EN İYİ HAPİSHANE OLMAYAN HAPİSHANEDİR

Aytekin Yılmaz

HAPİSHANENİN KAPSAMA ALANI

Bir ülkenin kapsam alanı en geniş mekânı hapishanelerdir. Bu mekânların arada bir dolup taşmasına bakmayın siz. Oraya atılmanıza karar verilmişse mutlaka kabul eder sizi. Dışardan içeriye giriş yapılan kapılar içinde en geniş ve kapsayıcı kapı hapishane kapısıdır. Fakat bu kapının iç tarafı bu genişlikte değildir. Dışardan içeriye açılan kapı ne kadar genişse, içeriden dışarıya açılan kapı tersi biçimde dardır. İşte hapishane kapısının böyle bir sihirli özelliği vardır. Beni ilk konuk ettiği zamanı hatırlıyorum dışardan içeriye girerken çok rahat ve geniş bir kapıdan girmiştik. Hiçbir zorluk çıkarılmamıştı. Beni içeri alan kapının büyüklüğü garaj kapısı büyüklüğündeydi. Sonra içerdeki kapılarda bir bir geçmeye başladığımda kapılar küçülmeye başladı. Öyle ki kapı kapı üzerine açılıp kapandı. En son koğuşa sekiz kapıyı geride bırakarak varabildim.

Bu kapıları anlatmamın nedeni hapishane sorununun bir kapatma ve bir kapı sorunu olduğunu vurgulamak. Çünkü ilk girerken garaj kapısı büyüklüğündeki kapı çıkmak isterken iğne deliği kadar küçüldü ve bir saatte girdiğim kapıdan 10 yılda çıkabildim ancak. Bu yüzden hapishanede kapı deyip geçmeyin iktidar için iyi bir hapishane, kapılarını iyi kapatmış hapishanedir. Bir mahpus için ise iyi bir hapishane kapıların gevşek olduğu bir hapishanedir. Biz yine de hapishanenin dışardan açılan kapısına dönelim. Eğer o dış kapıya çözüm bulunursa içerdeki kapılara gerek kalmaz. Peki bu dış kapının kapsam alanı bu kadar geniş mi? Evet bir ülkede hapishanenin kapsam alanı herkesi kapsar genişliktedir. Hele bu ülke Türkiye olunca Başbakanlarını bile kapsar. Kapsam alanı bu kadar geniş olan hapishane aradığı kişiye ulaşılamıyorsa bu durumdan hiç hoşlanmaz. Onun olduğu yerde herkes kapsam alanı içerisindedir. Zamanı ve sırası geleni çok iyi çeker. Bu kadar kapsam alanı geniş olan reel bir olguyu toplumun büyük bir bölümü duymak bile istemiyor. Bilmeyenler de sanır ki hapishane ve Türkiye’de toplum birbirine uzak ve bir o kadarda iki ayrı şeydir. Gerçekte ise hiç öyle değildir. Hapishane bu ülkede Cumhuriyet tarihi boyunca toplumun en uğrak yerlerinden biri olmuştur. Keşke bir istatistik yapılmış olsa da bu rakamları bir görebilsek. Bu ülkede ailesinden yolu hapishaneye düşmemiş kimse var mı? Yaşar Kemal bir röportajında “Anadolu da jandarma dipçiği vurulmamış kimseyi az bulursunuz” diyordu.

Türkiye toplumu hapishaneli bir toplumdur. Hapishane günlük yaşamın önemli bir parçası olmasına rağmen bu konuda insanı hayretlere düşürecek bir kayıtsızlık örneği yaşanıyor. İnsan bazen şöyle düşünmeden edemiyor. Türkiye’de sadece 12 Eylül’den sonra hapishanelere girip çıkanlar bu konuda duyarlı olsa bu konuda epey yol alınırdı. Ama olması gerekenin olmadığı bir ülkede yaşadığımız bu konuda da belgelenmiş oluyor.

