TARİHSEL TÜRK VE ÇERKES İLİŞKİLERİ

Mehmet Ali Varlık

Çerkesler ve Türkler arasındaki Münasebetler:

Aslında münasebetler, Osmanlı’dan çok önce başlamıştır.

Kavimler göçüyle Hazar Denizi’nin kuzey ve güneyinden Türklerin Kafkasya’ya gelmeleriyle başlar. Yaklaşık 1000-1500 yıllık bir zaman aralığında olur. Daha sonra asırlarca Kafkas halklarıyla birlikte yaşamışlar ve karışmışlardır. Birbirlerinden binlerce kız alıp vermişlerdir. Kafkasya’nın hürriyet mücadelesi de birlikte verilmiştir.

Kafkasya’da 89 etnik gurup sayılmıştır. Alt kollar da sayıldığında bu sayı 129‘u bulmaktadır. Bunların 30 kadarı Türk soyundandır. (Kumuklar, Misketler, Ahıskalar, Acaralar, Karapapaklar, Azeriler vs. ilk akla gelenlerdir.)

Şöyle bir olay anlatılır: Kitay Han isminde bir kişinin askerleriyle birlikte Hazar Denizi‘nin kuzeyinden, Kafkasya’ya doğru gelmekte oldukları Çerkesler tarafından haber alınır. Muhtemel bir saldırı ihtimali düşünülerek tedbirler alınır. Kitay Han’ın elçileri gelir ve şu mesajı getirirler: “Topraklarınız üzerinde bir emelim yoktur. İzniniz olursa ülkenizden geçip daha batıya gitmek istiyorum.” Taraflar karşılaştıklarında gerçek dostluklar kurulur. “Gitmeyiniz, Kafkasya’da hepimize yetecek toprak vardır” denilir ve kalmaları sağlanır. Kafkasya’ya yerleşirler. Dostluklar asırlar boyu devam eder.

Kafkasya göç aldığı gibi, daha çok göç veren bir özelliğe sahiptir. Mezopotamya’ya göç ederek Sümerlerle kültürel sosyal münasebetler kurmuşlardır. Arkeolojik buluntulardaki benzerlikler bu gerçeği ortaya koymaktadır. Sümerler Türk soyundandırlar. Sümerce’de 165 Türkçe kelime tespit edilmiştir.

Çerkeslerin ataları sayılan, Nartlar, Hattiler ve Kimmerler gibi bazı Kafkas kavimleri de Anadolu’ya göç etmişlerdir. Zamanla Anadolu halkıyla karışmışlardır. Aynı şekilde Türk soyundan olan; Uzlar, Peçenekler, Kumanlar, Bulgar Türkleri, Kıpçaklar, Çepniler vs. de, Balkanlardan ve İran üzerinden Anadolu’ya gelmişlerdir. Bunlar da zamanla Anadolu halkıyla karışmışlardır.

Çerkes-Türk münasebetleri, Mısır’da da görülmektedir. Abbasi halifelerinden olan; Memun ve Muhteşim dönemlerinde, Müslüman Türkler, Eyyubiler zamanından başlayarakta Çerkesler asker ve koruma olarak Mısıra getirilmişlerdir. Mısır’da Türk ve Çerkes nüfus çok artmıştır. Eyyubilerin yıkılmasından sonra Memluklar dönemi başlamıştır. İlk önce Türk memluklar dönemi, daha sonra da Çerkes sultanları dönemi yaşanmıştır. Çerkes sultanları döneminde, Mısır’ı 23 sultan yönetmiştir. Türkler ve Çerkesler burada da birlikte yaşamışlardır.

Osmanlılar içinde Çerkesler;

Osmanlılar; 1475 yılında Venedik kolonileri olan Kefe’yi hemen sonra da Azak’ı ele geçirmişlerdi. Kırım hanlığı da Osmanlı himayesine girmişti, Kafkasya’yla sınır olunmuştu. Bu tarihten sonra Osmanlı Çerkes ilişkileri gelişmeye başlar.

Yavuz Sultan Selim, 1517’de Mısır’ın fethine yardım eden, Çerkes Hayri beyi Mısır’a vali olarak atadı. Çok sayıda Çerkes bilgin ve askerleri de beraberinde İstanbul’a getirmişti.

