HASTA MAHMUD VE BABAM

HAPİ Cevdet Yıldız

Hasta Mahmud’un adını ve başından geçenleri sık sık duyardım ama kendisini henüz görmemiştim. Düzce’de tek arabacılık ve eşya nakliyeciliği yaptığını duyuyordum.

Babamın Düzce’de bir nalbant dükkanı vardı. Babam askerde nalbant çavuşu olmuştu, şimdi de kardeşi Rıfat ile birlikte çalışıyordu. Düzce’de en çok müşterisi olan ve tutulan nalbant da babamdı. Babam askerlikte nalbantlık ve baytarlık kurslarına gönderilmiş, baytar çavuşu olmuştu.

Askerlikten sonra polis olmak için başvurmuş ama dilekçe alt yazısına “Müracaatçının Çerkes olduğu, Çerkeslerin de hain olarak bilindiği, bu nedenle polis yapılmasının sakıncalı olacağı” yazılmıştı. Bunu da bu duruma üzülen karakolun polis komiseri, ”Bir Müslüman bir Müslüman’a bunu yapar mı” diyerek, dilekçe alt yazısını babama göstererek okumuş olmasından öğrenmişti. Komiser duruma çok üzüldüğünü ama elinden hiçbir şey gelmediğini söylemişti.

Babam kursta hayvan hastalıkları, yaraların tedavisi, ilaçlar, insan ve hayvan aşıları üzerine eğitilmişti, mesleki kitaplarını saklar, gerektiğinde onlardan da yararlanarak hasta hayvanları tedavi eder, iyileştirirdi, insanlara da iğne yapar ama iğne parası almazdı. Ayrıca bir atçılık uzmanıydı da. İngiliz ve Arap atları yetiştirir, yarışlara katardı.

Besleneyce de dahil Adigece’nin Düzce’de konuşulan lehçelerinden anlar ve iyi Abazaca da bilirdi. Annesi ile birlikte sık sık Düzce’nin saz köyüne gider ve yazları uzun süre orada, dayılarının yanında kalırdı, Abazaca’yı da orada öğrenmişti. Bir duyduğunu ya da gördüğünü kolay kolay unutmayan aktif ve sevilen biriydi. İyi mızıka çalar, oynar ve Adigece şarkı ve ilahiler söylerdi.

Herkes ona Mahmud derdi ama ölen ağabeyinin nüfus kağıdı kendisine verildiğinden nüfusta Yusuf olarak adı geçerdi. Kendisi yazı ve imzalarında Yusuf Mahmud adını kullanırdı. Eski ve yeni yazıyı, Adigece mevlidi okurdu, Türkçe ve Adigece eski yazıyı, her ikisini de bana öğreten odur. Sigara ve içki içmez, beş vakit namazını kılardı ama yobaz değildi. Çocuklarını okuttuğu için, “Çocuklarını gavur mektebine gönderiyor, köydeki iki Cehennemlikten biri de o” derlerdi bir zamanlar bazıları. Köydeki diğer Cehennemlik ise, rahmetli büyük eniştemin babası Hamtıv (Хьамтыу) Uzun Cemal Doğan idi ve onun da çocuğu okumuş, subay olmuştu.

Bir gün babam ve amcam dükkanı bana bırakıp Cuma namazına camiye gitmişlerdi. Bir ara babam yaşında bir adam geldi, suratı perşembe pazarı gibi çirkin, ağzından ve burnundan sigara dumanı fışkırıyor ve soluğan at gibi göğsünü parçalarcasına öksürüyordu. Gülümseyerek:
– Ben Mahmud, babanın adaşı ve asker arkadaşıyım, çok maceralarım oldu senin babanla benim ama ben baban gibi tıfıl oğlan değildim, tuttuğunu koparan biriydim. Beni yüzbaşılar bile askerde talime çıkaramadılar, diye uzun uzadıya bir şeyler anlatır, müptezel kadınlarla ilişkilerini anlatırken babam namazdan döndü. O zamanlar ben on, on bir yaşlarında olmalıydım, ilkokula gidiyordum. Babam hemen Hasta Mahmud’a seslendi:
– Çekil çocuğun yanından, kim bilir, utanmadan çocuğa ne yalanlar anlatıyorsun!diye onu yanımdan kovdu. Hasta Mahmud, durumu ciddiye almamış gibi gülüyordu. Birazdan babamım benim için ayırdığı boducu dikip su içti Hasta Mahmud. Babam boducu alıp sakladı ve bana “Sakın bu boduçtan su içme. Bakarsın bu adam hastalık bulaştırmış olabilir oraya. Bu gibi ahlaksız kişilerden de uzak dur” dedi bana.