İstedim ki bu yazıda bu konuları tartışalım. Birçok konuda olduğu gibi hapishane sorunu konusunda da ezberlerin bozulması gerekiyor. Solcusundan sağcısına, devletinden toplumuna ezberlerin gözden geçirilmesi gerekiyor. Bazen diyoruz ya bu işte bir iş var; bir yerlerde hata yapıldığı kesin. Hatanın olduğu yer önce algılarımızda, hapishane olgusuna yaklaşımlarımızda.

HAPİSHANE İÇERİĞİNİN DEĞİL DIŞARININ SORUNU OLMALIDIR

Türkiye’de hapishane olgusuna yakından bakılacak olunursa görülecektir ki hapishane kaynaklı gelişmeler içerden başlamıştır. İçeriden mahpusların başlattığı iyileştirme çabaları dönem dönem amacına ulaşmış gibi görünsede kalıcı olamamıştır. İçerdeki siyasi mahpusların mücadelesi oldukça abartılmıştır. Bu abartı hapishaneleri siyasi mücadelenin direniş alanı olarak algılamalarından kaynaklanmaktadır. En çok direnen örgüt en direnişçi örgüt anlayışından kaynaklı bir algılama biçimi de diyebiliriz.

Bu içeriden zorlayıcı eylemlerin sonucuna bakıldığında dışarıda bir karşılığının olmadığını anlıyoruz. Elbette ki içerde kötü koşulların iyileştirilmesi için her mahpus insan onuruna yakışır bir tavır içinde duruş koyabilmelidir. Bu duruşun ve eylem biçiminin ne olması gerektiğini kötü koşullara maruz kalanlar belirleyebilir ancak. Bu yapılırken eylem biçimlerinde aşırı zorlama yapılmıştır. Dışarıda geniş toplum kesimleri tarafından kabul görmeyen bir eylem biçiminin tercih edilmesinin tartışması bile yapılamamıştır. Şimdi tekrar başa dönersek hapishane olgusu Türkiye’de neden dışarının, yani geniş anlamda toplumun sorunu olamamıştır. Üstelik ülke nüfusunun önemli bir kısmının hapishanede kalmış olmasına rağmen. Hatta yeri gelmişken bir gözlemimi aktarmak istiyorum. 1990’larda hapishanede kalmış bir çok kişi ile dışarıda yeniden buluşma imkânım oldu. İnanılması biraz acı ama şu an hapishanelere en duyarsız olanlar bir dönem hapishanede bulunanlardır. Birçoğu hapishane adını anmak, duymak istemiyor. Muhtemelen 12 Eylülde böyle olmuştur. Bence sorun burada gizli. Kötü geçmişle yüzleşememek! Bu toplumun en büyük açmazı geçmişle yüzleşememektir.

Hapishanelerin kara kutusu hapisten çıkanlardır. Dikkatle izliyorum bu süreci. Bugünlerde hapishanelere ilişkin herkes bir şey söylüyor. Ama nedense on yıl yirmi yıl hapiste kalmışlara kimse bir şey sormuyor ya da soramıyor!

Sadece 1990 ‘la 2006 yılları arasında Türkiye hapishanelerinde 5 ile 10 yıl arası kalan siyasi mahpus sayısı 20-25 bin civarındadır. Bunlardan 4 bini halen içerde ama 20 bini dışarı çıkmıştır. Yine bu yıllarda içeri girip çıkan adli mahpus sayısı yüzbinlerle açıklanabilir ancak. Bu sayısal çokluk ve yaşanmışlığa rağmen bugün F tiplerinde yaşanan sorunlara olan duyarsızlığın nedenlerini iyi anlamamız lazım.

