BİR TATİLİN ARDINDAN

Mahir Aydın
İnşaat Yüksek Mühendisi
31 Aralık 2002

26 Ekim ile 13 Kasım 2002 tarihleri arasında hem Antalya’da organize edilen Hydro 2002 konferansında bir makale sunmak, hem de birkaç gün tanıdıkları görmek için Türkiye’ye gittim. Ne ilginç 2,5 haftaydı. İşte sizinle paylaşmak istediğimiz anılarım ve gözlemlerim:

İlk Okul Öğretmenimi Ziyaretim

1972’de İTÜ İnşaat Fakültesi’nden mezun oldum. Sınıf arkadaşlarım her sene 29 Ekim civarında bir araya geliyorlardı. Vefakar arkadaşlarım bu sene 30’uncu mezuniyet senesi olması dolayısıyla özel törenler ve toplantılar organize etmişler. Ben de son gününe yetiştim. Bir kaç saatliğine de olsa 30-35 sene önceye dönmek, gençlik dostluluklarını tekrar yaşamak çok güzel bir hatıra oldu. Ancak ben daha eskilere gitmek istiyordum. Arkadaşlarım Anadolu’nun köşelerine dönerken benim istikametim Balıkesir’in son senelerde meşhur olan Susurluk ilçesiydi. Hayatımın yönlendirilmesinde çok büyük rolü olan ilkokul öğretmenimi görmeye gidiyordum.

Babamın memuriyeti dolayısıyla memleketin her köşesine taşındık. Üç seneden fazla bir yerde kalamadık. İlkokulun ilk üç senesini Manisa’da okudum. Resim ve beden eğitimi (spor) hariç hemen bütün derslerimde geriydim. 1959 yazında Susurluk’a tayinimiz çıktı. Beş Eylül ilkokulunda Cevat Güç isimli öğretmenin sınıfına katıldım. Cevat bey çok disiplinliydi. Ancak hiçbir öğrenciye dayak attığını hatırlamıyorum. O zaman için modern sayılacak 16 mm’lik filmlerle tarih ve hayat bilgisi derslerini anlatırdı. Derslerimiz öğlenden sonra olmasına rağmen, sabahları da hepimizi toplar “mütalaa” denen bir saatlik zaman içinde ev ödevlerimizi tamamlatırdı. Esas ders başladığında bütün öğrenciler hazır durumda olurlardı.

Haylazlık yaptığım zamanlarda bana öğlen yemeği yememe cezası verirdi. Kurtuluş savaşımızı ve Atatürk’ü öyle güzel anlatırdı ki bazen karşımda Atatürk’ü dinler gibi olurdum. Ülke sevgisinin yanında bana aritmetiği de sevdirdi. Ondan sonraki öğrenim hayatımda da matematiği hep sevdim. Geçen 40 seneye baktığımda ve bir baba olarak çocuklarımın eğitimini gözden geçirdiğimde ilköğrenimin hayatımıza yön vermedeki önemini daha iyi takdir ediyorum. Cevat Güç bey gibi çok değerli bir öğretmenden iki sene eğitim almayı büyük bir şans olarak kabul ediyorum. Bu minnet borcumu ödemek için üniversiteden mezun olduğum 1972 senesinde öğretmenimi ziyaret etmiştim. 30 seneden sonra tekrar ziyaret zamanı gelmişti.

Türkiye’deki telefon rehberi sistemi çok iyi çalışıyor. İstanbul’a vardığım 27 Ekim gecesi telefon rehberinden öğretmenimin Susurluk’taki telefonunu öğrendim. Hemen aradım ve birkaç gün sonrası için randevu aldım. Binlerce öğrencisi arasında beni hatırlayabileceğinden şüpheliydim. Susurluk’ta otobüsten indiğimde beni Cevat beyin kendi gibi öğretmen olan oğlu karşıladı. Büyük şehirlerde artık az görülen misafirperverlik ve sıcak insan ilişkileri ilk dakikadan itibaren aşikardı. Öğretmenim beni küçük evinin bahçe kapısında karşıladı. Üzerinde pırıl pırıl bir takım elbise vardı. Askerden dönmüş oğlunu karşılayan baba gibi bana sarıldı. Karşılık beklemeden sevgi ve saygı sunmak ne güzel bir his, insani insan yapan bir olgu.

