GENEL BİR TOPARLAMA

BABUG Ergun Yıldız
16. 01. 2010

Bilirsiniz çok güzel sözler vardır,  sayfalar dolusu yazsanız anlatamayacağınız şeyleri ifade eden.

İşte size iki örnek:

“Kovayı denize de daldırsanız,  dereye de daldırsanız alacağınız bir kova sudur.”

“Ne kadar bilirseniz bilin,  anlatabileceğiniz karşıdakinin anlayabileceği kadardır. ”

Tam da bize uygun sözler.

İstediğin kadar anlat, istediğin kadar yaz çiz, eğer karşındaki anlamak istemiyorsa hiçbir şey anlatamazsın.

Bunca işimizin arasında, bunca sıkıntımızın arasında her şeyi bir kenara bıraktık, anavatanımızı; anamızın evlatlarına karşı korumaya çalışıyoruz.

– O anlattığın öyle değil…

– Bak şunu söyle yazmışsın ama gerçekte sana anlatılan gibi değil…

– Falan konuda şöyle demişsin ama işin aslı bildiğin gibi değil…

Fakat karşındakinin amacı belli.

O bağcıyı dövecek kafasına koymuş bir kere.

O nedenle ne söylesen ne anlatsan bir kulağından girip diğerinden çıkıyor.

Keneyi bilirsiniz, yapıştığı eti kolay kolay bırakmaz, ta ki o bünyedeki kanı eminceye kadar, o bünyede hal mecal kalmayıncaya kadar terk etmez, siz söküp atmazsanız.

Bizim uğraştığımız iş tıpkı kene temizlemek gibi sıkıcı, tiksindirici,  bir o kadar da yorucu ve yıpratıcı bir iş ne yazık ki.

Biraz mizah katarak yumuşatmaya çalışırsam: Keneyi karşımıza almışız, “yapma etme sen bu kanı emerek bünyeye zarar veriyorsun, zayıf düşürüyorsun bu yaptığın hepimize zarar veriyor, üstelik uzun vadede kendi sonunu da getiriyorsun” falan diyoruz.

Tam olarak buna benziyor bizim şu an uğraştığımız mesele.

Sonuçsuz, anlamsız, istismara açık ve sinir bozucu.

Çünkü bu mahlukat o etten ve kandan besleniyor, başka bir ortama taşıdığınızda yaşayamaz.

O nedenle siz ne söylerseniz söyleyin, eğer kararlılıkla müdahale etmezseniz, kene kendi varlığının devamı için sürekli ihtiyacı olan kanı emecek, bünye hiçbir zaman toparlanamadan yaşamaya devam edecek, hayat da işte böyle mutlu mesut! sürüp gidecektir.

Yorulduk mu?

Hayır. Asla yorulmadık, yorulmayacağız, yorulmaya usanmaya tiksinmeye ve bana ne demeye hakkımız yok çünkü.

Kene görevini yapacak, biz görevimizi yapacağız.

Tabii bütün bunları ben kendi penceremden yazıyorum ama dışarıdan olaya bakınca bizim yaptığımızın da işgüzarlıktan öte bir şey olmadığını düşünenler olduğunu bilmiyor değilim.

Fakat mevcut dengeler ve yaşadığımız sürecin hassasiyeti buna mecbur bırakıyor bizleri.

Şöyle düşünebiliriz aslında…

Adamın biri veya adamların birileri, ellerine kazma kürek balyoz almış oturduğunuz binanın ana kolonlarından birisini yıkmaya çalışıyor.

Bu kolon bu binayı çirkin gösteriyor, girişi kapatıyor, baksana şuna tam orta yere denk düşüyor ve tüm manzarayı bozuyor vs. vs.

Güzel şeyler isteyerek kötülüğü başınıza tebelleş etmeye çalışan, felaketi kendi elleri ile getiren bu adamlara birilerinin ne yaptıklarını anlatması gerekiyor.

Susar, oturursunuz ve o bina tepenize çöker.

Veya karşılarına dikilir yaptıklarının doğru olmadığını söylersiniz ve o balyoz kafanıza iner. Önünüzde bu iki seçenekten başka yol yoktur o an için.

Yırtıyoruz kendimizi günlerdir, bakın bu anlattıklarınızın bizzat içerisinde bulunan yaşayan insanlarız biz, her şey o size anlatılan gibi değil diye.

Ne diyor karşıdaki; siz Rus hizmetkarısınız, siz sisteme adapte olmuşsunuz, siz gerçeği halının altına süpürüyorsunuz vs. vs.

Onlara şu kadarını söylemek istiyorum.

Biz her şeye ve size rağmen çıplak gerçeği alıp sizin suratınıza çarpmıyorsak bu sizi düşündüğümüz için değil.

Bu halkımızın genel menfaatine uygun düşmediği içindir.

Halkımızın direncini kıracağı, bilincini bulandıracağı, kurulmaya ve muhafaza edilmeye çalışılan gelecek umudunu yaralayacağı içindir.