Hapishane dışarının yani geniş anlamda toplumun herkesin sorunu olmalıdır derken ne demek istediğimi biraz daha ayrıntılandırmak isterim. Bir ülkede hapishane dışarının sonucu olduğundan dolayı aynı zamanda sorunudur da. Her anlamıyla bunu böyle algılamakta yarar var. Çünkü içeri kapatılan mahpus dışardan alıkonulup kapatılmıştır. Bu süreç yani bir mahpusun kapatılması birkaç aşamalı sürecin sonucunda gerçekleştirilmiştir ve tüm bu kapatılma süreçlerini hayata geçiren şeyler iktidarın bürokratik yasal kurumlarını kapsamaktadır. Dışarının sonucu olan bu süreç sorun olarak da dışarının tam orta yerinde durmaktadır. Kaçışı olmayan bir de çözümü kolay olmayan bir sorundur hapishane sorunu. Her toplumun kiri hapishaneye doğru akar; bu kirin bireysel olmadığını toplumsal bir kir olduğunu belirtmem gerekir. Hapishanesi olan toplumlar temiz değildirler. Söz konusu ülke Türkiye olduğundan bu sorun daha da yakıcı olmaktadır. Bir ülkede hapishanelerin durumu o ülkenin uygarlık seviyesinin en önemli göstergesidir. Bu yönüyle bakıldığında hiç de temiz bir karneye sahip olunmadığı anlaşılır.

Hapishane olgusu her ne kadar bir iktidar sorunu ve sonucuysa da toplumu dıştalamaz. Eğer ortada geniş anlamda bir suç varsa bu suç toplumsal bir suçtur. Suçtan kastım hapishanedir. Hapishaneleri iktidarlar kurar ama işletmesi topluma aittir. Birincisi suçlu mahpus kitlesi mağdurları olarak ikincisi de hapishane sisteminin yürütücü özneleri olarak. Bu “suçlular” topluluğunu kişiselleştirmenin çok doğru olduğunu düşünmüyorum. Bir ülkede hapishane varsa ki var ve bu olacak gibi gözüküyor, oraya kimin gireceği önemli değildir. Sırası ve zamanı gelen girer oraya. Bu anlamıyla hapishane kuran bir sistem konuklarını da fazlasıyla yaratır. Bugün Türkiye’de en işlek yerler arasında süpermarketler, hastaneler ve hapishaneler ilk sırada yer alıyorlar. Yeter ki hapishane olsun geleni gideni çok olur bu memlekette. Bu yüzden bir gün herkesin yolu düşebilir hapishaneye. İçeri ile dışarı arasındaki duvar her geçen gün biraz daha inceliyor.

HERKESİN YOLU BİR GÜN HAPİSHANEYE DÜŞEBİLİR

Hapishane olgusu reel bir olgudur; iktidar olgusundan bağımsız düşünülmemeli. Öyle de görünüyor ki yeni kapatma ve dışlama modelleri bulunmadıkça hapishaneler günlük yaşamımızın bir parçası olmaya devam edecek. Birçoğumuza acı gelebilir ama gerçek bu. Çünkü zaman zaman gündelik hayat içinde hapishanenin kendisine karşı olmak gerektiğini söyleyenlere rastlıyorum. Hapishanelerde iyileştirme çabalarımızı eleştirenler çıkıyor. Niyet bazında söyleniyorsa teorik olarak bende hapishanelere karşıyım hatta karşı olmayan kim? Ama nedense gerçek yaşamda hapishane ve mahpus sayısı hiç azalmıyor hızla artıyor.

Sorun niyetlerden öte bir sorun. ‘Karşıyım’ demekle olmuyor. Buna benzer inkarcı tutumlar hapishanelerin çoğalmasına yarar. Bu yüzden gerçektende bu ülkede birçok konuda olduğu gibi hapishane konusunda da ezberlerin bozulması lazım. Bu yapılmadıkça kısır döngü içinde her dönem benzer sorunlarla uğraşır olacağız.

Hapishaneler üzerine düşünürken ham hayaller yerine daha gerçekçi düşünme biçimleri yaratılması gerekiyor. Bir gün hapishanede mahpus olan yarın dışarı çıktığında aramıza katılacak belki birimize komşu, bazılarımıza arkadaş olacak. İşte bu mahpus her kim olursa olsun içerden sağlıklı çıkmalı. Hiç küçümsenmeyecek bir insan kitlesi var hapishanelerde ve her gün yeni konuklarıyla dolup taşıyor. Eğer zihinsel ve bedensel sağlığını kaybetmemiş üretken bir toplum tasarlıyorsak bunu önce hapishanelerde yaratmamız gerekiyor. Hapishanelere mutlak surette duyarlı olunması gerekiyor.

