Metni Gönderen: Esra Demiröz
Bu bilgilerin derlenmesinde “Egede Kurtuluş Savaşı Başlarken HASAN TAHSİN” isimli kitapdan yararlanılmıştır. Aksoy yayıncılık,1998
15 Mayıs 1919 Perşembe günü, Yunanlılara ilk kurşunu atan Hasan Tahsin, o tarihten 31 yıl önce 1304’de (1888) Selanik’te doğdu. Ona Osman Nevres adını verdiler. Hasan Tahsin takma adını 1914’de Buxton kardeşleri vurmak için Romanya’ya gittiği sırada almış ve bir daha bırakmamacasına benimsemiştir. Babasının adı Recep, annesinin adı Rabia’dır. Rabia, Recep ağanın ikinci karısıdır. Osman Nevres’in bu evlilikten Binnaz ve Melek adlı iki kız kardeşi olmuştur. Babasının ilk evliliğinden de Mehmet Recep adında bir ağabeyi vardır.
Öğrenim çağına gelince, Mustafa Kemal’in de okuduğu Şemsi Efendi okuluna gönderildi. Daha sonra, yine Selanik’deki Feyziye Mektebi’ne gitti. Mektebin müdürü daha sonraları İttihat Terakki’nin Maliye Nazırlığını yapacak olan Cavit Bey’di. Osman Nevres, zeka ve çalışkanlığı ile Cavit Bey’in dikkatini çekmiştir. Daha sonraları ailesi ticaret yapmak için İstanbul’a yerleşmesine rağmen Osman Nevres gitmeyerek, Cavit Bey’in gözetimi altında kaldı. Okulu tamamlayınca, ülke sorunlarıyla ilgilenmek, siyasetiyle uğraşmak hevesiyle İstanbul’a gelir (1907). 1909 ve 1914 yılları arasında Fransa’ya gider. Paris’de Sorbonne’a kaydolan Osman Nevres, “siyaset bilimleri” eğitimi görmeye başladı. Burada Belçikalı sosyalist Emile Vandervelde’nin konferanslarını izlemiştir. 1914’ün ilk aylarında İstanbul’a dönmüş olduğu yönünde bulgular vardır. Sorbonne’un siyasal bilimler bölümünü bitirdiğine ilişkin hiçbir bilgi elde edilememiştir.
İstanbul yıllarında İttihat ve Terakki hükümeti ile çalıştı. Daha sonraları kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’ya İttihat ve Terakki tarafından verilen ve Balkan ülkelerini, ülke aleyhine kışkırttığı öne sürülen Buxton kardeşler suikastında görev aldı. Ancak bu görevlendirme Teşkilat-ı Mahsusa tarafından mı yoksa Osman Nevres (Hasan Tahsin) ‘in kendisi tarafından mı üstlenildiğine dair bir bilgiye ulaşılamamıştır. Hasan Tahsin adını ilk kez bu görevlendirmede kullanmış daha sonraları İzmir’de yaptığı çalışmalarda da tamamen bu ismi benimsemiş ve kartvizitlerini de bu şekilde bastırmıştır.Gerçek Hasan Tahsin İttihat ve Terakkinin illegal çalıştığı yıllarda vurucu güç olarak çalışan kadroda bulunmuş daha sonraları legalleşen örgütle beraber, örgüte verdiği zararlardan dolayı öldürülmüş bir başka şahıstır. Osman Nevres Romanya’da yapacağı çalışmalarda gizlilikten ve deşifre olmamaktan dolayı bildiği bu ismi kullanmış ve Romanya’da bu isimle bulunmuştur. 2 Ekim 1914’de ki suikast girişiminde başarılı olamamış, Buxton kardeşlerin biri yara almadan, diğeri hafif yaralarla kurtulmuştur. Yakalanan Osman Nevres (Hasan Tahsin) Bükreş’de bir hapishaneye konulmuştur. Uzun süren sorgulama ve duruşmalardan sonra, Hasan Tahsin (Osman Nevres), 5 yıl kalebentliğe mahkum oldu. Hasan Tahsin’in bir mektubunda da belirttiği gibi bu gibi suçlara Romanya mahkemeleri 20 yıl kürek cezası vermektedir. Bu cezadan suikastın fazla önemsenmediğini söyleyebiliriz.
