YEUTYKH Adnan Cankılıç
24 Ocak 2009
“Böyle bir şey de mi vardı? Bu da nereden çıktı? İlk defa duyuyorum” diyebilirsiniz. Bende zaten ilk defa söylüyorum. İlk söyleyen de benim herhalde. Böyle bir sendromun varlığından neden bizim haberimiz yok? Ne zaman ortaya çıktı?” gibi sorular da sorulabilir. Bu sendrom aslında resmi ideolojinin sürekli hissettiği, son zamanlarda eski ağırlığını artık pek de hissettirmeyen Çerkesafobya’nın bir parçasıdır. Aslında bu fobiyi Çerkes olan-olmayan herkes bilir. Adına başka bir şey de denebilir belki ama Çerkes Kaymakam Sendromu’nun bunun etkisiyle yıllar sonra ortaya çıktığını da belirtmekte fayda var.
Bunun varlığını ilk kez üniversite yıllarımda fark etmiştim ama bunun bir sendrom olduğunu ben de bilmiyordum doğrusu çünkü o zaman daha bu kelimeyi duymamıştım bile. Ne zaman ki öğrendim bu kelimeyi ve anlamını, o zaman fark ettim bunun bir sendrom olduğunu. Daha önceleri bunu salaklık, aptallık, faşistlik, puştluk gibi kelimelerle adlandırmaktaydım belki, tek fark buydu işte.
Bilirsiniz; bu durumu sadece toplumlar yaşarsa adı “sendrom” olur. Aksi taktirde adı psikoloji dilinde “patolojik sinir bozukluğu” dur bildiğim kadarıyla. Burada durumun biraz farklı olması işin doğası gereğidir. Bu da bu “duygu durum bozukluğu”nu ne bir toplumun ne de bir topluluğun yaşıyor olması, bu bozukluğu aslında insan psikolojisinden bağımsız, kendini oluşturan unsurlara eşit uzaklıkta olması gereken bir devletin yaşıyor olmasıdır. Şaşılacak tek şey de budur aslında. İşte tam da bu nedenle bunun adına faşizm demek pek de yanlış olmaz.
Pekiyi bu duygu durum bozukluğunu bir devlet nasıl yaşayabilir? İnsan değil, canlı değil, böylesine bir varlığın nasıl bir psikolojisi olabilir?
Yoksa olamaz mı?
Söz konusu olan her on yılda bir darbe her beş yılda bir “demokrasiye balans ayarı” moda adıyla yürütme ve yasamayı ortadan kaldıran, yargıyı da tamamen dumura uğratan bir orduya sahip ülkeyse bal gibi de olabilir elbette. Eğer böyle olmasaydı Atatürk’ten Abdullah Gül’e İsmet İnönü’den Recep Tayyip Erdoğan’a kadar bu devleti yöneten bütün devlet adamlarının Ulus Meydanı’nda ya da Taksim Meydanı’ndaki heykellerden bir farkı kalır mıydı?
İtirazımız tabii ki içinde yaşadığımız devletin bir psikolojisinin olmasına değildir. Bilgisi, deneyimiyle, olumlu duygu durumu ve şefkatiyle değil de; demokrasi- den, hoşgörüden uzak duygu ve inançlarıyla devlet yönetmeye kalkan o insanların duygu durum bozuklukları da elbette demokratik devlet geleneği olmayan bu devletin yönetim biçimine yansıyacaktı.
Eğer böyle olmasaydı darbeyle gelen bir cunta lideri yaşı tutmadığı halde asılan gençlere; “asmayalım da besleyelim mi?” diyebilir miydi?
Demokratik talepleri için yürüyenlere bir başbakan; “yollar yürümekle aşınmaz” diyebilir miydi?
Daha önce doğru bulmadığı bir şeyin o an doğru olduğunu göstermek için yine aynı başbakan “dün dündür, bu gün bu gündür” diyebilir miydi?