Hapishane koşullarının iyileştirilmesi, insana yakışır bir ortam yaratılması içerdekilerin çabası ile gerçekleştirilemez. Yıllardır içerden yapılmaya çalışıldı. Ama sonuç hapishaneler bugün daha iyi bir noktada değildir.

Bir ülkede hapishaneler sorunu bir örgütün sorunu olmamalıdır. Eğer Türkiye’de STK’ lar bu alana ilişkin çaba içinde olurlarsa inanıyorum ki Türkiye’de hapishane gerçeği daha başka noktada olabilir. Her gün ölüm haberlerinin gelmediği bir yer olabilir.

Hapishaneleri ortadan kaldırmak hayal ama bu son söylediğim gerçekleşebilir. Bu tamamen konuya duyarlı STK’ların elinde. STK’lar isterlerse bu alanda iyileştirmeler yapılabilir. Bugüne kadar STK’ların hapishanelere duyarlı olmaması, ilgisiz kalmasını da eleştirmek lazım. STK’lar hapishane sorunlarına devletin bir sorunu gibi yaklaşmıştır. Bu konuda duyarlı olduğunu düşünen soldan dernek ve kurumlar ise hapishanelere bütünlüklü bakmamıştır. Sadece siyasi mahpusların sorunlarına kulak vermişlerdir. Oysa biliniyor ki tüm dünyada hapishanelerde büyük sayısal çoğunluğu oluşturan adli mahpuslar daha ağır koşullarda yaşamaktadır. Türkiye’de her ne kadar siyasi mahpusların sorunu öne çıksa da bu yaşanan trajik gerçeği görmemiz lazım. Bugün bile 4 bin siyasi mahpusa karşılık 65 bin adli mahpus bulunuyor Türkiye hapishanelerinde.

F tiplerinde yaşanan sıkıntılar ve ölüm orucu olayları geniş anlamda hapishane sorunlarını gölgede bıraktı. Fotoğrafın büyük karesini görmek durumundayız. Bu konuda STK’lar’a büyük sorumluluklar düşüyor. Buradan hareketle Türkiye de bir STK’lar sorunu olduğunu da vurgulamak istiyorum. Sayısal anlamda STK’ların artışı bir toplumu sivil toplum yapmaz. Eğer kafalarda sivilleşme ve sivil toplum zihniyeti oluşturulamamışsa – ki oluşturulamamıştır bu konuda çabalar amacına ulaşamaz. Türkiye’nin çok ağır ve güncel sorunlarına devlet gibi düşünerek, milliyetçilik ve muhafazakârlık yapılarak proje üretilemez. ‘ ölüm orucu’ yapana ‘solcu – yıkıcı’ diyenler, ‘Kürt sorunu vardır’ diyene bölücü diyenler bu konularda proje üretemez.

Önce kafalardaki devletçi ve milliyetçi zihniyetin yıkılması lazım. Unutmamalıyız herkesin yolu bir gün hapishaneye düşebilir. Bir toplumda hapishane varsa herkes kapsam alanı içine girmiş demektir. Zamanı ve sırası gelen mutlaka alınır oraya tabi kimi önce kimi sonra bunu ancak iktidar bilebilir…

HAPİSHANE SORUNU TİP SORUNU DEĞİLDİR, UYGULAMA SORUNUDUR

Hapishane sorunu tip sorunu olarak ele alınmamalıdır. A D E F K H M L gibi bol çeşitli, tipli hapishaneler mevcut Türkiye’de. Bu tipler içerisinde mimarisi hücre sistemine göre inşa edilmiş F tipi en sorunlu bir tip olarak öne çıktı. Daha önceleri koğuş sistemine göre düzenlenmiş hapishaneler 19 Aralık 2000 tarihinde F tipi sistemine operasyonel bir geçiş yaptı. Bunun kolay olmadığını birçok mahpusun yaşamına mal olduğunu gördük. Öteden beri sorun olan hapishaneler F tipleri ile birlikte daha da sorun olmaya başladı. Bu alanda yaşanan sıkıntılar herkesin malumu.

