadır.
Zatulin, Rusça bilir şartını vatandaşlığa kabul için değil, ülkedaş sayılma koşulu olarak önermektedir ki, karşı çıkılması çok yerindedir. Ancak, ilgsizliğiniz, cehaletiniz başvuru yazılarına yansımamalıdır.
Ayrıca Zatulin’in kimlerin soydaş-ülkedaş sayılacağını tanımlayan taslağında, bizi ilgilendiren lehimize olan çok güzel iki maddesinin de farkında olmalısınız.
– 24 Mart 2000 tarih ve 255 sayılı Rusya Federasyonu Hükümeti Kararnamesi ile onaylanan Rusya Federasyonu Yerli Halklarının Birleşik Listesi’nde yer alan yerli halklar;
-Rusya Federasyonu dışında kendi ulusal devletleri veya ulusal devlet oluşumları olmayan, tarihsel olarak Rusya Federasyonu topraklarında ikamet eden diğer halkların temsilcileri.
Yani Rusça bilme ön koşuluna haklı olarak itiraz ederken lehimize olan bu iki maddenin de çok yerinde olduğunun altı çizilmelidir.
Ancak bu yasa önergesi geçer ise resmi dil statüsüne çıkarılan okullardan silinen ve nihayet tamamen işlevsiz ve gereksiz hale getirmeye çalışan Çerkes dilinden daha kötüsü bizleri bekliyor. Bu durum bir kalemde diaspora Çerkesleri ilelebet anavatanlarından kovulması adımının son adımıdır
Çok büyük abartı değil mi? Evet hem de gülünç olmayı göze almadan yapılamayacak bir abartı. Anavatana dönüş için 6 aylık, bilemediniz bir yıllık kursu dünyanın sonu gibi göstermek. Peki ya anavatana dönebilmek için koşullar; gerilla eğitimi almayı, dağlarda yaşamayı, iş-aile kuramamayı, ölmeyi, öldürmeyi göze almayı gerektirseydi? Onsuz rahat bir yaşam süremeyeceğiniz devlet dilini öğrenmeyi aşılamaz bir engel gibi göstermek! Aksine yapmanız gereken “Makber” şarkısının sözlerini anımsatmak halkımıza umut vermektir:“Her yer karanlık/ Pür-nur o mevki…”
Ha bir de şu zavallı çıkarımınız: “Bu durum bir kalemde diaspora Çerkesleri ilelebet ana vatanlarından kovulması adımının son adımıdır.” Haydi bu durumu anavatan için 6 aylık dil kursunu göze almayacak sürgünümsülerin anavatana ilelebet alınmayacağı olarak algılandınız. Peki devlet oluşumuzun 100. Yılı Kutlama Etkinlikleri’nin Federal Program çerçevesinde başladığı, giderlerin federal bütçeden karşılandığı, Moskova’da üç cumhuriyetimizin katılımı ile gerçekleşecek kutlamaların gününün beklendiği, RF Merkez Bankası’nın cumhuriyetlerimizin 100. Yıl Anısı’na paralar çıkardığı bu günlerde nasıl olup ta ile anavatandan kovulmayı dillendirebiliyorsunuz? Çerkesler kovulur ise eğer çok ama çok sevineceğinizi mi söylemek istiyorsunuz?
Oysa doğru olan ve adımının son adımıdır. Dönülmesi gereken statü diasporada yaşayan her kişinin koşulsuz vatandaşlık başvurusu hakkının güvence altına alınmasıdır. İşte bu da sürgünün devam ettiğinin en bariz nişanesidir.
Katılıyorum. Ancak koşulsuz vatandaşlığın ön şartı da diaspora merkezli düşünmekten vaz geçip anavatan merkezli düşünmeye başlamak ve anavatana, sorun çıkartmak, ayar vermek amacı ile değil, kaderini paylaşmak, amacı ile dönüş yapmak istediğinize RF’yi inandırmaktır.
158 yıl evvel anavatanlarından sürülmüş olan halkın çocukları, bugün anavatanları ile ilişkilendirmek noktasında hiçbir avantaja sahip değillerdir.
Kuyruklu bir yalan daha. Toplanmış o kadar insanın gözünün içine baka baka bu yalanı nasıl söyleyebiliyorsunuz? Nasıl bir ruh halidir bu? Sahip olduğu avantajları bir kez daha saymayayım.
