DAMAT AĞIRLAMA

Aşın Hazret
Çeviri: Çetav İ.
Yamçı Dergisi, Mayıs 1977-Şubat 1978,
s. 219

Beğothable iki yüz hanelik küçük mutlu bir köydür. Tek başına, diğer Adige köylerinden uzakta ormanların eteğinde kurulmuştur. Köylülerin eskiden beri en çok sevdikleri misafirleridir. Her nasılsa son zamanlarda en çok misafir ettikleri, damatları olmaya başladı. Nerede eskisi gibi birbirinden kaçmalar, şimdi damatla kayınpeder yan yana oturup muhabbet ediyor, dünya meselelerini konuşuyorlar. Kaynanaların da ağzı kulaklarına varıyor. Kurulan sofraya ardı arkası kesilmeden yiyecekler getiriyorlar. Kaynanaların en çok sevdikleri kimseler damatları oluyor. Onlar geldiği zaman hastalıklarını da üşengeçliklerini de unutup güzel bir sofra hazırlıyorlar. Bu zamanlarda onlardan daha iyi, daha cömert kimse bulunmuyor.

Beğothable köyünün kızları sanki seçiliyormuş gibi en iyi adamlarla evleniyorlar. Örneğin geçen sonbahar Kehum Tetama’nın kızı bölgenin yo! işlerini yöneten adamın oğluna vardı. Şeğo Petraş’ın küçük kızının evlendiği adamın da yaman birisi olduğunu söylüyorlar.

Tavtaşe Madin’i onlardan aşağımı zannediyorsunuz? Öyle zannederseniz çok yanılırsınız. Madin’in kızı Sayhat da evlendi. Kocasına fabrikanın brigadiri demişlerdi… Yok canım, fabrika kolhoz değil ki, brigadiri olsun, herhalde müdürüdür fabrikanın. Evet evet müdürüdür. Madin, yüksek mevkilerde damatları olan diğerlerinden arkada mı kalırdı. Geçen yıl kızı evlendiğinde böyle düşünmüştü. Akşamlan sokağa çıkıp çitlerin kenarında sohbet eden mahallelilerle oturduğunda söz arasında konu kızlarına gelince, pek hoşlanmaz bir tavırla;

– Kızını şöyle yakın bir köye vermiş olsan daha ne istersin, hiç olmazsa akrabalarınla sık sık görüşürsün. Uzaktakilerin ne olduğundan haberin bile olmaz. Gerçi benim Sayhat’ın kocası büyük bir adammış, koca bir fabrikanın müdürüymüş ama ben böyle olmasını istemiyordum. Şimdiki kızlar anne babalarını dinliyorlar mı ya kendi istedikleriyle evlenip gidiyorlar.

Bu konuşmayı garipsedi komşular. ”Şu Madin’in kasılmasına bak hele, fabrika müdürü damadı olmuş da beğenmiyor. Küçücük toprak evinde meteliksiz yaşadığı günleri unuttuk sanki. Şimdi nasıl da beğenmez olmuş kimseleri!” diyerek alaylı alaylı gülüştüler, fakat içlerinden hepsi ona imreniyordu. ”Her şeyi söyletir adama, koca fabrika müdürü damadı olursa” diye düşündüler. Gerçi ondan bir şey bekliyor değillerdi. Beğothable köyünün insanları çalışkan insanlardı, kimseye muhtaç olmazlardı ama herkesin görüp konuşacağı damadın iyi bir kimse olması elbette önemliydi.

Evet bütün bunlar geçen sonbaharda olmuştu, şimdi ilkbahardaydık. Havalar yeni yeni ısınmaya başlamıştı. Mahallenin ileri gelenlerinden Nekube Pşımaf ile Kuşe Yishak bir kağnı arabasıyla uğraşıyorlardı. Köyün içinden geçen yol çok bozuk bir yoldu. Yürümek, gezinmek bir yana adım atmak bile güçtü ama brigadir, onları bir yere gönderiyor olmalıydı. Madin başında kalpağıyla evinden dim dik çıktı mı bil ki bir şeyler vardı kuşkusuz. Evet en iyi elbiselerini giyip, başını dimdik tutarak, uzun boyuyla köyü tepeden süzerek, birini görmeye çalışırmış gibi uzaklara bakarak çıktı mı evden, tamamdı, mutlaka bir şeyler vardı. Böyle durumlarda acele bir iş için bir yerlere gitmek zorunda olsan bile, meraktan gidemezsin, durup dinlemeden edemezsin. Yishak ile Pşımaf’ın da durup beklemeleri bundandı. Madin sanki başka tarafa gidecekmiş gibi bir edayla onlara yöneldi, sonra evden oğlunu çağırarak ona bir şeyler söyler gibi yaptı ve çitin kenarından ilerleyerek adamların yanına geldi. Yürüyüşünden belliydi, gururlanacak bir şeyi vardı. Yishak ile Pşımaf hiç bilmezler miydi Madin’i… Yaşam boyu aynı mahallede iyi ve kötü günlerinde hep ortaktılar. Biri birleri hakkında kötü düşünmezlerdi, çok çalışkan ve dürüst insanlardı hepsi. Akşamları duvar diplerinde tütünlerini içerek konuştukları şeyler de hasat, orman ve köy işleriydi. İçlerinden biri bir koyun kesecek olsa ya da birinin evinde bir fazla tavuğu olsa tamamdı, akşam soluğu orada alırlardı. Madin’in görünüşünden de fazladan bir koyunu olduğu anlaşılıyordu.