Hasan Tahsin ittifak kuvvetlerinin Romanya’ya saldırması ve Bükreş’i ele geçirmesi ile 8 Aralık 1916 da hapisten kurtulmuştur. İstanbul’a geri döndükten sonra İttihat ve Terakki tarafından 1917 yılının ilk baharında İsviçre’ye gönderilmiştir. Burada sürgündeki aydınlarla çeşitli bağlantılar gerçekleştirdikten sonra 1917’nin sonlarında İstanbul’a dönmüştür. Daha sonra 1918’in ortalarında, gazete çıkarmak ve İsviçre’de kafasında oluşan barışı oluşturmak için İzmir’e gelmiştir. Buraya gelişi ile birlikte Hasan
Tahsin adını tamamı ile kullanmaya başlamıştır.
İzmir’de bulunduğu yıllarda daima koyu renk elbiseler giyiyordu. Tek bir kez olsun, onu başında fesle İzmir sokaklarında dolaşırken gören olmamıştır. Frenk mahallesinde iki katlı tipik bir Rum evini kiralamıştı. Bu ev Birinci Kordon’daki Sporting Kulüp’ün birkaç sokak arkasına düşüyordu.
İzmir’de Mondros Mütarekesini izleyen günlerde Hukuk-u Başer (İnsan Hakları, 11 Kasım 1918) adında bir gazete çıkararak mücadelesini bu yönde sürdürmeye başlamıştır. Hasan Tahsin iki üç ay boyunca bu gazetede sanıldığı gibi ateşli ve yurtsever yazılar yayınlamış değildir.İlk başlarda direnmeden değil, büyük devletleri kızdırmadan ve onların gözüne hoş görünmekle ülkeyi esenliğe çıkarabilmenin yolundadır. Daha sonra bu düşüncesinden vazgeçmiş ve çok ateşli yazılar yayınlamıştır.
Ülkedeki durum, özellikle bu yıllarda, Türk halkı ve köylüsü için daha da zorlaşmıştır. Hükümetin Milli iktisat politikası, Türk burjuvazisi ve tüccarı yerine, ortaya çıkara çıkara vurgunculardan, karaborsacılardan kurulu bir savaş zengini sınıf çıkarmıştı. Türk halkı ve köylüsü için ortada gene değişen bir durum yoktu. I. Dünya Savaşı’ndan önce azınlıklar ve yabancılar tarafından sömürülen Türk halkı, bu kez Türk tüccarı tarafından daha da acımasız bir şekilde sömürülmeye başlanmıştı.
Bu şartlarda gazetesini çıkarıp yaşatma çalışmaları yapan Hasan Tahsin bunda fazla başarılı olamaz ve gazetesi kapatılır. Daha sonra bir süre için Sulh ve Selamet gazetesini çıkaran Hasan Tahsin burada mütarekeden sonra savaşla birlikte türeyen bu sınıfı eleştiren seri yazılar yayınlıyordu. Bu gazete aynı zamanda, daha sonra parti haline gelen Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti’nin İzmir’deki organı durumundaydı.
Hasan Tahsin’in emperyalizme karşı olan bu mücadelesiyle beraber, 2 Mayıs 1919’da İngiltere Başbakanı Lloyd George, Fransa Başbakanı Clemenceau ve ABD Başkanı Wilson İzmir’in işgali sorununu görüşmeye başladılar. Görüşmeler, İtalyanların dışında olarak 11 Mayısa kadar sürdü.