Rusya Federasyonu, Çarlık Rusyası’nın dünyanın dört bir yanına dağıttığı Çerkeslerin anavatanlarından giderek yabancılaştırıyor. İşte sürgünün hala devam ettiğinin bir başka kanıtı daha çok.
Bir cehalet örneği daha. Çarlık Rusya’sı Çerkesleri dünyanın dört bir yanına dağıtmamıştır. Anlaşmalı olarak Osmanlı İmparatorluğu’na göndermiştir. Osmanlı kendi politikası gereği Çerkesleri dağıtnış, Osmanlı Devleti yıkılınca da Çerkesler birçok ülkede kalmıştır. Peki iş peşinde çeşitli Avrupa ülkelerine gidenleri, 67 İsrail-Arap Savaşı ve Golan’ın işgali sonrası “Tolstoy Vakfı” tarafından ABD’ye götürülenleri, Ikinci Dünya Savaşı sonrasında sayıları az da olsa Almanlarla birlikte ülkeyi terk edenleri de Çarlık Rusyası mı bütün dünyaya dağıttı?..
Çerkeslere herhangi bir dünya devletinin vatandaşı muamelesi yapmaktadır. Örnek vermek gerekirse; vatandaşlık başvurusu, oturum izni ve ana vatanımızda seyahat noktasında şu anda bu alandaki Çerkesleri Kuzey Kafkasya haklarını bir Arjantinli’den, bir Mısırlı’dan, bir Bolivyalı’dan daha dezavantajlı bir statüde değerlendiriyor, anavatanımızda ilişkilemmekte soybağını ortaya koysak dahi anavatanı görmemize oraya ilişki kurmamıza yanaşmıyor.
Eskiden böyle işkembe-i kübradan atanlara “Atma Recep din kardeşiyiz” derlerdi.
Değerli Hazirun
158 yıl evvelinde yaşanan soykırım ve sürgün bize çok şey kaybettirdi. Biz bir vatan kaybettik, dilimiziü kültürümüzü sosyal dokumuzu ve bir hakken uluslaşma sürecimizi kaybettik. Yıllarca sürüldüğümüzü soykırıma uğradığını söylemekten adeta kaçındık. Toplum olarak 21 mayısları anma ve yas günlerimiz olarak andık. Kendi içimizde ağladık atalarımıza kayıplarımızı ağıtlar yaptık. Artık 21 mayısları sadece bir yas günü olmaktan çıkarmak vaktinin geldiğine inanıyoruz. Artık sadece geçmişimizi ağlayarak var olamayacağımızı idrakindeyiz. Artık 21 mayısların üzerinden bakabilmek ve bir gelecek tasavvuru yapabilmek bizim çıkış noktamız olmalıdır. Bu sebeple 21 mayısı artık salt bir yas ve anma günü olarak görmüyoruz. 21 Mayıs mücadele kararlılığının, güç birliğinin, direnişin, dirilişin, hak aramanın ve biz kırılmadık buradayız ve bir gün mutlaka geri döneceğiz diyeceğimiz gün olmalıdır.
Yakın geçmişimizi hiç bilmediğinizin kanıtı cafcaflı sözler. Daha 1910’ larda Çerkes Teavün Cemiyeti, koltuklarının altında alfabeleri, kitapları ile anavatandaki eğitim çalışmalarına katkı sunmak için öğretmenler göndermedi mi? Bu kadrodan, “Dön kendinden olana karış/ Halkın için çalış/ Çalışmazsan ne bulursun/ El kapısında durursun” diyen Tıme Seyin, dönüş politikasını en açık şekli ile dört mısraya sığdırmadı mı? 1930’larda Suriye’de açılan Çerkes okulu kurucuları, öğrencilerine, kalpakları başlarında yüzleri anavatana dönük kendi besteleri marşlarını söyletmedi mi? 1950’lerde Ürdün ve Suriye’de Kube Şaban önderliğinde dönüşe çağıran besteler yapılmadı mı? Piyesler sahnelenmedi mi?