Evin kapısında yine emekli bir öğretmen olan değerli eşiyle karşılaştım. Oturma odasına girer girmez, öğretmenim içinde güzel çiçekler dolu bir vazoyu göstererek “Mahir, bunu hatırlıyor musun, üniversiteden mezun olduğunda getirmiştin?” dedi. Yaldızlı vazoyu unutmuştum ama hemen hatırladım. Çocukluğum ve ailemle ilgili birkaç anısını anlattı. Hafızasının mükemmelliğine hayran kaldım. Yıllar fazla yıpratamamıştı öğretmenimi. Hatırımda kalan yüksek karakterli kişilik, çeşitli konular üzerinde konuşurken tekrar ortaya çıkıyordu. Hanımının yaptığı nefis yaprak dolması ve kekleri de tattıktan sonra eski okulumuza gittik. Benim okuduğum sınıfı dışarıdan gösterdi. Birlikte yaklaşık bir saatlik bir şehir turundan sonra otobüsle Susurluk’tan ayrıldım. Senelerdir düşlediğim ziyareti böylece tamamlamış oldum. Kısmetse bir zaman sonra oğullarımı da getirip bu çok değerli insani tekrar ziyaret etmeyi düşünüyorum.

Çerkes Ethem Ailesinin Mezarlığı

Mezarlık konusuna geçmeden önce tarih sayfalarımızda bir-iki dakikalığına gezinelim. İstiklal mücadelemiz, cumhuriyetimizin kuruluşu ve devrimler okul kitaplarımızda bir film senaryosu gibi sunulmaktadır. Sanki her şey önceden planlandığı gibi gelişmiş. Benzer durumla tekrar karşılaşsak, yeni bir Mustafa Kemal daha çıkıp her şeyin yoluna gireceği bilinçaltımıza yerleşti. Tarihimizi öğrenip ders almaya, cumhuriyetimizi ve devrimlerimizi korumaya sanki gerek yoktu. Onlar nasıl olsa ilelebet yaşayacaklardı. Uyuduk, uyutulduk. Devrimlerden taviz verilmesine göz yumduk. Hırsızlık kültürümüzün parçası haline getirildi. Dönüşü çok zor bir yola girdik.

Zorda kalırsak tekrar bir Atatürk çıkarırız varsayımı ile kendimizi artık avutamayız. Zaten şansımız yaver gitmeseydi onu da kaybedecektik. Özellikle 19 Mayıs 1919’dan Sakarya Meydan Muharebesi’ne (14 Ağustos 1921) kadar sürekli olarak hem Mustafa Kemal’in kendisi hem de ulusal mücadelemiz ölüm-kalım savaşı vermiştir. Bu zor günlerde Mustafa Kemal’in yanında çok sayıda Çerkes asıllı komutanlar ve subaylar yer almıştır. Örneğin Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay, Yusuf İzzet Pasa ve Bekir Sami. Fakat yakın tarihimizde Çerkes denince en çok “Çerkes Ethem” hatırlanır.

Birinci Dünya Savaşı’nda birçok cephede savaşan üç kardeş (Reşit, Tevfik ve Ethem Bey’ler) Mondros Mütarekesi’nin imzalanması sonucu Bandırma yakınındaki Emreli köyüne, babaları Ali Beyin yanına dönerler. Rauf Orbay’ın ricası ile İstiklal Savaşı’na katıldılar. En küçük kardeş Ethem kısa zamanda etrafına toparladığı sayısı binlere varan çoğu Çerkes asıllı vatanseverle Yunanların Anadolu’da ilerlemesini engelledi. Savaşımız sadece Yunanlarla değildi. Hilafetçi iç ayaklanmalar da Ankara’yı tehdit ediyordu. Düzenli ordumuz henüz çok zayıftı. Askerlikten kaçanların sayısı askere gelenlerden daha fazlaydı.

Ankara’nın batısında ortaya çıkan Bolu, Düzce, Adapazarı ve Anzavur ayaklanmaları Nisan 1920’ye kadar Ethem bey tarafından bastırıldı. Hemen ardından (15 Mayıs 1920), bu sefer Ankara’nın batısında büyük Yozgat ayaklanması ortaya çıktı. Birden birçok köy ve kasabaya yayıldı. Düşmanın etki alanından uzakta olan ve en güvenli sandığımız orta Anadolu da ihanet modasına uymuştu. Ankara’nın köyleri bile hilafetçi ordusuna katılmaya başladı. Düşünün Atatürk’ün ve bir avuç silah arkadaşının durumunu. Asker yok, para yok, din uğruna kana susamış binlerce hain tarafından etrafınız sarılmak üzere. Tekrar Ethem beye ricada bulunuldu. Ethem bey büyük bir gösterişle önce Ankara’ya geldi. Atatürk ve arkadaşlarını becerisizlikle suçladıktan sonra hızla Yozgat’a gidip Yozgat Çapanoğlu isyanını Haziran sonlarına doğru ortadan kaldırdı. Genç TBMM’de artık Mustafa Kemal’den çok Ethem’e güven duyuluyordu. Düzenli ordu kurmanın gereksizliğinden, çete savaşının devamından yana bir eğilim ortaya çıkmıştı.