7 Mayıs günü yapılan toplantıya Yunan Venizelos’da katılmıştır.12 Mayıs’ta İtalyanlar tekrar katıldılar. Bu tarihte İzmir’in işgali kararı, oluşan bu konsey tarafından alındı. Karar 13 Mayıs’ta Yunanlılar tarafından uygulamaya geçirildi. 14 Mayıs çarşamba günü, İzmir valisi İzzet ile 17. Kolordu kumandanı Ali Nadir Paşa’ya işgal notası verildi. Bu notadan sonra İzmir’de çeşitli cemiyetler ilhak hakkında halkı bilgilendirme ve harekete geçirmek için çalışmalar yapmıştır. Bu konuda İzmir’in büyük alanlarında Maşatlık’da çok büyük bir miting yapılmış, burada tüm halka ilhak ve işgalin detayları aktarılmaya çalışılmıştır. Maşatlık mitinginden sonra Hasan Tahsin halk da aradığı hareketi bulamadığı ve yeterli direnme gücünün olmadığını üzülerek tespit etmiştir.
14 Mayıs günü tüm olanlardan ve aradığı direnişi Validen, kolordudan ve halktan bulamayacağını anlayan Hasan Tahsin tek başına direnmeyi kafasına koymuştur. 15 Mayıs 07:30 da ilk işgal başlatıldı. Saat 11 sularında işgal kuvvetleri Konak Meydanı’na kadar ulaştılar. Burada Hasan Tahsin tabancasını ateşleyerek, atında, elinde Yunan bayrağı taşıyan teğmeni vurmuştur. Böylece ilk kurşun Askeri Kıraathane’nin önünde sıkılmıştır. Bu karışılıktan sonra Hasan Tahsin ilk kurşunun sıkıldığı yerden 150 metre uzakta vurularak öldürülmüştür. 15 Mayıs 1919’da kan dökülerek girilen İzmir’den 9 Eylül 1922’de yine aynı yerden denize dökülerek çıkılmıştır. Böylece Megali-İdea ve bu olguyu işleyen emperyalizm de böylece İzmir’den atılmıştır.
Aşağıda Sunay Akın’ın “İstanbul’da Bir Zürafa” kitabından Hasan Tahsin’le ilgili bir bölüm aktarılmıştır.
“Leylekler Geçerken;
Bükreş Cezaevi’ndeki mahkum, her sabah olduğu gibi, 1915 yılının 13 Şubat günü de, hücresinin penceresine konan serçelerin ötüşleriyle uyanır. O gün, kahvaltısının bir bölümünü serçelerle paylaştıktan sonra oturur ve dört duvar arasından bir mektup yazar kız kardeşlerine: “Serçelerim elimden kırıntıları yiyerek bir toplumsay düzeye yükseldiler. İlk günler çağrıma sekerek, korkarak gelen bu kanatlı çiçekler, şimdi güvenle parmaklarımın ucundan kırıntıyı gagalıyor, yöremde cıvıltıyla uçuşuyorlar”.
Alcatraz Kuşçusu gibi serçelerle dostluk kuran, onları elleriyle besleyen mahkum, Selanik’te doğmuş ve Mustafa Kemal Atatürk’ün de okuduğu Şemsi Efendi Mektebi’ne gitmiştir. 27 yaşındaki mahkum, ziyaretçisi olduğunu söyleyen gardiyanın ardından yürürken merak içindedir; yabancısı olduğu bu kentte kendisini görmek isteyen kim olabilir ki?