Asıl münasebetler 1700 yıllarda başlayarak daha yoğunluk kazanmıştır. Şöyle ki; Rusya sıcak denizlere inmeyi ve Hindistan’ı ele geçirmeyi devlet politikası haline getirmişti. Bu amaçla, Balkanlardan ve Kafkaslardan saldırılara başladılar. Çerkesler, Kafkaslardan geçişe izin vermiyorlardı. Her defasında artan kuvvetlerle, saldırı üzerine saldırı yapıyorlardı. Ruslar ortak düşman olduğundan, Osmanlı Çerkes yakınlaşmasını daha da arttırmıştır.

Osmanlı- Kafkasya münasebetleriyle ilgili belgeler azdır. “Evliya Çelebi Seyahatnamesi” ve Ferruh Ali Paşan’ın kâtibi Haşim Efendi’nin “Çerkesistan Gezi Notları” vardır.

Rusların Kafkasya’ya saldırıları sebebiyle Osmanlı Battal Hüseyin Paşayı 30 bin askerle Kafkasya’ya gönderdi. Ancak beceriksiz ve ürkek olan Battal Hüseyin Paşa, Ruslarla savaşmak yerine yanındaki birkaç kişiyle Ruslara iltica etti. Başsız kalan Osmanlı ordusu ve Çerkesler Anapa’ya çekilmek zorunda kaldılar.

Çerkesler, cephane ve erzak yardımı yapılması halinde Rusları durdurabileceklerini söylediler. Ancak Osmanlı en zayıf zamanlarını yaşıyordu, yardım yapılamadı. Dünyanın en güçlü ordusu karşısında yenilmekten kurtulamadılar. Savaş sonrası da vatanlarından sürüldüler. Tahminen 1-1,5 milyon kişi Osmanlı topraklarına sürülmüştür. (1864) Bu dramatik olay kelimenin tam anlamıyla bir faciadır. Bir soy kırımdır. Açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle kitleler halinde toplu ölümler meydana geldi. Osmanlı, Çerkeslerin büyük bir kısmını Balkanlarda Osmanlının uç bölgelerinde Müslümanlarla Hıristiyan tebaanın arasına yerleştirmişlerdi. 1878 Osmanlı Rus savaşında “Gönüllü Çerkes süvari birlikleri” oluşturuldu. Bu birlikler Ruslara büyük kayıplar verdirtmişti. Ancak 250 bin kişilik Rus ordusu karşısında 50 bin kişilik Osmanlı ordusu yenilmişti. Savaş sonrası yapılan Bükreş Antlaşmasına Rusya; Balkanlarda tek Çerkes’in bile bırakılmayacağı maddesini koyduğundan bu defa ikinci defa zorunlu göçe tabi tutuldular. Göç edemeyen Çerkes köyleri, Ruslar tarafından, çoluk çocuk, hasta, yaşlı demeden canlı canlı yakıldılar. Göç edenler Anadolu’da geniş alana, iki Türk köyü arasına, 40 hanelik Çerkes köyleri olacak şekilde yerleştirildiler. Bir kısmı da o zamanlar Osmanlı toprağı olan Suriye ve Ürdün topraklarına yerleştirildi. Bu gün Türkiye’deki mevcutları hakkında rakam vermek zordur. Anadolu’da 750 civarında Çerkes köyü olduğu tahmin edilmektedir. Ancak farklı bir coğrafyaya uyum sağlamaları o kadar kolay olmadı. Çok sıkıntılar yaşandı. Anadolu’nun Müslüman Türk halkından ise göçmen Çerkesler çok yardımlar görmüşlerdir.

Çerkesler için Osmanlı kutsal devlet, Türkler ise kutsal milletti. Anneleri, eşleri ve damatları Çerkes olan padişahlar vardır. Osmanlı toprakları Çerkeslerin ikinci vatanları olmuştur.

Osmanlı kaynaklarında; Hadikalel Vüzera (Vezirler Bahçesi), Sefinatü’r Rüesa (Reislerin Kitabı), Devhatül Mesayih (Şeyhlerin Şeceresi), Sicili Osmanî (Osmanlının Sicili) gibi kaynaklar Osmanlıda görev almış kişiler hakkında bilgi vermektedir.

