Kuban Paul Seauhmann
05.07.2003
Çok zor.
Birlikte yaşamanın ilk koşulu nedir? Elbette aynı yaşama biçimine sahip olmak. Toplumun en küçük çekirdeğini aile oluşturuyor. İsterseniz aileden başlayalım. Birlikte yaşayabilmeleri için, bireylerinin aile temel prensiplerine uymaları gerekir. Her birey ayrı karaktere sahip olsa da aile içindeki davranışı ile sokaktaki davranışları farklılık gösterebilir. Bunun tam tersini yaptığınızda toplumsal birlikteliği yakalarsınız. Yani sokakta toplumun genel kurallarına uyarsınız eve geldiğinizde kendi kurallarınızı yaşarsınız.
Biz Çerkesler için durum biraz karışık. Kuzey Kafkasya dışında yaşayan büyük çoğunluk değişik kültür ve yaşam biçimleri olan ülkelerde yaşıyor. O nedenle de dağınık bir görüntü sergiliyorlar. Bu ülkelerin demokrasi anlayışına göre ya tümüyle asimile oluyorlar ya da kısmen kültürlerini ve yaşam biçimlerini koruyorlar.
Her şeye karşın, gerek Kuzey Kafkasya’da gerek diasporada Çerkesler nasıl bir arada yaşayabilir?
Bunu başarabilmenin en önemli iki koşulu; eğitim ve planlamadır. Eğitimli insanların yoğun olduğu toplumlarda, kültür, din ve dil farklılıkları hiçbir zaman problem olmamıştır. Bu tür sorunların yaşandığı ülkeleri incelediğinizde; hem eğitimsiz insan sayısının fazlalığını görürsünüz hem üretimin kısırlığını. Yani eğitimsiz ve tembel toplumlarda, dil de problemdir, kültür de, din de. Dolayısıyla insanlar, kendi gölgesinden korkan bir yapıya bürünür. Siz bakmayın anlı-şanlı tarihlerine, bunun arkasına sığınırlar.
Yapılan değerlendirmelere bakınca, küçük hesaplarla büyük sorunları çözmeye kalkan insan yığınları çıkar karşınıza. Bir Çerkes kardeşimiz, bir yazarın soyadını kırmızı renklerle vererek (aklı sıra yazarı aşağılayarak) adamın doğru söylediği şeyi anlamadan yanlış yorumlar. Bunu neden yapar? Çünkü korkuyordur. Yazarın anlattıklarından etkilenmekten çekiniyordur. Adamın “ak” dediği şeyi; “bu yazar ‘kara’ diyor” diye ortaya çıkar. Şimdi böyle bir insanla nasıl birlikte yaşayabilirsiniz? Çünkü kardeşimiz düşünceye saygı duymaz. Çünkü kardeşimiz gölgesinden korkmaktadır. Eğitimsizdir. Bütün bedeni önyargıyla dolmuştur. Dünyadaki tek doğrunun kendi doğrusu olduğunu sanır. İki satır yazıda dünya kadar imla hatası yapan, cümle kurmayı bilmeyen, paragraf uzunluğundaki cümleleri birbirine giren bir insan; yıllarını edebiyatla geçirmiş bir insanı yargılar. Bir de doğru anlayıp yargılasa. O zaman bu hemşehrimizle nasıl aynı evi paylaşacaksınız?
Çok zor.
Ne yazık ki, bu tür kardeşlerimiz azımsanmayacak kadar çoktur. Elbette gençlerimizin bu duruma getirenler için durum son derece doğaldır. Amaç burada üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Bunu da kim yapabilir? Gençler. Gençleri bu hale getirmek için ne yapmak gerekir? Onların kafasına at gözlüğü takmak gerekir. Beyinlerini dış dünyaya kapatmak gerekir. Sonrası, o genç kendini yetiştiren gibi sonraki kuşaktaki gencin kafasına at gözlüklerini takar ve dairenin uç noktalarını birleştirir. Sonra kısır döngü içinde kıvranır durur. Zaten bu da zor bir şey değil, o nedenle büyüyebiliyorlar. Yoksa, eğitimli, sorunlara çözüm getirebilecek, uyumlu ve üretken insanı yetiştirmek çok zahmetli iştir. Dikenlidir, her elinizi uzattığınızda yaban otları elinizi kolunuzu yakar.
Çözüm yok mudur? Elbette vardır.