– Vallahi bugün dünya çok güzelleşti, diyerek başladı söze Madin. Cebinden sigarasını çıkardı ve adamlara birer tane uzattı.

– Oturup güneşlemek için pek güzel gerçekten, dedi Yishak. Adamlar Madin’in söylemek istediklerinin daha gerilerde olduğunu düşünerek kağnıya bindiler.

– Hadi Madin, gel seni de götürelim, dedi Pşımaf.
– Vallahi gelmeyeceğim, misafirleri bekliyorum da… Sizde pek kaybolmazsanız iyi olur.
– Hayrola, kim misafirlerin?
– Yahu bizim kızla damat… Eskisi gibi olsa bu denli uğraşır mıydık… Adigeler damatlarının etrafında böyle dönüp dururlar mıydı ama zaman işte… Ayrıca bu da sıradan biri değil ki…
– Olur mu öyle şey canım, dedi Yishak, birini misafir edeceksen buna damadından daha layık kim olabilir!… Keşke benim de öyle bir damadım olsaydı… Gidince o beni ağırlar, gelince de ben onu ağırlardım. Sakın vazgeçeyim, filan deme Madin. Hem de koca fabrika müdürü bu, layıkıyla ağırlamazsan köyümüz için de ayıp olur. Tam layık olduğu gibi karşıla onu… karşıla…
– Ama siz olmadan nasıl yaparız bu işi?
– Biz de oluruz. Zaten pek fazla kalmayacağız, şöyle biraz ot…
– Öyleyse bu vaziyette gelmeyin ha, şöyle üstünüze başınıza bir çeki-düzen verin de öyle gelin. Pşımaf sen de tıraş ol. Köyümüze gelecek olan misafir sıradan biri değil. Beni utandırmayın.

Böylelikle onlar yollarına koyuldular. Madin de çitin kenarında gidip geliyor, ha bire tütün içiyordu, oldukça heyecanlıydı. Tabi heyecanlanacaktı, şimdiye kadar hiç görmediği damadı gelecekti. Ama şimdi nasıl olacaktı bu iş? Madin şimdiye kadar törelerimize harfiyen uyan biri değildi ama hala kaynanası ve kaynatasıyla görüşmemişti. Otuz yıldır evliydi ama o zaman adetler böyle değildi ki… Şimdiki kızlar kocalarını herkese göstermek istermiş gibi gezdirip duruyorlar.

Aslında Madin’i heyecanlandıran ne damadıyla görüşeceği ne de ona kesivereceği koyundu. Damadı kimi formaliteleri hakkıyla yerine getirsin, ilk görüşme hediyesini usulüne uygun versin de isterse usanıncaya kadar yanında otursun, önemli değildi. Kaynanasıyla da görüşsün, onun yanında da otursun. O da zaten damadı için ölüp bitiyor. Ne zamandır hep ondan söz eder durur. Bari biraz rahatlardı. Mesele bu da değildi.

Mesele, Madin önceden elinde olmayarak biraz övünmüştü, damadının brigadir olmasını biraz küçümsemiş, herkese müdür diye tanıtmıştı. Mahalle bunu unutur mu? Belki de unuturdu ama Madin dün yine elinde olmayarak ağzından kaçırmıştı. Kendisinden pek farkı olmayan adamların önemli kişiler damatları olsun da Madin neden onlardan aşağı kalsındı? Madin’in kızının ötekilerden aşağı nesi vardı? İnce, uzun boylu, güze! bir kızdı, hem de aklı başında bir kız. Şehirden köye otobüs geldiğinde yarış halinde dünürler gelirdi eve. Çevre köylerde de onu bilmeyen delikanlı yoktu. Kimi otobüsle, kimi motosikletle, kimi de yayan-yapıldak onu istemeye gelirdi.

Misafirleri nasıl ağırlayacağı da mesele değildi. Koyun hazırdı. Hanımı desen, köyün en iyi aşçısıydı. Pşımaf’ın oğlu evlendiğinde aşçı o değil miydi? Düğünde bulunanlar yemeklerin tadını bugün bile unutmamışlardı. Evi de düzgündü, daha geçen yıl yaptırmıştı. Etrafı tuğlayla çevrilmiş, avlunun içinde çeşmesi de vardı. Dış kapısı da güzel mi güzeldi hani. Bir tek televizyonu eksikti. Fakat onu da yakında alacaktı, büyük ekranlısını arıyordu.

Şimdi mesele önceden söylediği yalanın altından kalkabilmekti. Hatırlayacak olurlarsa gülenler de çıkardı. Herkes seni sevmek zorunda değil ya… Hoşlanmayanlar kim bilir neler söylemezlerdi. Gerçi bugün brigadir olan yarın müdür demekti ama bizimki gene de şu anda müdür değil işte. Neyse bir şeyler olur ama damadın müdür olduktan sonra geleceğini bilseydi Madin belki de o yeni yaptırdığı evini bile verirdi. Bu düşünceler içinde sabah koyunların çıktığı tarafa doğru giderken köyün hem küçük hem de en yaşlı kadınlarından biri olan Zulihan’a rastladı.

