HAKLI ÇIKMANIN MUTSUZLUĞU -1

Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam

Yıl 2015, yaş 68…  1965-66 yılarından beri ulusal sorunumuzla ilgilendim. Bulunduğum her yerleşkede dernek çalışmalarına aktif olarak katıldım. Ankara derneğimizin gençlik kolu ve Bandırma derneğimizin kurucularından biriyim. Elbette Çerkeslerin 68 kuşağı…

Ulusal sorunumuzla bilinçli olarak ilgilenmeye başladığım ilk günlerden beri hep dönüşü savundum. Dönüş dışındaki önerilerin, öneriymiş gibi olduğunu tüm benliğimle duyumsadım. Dönüşü doğru bulmayanlarla dönüşün sorunlarını tartışmadım.

“Tek yol devrim” sloganlarının atıldığı yıllarda biz dönüşçüler de “Tek yol dönüş” diye karşılık verdik hep. Bu, bugün de böyle ve yarın da böyle kalacak.  Bunun böyle olduğu da daha bir anlaşılacak.

Benim kuşak dönüşçülerin hiçbirimiz yasak olan komünist partisi dahil partilerin hiçbirine üye değildik. Ama kapısının önünden kimselerin geçmediği Sovyetler Birliği Elçiliği’ne gidiyor, kitaplar alıyor elçilik görevlilerini derneklerimize, düğünlerimize çağırıyor, elçiliğin önemli günlerinde kokteyllere davetler alıyorduk. Türkiye’nin o günkü ortamında doğal olan karşılığı alıyor, komünist olmakla suçlanıyorduk.

Elçiliğe gidişlerimizde sıkı sıkıya kapalı çok sık açılmadığı belli, avluya açılan demir bir kapı karşılardı bizi ve bir sessizlik. Sinek vızıltısının bile duyulabileceği kadar derin bir sessizlik. Zili çalar beklerdik. Hoparlörden ses gelirdi kim olduğumuzu kiminle görüşmek istediğimizi soran. Karşı binadan gözetlendiğimizi, fotoğraflarımızın çekildiğini de biliyor ama yanlış yapmadığımızdan emin olduğumuz için de korkmuyorduk. Çünkü Türkiye aleyhine yorumlanabilecek tek bir şey söylemiyor, yapmıyorduk. Çok açık kalplilikle söyleyeyim böyle bir teklif de almadık.

Halkımızın geleceğini düşünüyorduk. Her düşünen biraz da düşünür olduğuna göre bizler de halkımızın düşünürleri sayılırdık. Yıllarca sonra karşıma çıkacak Yalçın Küçük tespitini daha o günlerde, bilincinde olmasak da içselleştirebilmiştik:

“Her araştırıcı, bilim adamı, yazar veya düşünür konusunu ciddiye alır. Almak durumundadır. Sever mi? Çok zaman sevmek zorundadır. Başlangıçta olmasa bile sonunda konusuna, konusundan çok süje olmuş objelerine aşık olmuştur.” Ve dikkat:

“Sevgi sezmeye yardım eder. Her düşünüre gereklidir. Çünkü düşünür, bir anlamda düşündüğüne aşık olmuş kimsedir.”

Halkımıza olan sevgimiz bizlerin de sezmesini sağladı. Bilgi birikimimiz, donanımımız, olayları ve dünyayı kavrama yetimizle değil işte bu sevgi temelli sezgi ile görebildik, zifiri karanlık dönemlerde bile dünya gerçeklerini, anavatan gerçeklerini, halkımız gerçeklerini, halkımızın yararını, aydınlığı…

Sevgi temelli sezginin hiç yanılmadığını defalarca yaşadık… Yanılgıların da halkımızı değil gerçekte kendi benlerini daha çok sevenlerden, dolayısı ile sezemeyenlerden kaynaklandığını da hep yaşadık, yaşıyoruz.

Evet, ‘’Tek yol dönüş!’’ dedik ve dönüşün de Sovyetler Birliği (şimdi RF) ve diaspora ülkelerine rağmen değil, ancak bu ülkelerin destekleri katkıları ile gerçekleşebileceğini bunun da ancak sevgi temelli, barış temelli gerçekleşebileceğini savunduk.