Yine aynı kişi şaibeli bombalamalar için “ terörle yaşamaya alışacağız” diyebilir miydi?
Bir başka başbakan faili meçhul cinayetler işleyenler için “devlet için kurşun sıkan da, kurşun yiyen de şereflidir” diyebilir miydi?
Susurluk skandalına karıştıkları iddiası ortaya atılan yardımcısı ve içişleri bakanı için bir başbakan “ bunlar fasa fiso” diyebilir miydi?
Ürünü elinde kaldığı ve zarar ettiği için bir çiftçinin “ anamız ağladı sayın başbakanım” demesine bir başbakan; “ ananı da al da git” diyebilir miydi?
Eğer böyle olmasaydı bütün bu insanlar kendi yanlış inanç ve psikolojilerini bütün bir topluma dayatabilirler miydi?
Eğer böyle olmasaydı birçok kimlik ve etnik kökenden oluşan T.C. vatandaşlarını bir potada eriterek yeni bir “ulus” yaratma amacı güdülebilir miydi? Asimilasyon denen kavram olabilir miydi?
Olamazdı elbette.
İşte tam da bu nedenle “Çerkes Kaymakam Sedromu” da olamazdı. Herkes çok iyi bilir o dramatik Bodrum türküsünü.
Çökertme.
Bu türküde üç ana kahraman vardır: Biri Halil (şimdilerde Cingen Halil!), diğeri paylaşılamayan, dünyalar güzeli Gülsüm, bir de kötü adam Çerkes Kaymakam.
Nasıldı o türkü?
Çökertmeden çıktım da Halil’im
Aman başım selamet
Bitez de yalısına varmadan Halil’im
Aman koptu kıyamet.
Arkideşim İbram Çavuş
Allah’ına emanet
Burası da Aspat değil Halil’im
Aman Bitez Yalısı
Ciğerimi ateş saldı
Aman kurşun yarası
Gidelim gidelim de Halil’im
Çökertme’ye varalım.
Kolcular gelince Halil’im
Nerelere kaçalım.
Teslim olmayalım Halil’im
Aman kurşun saçalım
Burası da Aspat değil Halil’im
Aman Bitez Yalısı
Ciğerimi ateş saldı
Aman kurşun yarası.
Güvertede gezer iken
Aman kunduram kaydı
İpekli de mendilimi
Aman ö rüzger aldı.
Çakır da gözlü Gülsüm’ümü
Çerkes Gaymıkem aldı.
Burası da Aspat değil Halil’im
Aman Bitez Yalısı
Yüreğime ateş saldı
Aman kurşun yarası
80’li yılların ilk yarısıydı. Neredeyse her köye elektrik gitmiş, önceleri birkaç kişinin sahip olduğu televizyonlardan insanlar Aşk Gemisi, Dallas, Zengin ve Yoksul gibi yabancı dizlerin yanı sıra, her salı akşamı yayına konulan yerli sinema örnekleriyle uyuşturulurken bir gece ansızın o dönemin tek devlet kanalı olan TRT’nin akşam haberlerinde ilginç bir habere yer verildi. Hatırlayanlar olacaktır bu habere göre; Özal hükümeti yasa ile değil de yayınladığı bir genelgeyle ve ya kanun namında kararnameyle 150’ye yakın kelimenin TRT kurumlarında kullanılmasını yasaklıyordu. Spiker bu kelimelerden birkaç tane de örnek de sıralamıştı aslında ama o kelimelerin içinde Çerkes kelimesi yoktu.
O güne kadar türküye göre; türkü kahramanı ve “çakır gözlü Gülsüm”ün maşukesi Halil’den Gülsüm’ü alan Çerkes Kaymakam iken ve buna yıllardır tüm Türkiye’deki sanatçı ve dinleyiciler tanık iken; o günden sonra 12 Eylül cuntacılarının da içinde bulunduğu bir MGK “tavsiye kararı” ve hükümetin yayınladığı genelgeyle Gülsüm’ü alanın Çerkes Kaymakam değil “kolcular” olması gerektiğine karar verildiği anlaşılıyor.