Bu eserlerin tetkikinden Çerkes kökenli: Sadrazam, Şeyhülislam, Vezir, Paşa, Müşir (Maraşal), Serasker(Ordu Komutanı), Kaptanı Derya (Deniz Kuvvetleri Komutanı), Serdar,Vali, Büyükelçi, Cündi (Süvari Komutanı) gibi görevlerde bulunmuş olan Çerkesler 450‘nin üzerindedir. 250 kadarı paşa unvanı almıştır. 100 civarında Müşir (Maraşal) vardır. Birçokları da savaş alanlarında şehit olmuşlardır. Sadrazamlık yapmış olanlar, 12 kişi olup kısa biyografileri şöyledir:

Özdemir Oğlu Osman Paşa (1527-1585):

Habeşistan’ı fetheden Thuşt Özdemir Paşanın oğludur. Kahire’de doğdu. Osmanlı İmparatorluğunun ünlü komutanlarındandır. Taaz, Güney Kafkasya ve Azerbaycan fatihi olarak isim yapmıştır. Mısır, Yemen, Habeşistan ve Diyarbakır Beylerbeyliğinde bulunmuştur. 25 Temmuz 1584’te sadrazam olmuştur.

Derviş Mehmet Paşa (1585-1655):

İstanbul’da doğdu. Padişah IV. Murat zamanında Suriye’de Askeri seferlerde bulundu.1638’ de Diyarbakır Beylerbeyi oldu. Çanakkale Boğazını kapatan Cenevizlileri bozguna uğrattı.1651’de Anadolu Beylerbeyi, 1652’de kaptanıderya oldu. 20 Mart 1653’te Sadrazam oldu.

Çerkes Ahmet Paşa (?-1625):

Şam valiliği ve Kubbe vezirliği yaptı.1624 yılında IV. Murat zamanında Sadrazam oldu. İran seferine giderken Tokat’ta hastalanarak 1625 yılında vefat etti.

Siyavuş Paşa (?-1662):

İstanbul’da doğdu. Abaza Paşa adıyla anılır. 1642’de kaptanıderya oldu. I.Ahmet’in kızı Gevher hatun ile evlenerek saraya damat oldu. Erzurum, Diyarbakır ve Silistre valiliklerinde bulundu. 1651’de sadrazam oldu. Devleti zorbalardan temizledi. Bosna valiliğine atandı. Silistre muhafızlığı yaptı. Daha sonra ikinci defa sadrazam oldu.

Melek Ahmet Paşa (?-1662):

Çok iri yapılı olduğu için Malak adı takılmıştı. Yüksek makamlara geçince lakabı Melek’e çevrildi. Diyarbakır ve Musul muhafızlıklarında bulundu.1640’ta Kubbe veziri oldu. IV. Murat’ın kızı Kaya Sultanla evlenerek saraya damat oldu. Şam, Halep, Van ve Bosna beylerbeyliklerinde bulundu. Kara Murat Paşanın yerine sadrazam oldu. Namuslu, dürüst ve kabiliyetli kişileri kollayan ve koruyan hayırsever bir kişi idi. Meşhur seyyah Evliya Çelebi’nin yakın akrabası idi.

Silahtar ve Nişancı Süleyman Paşa (?-1715):

Kuzey Kafkasya’da doğdu. III. Ahmet döneminde silahtar oldu. Vezirlik yaptı. Halep valiliğinde bulundu.1712’de sadrazam oldu.

Palabıyık Hasan Paşa (1715-1790):

Kuzey Kafkasya’da doğdu. Cezayirli Hasan Paşa adıyla da anılır. Avusturya savaşlarında ve Osmanlı donanmasında başarılı hizmetleri oldu. Ruslara karşı yapılan savaşlarda başarılar gösterdi. Ruscuk seraskerliği yaptı. Arnavutluk’ta çarpıştı. Suriye’de ve Mısır’da çıkan isyanları bastırdı. Başarılarından dolayı kaptanıderya yapıldı. Sivastopol’dan gelen Rus donanmasını yenilgiye uğrattı.

Meyyit Hasan Paşa (?-1810):

Sadrazamlık makamına getirildiğinde (7 Haziran 1789) hasta olarak yatıyordu. Bu sebeple cenaze manasına (meyyit) denilmişti. Önceleri Vidin muhafızlığı ve vezirlik yapmıştı. Tırhala ve Ruscuk muhafızlıklarında bulundu.

Hüsrev Koca Mehmet Paşa (1776-1885):

Koca denmesi yüz yaşından fazla yaşadığı içindir. Vezirlik, Mısır valiliği başta olmak üzere muhtelif valilikler, seraskerlik yaptı. Kaptanıderya oldu. Padişah II. Abdülmecit devrinde sadrazamlığa getirilmiştir. Birçok devlet adamı yetiştirmiştir.