Haydi bunlar uzaklarda kaldı diyelim. Ne kadar inkar etseniz de devamı olduğunuz KAF-DER, öncesinde KAFKUR’u kuran, DÇB’nin ilkelerini belirleyen Dönüş Hareketi’nin, 1989’da gerçekleştirdiği 125. Yıl Etkinliği’ne 1987’de yaptığı çağrıdaki şu tümcelere ne dersiniz?:
“Yokluğa, yoksunluğa, amansız yol koşullarına, hastalıklara, kıtlığa dayanabilenlerin, kimi yerlerde sıtmadan arta kalanların, tüm güçlüklere karşın ayakta kalabilenlerin biz torunları, anavatandan kopuşun 125. Yılını anmak, kapsamlı bir değerlendirme yapmak istedik. Ata toprağımızdan nasıl koparıldık, kopuşta etken olan nedenler nelerdi. Nerelere nasıl yerleştirildik, koşullar nelerdi. Nelerle karşılaştık, neler kaybedip neler üretebildik. Ülkelerimiz tarihine, plitik, kültürel, sanatsal yaşamına ne gibi katkılarda bulunabildik.”
Ve sonuç bildirisindeki şu cümlelere:
Çerkesler kendi öz topraklarından başka ülkelere sürüldüklerinde, içinde bulundukları uluslarla aralarındaki yaşam farklılığı nedeniyle hak etmedikleri birçok olayı yaşamak zorunda kalmışlardır. Dünya uluslarının bir araya gelerek oluşturdukları Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nca kabul edilen, ulusların ulus olma özgürlükleri ve yaşama hakları, sürgünde olan Çerkesler için bugün de gündemde değildir. Çerkeslerin adetlerini, özbenliklerini, dillerini koruma ve geliştirme hakları yoktur.
Anavatan ile sürgündeki Çerkeslerin yaşadıkları ülkeler arasındaki ilişkilerin güçlü olması dileğimizdir. O ülkelerde yaşayan insanlarımızın anavatana dönüp oraları görmeleri, okullarda okuyabilmeleri, kendi akrabalarıyle buluşup birbirlerini ziyaret etmeleri ve bütünleşmeleri gereklidir.”
O yıllarda soykırım sözcüğünü kullanmayışımızın nedeni de sizin sandığınız gibi korkaklık değildi. Bunun biri politik, diğeri insani ahlaki iki temel nedeni vardı:
Politik ilkemiz; halkımızın anavatan kesimi ile ilişki kurmamızı engelleyebilecek, var olan ilişkileri koparabilecek -çok doğru gibi görünse de- her türlü söylem ve eylemlerden kaçınmaktı. O yıllarda anavatan kesimi bu sözcüğü kullanamıyordu. Onların kullanamadığı bu söylemi öncelemek ilişkilerimizi zedeleyecek, asıl amaç olan dönüşü engelleyebilecekti. İnsani ve ahlaki olanı da; kendimizin etkilenmeyeceği, olumsuz gelişmelere neden olabilecek söylem ve eylemlerden kaçınmaktı.
Anavatan insanımıza zarar verebilecek söylem ve eylemlerin insani olmadığına, ahlaki olmadığına iman etmiştik. Bu ilkeler dün olduğu gibi bugün de doğrudur ve diasporada Adığe kaldığı sürece gelecekte de doğru olacaktır. Bu ilkelere uyulmaması ise ne politik, ne insani ne de ahlakidir. Uymayanlar da kahraman değil sorumsuzdur…
Bugün bu alanda bulunan bu soykırım ve sürgünün anlamını bir araya getirdiği Çerkesleri farklı federasyon ve vakıfları dernek ve sivil oluşumların adına tüm uluslararası camiaya seslenmek istiyorum. Maksadımız bir acıyı bir başka acıyla yarıştırmak değil, başkalarının acısını unutturmak, hafifsemek asla değil. Ancak dünyanın şahit olduğu en büyük soykırımlardan birinin bu kadar göz ardı edilmesi vicdani ve insani değildir. Tekraren söylüyoruz ki, Çerkes soykırımı ve sürgünü tarihin de gördüğü en büyük soykırımlardan bir tanesidir etkileri ve süreci halen devam etmekte olan bu soykırımı tanıyınız. Bir başka devleti siyaseten güç duruma düşürmek için değil, politik kart olarak kullanmak için değil, kendi politik çıkarlarına manevra alanı açmak şantaj unsuru olarak kullanmak için değil, gerçekten insani sebeplerle bu soykırımı tanıyınız.