– Kutlarım seni Madin, kızınla damadın geliyormuş. Duyduğuma göre damat büyük bir adammış, doğru mu?
– Eh, öyle diyorlarsa öyledir, ”ne büyüğü çıkardı bu da” diyerek söylendi Madin kendi kendine…
– Peki damadını ağırlamayacak mısın? Koyun kesmeyecek…
– Keseceğim, keseceğim tabi… Koyununda adımı olur.
– Madinay, Zehan çağırdı Madin’i, yahu ne gamsız adamsın sen, gelsene…
– Ne var, ne oldu?
– Bu erkek milleti ne kadar da rahat yarabbi… Hiçbir şeyi dert edinmezler. Bu umursamazlığınla yüz yıl yaşarsın adam sen. Kendisi süslenmiş caddede geziniyor, bizse burada ne tarafa uzanacağımızı şaşırmış duruyoruz. Git git adam, sen böyle devam edersen merak etme hiç kocamazsın.
– Ne oldu yine yahu?
– Bu erkek milleti değil mi yarabbi… Rahat mı rahat… Kendi başlarından başka şey düşünmezler, giyinip kuşandılar mı hepsi tamam, şurada ta şehirden misafir geliyor da…
– Nedir senin istediğin, söylesene be kadın diye bağırdı Madin.

Zehan’ın ağzı bir açıldı mı susturmak kolay değildi. Madin de böyle zamanlarda onu dinlemez, çekip giderdi bir tarafa. Ama bu kez anlaşmaları gerekiyordu. Zehan da kocasının ne istiyorsun demesine sevinmişti. Ev kadını bu, üzen çok şey vardır. Erkek için ne olacak sofrada ne varsa onunla yetinir, sofraya konanın nereden geldiğini, nasıl yapıldığını bilmezdi. Her işi ev kadını görürdü.

– Madin, ben düşündüm taşındım, damadımızla konuşurken ismiyle mi hitap edeceğiz, ne dersin?
– Vallahi bilmiyorum.

Bu mesele Madin’i epeyce düşündürdü. Karısı böyle zamanlarda hep böyle sorular bulurdu. Madin bu kadarcık meseleleri çözemeyecek adam mı, işte buldu.

– Görüştükten sonra ismiyle mahzuru olmaz.
– İyi öyleyse, Bibolatay diye çağırırım onu. Madin ”ne mutlu kişiler şu kadınlar” diye söylendi.

Gün boyunca Madin ortalıkta dönüp durdu. Dünyada onun elinden gelmeyen iş yoktu. Gelenler koyun etiyle mamırsa yemezlerse olmaz diye tutturunca karısı, gitti pastelik mısır öğüttü geldi. Karısı bir pençeyi takmaya görsün yaptırmayacağı iş kalmaz. Şansın varsa aklına bir şey gelmesin. Bu yüzden Madin gündüzleri evde pek durmazdı. İşe gittiği zamanlar akşama değin dönmezdi evine. Bugün de işte bu işler yüzünden kalmıştı evde. Evin avlusu ne denli temiz olursa olsun, bir misafir gelecek oldu mu bir yığın eksiği daha çıkardı. Madin evinin eksiğine gediğine bakmayan biri değildi ama Zehan’ın çenesi gene de durmuyor, saydığı eksikler durmadan artıyordu. Küçük çocukların o kadar gidip gelmesi yetmiyormuş gibi Zehan ayrıca Madin’i de yakındaki bakkala iki, uzaktaki bakkala üç kez göndermişti. Akşama davet ettikleri iki mahalleyi azımsayarak yakındaki bir ambarda çalışan Beçhan ile Hasan’ı da çağırdılar. Onlar da çok memnun oldular tabii, bu gibi durumlarda pek uysaldılar onlar da hiç ısrar ettirmezlerdi. Davet edildiler mi çok daha uzak yerlere bile seve seve giderlerdi. ”Sen merak etme, hava kararır kararmaz biz orada oluruz” dediler.

Karı-koca işlerini bitiremeden gün geçti gitti. Hem de ne güzel bir gündü, açık ve güneşli, tam bir bahar günü. Güneşe sırtını verip yatasın gelirdi, o günler ne zamandır yoktu. Eh Allah’ın izniyle bahar da geldi, tabiat da insanlar da canlanırlar artık.

İkindi olup güneşin sonu gelirken gökyüzü kıpkızıldı. Madin ”Adigeler boşuna dememişler, akşam kızıllığı günlerin bir hafta iyi gideceğine alamettir, diye. Şimdi günlerin iyi zamanı, kızımız gittiği yere iyi havalar götürüyorsa nasibi iyi demektir. Ne iyi oldu kızımızın iyi birine düşmesi.”

Damadı ile kızını getiren araba uzaktan görünür görünmez Madin hemen tanıdı ve evin önünde bir şeylerle uğraşıyormuş gibi yapmaya başladı. Şoför köyün arka tarafından dolaşan yoldan geliyordu, köy içinden geçen yoldan gelse arabanın hayrı kalmazdı zaten. Madin, araba eve geldiğinde kapıyı birinin açması gerektiğini düşündü ama kendisi küçük çocuk gibi gidip açamazdı. Bu iş için 14 yaşındaki küçük oğlu Murat’ı görevlendirdi. Çok geçmeden araba geldi, çocuk kapıyı açtı, araba içeri girip durdu. İnmeye başladılar. İlk inen kızı Sayhat oldu ve iner inmez küçük kardeşi Murat’ı kucakladı. Sonra damat indi ve valizleri indirmeğe başladı arabadan. Arkasından da ağırca bir kadın indi arabadan, o da Sayhat’ın görümcesi olmalıydı. El alem bir görümce bulamazken onun beş görümcesi vardı. Zaten eskiden beri öyledir, Allah verdiğine verir.

Madin, kızıyla damadına fazla sokulmasa da olurdu ama o kadar da uzakta kalamazdı, hiç olmazsa yanlarındaki kadının hatırı için arabanın yanma geldi.