Bu tarihten sonra TRT veya daha sonraları kurulan özel kanallarda Tolga Çandar ve Suavi dışındaki hiçbir sanatçı (buna Çerkes kökenli olduğu söylenen ve her fırsatta demokrasi havarisi kesilen Sümer Ezgü de dahil) bu türküyü doğru şekliyle söylemeye cesaret edemedi.
2004 yılının yaz sonu yeni yayın döneminde atv kanalında yapımcılığını Avşar Film’in yaptığı “Kurşun Yarası” adında bir dizi yayına konuldu. O dönemden kısa bir süre önce kanalın Dinç Bilgin’den çıkıp Ciner Grubu’a geçmesiyle bir ara Uzan Grubu’na ait ve Türkiye’nin ilk özel kanalı olan StarTv’ye geçen Ali Kırca, bu grubun AKP hükümeti tarafından tasfiyesiyle tekrar atv’ye dönmüştü. Dizinin yayına gireceği gün akşam haberlerinde Halil’i canlandıran baş rol oyuncularından Berdan Mardini’yi canlı yayına çağırmış diziyle ilgili sorular sormuştu. Dizi oyuncusu Berdan Mardini’nin şunları söylediğini hatırlıyorum: “Dizi Çökertme Türküsü’nün hikayesini anlatıyor. Bu hikayeyi anlattıktan sonra o türküyü söyleyeceğim ve dizi böyle son bulacak”.
Canlı yayındaki bu röportajdan sonra diziyi ilgiyle ve umutla takip ettim ancak dizide Halil’in Çökertme’yi söylenmesine tanık olmadım. Anladığım kadarıyla dizi baştan tasarlandığı gibi gitmiyordu. Bir şeyler olmuştu ve kaymakamın Çerkes olduğuyla ilgili vurgu da çok zayıf kalmıştı.
2004 yılından sonra (nereden icap ettiyse!) Bodrum Belediyesi türkünün hikayesini Bodrum Tanıtım Kataloğu’na koymayı gerekli gördü. Aynı hikaye Bodrum Belediyesi’nin resmi internet sitesinde de yer aldı. Buradaki hikayeye göre türküde adı geçen Halil, “Çingen Halil” olarak anılıyordu. Belediye bunu yaparken aslında: “Bir Çerkes bir Türkün elinden kız-mız alamaz. Alsa alsa bir Çingene’in elinden alır” demeye getiriyordu. Bunu yaparken bir Çingene’nin “Ege Ağzıyla“ değil ancak ve ancak “Roman Ağzıyla” türkü söyleyebileceğini hesaba katmayı unutuyordu nedense. Irkçı bir yaklaşımla hem Çingeneleri hem de Çerkesleri aşağılamış oluyordu aslında.
İnsanlığın ikinci milenyumu yaşadığı şu günlerde, sağ girdiği karakoldan ölü çıkan insanların varlığına tanık olduğumuz bu ülkede negatif ayrımcılığın bu kadar fütursuzca yapılabilmesinin tarafımızca şaşırtıcı bulunmadığını da belirtmekte fayda görüyorum.
ÇÖKERTME TÜRKÜSÜ’NÜN ÇAKIR GÖZLÜ GÜSSÜN’Ü
“Bilinen iki Çakır Güssünün’den biri Kocaaa Güssün (Gerişli ya da Küdürlü Güssün) diğeri de esas olan Ali Gallem’in eşi Hevse Alegöz’dür. Yıllarca gizledikten sonra kendisine “Çakır Güssün dendiği açıklayıvermiştir. O, annesiyle birlikte Çerkes Kaymakam’ın hizmetçiliğini yapmıştır. Halil Efen’nin ölümünden sonra bir gün, Yeni Cami’nin batısındaki Rüştiye binasının dibinde, başında kırmızısı fıtası, sol ayağı çemperisiyle sarılı görülen bir kadının “Çakır Güssün” olduğu söylenir. Datça’ya sürüleceği rivayet olmuşsa da, o kardeşi Şer Mehmet Kapta’ın kayığıyla Marmaris’e geçmiş, birkaç yıl sonra da Bodrum’a dönmüştür.