Ne kadar da çocuksu bir yaklaşım. Seslendiğiniz ülkelerin, bir başka devleti siyaseten güç duruma düşürmeyecek, politik kart olarak kullanılamayacak, kendi politik çıkarlarına manevra alanı açmayacak, şantaj unsuru olamayacak bir soykırımı tanıyabilecekleri umudunu taşımak. KAFFED Genel Başkanının bu kadar çocuksu olabilmesi.
Bugün dünyayı politik, ekonomik ve sosyolojik olarak domine eden pek çok Avrupa devletinin bu soykırıma ya dolaylı yolla dahli ya zımmen kabulü ya da taammüden sessiz kalışı tarihsel bir gerçektir. Birinci derece mağdurları artık hayatta olmasa da onların çocuklarının, torunlarının halen bir halk oldukları, diyasporik bir yaşam sürdükleri gerçeğini görerek Çerkeslerin başına gelen bu büyük felaketi tanıyınız. Çünkü bunlar da soykırımdır. Soykırım unutulmaz ve unutturulamaz.
Buradan Rusya Federasyonuna seslenmek istiyorum: Soykırım ve sürgünün faili olan Rus Çarlarının devamı olarak bu büyük acıyı tanıyınız, tarihinizle yüzleşiniz ve gereğini yapınız. Bu gerek Rus halkı gerek Çerkes halkının geleceğine kesinlikle olumlu yansıyacaktır. Çerkes diasporası ile cumhuriyetimizin güçlü ilişkileri Türk halkı, Rus halkı ve Çerkes halkının da yararınadır. Bir soykırımın bakiyesi olarak Rusya Federasyonu’ndan bizler şunları talep ediyoruz.
1) Çerkes soykırımı ve sürgünü tanınmalıdır. Çarlık Rusya’sı tarafından yapılan Çerkes soykırım ve sürgünü mirasçısı olarak Rusya Federasyonu tarafından resmen tanımalı, özür dilenmeli ve tarihsel haksızlıkların telafisi için gerekli adımlar bir an önce atılmalıdır. Bilindiği gibi Kabardey-Balkar Cumhuriyeti ve Adigey Cumhuriyeti parlamentoları Rusya Federasyonu’ndan bu trajedinin soykırım olarak tanıması talep ettiler. AbhazyaCumhuriyeti parlementosu bu trajediyi sürgün ve soykırım olarak tanımladı ve sürgün edilenlerin torunlarının dönüş hakkı tanınmasını resmen istedi.
Abhaz parlamentosu da doğrusu ayıp etmiş Abhaz parlamentosu bu konuda samimi ise eğer, ilk toplantısında dahası olağanüstü toplanarak diasporadaki Abhazlara tanıdığı hakkı ve kolaylıkları Adığelere de tanır sorun da çözüşmüş olur. Çünkü RF ile aralarındaki anlaşmalar gereği Abhazya Cumhuriyeti oturumu ya da vatandaşlığı olan biri RF oturumu ya da vatandaşlığı varmış gibi kabul ediliyor. Dolayısı ile Abhazya Cumhuriyeti’nin kendisinin bir çırpıda çözebileceği bir sorunun çözümünü RF’den istemesi de biraz ayıp kaçıyor. Bu ayıbı olumlu algılamanız ulusal sorunumuzun yanından bile geçmediğinizin kanıtı oluyor.
Dahası 1994 21 mayısında Rusya Federasyonu’nun ilk devlet başkanı Boris Yeltsin şöyle diyordu: Savaşta ölenleri, savaş mezaliminde hayatını kaybedenleri, ana yurdunda ayrılmak zorunda bırakılanları, sürgünde ölenleri ve anayurdunun yitirme acısını yaşayanları saygıyla andığını belirterek, Çerkeslerin kendi topraklarında yaşamak ve özgün kültürlerini korumak için mücadele ettiklerini kabul ediyoruz diyordu. Bu statüler ilerleterek Rusya Federasyonu tarafından resmi bir kabule dönüştürülmelidir
Yeltsin bildirisinin, 1997 UNPO kararı sonucu olmadığını geç de olsa anlamış olmanız sevindirici. Dileğimiz günümüz yanlışlarını da tez zamanda anlamanız. Ancak RF Devlet Başkanı’nın, ayak üstü söylediği değil yazılı bildirisini bile Resmi Kabul saymamak. Bu neyin örneğidir acaba?