Bunu anlamak çok mu zor ?

70 bin Adige ile Adigey’de İsveç usulü demokrasi isteyenlerin, göbekten merkeze bağlı bir siyasi sistem içerisinde Kabardey’in federal yapıdan bağımsız hareket etmesini isteyenlerin, yaşadıkları yerlerde kendileri için hiçbir şey isteyememeleri ilginç değil mi?

Hadi bunu da anlamaya çalışalım, biz diasporada misafiriz o nedenle böyle oluyor ama Kafkasya bizim anayurdumuz, bu arkadaşların da bu toprakların ve bu halkın evladı olmak hasebi ile söz hakları var.

Peki böyle olduğunu farz edersek bile, söz hakkınız olan bir yer için vazife ve sorumluluk hakkınız da doğmuyor mu?

Yani o beğenmediğiniz ve düzeltmeyi “hayatınızın davası” kıldığınız yerler için “gidip yerinde mücadele etmek” sizin üstünüze vazife değil mi?

Söylediğiniz yaptığınız yazdığınız her konuda, genel manada halkınızın yararı ve zararını gözetmek sorumluluğunuz yok mu?

Tabii ki yok değerli okuyucu.

Eğer zerre kadar bir sorumluluk duygusu zerre kadar bir vicdan, zerre kadar bir değerlendirme yetisi olsa, insan böyle davranmaz.

Eğer bunların olduğunu söylüyorsanız, o halde bunun adı Çerkes halkının vatanına ve geleceğine kasıtlı saldırıdır.

Kim size buraları Cennet diye anlattı?

Kim size buraları hürriyetin beşiğidir diye anlattı?

Kim size buraları refahın zirvesindedir, bir elimiz yağda bir elimiz balda diyerek anlattı?

Türkiye, halkımızın büyük bir çoğunluğunun yaşadığı ve pek çoğumuzun da yaşamının önemli bir bölümünü sürdürerek geldiği ikinci bir vatandır bizim için.

Sistem bizi istemese de halk bizi bağrına bastı, bir kötülüklerini de görmedik bu güne kadar.

O nedenle söylenenlere yazılanlara Türkiye’de şöyle, Türkiye’de böyle diyerek cevap vermeyi pek yakışır bulmuyorum. Yoksa çok şey var söylenebilecek.

Yaşadığımız süreç, her ne kadar birileri bunu baltalamaya çalışıyor olsa da Çerkes halkının dağılmış parçalarının birbirini keşfetmesi sürecidir.

Zaman henüz birbirinin farkına varma, birbirinin elinden tutma, birbirinin omzuna yaslanarak güç kazanma sürecidir.

Bu daha yolun başıdır.

Bir olma, bir düşünme, bir hissetme aşamalarına henüz gelebilmiş değiliz.

Ancak bunları geçtikten sonra ulus olmaktan bahsedebiliriz.

Elli defa söyledik yine söyleyelim.  Rusya hızla üniterleşme sürecinde.

Bizler de hızla yukarıda söylediğimiz aşamaları geçip uluslaşma sürecine giremezsek yok oluş kaçınılmazdır. 

“Üzerinde Adigece ana dil değil” diye ahkam kestiğiniz toprakların tümüyle elden gitmesi kaçınılmazdır. Hem diasporada hem anayurtta tarihin karanlığına gömülüp gitmek kaçınılmazdır.

Bu kadar hassas bir aşamayı yürürken, bu kadar hassas bir dengeyi muhafaza ederek yara almadan sıyrılmaya çalışırken,  daha dikkatli ve daha aklıselim davranmak gerekmez mi?

Siz “en demokrat” sıfatını alasınız diye, siz “en bilge” sıfatını alasınız diye, ağzınıza gelen beyninize uğramadan geçip giderse birileri size dur der!

Bunda şaşılacak bir şey yok.

Bütün bu konuştuklarımız işin detayıdır aslında.

İşin özü; bu halkın bireylerinin ulus olma ihtiyacı hissetmesi, ulusa ait olma bilincini kazanması, vatanın ve ulusun birbirini ayakta tutan iki önemli temel olduğunu kavramasıdır.

Bu kavrandığında, bunun için mücadele göze alınabildiğinde diğer söyledikleriniz bir anlam kazanır.

Bunu kavrayacak anlayacak, anlatacak, sindirecek insanların bir kısmı ile diyalogumuz aynen şöyle gelişiyor ne yazık ki:

Ben cennet vatan istiyorum, millet olmak istiyorum, o güzel kültürümüz yaşasın istiyorum.

Eeee gel o zaman mücadele et.

– Yok, orada demokrasi yok, baskı almış başını gitmiş, ekonomik refah yok, bunlar olduğunda belki gelirim.

– E madem bunları göze alamıyorsun, bari gereksiz müdahalelerde bulunma, bulunsan bile işin gerçeğini anla ve öyle fikir yürüt olur mu?