Böyle şeyleri bilmeyen adamlardan değildi damat. Yıllardır başından geçecek olan bu anı düşünmüştü. Ne yapacağını ve ne söyleyeceğini biliyordu. Koltuğunun altında kimseye vermeden sakladığı, gazeteye sarılı duran şey ilk görüşme hediyesi olsa gerekti.

Madin ile Bibolet birbirlerine yaklaşınca ne diyeceklerini bilmeden  bir süre bakıştılar, sonra Madin konuştu.

– Geldiğinize iyi ettiniz.
– Biz de öyle diyoruz.

Madin misafir kadının elinden tuttu. Hepsini eve buyur etti. Eve girmeden önce damadın yapması gereken bir şey vardı.

– Madin, bugüne değin hiç görüşmedik, bu ilk görüşme hediyemdir, diyerek elindeki paketi uzattı Bibolet.

Madin verileni aldı. Biraz ağırcaydı. Damadının yüzüne baktı, iyi çocuk, nurlu da bir yüzü var, mert olduğu belli, örf-adet de biliyor, baksana eve girmeden önce görüşme hediyesini de verdi. Tabii, Madin’in öyle olur-olmaz bir damadı olmayacağını kim bilmezdi ki, bırak müdürü, bakan bile olurdu o.

Zehan çabucak gelerek, dünyanın gürültüsüyle kadınları içeri aldı. Madin de damadıyla içeri girerek oturdular. Madin kendisine verilen hediye ile pek ilgilenmeyerek şifonyerin üstüne bıraktı. Öyle görünse de hediyeye pek memnun olmuştu. Misafir çevresine bakınıp duruyordu. Duvardaki resimlere bakarken Sayhat’ın resmini gördü ve çoktan beri görmemiş gibi iyice süzdü. Birbirlerine bakarak bir süre oturduktan sonra Madin söze başladı.

– Bu kadar işin-gücün arasında iyi gelebildiniz, memnun oldum. İnsan akrabalarıyla sık sık görüşmeli.
– Ben böyle alelacele gelmek istemiyordum, ama kızınız gidelim diye tutturunca… Fabrikanın işleri de karışıktı, üç aylık iş gününün sonuna yaklaştık, yarın pazar olduğu için geldik, değilse biraz zordu gelmemiz.   Köye değin yolculuğumuz fena geçmedi, lakin köy içi yolunuz çok kötü, bakımsız, sanki köyde hiç insan yaşamıyormuş gibi geliyor insana.

Madin artık son sözleri işitmiyordu. İçinden ”o kızınız dediğin de aynı annesi gibidir. Bir sataşmaya görsün dediğini yaptırmadan peşini bırakmaz. Beninse eşim olacak o güzel, bana onun gibi nicelerini yaptırmıyor ki” diye düşündü.

Damadın ”fabrikanın işleri de karışıktı” dediğini hatırlayarak Madin tekrar söze başladı.

– Tabii ki öyledir, fabrika kolhoz değil ki, onun işleri de çoktur. Orada plan dahilinde yürütülür işler. Saatle iş yapılır. Bizimkisi ne olacak, nasıl yaparsak oluyor. Fabrika öyle değildir, orada işçiler vardiyalar halinde gece gündüz durmadan yaz kış çalışırlar. Biz ise kış boyunca oturup hikayeler anlatır, tütün içeriz, biraz parası olanlar da Loto oynarlar… Sen bu kadar görevin içinden çıkıp iyi gelebildin. Bütün fabrikanın sorumluluğunun sende olması kolay iş değil tabii.

– O yalnız benim sorumluluğumda değil ama…

‘Bu adam demek istediğimi anlamıyor, Allah etmesin, anlayışı kıt biriyse vay başımıza gelenlere. Keşke durumu önce kızımla görüşseydim” diye düşündü Madin.

– Onu ben de anlıyorum, yalnız işçi işçidir, onun işi başkadır. Yedi saati doldurdu mu çeker gider evine. Fakat bütün sorumluluk yöneticidedir. Her şey ondan sorulur. Köylülerimiz arasında birçoklarının, yöneticilerin işinin daha hafif olduğunu söylediklerini işitiyorum da asla kabul etmiyorum. İşin tuhaf tarafı bunu söyleyenler arasında küçücük evini bile idare etmekten aciz olanlar bile var, binlerce kişiyi yönetebileceklerini iddia ederler. Ben de onlara her iki ayaklıyı müdür yapsalardı dünya çok garip olurdu, öyle büyük adam olabilmek için iyi kafan, tahsilin olmamalı. Yoksa Volga’ya binip bir o yana bir bu yana tozutmakla yönetici olunmaz, diyorum.
– Tabi… Öyledir, doğrudur söylediklerin.
– Sen anlıyor ve doğrudur diyorsun ama öyle adamlar vardır ki, defalarca anlatsan anlamazlar. İnsanın anlayışının kıt olması çok kötüdür. Bereket versin bizim sülalede pek öylesi yok. İşte senin eşin olan biricik kızımızın durumunu biliyorsun. Köy okulunda iken en iyi öğrencilerindendi…
– Şimdi de iyi okuyor, iki yılda enstitüyü bitirecek, dedi damat.

Damat’la kayınpeder sohbeti ilerletmeye başladılar.

– Tabi ben de onu söylemiyor muyum? Sen hiç anlamaz olur musun, koca fabrikanın müdürüsün.
– Brigadiriyim.

‘Tam bulduk belamızı, ne kadar da anlayışı kıt adama çattık” diye düşündü Madin. Kaybedecek zamanı da yoktu, hemen koyunu kesmeye gitmesi gerekiyordu.