2) Mülkiyet ve tazminat hakkı Çerkes soykırımı ve sürgünü neticesinde ortaya çıkan mülkiyet hakları ihlallerine bağlı olarak mağduriyetler giderilmeli, tüm soykırım ve sürgün mağduru Çerkesler uğradığı zararı tazmin için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır
Tazminat alınabileceğini ummak… Bu da ilgilenirmiş gibi yaptığınız konuda dünyada olan bitenlerin ne kadar cahili olduğunuzun kanıtı. Birkaç kez paylaştığım halde, “Ermeni soykırımı” diyen ABD’nin temyiz mahkemesi, Ermenilerin tazminat davasını, “savaş dönemlerinin yarattığı güçlüklerin zamanaşımı sürelerini hakkaniyet gerekçesiyle durdurabildiğini, davacılar bakımından böyle bir mağduriyetin oluşmadığını, çünkü davacıların iddia edilen “katliamların” gerçek mağduru olmadıklarını, çoğunun atalarının onlarca yıl önce ABD’ye göç ederek yerleştikleri gerekçesi ile ve tarihi iddialarına ilişkin olarak ise herhangi bir incelemeye girmeden dava konusu talepleri oy birliği ile ret ettiğini” bilmiyorsunuz, yani havanda su dövüyorsunuz demektir.
3) Anavatana dönüş hakkı ön koşulsuz tanınmalıdır. Çerkesler anavatanlarından sürgün edilerek zorla çıkarıldıkları için tarihsel olarak ana vatanlarına dönüş hakkına sahiptirler ve bu sebeple Çerkeslerin herhangi bir ön şart olmaksızın geri dönüş hakkının önündeki engeller kaldırılmalı, dönüş yaparak yerleşmek isteyenler için sosyal hakların transferleri sağlanmalıdır.
Anavatana ön koşulsuz dönüş hakkı tanındığında –ki bugün sadece Rusça bilme koşulu var- Türkiye’de Çerkes olduğunu belgeleyebilecek kaç kişi vardır sizce?
4) Çerkes dili kimliği ve kültürel yönelik tehditler ortadan kaldırılmalıdır
158 yıldır sürdürülen sistemli politikalar sonucu azınlık durumuna düşen Çerkesler kendi topraklarında dahi eşsiz dillerini ve kültürlerini kaybetme tehdidiyle karşı karşıyadır. Özellikle son 20 yılda Rusya’da merkeziyetçi tutumun anayasa ile daha sağlam zemin kazandığı görülmektedir. Bu doğrultuda anadil eğitimi ve kullanımı giderek azalmakta Çerkesçe resmi dil olmasına rağmen seçmeli dil olarak okutulmaya çalışılmaktadır. Cumhuriyetlerimizi yönetsel hakları azaltmakta sözde güvenlik gerekçesiyle soydaşlarımıza baskılar uygulanmakta ve demokratik haklar kısıtlamaktadır.
Azınlık olmaktan kurtulmanın yolu sizin düşlerinize bile girmeyen dönüş değil midir? Asla dönmeyeceklerin önderliğinde dönüşü sağlamak mümkün müdür?
Neticede soykırım ve sürgün sonrası uygulanan bu inkâr ve asimilasyon politikası Çerkeslerin kimliğiyle var olabilmelerinin önüne geçmektedir sözlerimi yakın geçmişte zamansız bir şekilde kaybettiğimiz İstanbul’daki soykırım ve sürgünün kitlesel eylemlerin mimarlarından olan sevgili Sezai Babakuş’un sözleriyle tamamlayacağım. ’Toplumların yaşadıkları büyük felaketler etkisi kuşaklar boyu sürecek büyük travmalar yaratır. Pragmatik toplumlar travmaları çabuk atıp toparlabilmişken, dogmatik toplumlar bunu başarmak da zorlanmıştır. Belki de bugün toplumların gelişmişlik ve geri kalmışlık konumlarını belirleyen şey geçmişleriyle nasıl yüzleştikleri geçmişte hesaplaşmayı hızlı yapıp geleceğim yürüyebilenler ya da geçmişin içinde bocalayanlardır’’ diyordu. Biz de artık geçmişin ağır travmasının etkilerinden yas, matem ve gözyaşı havasından kurtulup geleceğe bakmak istiyoruz. Bu halkı geleceğe taşıyacak olan da varlığını sağlayacak olan da budur bunun için gerek ülkemiz olan Türkiye Cumhuriyeti’nin gerekse uluslararası camianın desteğine ve anlayışına ihtiyacımız var.