Yeni tanıştığım bir hemşehrim, Türkiye’de İlahiyat Fakültesi mezunu, din öğretmeni. Diyor ki, öğrencilerime İslam’ı öğretiyorum. Ancak, diğer dinlerle ilgili bilgi de veriyorum. Bu insan değerlidir. Neden? Çünkü, korkusuz, eğitimli, önyargısız. Bırakın ellerini, bütün vücudunu dikenlerin içine sokuyor. Yaban otları her yerini ısırıyor ancak onun yetiştirdiği gençler, ayrı dili de konuşsalar, ayrı dine de inansalar bir evde yaşayabilecekler. Ne mutlu onun öğrencilerine. Ne mutlu bize böyle bir hemşehrimize sahip olduğumuz için.
Eğer “aynı yerde yaşama” niyetinizde samimi iseniz, karşınızdakine saldırmayacaksınız, aşağılamayacaksınız. Onunla her konuda konuşabileceksiniz. İşte çözüm bu.
İşin planlama yönüne geldiğimizde, karşımıza çözümü daha kolay bir sorun çıkıyor. Tüm insanlarımız; dil, din, kabile ayrımı yapmaksızın bir araya gelebilirse (samimiyetle) planlama yapmak daha da kolaylaşır.
Kuzey Kafkasya için düşünülebilecek en iyi model, Almanya, Amerika ve Kanada türü bir yapılanmadır. Coğrafi ve sosyal olarak son derece uygun. Kuzey Kafkasya’daki cumhuriyetler eyalet statüsüne dönebilir ve tek bir devlet olarak yapılanabilir. Dünya’nın değişik bölgeleri değişik yollarla bir araya gelirken Çerkesler için bu neden düşünülmesin? Örneğin Kanada, her eyalet kendi içinde bağımsız, kendine özgü yasaları var ama tek bayrak altında bir devlet. Burada 20’ye yakın kültür bir arada yaşıyor. Dilleri ayrı, kültürleri ayrı, dinleri ayrı. Yine de kavga etmeden, birbirlerinin yaşamlarına saygı duyarak yaşıyorlar ve dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri oluyorlar. Bunu nasıl başarıyorlar? İnanılmaz bir eğitim seferberliği ve üretimle. Eğitim düzeyleri yüksek olduğu için at gözlükleri kafalarına küçük geliyor ve takmıyorlar. O zaman çevreyi görüyorlar ve değerlendiriyorlar. Sonuç olarak birlikte yaşama hoşgörüsüne sahip oluyorlar.
Bizim açımızdan bakıldığında, birlikte yaşamamızın önünde ciddi engeller söz konusudur.
Birincisi, Çeçenya’daki savaş ve bunun diğer cumhuriyetlere yansıması. Savaşın nedenlerini konuşmak başka hedeflerini konuşmak başka, savaşanların kim olduklarını konuşmak çok başka. Her şeyden önce Çeçenya’daki savaşı Çerkes-Rus savaşı algılamasından çıkarmamız gerekiyor. Buradaki savaş bir halk savaşı değildir. O nedenle de dünya üzerindeki Çerkeslerden yeteri desteği almamaktadır. Çeçenya halkının çektiği acıda, Ruslar kadar, Arap kökenli Vahabilerinde sorumluluğu vardır. Eğer ulusal bir sorunu din üstüne kurulu bir savaş biçimine dönüştürürseniz burada herkes acı çeker ve sonuçta Çerkesler kaybeder. Düşünün, Çeçenler savaşı kazandı ve dinle yönetilen bir devlet kurdu. Sizce sorunlar biter mi yoksa daha büyüyerek diğer cumhuriyetlere mi sıçrar. Kimsenin Kuzey Kafkasya toprakları üzerinde böylesine büyük riske girmeye hakkı yoktur. İnancı ya da düşüncesi ne olursa olsun. Tarihimizi övünmek için değil ders almak için okumalıyız. Nitekim, önce Ruslar ardından Şeyh Şamil ve yardımcıları, onun da ardından Osmanlılar bizim bugüne gelmemize neden olmadılar mı? Din üzerine kurulan hangi devlet yönetimi sağlam durabildi? İran bile bu konuda sıkıntı yaşıyor.
İkincisi, önemli sorun bulunduğumuz coğrafi alan. Ruslar bir yandan, Arap ülkeleri bir yandan mengene gibi topraklarımızı sıkıştırıyorlar. Bu basınçtan kurtulmak için belki bir 100 yıl geçmesi gerekiyor.
Peki biz bu 100 yıl içinde ortak yaşamanın koşullarını yerine getirebilir miyiz?
Ben merkezci bir gençlikle de zor, el pençe divan duran thamadelerle de zor.
Son Söz
Çerkes; büyük, küçük kim gelirse ayağa kalkandır. (Kuban)