– Herkes akrabasının iyi bir mesleği olmasını ister. Biz de senin müdür olmanı istiyoruz.
– Öyle mi? diyerek gülümsedi damat.
– Bizim de bir isteğimiz oluversin çanım. Bir akşamlık müdür olsan ne olur. Bugün brigadirsen, yarın müdürsün, dünyanın gidişatı böyle.
– Öyle ama… Damat meseleyi anlamaya başlamıştı.

Tamam canım, olmayacak bir şey yok bunda. Akşama birçok arkadaşım gelecek buraya, ne konuşacak onlar, kendileriyle, köyle ilgili haberleri anlatıp oturacak değiller ya. Sen fabrikadan söz edersen memnun olurlar. Fabrikanın işlerini en iyi kim bilebilir, tabii ki müdürü…

– Demek ki müdür olsam daha iyi, öyle mi?

– Senin müdür olduğunu onlar çoktandır biliyorlar zaten, artık bu meseleyi kapatalım.
– Anladım anladım…

”Hay Allah razı olsun, anlayabildiysen ne iyi” dedi içinden Madin.

– Öyleyse sen otur, benim biraz işim var, diyerek evden çıktı. İşi de kesilmek üzere kendisini bekleyen koyundu.

Beğothablelilerin çok iyi adetleri vardır. Hepsini burada sayacak olursak sözümüz çok uzar ama bir tanesini söyleyelim. Bir misafirin geldiğinde, ağırlamak için kime haber göndersen hemen kabul eder, hiç bekletmezler seni. Ev işlerini çabucak bitirip, en iyi elbiselerini giyerek icabet ederler davetine. Koyunun kızartıldığı ve kap kacak seslerin mutfakta çoğaldığı sırada hemen damlayıverirler. Ayrıca sanki sözleşmişler gibi birbirinin peşi sıra gelirler.

Her biri ellerini sımsıkı sıkıp ”sen misin yüzünü görmeden adından usandığımız” dercesine misafirin yüzüne bakıp yerlerine otururlar.

– Misafir, hoş geldin.
– Teşekkür ederim, buyurun… Oturun, ben ayakta dursam da olur.
– Misafir ayakta olur mu hiç!
– Zararı yok, bir şey olmaz.
– Vallahi olmaz, ayakta bırakamayız. Otur, otur…
– Peki öyleyse, oturayım şöyle…

Hep birlikte otururlar. Söze başlamaya fırsat kalmadan tekrar bir grup gelir.

– Selamünaleyküm…

Madin’in mahalledeki bütün arkadaşları toplandı. Yaşça elliyi geçenler de geçmeyenler de vardı. Saçında aklan çoğalanlar da, saçının yarısının ne olduğu unutulanları da vardı aralarında. Hepsi elleri nasırlaşmış, işçilerdi. Şehirden gelmiş büyük adamın yanında olduklarından sakınarak konuşuyorlardı. Gerçi konuşmaya da zaman kalmadan kaşla göz arasında Zehan sofrayı hazırlamıştı. Gelen kadın misafir de çağrılıp erkeklerle tanıştırıldı. Topluluğun içinde onun kadar hoş kadın görmediğini söyleyenler de vardı. O Yishak’tı. Güzel şakalar yaparak kadına takılmaya başladı. Daha bir şey yemeden bu kadar konuşan, yemekten sonra kim bilir daha ne kadar konuşacaktı, oturanlar düşünmeye başladılar. Bütün gelenler sofraya oturdu… Damat ağırlamaya başladılar.

Eskilerden kalma bir atasözü vardır: Damat eşek gibidir, ne yüklersen götürür, derler ama o eskidendi, şimdi kimseye istediğin kadar yüklemezsin… Zaten Begothableliler eski adetlere o kadar da düşkün değildiler. Şimdiki dünyada birbirini severek yaşamak gerek. Biri eşek, öteki onun sırtında olacak şey mi artık?

Sofra hazır olunca thamade Beçkhan ayağa kalkarak huahoya başladı:

– Bu akşam Madinlerin mutlu akşamıdır. Kızı, görümcesi ve damatları geldiler. Bu gelen değerli konuklarımız Madin ile Zehan’ı sevindirdikleri gibi bizi de sevindirdiler. Allah’ın onları sevinç içinde, mutlulukla, birlikte yaşatmasını, bu güzel bahar günlerindeki ahenkli ilk gelişleri gibi daha nice bahar günlerinde aynı güzellik ve mutlulukla gelmelerini, birlikte yaşadıkları insanlar tarafından sevilerek, sayılarak, yaptıkları işler övülerek mutluca yaşamalarını temenni ederim…

Böyle huahodan sonra kadeh kaldırmamak mümkün mü? Yemeğe başladılar. Diğerleri de Beçhan kadar olmasa da ondan örnek alarak güzel huahoIar yaptılar. Pencereden temiz bahar rüzgarı geliyordu, iyi bir akşamdı, topluluk neşeliydi. Yishak da misafir kadını köyden hiç göndermeyeceğini söylüyordu. Yeme-içme iyidir ama bunun da bir sınırı vardır. Beğothableliler de bunu iyi bilirler. Herkes tahammül edebileceği kadar içer, bolca konuşur, tütünün dumanını savurur, köy haberlerini anlatarak otururdu böyle zamanlarda. Misafir olursa ona da işini anlattırırlardı.

– Eee misafir, senin maiyetindeki fabrika ne iş yapıyor anlatsana, dedi Pşımaf. Misafir gülümsedi, işlerini anlatmaya başladı.
– Bizim fabrika torna tezgahları yapar. Bunlar halk cumhuriyetlerine satılır. kolektivizmin şimdi en büyük uğraşısı emeğin verimini arttırmaktır.