Amcam Hasta Mahmud’un atını nalladı ve gönderdi. Babam da sayısız kez anlatmış olduğu Hasta Mahmud ile ilgili anılarından birini anlatmaya başladı:

HASTA MAHMUD TAVUK KARASI OLDU

Hasta Mahmud talime çıkmamak için hasta numaraları yapıyordu. Güpegündüz tuvalete kendini yuvarlayıp bayılma numarası yapıyor, tavuk karası olduğunu, gözlerinin görmediğini söylüyordu. Bolu’da hastaneye götürmüştüm, bahçede, yılan gibi eğri büğrü yollarda dolaşıyor ama çiçeklere basmıyordu. Çünkü basması halinde sopa yiyeceğini biliyordu.
Babasına hasta olduğu haberi verildi. Yaşlı adam Düzce’den kalkıp Bolu’ya hastaneye geldi. O zamanlar doğru dürüst vasıta da yoktu.
– Татэ, чэшнэ нэшъоу сыхъугъ, зи слъэгъужшъурэп, сыунэхъугъ гуш! (Baba, tavuk karası oldum, hiçbir şeyi göremiyorum, mahvoldum!), dedi.
– Арэу хъугъэу къыч1эк1ьын, махь мы дышъитфыр (Öyle olmalı, al bu beş lirayı) diyerek ayrıldı babası. Oğlunun numara yaptığını anlamıştı.

Parayı aldıktan sonra Hasta Mahmud kendine gelmişti.

Yine soğuk bir gün talime çıkmamak için bayılma numarası yaptı.

Yüzbaşının emriyle onu kuvvetli bir erin sırtına yükleyip revire, doktora götürdüm. Doktor gözümün önünde Hasta Mahmud’u sıkı bir muayeneden geçirdi ve sonra bana dönerek:
– Çavuş, bunun sadece sopaya ihtiyacı var. Senden ve benden daha sağlam. Buna okkalı bir sopa lazım! dedi.

Bunun üzerine Hasta Mahmud:
– Е сыунохъуи, гьик1ь сяук1ьыпэн гуш ! (Yandım, şimdi beni öldürürler!) diye yüksek sesle sızıldandı. Doktor da:
– Мыр адыга, (Adige mi bu) dedi. Ben de “Ары” (Evet) dedim.
– Шъыдэ нэпэш1ой мыр! (Ne de yüzkarası bir kişiymiş bu!) dedi ve bir günlük istirahat yazdı.

Şans, Hasta Mahmud’dan yana olmuştu.

HASTA MAHMUD MALATYA’DA

Birliğinde bıkkınlık yaratan Hasta Mahmud, sonunda, dağıtımda Malatya’ya postalandı. Bir gün “paket, paket” diye Malatya çarşısında sigara satarken yüzbaşısına yakalandı. Meğer sigara içmeyen askerlerin sigara tayınlarını toplayıp çarşıda satıyor ve yolunu buluyormuş. Ancak bu kez sert bir kayaya çarpmıştı. Gerisini Sarayyeri köyünden müteveffa Hapi Servet Acaroğlu’ndan aktarayım.

Yüzbaşı Mahmud’u bölüğe götürmüş, çadır sopasını eline almış ve “paket, paket” diyerek sopayı Hasta Mahmud’un sırtına indirmeye başlamış. Sopa Mahmud’un sırtında parçalanmış. Ardından yüzbaşı, “Bu sopa beş lira, bul buluştur ve yeni bir sopa al, akşama kadar sana izin, yoksa seni kimse elimden kurtaramaz” demiş.

“Bir gün jandarma karakolundaydım. Uzaklardan Çerkesce bağırma sesleri işittim. Adamın biri hamut gibi eğilmiş, eli sırtında “Я уай, ситх зепаутыгъ, я уай ситх зепаутыгъ!” (Ah anam, sırtım paralandı, ah anam sırtım paralandı!) diye bağıra bağıra karakola doğru geliyor, millet de toplanmış, ne olduğunu ve ne dendiğini anlayamadan asker elbiseli bu adama bakıyordu.

“Hasta Mahmud’u hemen tanıdım ve karşıladım, karakola alıp “Ne oldu, Mahmud? (Шъыд хъугъэ, Махьмуд?)” diye sordum.
– O мадж, сыунэхъугъ, джыгарэ счэе пэтэ юзбашым сы1эч1эфагъ, “пакэт, пакэт”, ы1о къысаоепэтэ шэтыр бэшыр ситхыц1э шызэпиутыгъ, пчэхьашъхьэ нэсфэ дышъитф згъотэу шэтыр бэшыр фэсымхьымэ юзбашым сиук1ьыпэшт, о мадж Сэрыот, о нэмыч1 сызек1ун шы1эп, къыси1уагъ (Ah anasını, mahvoldum, sigara satarken yüzbaşıma yakalandım, “paket, paket” diye çadır sopasını sırtıma indirirken sopa sırtımda parçaladı, akşama kadar beş lira bulup çadır sopasını yerine koymazsam, yüzbaşı ben yaşatmaz, aman Servet, senden başka gidecek kimsem yok, dedi).
– Çıkarıp beş lira verip gönderdim Hasta Mahmud’u, dedi eski jandarma çavuşu ve akrabam Hapi Servet Acaroğlu.

Şans, yine Hasta Mahmud’dan yana mı olmuştu?