Burada unutulmaması gereken bir şeyin altını çizmek istiyorum. Koğuş sisteminden hücre sistemine geçiş operasyonel bir geçiştir. Buna karar verenler bu geçişin zorlu ve sonuçlarının ağır olacağını bilmeliydiler. Hem devlet açısından hem de F tipine direnen örgütler bunun kolay olmayacağını tahmin etmeliydiler. Sonuçta zor olan tercih edildi. Buradan gelmek istediğim şeyi henüz söylemedim. O da şu; hapishane sorunu gibi bir konuda tipler üzerinden konuşmanın çok doğru olmadığını düşünüyorum. Hapishane sorunu tip sorunu olarak ele alınmamalıdır. Bu bizi yanıltabilir. Bu konudaki ezberlerimizin bozulmasında fayda var. Bir hapishanenin mimari tipi ile değil içerisinde bulunan mahpuslara yapılan uygulama biçimleriyle ele alınması gerekir. Hapishane dünyasında bu uygulama biçimlerine ceza infaz sistemi deniliyor. Bir hapishanede koşulların ne durumda olduğunu o hapishanenin hangi tipte olduğuyla değil ceza infaz sisteminin uygulama biçimiyle tanıyabiliriz ancak. Bunları söylerken bir hapishanenin mimari yapısının önemsiz olduğunu ileri sürmek gibi bir düşüncede değilim. Ama şunu biliyoruz ki duvarların eli yoktur işkence yapamaz, kapıların dili yoktur insanı aşağılayamaz. Her ikisini de insan insana yapar. Şöyle bir hapishane geçmişimize dönüp bir baktığımızda 12 Eylül döneminde Diyarbakır ve Mamak hapishanelerinde yapılan işkenceler hâlâ belleklerdeki yerini koruyor. Adı geçen bu iki hapishane de koğuş tipinde hapishanelerdir. Hapishane sorunu tip sorunu olarak ele alınmamalı derken tüm bunları bilerek söylüyorum.

Elbette bugün F tipleri bir sorun. Fakat bu sorun daha çok ceza infaz sisteminin uygulama biçiminden kaynaklanıyor. F Tipinde Tecrit söz konusudur. Tecrit F tiplerinde ortak kullanım alanlarının kullandırılmamasından kaynaklanıyor. Her mahpus günün belli bölümlerinde ortak kullanım alanlarından yararlanabilmeli. Her hapishane bu ortamı sağlamak zorundadır. Tecrit bunun yapılmadığı yerlerde vardır. Hapishanenin kendisi başlı başına tecrittir zaten. Ortak kullanım alanının işletilmesi mahpuslara açılmasını çok önemsemek gerekir. Hapishane koşullarında bir mahpus bireysel yeteneklerini ancak bu ortak kullanım alanı dediğimiz mekânlarda geliştirebilir.

Türkiye’de F tipinde yapılamayan şey bu ortak kullanım alanlarının kullandırılmaması ya da yetersiz kullandırılmasıdır. Bu yapılamadığı müddetçe F tiplerinde çok daha ağır sorunlarla karşılaşabiliriz. Uzun süre yalnızlaştırma insanı çıldırtır. Uluslararası ceza infaz standardı derki: “ kapatmanın kendisi en büyük cezadır. Mahpus yeni cezalara maruz bırakılamaz” Türkiye’de mevcut F tipinde günlük yaşamın her anında yeni cezalar mevcut çünkü ortak kullanım alanlarından yararlandırılmayan her mahpus yeniden cezalandırılıyor demektir. Bu durum sadece F tipi için değil diğer tipler içinde geçerlidir. Belki F tiplerinde daha yoğun yaşanıyor ama E M H. tiplerinde sorunlar yok anlamına gelmemeli. Hapishanelerin ortaya çıkması sorundan olmuş ama hapishaneler sorun üreten mekânlara dönüşmüş. Dünyanın hiçbir ülkesinde iyi hapishane yoktur. Tüm hapishaneler kötüdür ama daha az kötü olanlar vardır. Hapishanelere dair yapmak istediğimiz şeylerde daha az kötü hapishaneye ulaşmak içindir. Ama bu ‘daha az kötü’ olanı kesinlikle küçümsemeyelim. Çünkü en iyi hapishane olmayan hapishanedir.