Misafir Adigece bir kelime söylediğinde yanında da teknik bir terim kullanıyordu. Beğothableliler ağızları açık onu dinliyorlardı. Bu kadar büyük bir adamın bilgisinin nereye vardığını düşünüyorlar ama akıl erdiremiyorlardı. Misafir de ateşli ateşli anlatıyordu. Biraz sonra yorulmaya başladı. Topluluk ta artık yeterince dikkatli dinleyemez olmuştu. Nihayet Beçkhan elini kadehine uzattı. Misafir ne yapayım der gibi topluluğa baktı ve konuştu:

– Vallahi ben de bu müdürlükten usandım.
– Ne demek istediğini anlayamadık…

Buna herkes hayret etmişti. ”Böyle iyi meslekten usanılır mı hiç… Şaka ediyor olmalısın”, diyerek bakıştılar ama Madin’in komşuları Yishak ile Pşımaf birbirlerine bakıp gülümsediler ve bunu Madin’e de belli ettiler. Madin korktu. ”Yarabbi, ne anlayışsız çocuk, iki saatliğine müdürlük yapamadı, millete rezil etti beni”

Biybolet hiçbir şey olmamış gibi topluluğa bakarak sordu

– Bu seferki büyük fırtınanın size de zararı dokunmuştur…
– Dokunmaz olur mu hiç, diyerek söze başladı Pşımaf, bize zararı dokunduğu kadar kimseye dokunmamıştır belki de… Tarlalarımızda tahıl bırakmadı… Allah kahretsin.
– Neyse ki devlet yardım etti, tohumluğu da gübreyi de verdi.
– Makineleri de…
– Hayvan işleri nasıl?
– Onları da kurtardık Allah’ın izniyle… Bahar otuna dudakları bir değsin, daha ölmezler…
– Vallahi yollarımız çok kötü, dedi Hasan. Sen büyüklerimizle görüşüyorsun. Bir şehirde oturup beraber çalışıp da görüşmemek olur mu? Bu hususu onlara anlatsana…

Muhabbeti iyice ilerlettiklerinde Biybolet’in müdür olmadığını da unutuvermişlerdi. Beğothableliler. Kendi dertleri ,konuşulmağa başlandığında her şeyi unutuverirlerdi. Biybolet’in doğduğu köy de sanki Adige köyü değil miydi? Ailesi de çiftçi ailesiydi, köyden çıkalı ancak on sene olmuştu… Ciddi ciddi konuşuyorlar, konuşuyorlardı.

Gece güzel güzel geçerken damat ağırlama törenin thamadesi ayağa kalkarak şunları söyledi:

– Değerli arkadaşlar, bu akşam güzelce oturduk. Misafirlerimizin gelerek böyle bir topluluğa vezile oldukları için kendilerine teşekkür ederiz. Gerçek insan akrabalarını sevmeli, ziyaretlerine gitmelidir. Ev sahibimiz Madin’in her zaman böyle mutlu günlerinin olmasını ve bu mutlu günlerinde bizi de davet etmesini, sağlık için yaşamasını diliyorum. Misafirlerimizin istirahata ihtiyaçları vardır, bizim de evlerimize gitme zamanımız gelmiştir. Fakat görüşmemizi bu kadarla da bitiremeyiz. Yarın sabah yine burada toplanmamızı ben uygun görüyorum, siz ne dersiniz?
– Vallahi uygundur.
– Vallahi iyi olur.

Thamadenin sözünde uyuşarak dağıldılar.

Damat ağırlama iyi geçmişti, Madin gelenlerden memnun kalmıştı, hepsi ellerinden geleni yapmıştı ama yine de olmamıştı. Topluluk dağılıp kendi kendilerine kalınca Madin kimseye bir şey demeden odasına çekildi. Yatağını hazırlanmamış görüp Zehan’ın keyifli sesini öbür odadan işitince neredeyse kızıp bağıracaktı ama misafir olduğunu hatırlayarak ses çıkarmadı. Hiç adeti olmadığı halde yatağını kendisi serdi, soyunup ışığı söndürmeden yattı.

Zehan elinde bir paketle girdi ve bağırdı:

– Hey Madin, bir baksana damadın getirdiğine… Madin önemsemeden yatağın içinde döndü.

– Aaa…. Yattın mı hemen? Bu saatte yatılır mı?
– Sabaha kadar oturtacak mısın be kadın?

Kocasının bir şeye üzüldüğünü anlamıştı Zehan.

– Ne oldu şimdi sana?
– Hayır, söyle, böyle damadın var da daha ne istiyorsun?
– Damat… Allah iyiliğini versin, iki saatliğine müdürlük yapamadı, mahcup etti beni. Şimdi herkes beni konuşuyordur. Ne zorluk görmüştü bir akşamlık müdürlükten? Ben şimdi insanların içine nasıl gireceğim?
– Bilmiyorum, Zehan yatağın ucuna oturdu. Bir müddet düşündü ama bir çare bulamadı, sonra;
– Mühim değil, hele sen damadının getirdiği kostümü bir giy de göreyim…
– Ne kostümü şimdi?
– Görüş hediyesi, Madin, görüş hediyesi! Bir giy de göreyim.

Zehan peşini bırakır mı hiç, yatan adamı kaldırıp kostümü giydirdi. Şifoniyerin üzerindeki büyük aynanın karşısına geçtiler.