Yozgat’ta beyanat veren Ethem bey, tekrar Ankara’ya gelirse ihmalini gördüğü Mustafa Kemal’i Meclis önünde asacağını söyler. Mustafa Kemal için yeni bir tehlike başlamıştır. Yaz ve sonbahar aylarında düzenli ordu hızla geliştirilir. Mustafa Kemal, Ethem beyden çetesi ile düzenli orduya katılmasını ister. Kendisi ve kardeşlerine komutanlık ve Moskova’da elçilik teklif edilir. Ethem bey teklifi kabul etmez. Üstelik Mustafa Kemal’in onayını almadan bir Yunan tümenine saldırır ve yenilir. Artık çeteler ömürlerini tamamlamışlardır.

Aralık (1920)’un son günleri İnönü komutasındaki düzenli ordu Ethem beyin üstüne yürür. Bundan sonra olanlar konusunda tarih kitapları farklı yazıyor. Resmi kaynaklar, Ethem Beyin adamları ile Yunan tarafına geçtiğini, I.İnönü savaşında Türk ordusuna karşı savaştığını ve sonuçta perişan olup kardeşleri ile birlikte Yunanistan’a kaçtığını yazarlar. Cumhuriyetin 10’ncu yıl affından sonra kardeşleri Reşit ve Tevfik Bey’ler yurda dönerler. Ethem Bey ise dönmez ve Ürdün’deki Çerkes toplumunun içinde 1948’de vefat eder. Kardeşleri ise 1946 (Tevfik) ve 1951’de (Reşit) Bandırma’da ölürler. Kendilerine ait mezarları yoktur. Kemikleri babaları Ali beyin Bandırma yakınındaki Emreköy’de bulunan mezarına konmuş.

İşte bir tarih yaprağı da böyle kapanmış oldu. İstiklal mücadelemizde büyük faydaları dokunan fakat sonradan kışkırtılara kanan, kendini büyük gören, sorumsuzca davranışları ile kendi sonunu hazırlayan Ethem bey olayının benim açımdan özeti bu. Bir gafletle Mustafa Kemal’i ortadan kaldırıp (ki bunu kolayca yapabilirdi) idareyi ele geçirseydi, onu aldatanlar tarafından bir zaman sonra ortadan kaldırılacağı muhtemeldi. Ne şanslı bir ulusmuşuz ki, Mustafa Kemal bu badireden de kurtuldu, Cumhuriyeti kurdu ve Atatürk’ümüz oldu.

Gelelim mezar işine. Susurlukta ilkokul öğretmenimi ziyaret ettikten ve Balıkesir’de bir gece kaldıktan sonra İstanbul’a feribotla dönmek üzere Bandırma’ya geldim. 2,5 saat bos zamanım vardı. İskele yanındaki balık lokantalarına doğru yürüdüm. Hangisine gireyim diye düşünürken yanımdan geçmekte olan temiz yüzlü bir dede ile sohbet etmek geldi içimden. Hoş-beşten sonra laf olsun diye yakınlarda bir Çerkes köyü olup olmadığını sordum. Yaklaşık 15 dakika sonra bir taksi içinde, Emreköy yolundaydım. Direksiyonda çok efendi ve dürüst bir şoför ve arka koltukta ise Emreköy’e komşu Yeni Ziraat köyüne giden gönüllü rehberimiz bir Çerkes vatandaşımız bulunuyordu. Yarım saat sonra Emreköy’e vardık. Verimli ve bakımlı görünen tarlalarla çevrili güzel bir köy. Köy kahvesinde muhtar ile tanıştık. Ayağındaki rahasızlık dolayısıyla koltuk değneği ile dolaşmasına rağmen bizimle mezarlığa kadar geldi.

Ali beyin mezarı başında eski Türkçe yazılı bir mezar taşı vardı.