Dönem geldi düşünsel planda Dünya Çerkes Politikası’nı etkiledik. DÇB’nin kuruluşuna, ilkelerinin belirlenmesi ve benimsenmesinde büyük katkılar sağladık. DÇB’nin Avrupa merkezli olmasını engelledik, merkezin hep anavatanda olması ve anavatanda kalmasını sağlayabildik.

DÇB çalışmalarını RF ve diaspora ülkeleri yasaları ile sınırladık. Dönüşü çok önemsememize karşın STK’ların bunu gerçekleştirebileceği gibi boş bir ümide hiç bağlanmadık. Örneğin DÇB ilkeleri arasına, anavatana ῝dönüşü sağlayacak῎ diye değil, dönüş yapmak isteyenlere yardımcı olunacağını yazmakla yetindik. 1993’te Adığey’de kurduğumuz derneğe dönüşü gerçekleştirecek bir örgüt olarak bakmadık hiç. Adaptasyon evi adını verdik. Amacını dönüş yapan insanların uyumunu sağlamak, hayatlarını kolaylaştırmak olarak belirledik. Dönüş yapacakların sayısının anavatanda huzur bulan, mutlu olabilenlerin sayısınca artacağını hep göz önünde bulundurduk. Anavatanda yayımlanan bir yazımızda da dönüşü önceleyen anavatan bekçilerine  ῝Нахьыбэм къагъэзэжьынэу шъуфаемэ хьакIэу къакIохэрэми нахьэу къэкIожьыгъапэхэр ары нэхь жъугъэшIон фаер. Türkçesi; Daha çok kişi dönüş yapsın istiyorsanız eğer, konuk olarak gelenleri değil dönüş yapmış olanları daha çok önemsemelisiniz.” dedik.

῝Yaşanan ülkeler devlet politikaları ile ilişkileri belirleme hakkı, anılan ülkede yaşayan kardeşlerimizindir.῝ ilkesinden hiç taviz vermedik.

Biz anavatan kesimi olarak bir başka ülkede yaşayan kardeşlerimize ülke politikası bağlamında ne yapmaları konusunda hiç talimat vermedik. Anavatandakilere yol yöntem çizmeye kalkanları da en hafif deyimle ῝hariçten gazel okuyanlar῎ diye adlandırdık.

Kendisini anavatan insanından daha Çerkes, daha yiğit sanan ve bunu dile getirenlere Türkiyeli Çerkes Çemberini kıramayanlar dedik.

Anavatanı çok ama çok, dahası, anavatan bekçilerinden daha çok sevip diasporada mutlu olanları sergiledik.

Böylelerinin anavatan aşkının,  “Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli” şarkısı ile tanımlanan aşk olduğunun altını çizdik. Yine böylelerinin anavatan sevgilerini, “ana” sözcüğünü duyduğunda gözleri yaşarıp bayramlarda analarına değil dinlenceye gidenlerin sevgisine benzettik.

Dokuz yıl yürürlükte kalan vatandaşlık yasasını “duymadık” diyenlere “Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmaz’’ Türk atasözünü anımsattık.

Düzenledikleri “Arama Toplantıları”nın bize göre “akıl arama toplantıları” olduğunu vurguladık.

RF karşıtı söylem ve eylemlerin genelde dönüşe, özelde anavatana dönüş yapmış olanlara zarar verdiği uyarısını her yeri geldiğinde yaptık…

21 Mayıs etkinliklerini son hali ile “sürgünümsülerin yasımsı toplantıları” diye adlandırdık.

Kayıklara doluşup Soçi’ye çıkartma yapmayı düşünebilenlere sadece güldük.

Bağımsızlıktan söz edenlere bağımsızlığın mahalle bakkalında ucuza alınan çikolata olmadığı uyarısını yaptık…

Ve daha bir çok uyarı tanım kılavuzluk….

Ama….

(Sürecek)