Tam sana göre. Şöyle bir dolaş da göreyim Allah aşkına.

Adamı odanın içerisinde dolaştırdı, Zehan böylesine güzel bir kostüm görmediğini söyleyerek kostümü överken adam ikide bir kendi kendine söyleniyordu:

– Mahcup etti beni, vallahi çok anlayışsız çocukmuş…

Zehan’a getirilen görüş hediyesi de fena değildi. Topukları iğne gibi ince ve yüksek bir ayakkabıydı. Zehan pabucunu giyerek odanın içinde gezinmeye başladı ama yirmi senedir yüksek topuklu giymediğinden Madin tutmasa neredeyse yere uzanıyordu. Madin’in kostümü, Zehan’ın da ayakkabısı yok değildi ama yeni akrabaların güzel bir şeyler getirmesi sevindiriyordu insanı, ayrıca ele güne karşı da bir hayli önemliydi bu. Damadın anlayışsızlığı Madin’i biraz gücendirmişti ama hediyesine de çok memnun olmuştu.

– Mahcup etti beni… İkide bir söyleniyordu Madin.

Zehan ise duymazlıktan geliyor, durmadan damadını övüyordu.

– Madin, Sayhat’ımıza Allah iyi günler gösterecek, diyordu.
– Ne kadar iyi çocuk damadımız olan adam, Madin kendi doğurduklarımız bile bizimle onun gibi konuşmuyor. ”Sayhat da ismini söyleyerek çağırıyor seni, ben de isminle çağıracağım Zehan” dedi bana. Hem de ismimi o kadar güzel, kendi takmış gibi söyleyenine hiç rastlamadım.” Zehan, bizimle beraber gel, bir ay dinlenirsin. Zaten sen ömründe hiç dinlenmemişsindir, gece gündüz, ev işleriyle uğraşıyorsun, zaten ev işlerini ömrünce bitiremezsin.” ”dinlenmen lazım” diyen olmadı bana. İlk kez o söyledi. Sen bile söylemedin.
– Ne dinlenmesi o?
– Ben de onu söylemiyor muyum? Ömrümde ”bugünlük olsun biraz dinlen Zehan” diye damadımdan başkası söylemedi. Gece gündüz çalışıyorum da kimsenin aklına ”olmaz Zehan, böyle çalışmak olmaz” diye söylemek gelmedi. Damadım beni düşündü, işte insan dediğin böyle olur…

”Çattık belaya, bir de dinlenme çıkardı şimdi başımıza” içinden söylendi Madin.

– Köyde oturup da karısına istirahat veren kim? İstirahat sözü varsa da çiftçi aileleri bunu ömürlerinde duymazlar. Yahu ben de istirahatın ne olduğunu bilmeden 55 yaşıma geldim. Kışın evimize çekilince istirahatta değil miyiz?

Madin’in hayret etmesine Zehan aldırmadı. Damadının iyiliklerini durmadan sayıp duruyordu. Madin karısının sözünü kesmeden bütün söyleyeceklerini dinlemeye karar verdi.

– Damadımız dedi ki, anasını (kızımızın kayınvalidesini) şehre getirince bir haftadan fazla kalamıyormuş. ”O ihtiyardır, 70 yaşında sinemaya, tiyatroya gitmez, bunun için usanır. Zehan sen daha gençsin, sinemaya da tiyatroya da gidersin. O zaman şehirde usanmak nedir bilmezsin.”

‘Al başına belayı, şimdiye kadar sinemanın, tiyatronun ne olduğunu bilmeyen kadına neler öğretmiş” diye içinden geçirdi Madin. ”Tiyatroya gitmek için kılık-kıyafetin iyi olması lazım, işte şimdi Zehan’dan çekeceğim var. Zannederim bu yaştan sonra karı peşinde de dolaşacaksın Madin. ”Nereden de çıktın ey baş belası” diye buna derler işte.”

– Sayhat’a mesleğiyle ilgili iş buluverdim dedi damadımız. İşte böyle Madin, damat açıkgöz olursa iş de bulur. Oysa şehirde diploması olup da iş bulamayan yok mu? Bizimki buldu. Benim içime doğmuştu; Sayhat şehre gideceğim dediğinde, işinin rast geleceği. Onun için ”Git kızım, Allah nasibini iyi etsin” demiştim.

”Vallahi şimdi yalan söyledin işte” dedi Madin içinden. ”Kıyameti kopardığını iyi hatırlıyorum. Sen değil miydin şehre göndermeyelim diye bana sıkı sıkıya tembihte bulunan. Doğrusunu istersen sen de ben de istemedik Sayhat’ın köyden çıkmasını ama o bizi dinlemedi. Hoş, fena da olmadı.”

Madin uyudu. Zehan’ın sesiyle uyandığında daha yenice uyumuş gibiydi.

– İyi insan görünüşünden belli olur. Damadımızın terbiyesini, akıllılığını    akşam gelenler de beğendiler. Onun için sabah tekrar gelmeye karar verdiler. ”Sofran hazır olduktan sonra onlar her zaman toplanırlar, onun için kasılma boşuna” dedi Madin içinden. ”Vay anasına, bu güzel damadımızın bu gece bana yaptığına bak. Şimdi Yishak tayfası gülüyordur bana.” Uyku üzüntüyü bastırdı ve tekrar daldı.

Madin çiftçi değil mi ya, erken kalkmak adetiydi. Gece geç yatmasına rağmen sabah erkenden kalktı. Sesini çıkarmadan, misafiri uyandırmayayım diyerek parmak uçlarına basarak dışarı çıktı. Hava açık, gökyüzü masmavi idi. Bugün hava iyi olacak, diye söylendi. Madin ineği ahırdan çıkardığında damadının köyün içinden geçen taş yolda durduğunu gördü. Şaşırdı ve yanına yaklaştı.