Mahkum, iki yıl önce, öğrenci olarak bulunduğu Paris’in bir sinemasında Trablusgarp Savaşı’nda İtalyanlar’ı haklı gösteren sahneleri izlerken sinirlerine hakim olamamış, sahneye sandalyesini fırlatmıştır. Kendisini ziyarete gelen ise, Balkan halkını Osmanlı’ya karşı kışkırttığı için karşısına tabancayla dikildiği İngiliz gazeteci Noel Edward Buxton’dur. Mahkum, Noel Buxton’a ateş etmiş ama kardeşi Leland Buxton’u yaralamıştır. O gün, ziyaretçi şunları söyler mahkuma: “Sen cesur bir çocuksun. Ben de fena adam değilim. Tesadüf bizi karşı karşıya getirdi. Aramızdaki fikir aykırılığını ve siyasi kini bir tarafa bırakarak insan sıfatıyla ahbap olamaz mıyız?”
Cezaevi serüveni, Romanya’da gizli çalışmalar yapan İngiliz Noel Edward Buxton ve Leland Buxton adlı kardeşlerin karşısına 2 Ekim 1914’de tabancasıyla dikildiğinde yakalanmasıyla başlamıştır. Balkan halklarının İngiltere yanında yer alması için Osmanlı’ya karşı etkinlik yürüten kardeşlerden Noel Buxton, kendilerini öldürmek isteyen adamı merak ederek cezaevine gider. Böylelikle, mahkumun serçelerle kurduğu dostluktan çok daha sıcak bir dostluk başlar aralarında. Öyle ki, Bükreş’in Almanlar tarafından işgal edilip, mahkumun serbest bırakılmasına kadar sürer gider bu dostluk!
Kenti işgal eden askerler, saat kulesinin bulunduğu meydana geldiğinde binaların çatılarına konan kuşlar aşağıda olup bitenleri şaşkınlıkla izlemekteydiler. Maydanlarını askerleri alkışlamak için toplananlara kaptıran kuşların yüzlerindeki endişe, kalabalığın arasına tek tük serpilmiş insan yüzlerinde de görülmektedir. Bahar yağmuru taşıyan bulutlarla kaplıdır gökyüzü. Yol boyunca alkışlanan askerlerin en önünde ilerleyen at üstündeki adamın elinde, ucu yere kadar uzanan görkemli bir bayrak vardır. Gök gürültüsünden önce duyulan silah sesiyle bayrağın tamamı serilir yere. Askerler ve onları karşılamaya gelen insanlar kaçışırlarken, köşedeki kıraathanenin önünde eli silahlı bir adam heykel gibi durmaktadır. Onun bu duruşu yıllar sonra gerçek bir heykele dönüştürülecek ve kaidesine “Hasan Tahsin”adı yazılacaktır.
…Hasan Tahsin’in açtığı Emperyalizm’e karşı direniş yolunda binlerce insan geçer Anadolu’ya. O yıllarda Hilal-i Ahmer’in, yani Kızılay’ın idarecilerinden olan Adnan Adıvar ve eşi Halide Edip Adıvar da direnişçiler arasındadır. Bu durum, işgal güçlerinin kuklası olan İstanbul Hükümeti’nin Hilal-i Ahmer üzerinde baskı kurmasına neden olur. Derneğin kasasındaki altınlara göz koyan İstanbul Hükümeti, yardım isteğinde bulunur. Katib-i Umumi Hikmet Gizer, böyle bir isteğin kuruluş amaçlarına aykırı olacağı karşılığını verince de, derneğin gelirine el koymak amacıyla bir denetleme heyeti gönderilir. Ancak, dört müfettişten oluşan heyetteki Ermeni Aram Bey ve Nedim Nazmi Bey, Hilal-i Ahmer lehine oy kullanınca plan bozulur. Bu sırada, Sivas Kongresi toplanmış, bağımsızlık direnişini yönetecek olan temsil kurulu belirlenmiştir. Derneğin altınlarının Anadolu’ya gönderilmesi kararı üzerine tüm tehlikeyi göze alan İsmail Besim Paşa, sorumluluğu üstüne alarak altınları Mustafa Kemal Paşa’ya teslim eder. Emperyalizm’e karşı harcanan altınlar, savaş sonrasında eksiksiz olarak geri ödenir Kızılay’a….