Degerli Hazirun,
Bilmeyenler için bir şey belirtmek isterim. Anavatanlarından sürgüne gönderilen bir buçuk milyon Çerkes, eğer sürgüne gönderilmemiş ülkelerinde savaş nedeniyle yüzde doksanı ülkelerinden bir şekilde silinmemiş olsaydı bugün Kafkasya 30 milyonluk bir nüfusu barındırıyor olacaktı. Ancak bugün ancak bir milyona yaklaşan bir nüfusumuz var Kafkasya’da. Ancak beş ila yedi milyon nüfus şu anda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bu topraklarda yaşıyor. Sürgüne gönderildikten sonra her şeyiyle burayı kendilerine yurt kendilerine vatan edilen her türlü vatandaşlık ödeviyle bu ülkeye bağlı 5-7 milyon arasında bir nüfus bugün burada yaşamaktadır. İşte bu nedenle de Türkiye Cumhuriyeti Çerkeslerin sürgün ve soykırımın tanınması konusunda ki haklı taleplerini desteklemelidir. Zira biz adalet istiyoruz intikam istemiyoruz Çerkes soykırım ve sürgünü unutulmasın istiyoruz. Bu duygularla bugün bizi burada yalnız bırakmadığınız için teşekkür ediyor, saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz.
Sonuç:
Halkımıza yararlı olmak istiyenlere!…
- Önce samimi olacaksınız! İyi niyetli olacaksınız. Yalan söylemeyecek, riya yapmayacaksınız. Halkımızın anadili ve kültürünü nerede nasıl koruyup geliştirebileceğine ilişkin bir gelecek kurgunuz olacak.
- Sağlıklı bilgi edineceksiniz.
- Stratejinizi yani Anavatana Dönüşü değiştirmeyecek ancak yeni koşullara uyumlu taktik geliştireceksiniz.
- Bulunduğunuz ülkede, cumhuriyetlerimizin üyesi olduğu RF’nin, RF nezdindede ülkelerinizin iyi niyet elçisi, kültür elçisi olacaksınız. Ülkeleriniz ile Rusya Federasyonu’nun arasındaki iyi ilişkilerin gelişmesinin, ticaret hacimlerinin büyümesinin halkımızın yararına olduğunu bilincinize kazıyacaksınız.
- Her kesimin kendi devleti ile olan ilişkileri kendilerinin belirleme hakkına saygı göstereceksiniz. Dünyayı gerçeklerini özümseyeceksiniz.
- En önemlisi, en iyiyi değil bulunduğumuz koşullar içinde elde edilebilecek en iyiyi amaçlayacaksınız. Hiçbir durumu olmazsa olmaz diye önünüze koymayacaksınız. Halkımızın anavatan kesiminin, “soykırım”, “sürgün” sözcüklerini kullanmak bir yana, diğer ülkelerde insanlarımız var diyemedikleri, iletişimimizin hemen hiç olmadığı yıllarda çok sayıda roman, öykü yazabildiğini, destanlarımızı derleyip yayınlayabildiğini hep göz önünde bulunduracaksınız.
- Samimi olunduğunda en zor koşullarda bile halkımızın geleceği için çalışabileceğini hiç unutmayacaksınız.
- Sunulan haklardan yaralanmadan, daha fazlasını elde etmeyi güya hedeflemenin en büyük riya olduğunu kabulleneceksiniz.
- Olumsuz sonuçlarından kendinizin etkilenmeyeceği söylem ve eylemlerde bulunmayacaksınız. Bunun insani olmadığını, ahlaki olmadığını hiç unutmayacaksınız.
- Halkların tarihlerini kurguladıkları geleceklerine göre yazdıklarını bizim de tarihimizi “Anavatana Dönüş” gelecek kurgumuza göre yazmamız gerektiğine tüm benliğinizle inanacaksınız.
- Yok oluşa kanat açanların torunları olarak, dilimizi kültürümüzü anavatanımızı koruyup geliştiren anavatan bekçilerine saygıyı içselleştireceksiniz…
- “Beni doğuran kadın güzel değilse anam değildir” demeyeceksiniz.
Özetle halkımız ve anavatanımızı, çocukların analarına olan sevgisi ile değil, anaların çocuklarına olan sevgisi ile sevecek, sevecek, seveceksiniz…