– Çok erken kalktın, uyumalıydın, dedi.
– Uyanmıştım, kalktım, dedi damat gülümseyerek. Brigadiriniz yok mu?
– Var elbet. Mıhamadkho Batınız brigadirimiz. Çok iyi çocuktur…
– İçinizde hiç bu yoldan yürüyen yok m
– Olmaz olur mu, herkes yürüyor. Nesi var yolun? Diğerlerinden ne farkı var… Tabii ki şehir yolları gibi değildir, köy yoludur o. Kış daha yeni çıktı. Hele bir yaz gelsin, tozlar içinde güzel bir yol olur.
– ”Tabiiki yol pek iyi değil, brigadirin de halkın da vakti olmadı işte, ekim işleri daha yeni bitti. Yol da iş mi? Kötü rüzgar ekin bırakmamıştı. Son bahardaki kayıplarımızı ilkbaharda tamamlamaya çalıştık. Mısırı da her seneki kadar ektik. Şehirden gelenin de ilk göreceği yoldur. O makinesi sallantı yapmadan köyden gitmeyi düşünür. Hepsinden daha iyiydi dün akşam dilini tutabilseydi…”

İki erkek konuşarak geziniyorlardı yolda. Zehan pencereden bakıp el kol hareketleri yaparak samimi konuşmalarını görünce memnun oldu. Zehan’ın çok iyi bir damadı vardı, çok memnundu, aceleyle sabah kahvaltısını hazırlamaya koyuldu.

Beğothableliler verdikleri sözü daima tutarlar. Sabahleyin toplanacağız demişlerse, erkenden kalkıp en iyi elbiselerini de giyerek öksürüp aksırarak yola çıkmaya başlarlar. Dün akşamki durumu düşünerek bugün de ondan aşağı kalınmayacağını umarak dün akşam bulunmayan arkadaşlarını da yanlarına alıp Madin’in evine doğru gelmeye başladılar. Beçkhan birkaç kişiyle birlikte köşeyi dönüp ”Pşımaf’la Yishak hala uyumuyorlardır inşallah” derken onlar da ağızlıklarından tütünü savurarak evlerinden çıktılar.

Her iki taraftan gelen erkek kalabalığı Madin’in eve doğru gelmeye başladı. Güneş de doğmuştu, çiğ tanecikleri otların üzerinde parıldıyordu. Kalabalık Madin’in kapısının önündeki kazma-kürek yığınını görünce ne olduğunu bilmeden durakladı. Bu kadar kazma nereden geldi? Bunlar Madin’inse ne yapıyor bu kadarını? Madin’in değilse kim getirdi bunları? Kalabalıktan biri konuştu.

– Evimizde kazma yok, Madin’e söyleyeyim de bu kadar kazmadan birini versin. Vermez mi?
– Verir, niçin vermesin, dedi topluluk, yalnız oturacağımız kadar oturup misafirleri yolcu ettikten sonra söylersin, şimdi yakışık almaz… Madin ile damadı topluluğu karşıladılar.
– İyi sabahlar, buyurun, bakıyorum iyi toplanmışsınız, dedi Madin.
– Teşekkür ederiz Madin, biz de buyurmak için geldik, akşamki sözümüzü tutmazsak ayıp olur dedik. Hayrola, nedir bu kazmalar-kürekler?
– Onu damada sorun. Daha gün doğmadan peşime düştü, zorla buldurdu…
– Öyleyse Biybolet bize maksadını söylesin, dedi Beçkhan. Ben Biybolet’in yanlış bir şey düşüneceğini sanmıyorum.
– Doğru söyledin Beçhan, dedi Biybolet, hiç de yanlış bir şey düşünmedim. Bakın şu köyümüzün biricik yoluna. Ne görüyorsunuz? Kötü değil mi? Bugün de pazar. Bu kadar adam bir araya gelmişken bir başladık mı hemen düzeltiriz. Yoksa, Beğothable’nin yolu gibi yol yok memlekette, gerçekten de çok kötü. Biz çalışmaya başlarsak başkaları da bizi seyredip durmazlar herhalde…
– Vallahi doğrudur, dedi Beçkhan başını kaşıyarak, çoktandır söylüyordum ben ama kimselere dinletemiyordum.

”Vallahi böyle bir şey söylediğini duymadık”, dedi Madin, ”ama şimdi görürüz…”

Yishak uzanarak bir kazma aldı. Pşımaf da uzandı… Madin de…

Kazmaları paylaşıp Beğothable köyünün erkekleri köylerinin yolunu tamire başladılar. Biybolet en öndeydi. Brigadirleri oydu.

Madin damadının çalışmasına, insanlara söz dinletmesine bakarak sevindi. ”İyi bir işçi o,” dedi Madin. ”Ben de illa müdürdür diye tutturdum. Brigadir de olsa kendini ara­tacak bir kimse. Hoş bugün Brigadirse yarın müdür değil miydi… Zaten mühim olan mevki değil, insanlara söz dinletebilmek, kendini saydırabilmek, sevdirebilmek… Ben de neden müdürdür diye tutturdum ki…”

Topluluk gittikçe çoğalarak çalışıyordu. Madin’in evinden hoş kokular gelmeye başladı. Herhalde Zehan tatlı, lezzetli yemeklerle, mükellef bir kahvaltı hazırlıyordu.