Dağlarda efelik yapan Çingen Halil’in bir düğünde karşılaştığı güzeller güzeli Çakır Güssün ile kaçıp gizlenmekle geçen son günlerinin hikayesidir.” (*)
Ancak bu negatif ayrımcılığı kınayacağına, buna çanak tutan sözde demokrat köşe yazarlarının mevcudiyeti sadece resmi kurumların değil sivil şahsiyetlerin ve basının da sorgulanmasını gerektirdiğini ortaya koyuyor:
“Fakat şimdi öğrendim, o meşhur Halil’in meğerse armut taciri olduğu söyleniyor yahu, armut taciri! ‘Çingen Halil’de diyorlar…
Halil’in bildiğiniz serseri, katil, bitirim, itin teki… Kör Bayram’ı öldürmüş, Rum kaçakçılarla ortak iş de yaparmış… Geriş köyünden Çakır Gülsüm derler bir kız seviyor, fakat Çerkes asıllı Bodrum kaymakamı da kıza hayran, askıntı oluyor… Bunlar kaçıyorlar, kolcular da bunları Bitez’de kıstırıp Halil’i vuruyorlar… Yıl 1318 falan, yani 1902…” (**)
Bir de türküyü şovenizmden uzak bir şekilde doğal haliyle ortaya koyanlar var. Bunlara da teşekkür ederek yazılarına yer vermeyi ihmal etmemek gerektiği düşüncesindeyim.
TÜRKÜNÜN HİKAYESİ
(…) İşte o yıllarda Halil’in adlı yiğit bir delikanlı vardı. Mertti. İyi silah kullanır, üç kuruşluk mevkiye boyun eğmezdi. Çam yarması gibi, kaşı gözü, eli yüzü düzgün, cesurdu. Yiğitliği de dillerdeydi. Bir de “Bodrum kaymakamı” vardı. Halk düşmanı, astığı astık, kestiği kestik. İstanbul‘un da gözde adamı. Adına da “Çerkez Kaymakam “ derlerdi. Halk arasında “Kalleş Kaymakam” Bir eli yağda bir eli balda. Sandal sefaları, gece alemleri… Etrafında etek öpenler, fedailik yapanlar… Milletin kıtlıktan kırıldığı günlerde yağlı ballı yemeklerle donatılmış sofralar…
Bir de güzelliği tüm yörenin dilinde Çakır Gülsüm vardı. Bitez yalısında otururdu. Sahilde şipşirin bir köy. Köyün yakınlığından adına “Bitez yalısı” demişler. Herkes güzel Gülsüm ‘ü yiğit Halil‘e yakıştırıyordu. Gülsüm adı Halil’le beraber anılırdı. Bunca dillenen güzellik Bodrum Kaymakamı’nın kulağına da ulaşmıştı. Etrafındaki dalkavuk çömezler kaymakamın kulağını doldurmuşlar.”Gülsüm güzel kız. Saraylara layık. Halil’in gibi baş kaldırmış bir eşkıyanın eline düşerse yazık olur. Sen evet de on Gülsüm getirelim sana. Zaten Halil dağda, çetelerle dolaşıyor.” diyerek şişirmişler. Amaçları kaymakama yaranmak, hem de çıkarlarına taş koyan Halil‘e zarar vermek…
Kaynak : www.sevginehri.net (***)
Halil’e bir de Van’dan sahip çıkan bir yazarın gözüyle bakalım:
“Çökertme Türküsünün kahramanı olan Halil, babası tarafından Van ili, Erciş ilçesi, Bozüyük köyündedir. Ailenin büyükleri önce Van’dan İstanköy’e gelir ve daha sonra da Bodrum Karabağ’da Bekiroğlu tepesine yerleşirler. Halil’in babası, Demirci Ali usta burada bir Çingene kızı ile evlenir ve Halil dünyaya gelir. Halil bir namus meselesinden dolayı kız kardeşini öldürdükten sonra kaçak gezmeye başlar. Sık sık İstanköy’e gitmektedir. Bu gidişlerden birinde düğüne davet edilir. Düğünde iken Halil’i Rumlar ihbar ederler. Yakalatırlar. Sonuçta Halil yedi yıl hapis yatar. Bu olay üzerine Halil Rumlara diş bilemektedir.