Okuduklarımı doğrular şekilde Reşit ve Tevfik beylerin kemiklerinin de bu mezarda olduğunu söylediler. Mezar çok bakımsızdı. İçim burkuldu. İstiklal mücadelemizde ilk ciddi savunma gücünü kurup düşmanı durduran, büyük iç ayaklanmaları bastıran ve genç TBBM’ne düzenli ordu kurması için 1,5 sene kazandıran Ethem beyin kardeşleri için 50 senedir bir mezar taşı koymaya hala korkuyoruz. Öte yandan Menderes ve arkadaşlarına bile kulelerle süslü anıt mezarlar yaptık ve bizi Birinci Dünya Savaşı felaketine sokup Sarıkamış harekatında 80 bin askerimizin donarak şehit olmasına sebep olan hayalperest Enver Paşa’nın mezarını bile Türkiye’ye getirmeye çalışıyoruz. Büyük bir çelişki değil mi? Ayrıca devletimizin kuruluşunda büyük çaba sarf etmiş Çerkes asıllı çok sayıda asker ve devlet adamı varken, Çerkes denince genellikle Çerkes Ethem’i anımsarız. Onu da hain ilan etmişiz. Bence bu çalışkan, dürüst ve ülkesine bağlı Çerkes asıllı vatandaşlarımıza yapılan büyük bir haksızlık.

Mezarlıktan çıktıktan sonra çok besili iki ineğin arkasında modern ve tertemiz giyimli bir genç kızla karşılaştık. Merakla okula gidip gitmediğini sordum. Üniversitede ekonomi eğitimini tamamladığını ve finans üzerine master yaptığını söyledi. Bandırma’da bir bankada çalışıyormuş. Hafta sonları çok sevdiği köyüne gelir, ailesi ile vaktini geçirirmiş. Az ilerde bu sefer eşofmanları içinde, ince uzun sarışın bir kız inekleri ahıra sokmaya çalışıyordu. Türkiye’nin en şanslı inekleri burada diye düşündüm. Bandırma’ya dönmeden önce gönüllü rehberimiz kendi köyünü de ziyaret etmemizi istedi. Yine köy kahvesinde ağırlandık. Yarım saatlik hoş sohbetten sonra artık Bandırma’ya dönüş yolundaydım. Ancak bu toprakları tekrar ve oğullarımla ziyaret etmek için kendime söz verdim.

Not: Yukarıdaki yazıyı hazırlarken kaynak olarak büyük ölçüde Cemal Şener’in “Çerkes Ethem Olayı” kitabından yararlandım. Tarihini daha fazla ve tarafsız öğrenmek isteyenlere öneririm.

Tatilimin son günlerinde Ankara’ya gidip EUAS, TEIAS ve EPDK’ye uğradım. Kanada’dakinin aksine habersizce tanımadığınız meslektaşlarınızı ziyaret edip samimi şekilde bilgi alış-verişinde bulunabilmek çok güzel. (…) EPDK’dan çıktıktan sonra köşedeki taksi durağından bir taksiye bindim. Gideceğim adres yaklaşık 3 kilometre olmasına rağmen şoför arkadaş bana isteğim dışında yarım saatlik Ankara turu attırdı. Bandırma’daki efendi şoförle bu şerefsizi karşılaştırdım. Acaba büyük şehirlerin havasımı insanlarımızı soysuzlaştırıyordu? Alış-verişte benzer olaylar başıma geldi. Uzatmayayım, toplumun en tepesindekilerden en alttakine kadar bozulmuşluk yayılmış. Çok yazık oluyor bu güzel ülkeme, çok.

Memlekette son senelerde yabancı özentisi ile kullanılan İngilizce kelimelerin çokluğu tiksinti verecek derecede. İşte size birkaç örnek (İngilizce yazılışları parantez içinde): Konsensus (Consensus), abzurd (absurd), kaos (chaos), trent (trend), calinc (challenge), handikap (handicap), konsept (concept), fenomen (phenomenon). Teknik kelimelerin İngilizcelerinin kullanılmasını anlarım. Ancak bahsettiğim kelimelerin hiçbiri teknik değil ve Türkçe karşılıkları yaygın olarak zaten asırlardır kullanılıyor: Consensus-fikir birliği; absurd-saçma; kaos-kargasa; trent-eğilim; challenge-engel; handicap-özür, concept-kavram, phenomenon-olay. Bunları maalesef başta topluma örnek olması gereken politacılarımız bilinçsizce kullanıyorlar. Ne büyük kültür bozulması, vurdum duymazlık ve sorumsuzluk!

Memleketimizde çok güzel şeyler de oluyor. Şu anda Kanada’da çalıştığım firma tarafından kurulmakta olan kombine çevrim santralinin çok önemli kısmı olan atık ısı buhar kazanları iki Türk firması tarafından inşa edildi. Sistem devreye girmeden kalite konusunda konuşmak doğru olmaz. Ancak şu ana kadar gördüklerimizden çok memnunuz. Bir Türk olarak büyük gurur duyuyorum.

Sonsöz: Yazım düşündüğümden çok daha uzun oldu ama içimi döktüm ve biraz rahatladım. Kusurum olduysa af ola…