– Yok ya! Orası benim vatanım, ne demek karışma, konuşma fikir yürütme.

– Git başımızdan be kardeşim. Git Allah’ından bul. Bizim yakamızdan da düş madem öyle.

Bir tiyatro sahnesine taşısak, bizim diyalogumuz aynen bu mealde işte.

Değerli okur,

Hiçbir zaman hiçbir yerde hiçbir şekilde diaspora anayurda müdahil olmasın demedik bu güne kadar.

O demokrasi havarileri sessiz sedasız köşelerinde otururken, biz buradan size seslendik, federasyona seslendik, “450. yıl diasporanın üzerinde durduğu meşru zeminin yok edilmesidir buna seyirci kalmayalım” diye.

Her küçük meseleyi istismar etmek için tetikte bekleyen bu zevat,  tatlı uykularını uyurken biz yine seslendik size; “topraklarımızı alıyorlar, geleceğimizi çalıyorlar buna sessiz kalmayalım” diye. Bunu da hem orada hem burada yaptık.

Yerinde gören yaşayan etkilenen insanlar olarak “DÇB daha verimli ve halkımızı kapsayıcı olmalıdır. Ona üye diaspora kurumları bunu sağlamak için gerekeni yapmalıdır” diyoruz.

Demekle kalmıyor, hiç olmazsa işin ucundan tutacak bir kurumlaşmaya gidiyoruz.

Bizim müdahil olmamızı gerektirecek her olayın içerisinde fiilen yer alıyor gereken zeminlerde mücadele edilecekse ediyor, sorunları sesli dile getiriyor, yerinde ilgilisine ifade ediyoruz.

Bunları söylememin nedeni “aferin yahu ne yaman adamlarmış” dedirtmek değil.

Bunları söylememin nedeni; Türkiye’de oturup anayurt düşmanlığı yapanların ve onların buradaki işbirlikçilerinin söyledikleri gibi,  sisteme boyun eğmiş, tartışmasız teslimiyetçi, bir yerlere bir şeylere biat eden kişiler olmadığımızın fark edilmesi içindir.

Başımızın sadece ulusumuz önünde eğileceğini belirtmek içindir.

Fakaaaat!

Diaspora, olur olmaz her şeyi eleştiren, en basit meseleyi bile anayurdu kötülemek karalamak için gözünü kırpmadan kullanan bir  konumda olmamalıdır.

Bu doğru ve ahlaki değildir en azından.

Diasporanın müdahil olacağı meseleler topyekün meselelerdir.

Buradaki seçim çekişmelerine, buradaki bürokratik mekanizmaya, buradaki sistemin işleyişindeki aksaklıklara olur olmaz müdahale edip ahkam kesmek, yakışık almadığı gibi ciddiye de alınmıyor ve pratikte hiçbir şeyi de değiştirmiyor.

Diaspora anayurdun terbiyecisi konumuna getirilmek isteniyor.

Bunun ardındaki sinsi amaç ise, ilişkileri baltalamak diasporadaki insanlarımızın anayurduna bakışını bulandırmak, umutlarını aidiyetlerini geleceğe dair inançlarını yok etmektir.

İşte bu nedenle zaman zaman yapılanın yanlış olduğunu anlatmak için yazıyor söylüyor, uyarıyoruz.

Yoksa Rusçu, teslimiyetçi işbirlikçi olduğumuz için değil.

Şaşırtıcı değil mi, dünkü eski komünistlerin, Rusçuların hepsi bu gün “en demokrat” olmuş vatanlarına reçete yazıyorlar.

Üstelik bunu da gerçek yurtseverleri suçlayarak, sözüm ona alaya alarak yapıyorlar.

Şu aşamada önemli olan, bizim uluslaşma sürecimizin Rusya’nın üniterleşme sürecinden daha hızlı, en azından ona paralel devam edebilmesidir.

Şu aşamada önemli olan, diasporanın anayurdunu bulması, ondan beslenip güç alarak yine ona güç katmasıdır, aradaki bağın ulusal temeli olan bilinçli birikimli organize bir harekete dönüşebilmesidir.

Şu aşamada önemli olan, bölgede darmadağın yaşayan halkımızın tek ses tek yürek tek yumruk olabilmesi için gereken bilincin ve kararlılığın oluşturularak, ne istediğini bilen organize bir harekete dönüşebilmesidir.

Bunları, iki koca devlet seyrederken yaptırmazlar adama.

Müdahale olacaktır, süreci etkileme girişimleri olacaktır, olaylara yön verme çabaları olacaktır ve oluyor da zaten.

İşte bu yüzden yaptıklarımız yazdıklarımız, yaklaşımlarımız önem kazanıyor, sorumlu bilinçli akıllı davranmak önem kazanıyor, provoke etmemek, provoke olmamak önem kazanıyor.

Şundan kesinlikle eminim:

Eğer bu son süreci de kendi lehimize değerlendiremezsek tarih bir gün birilerinin suratına tükürecektir ve o birileri biz olmayacağız.