HATAM’LA SEV BENİ KAHRAMAN ABİ

KALEKUTE Enver Sağlam

Polemiğin dayanılmaz cazibesi bir taraftan ‘gel gel’ derken akl-ı selim de halt yeme otur oturduğun yerde diyor. Diğer taraftan konu gerçekten “ağır abi” ama muhatap olunan davranış şekline bakarsan bizler sanki mahallenin haylaz takımı… Zaman dalga geçilecek zaman değil ama en başında yapılan tavır, daha fol yok yumurta yokken, bu ne hiddet bu celal kıvamında.

Biri prematüre bebekten bahsediyor diğeri doğmamış çocuğa don biçmede. Yahu yapmayın ağabeyler, etmeyin kardeşler. Hepimiz doğduğumuzda ortalama 3-3,5 kg ağırlığında 50 cm civarında adem oğlu değil miydik? Ne oldu sonunda? Kimimiz bir doksan, kimimiz bir altmış… Birimiz amir oldu diğerimiz memur… Bazılarımız allame oldu bazılarımız cahili cühela…

Bizler mi?

Bir gurup haddini bilmez işte!

Ne haddimize ki “girişim-mirişim” saçmalıyoruz. Biz kimiz ki birilerinden el almadan adım atıyoruz. Dünyayı, Kafkasya’yı ve dahi Türkiye’yi tanıyıp bilmeden kelam etme cüretinde bulunuyoruz. Dünyada söylenmemiş söz kalmış mı ki bir de biz çıktık meydane.

Her birimiz birbirimizden merdane. Halbuki biz daha kısa pantolonla gezerken cümle söz tamam oldu. Söz söylemeye fırsat kalmadan bir nesil de berhava oldu ama olsun o kadar. O kadar kusur kadı kızında da olur. Olmazsa da yapma, yol olur. Yollar da yürümekle aşınmaz, orak çekicin gölgesinde cehennem bile cennet olur. Hasan Sabah‘tan bu güne Çarputinler bile başımıza Münker Nekir olur.

Bir de “big brothers”lar var burada. Onların yanında haşa huzurdan ne ola ki bizler tezgah açmaktayız Salı Pazarı’nda. Onlar ki, şehrin en mutena semtinde en lüksünden mağazalarını açmışlar. Her ne kadar bilumum şubelerinin rafları boş olsa da zarar etmez. Yeter ki nam olsun. Bilirler ki bu Pazar çığırtkanları biraz işi ilerlettiler mi bir yan tarafa üç buçuk metrekareye bir dükkan açacaklardır. Biz her ne kadar nerede hareket orda bereket desek kapalı çarşıdaki kuyumcular misali bir arada “çok” olmanın hareketliliği arttıracağını desek de (aklınla bin yaşa Rahmi kardeş) onlar “istemezük” ü patlatırlar hemen. Sankim bizler Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktayız zahir!

Onların da canı sağ olsun. Affetmek büyüklüğün şanındandır deyip bizler maksadımızı bir kez daha bu satırlarla dillendirelim.

Ey evlad-ı Çerkes ve bilumum diğer kardeşler. Devletlû hökümatımız her ne şekilde olursa olsun açılım-maçılım, demokrasi-memokrasi demiş iken ve bu peteğe üşüşmüş bal arıları misali her kesim kalbindekini dillendirirken bizler de kervana katıldık. Suç ise yaptık vallahi. Eksiğimiz gediğimiz varsa da kervan yolda düzülür diyerek yola revan olduk. Kim kimin önünde; kim kimlerin sağında solunda demeden; kimseye mir olmadan; kimseye de kuyruk olmadan çıktık açık alınla…

Derdimiz, demokrasi defansını orta sahaya kurmuş hükümetin rakip ataklarda geriye yaslanıp golü yememesi. Topuyla tüfeğiyle; elindeki altı okuyla; bozkırdaki bozkurduyla; dağdaki kara kurduyla; gözleri bağlanmış adalet hanımla ve ezcümle muharrir-i ekberle vuruşmak üzere dilimizde birkaç kelam, sahra çölünde serap görmekteyiz belki de. Demokrasiiii demokrasiiiiiii diye ünlemekteyiz elan…

Son söz olarak da bu fıkra promosyonumuz olsun.

Üç gemici iş aramak üzere acenteye giderler.

Birincisine sorar patron:
– Sen ne iş yaparsın?
– Ben çok iyi görürüm.
– Nasıl yani?
– İstanbul’dan baktım mı Çanakkale boğazındaki deniz fenerinin bekçisini görebilirim.

Anladım, der patron ve ikincisine döner:
– Peki sen?
– Ben de çok iyi duyarım, der ve örnek verir hemen. Bende o bekçinin ayak seslerini buradan duyabilirim…

Patron hayretle üçüncüye döner:
– Senin marifetin ne bakalım?
– Benim canım sıkılır, der üçüncü gemici. Benim de böyle saçmalıklara canım sıkılır…

Bizim çocukluk-gençlik yıllarımıza ama bazı ağabeylerimizin de gençlik yıllarına eşlik eden Orhan Gencebay’ın şarkısını hatırlarsınız umarım:
“Hatasız kul olmaz,
Hatamla sev beni”