Hapisten çıkınca da onlara haşin davranır. Böylece Rumlarla Halil arasında bir husumet doğar. Halil bu arada Türküde ‘Çakır Gülsüm’ olarak adlandırılan Hafize adlı kadına ilgi duymaya başlar ve Halil ilk olarak Gülsüm’ ü Kara kaya’ da ki bir düğünden zorla kaçırır Gülsüm ve annesi ise o dönemde Bodrum’un yönetiminden sorumlu Çerkes Kaymakam olarak bilinen Ömer Lütfi Bey’in evinde hizmetkarlık yapmaktadır.
Türküde adı geçen İbrahim Çavuş, kolculardandır ve Çakır Gülsüm’ ün ilk kocasıdır. Arkadaş olmaları sebebiyle Halil’i devamlı kollamaktadır. Halil ikinci olarak Gülsüm’ ü, Dertlinin Ali’nin Karabağdaki evinden alarak dağa kaldırır. Yalıkavak karşısındaki Güdür’de bir in bulur ve Gülsüm’le burada yaşamaya başlar. Bu olaylara kızan kaymakam Ömer Lütfi Bey, Halil’in üzerine Selam oğlu adlı bir kişiyi gönderir. Selam oğlu Halil’i bulur fakat önceden tanıştıkları için kaymakam konusunda Halil’i uyarır.” (****)
Neden, niçin, ne şekilde, ne zaman, kimler tarafından alınan kararla böyle bir uygulamaya gidildiği konusunda net bir bilgiye sahip olmanın birkaç yıl önce çıkan bir yasayla bir yolu olması gerekirdi aslında. Bilgi Edinme Yasası gereğince devletin ilgili kurumlarına başvurarak bu soruların cevabını post modern postalaşma yöntemi, yani e-mail ile hemencecik mail kutunuzda bulabilirdiniz. Ben de öyle yaptım ve gazeteci deyimiyle yukarıdaki 5N 1K sorularını 2008 Mayıs ayında TRT’nin www.trt.net.tr internet adresinin ilgili linkini tıklayarak sordum. Yaklaşık sekiz aydır sorularımın cevaplarına ve yasa gereği tarafıma ulaştırılması gereken bilgilere henüz ulaşabilmiş değilim.
Halil’in “çakır gözlü Gülsüm’ü” nü kimin aldığı o kadar da umurumda değil aslında. Asıl aradığım ve amacım; devletin sistematik asimilasyon yapmadığını savunan “eski tüfek” yeni Ergenekoncuların önüne onları susturacak bir belge koyabilmek. Konuyla ilgilenenlere tavsiye ederim.
DİPNOTLAR
(*) www.oren-bld.gov.tr Milas İlçesi, Ören Beldesi resmi internet sitesi
(**) Engin Ardıç’ın 17 Nisan 2006 Akşam Gazetesi’ndeki köşe yazısından
(***) “Bodrum Türküleri, Manileri, Tekerlemeleri ve Marşları” Yazar: Mehmet USLU
(****) www.vanbolgegazetesi.com köşe yazarı: Ümit Kayaçelebi’nin makalesinden