Tunuslu Hayrettin Paşa (1819-1890):

Babası (Tlaş) Topal Hasan Paşa, Çerkes-Rus savaşında şehit olması üzerine Kafkasya’dan çocuk yaşta getirildi. Tunus valisi Ahmet Paşa’nın himayesine verildi. Subay olarak orduya girdi. Başarıları rütbe ile ödüllendirildi. 1850’de general,1855’te korgeneral oldu. Osmanlı-Rus savaşında 12 bin Tunuslunun savaşa katılmasını sağladı. II. Abdülhamit devrinde 1879’da sadrazam oldu. Ancak padişahla anlaşamaması sonucu istifa ederek görevinden ayrılıyor. İkinci defa sadrazam yapılması için yapılan teklifleri reddetti. Çok dirayetli bir yapısı vardı. Dalkavukları ve beceriksiz kişileri devletten uzaklaştırdı.

Tunuslularca milli kahraman ilan edildi.1968 yılında kemikleri İstanbul’dan Tunus’a götürülmüştür. Arapça ve Fransızca’yı çok iyi biliyordu.

Mahmut Şevket Paşa (1856-1913):

Babası Kuzey Kafkasya’dan Irak’a yerleşen Süleyman Beydir. Harp okulunda öğretmenlik yaptı. Fransa ve Almanya’da görevlerde bulundu. Kosova valiliği, III. ordu komutanlığı görevlerinde bulundu. 31 Mart olaylarında komutan olarak İstanbul’a girdi. Harbiye nazırlığı yaptı. Arnavutluk isyanını bastıran birliğe komuta etti. 23 Ocak 1913 yılında sadrazam oldu. Osmanlı Devleti’nin en karışık yıllarıydı. Suikast sonucu 13 Haziran 1913 tarihinde öldürülmüştür.

Salih Hulusi (1864-1939):

Liman reisi Dilaver Paşa’nın oğludur. 1888’de harp akademisini birincilikle bitirdi. Almanya’ya gönderildi. Dönüşünde birçok önemli görevlerde bulundu. II. Ordu komutanlığı yaptı. Harbiye nazırlığı, bahriye nazırlığı ve nafıa nazırlığı görevlerinde bulundu. 8 Mart 1920’de İstanbul hükümetinde başvekillik görevine getirildi ise de kısa bir süre sonra istifa etti ve bir daha görev almadı.

Çerkesler, Osmanlının son zamanlarındaki kötü gidişi durdurmak için vatansever aydınlar tarafından girişilen her sosyal aktivitenin içinde yer almışlardır. Mitinglerde, kurulan cemiyetlerde, Batı Trakya’da kurulan Türk Cumhuriyetinde, Trablus’a İtalyanlarla savaşmak için giden vatanseverler arasında, Teşkilatı Mahsusa’da, Balkan ve İlk Dünya savaşında yer almış ve önemli hizmetler görmüşlerdir. Kurtuluş Savaşının safhalarında (Amasya Mülakatı, Sivas ve Erzurum kongrelerinde, TBMM açılışında) Mustafa Kemal’in yanında yer alan komutanların bir kısmı Çerkes’dir.

Yaşanmış bazı ferdi olumsuzluklarda vardır. Hangi etnik kesimi ele alırsanız alınız, hepsinde yaşanmış olumsuzluklar görülür. O olumsuzlukları kaşımanın ve günümüze taşımanın kimseye faydası yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlettir. Her vatandaş, etnik kökenine bakılmaksızın, liyakate göre her göreve gelebilmektedir. Çerkeslerde, bu genel kuralın dışında değildir. Önemli olan vatanı sahiplenmek, sevmek ve hizmet etmektir.

Yaşar Doğu, Hamit Kaplan, Gazanfer Bilge, Adil Candemir, Tevfik Yüce, Mahmut Atalay, İrfan Atan vs. gibi, Çerkes kökeninden gelen ve her biri Balkan, Avrupa, Akdeniz Oyunlarında ve Dünya şampiyonalarında Türkiye’ye çok sayıda şampiyonluk ve madalya kazandırmışlardır. Çok sayıda güreşçi de yetiştirmişlerdir. Her konuda vatana katkıda bulunmak şiarındadırlar.

Çerkeslerin, Türk kültürüne de önemli katkıları olmuştur.

Çerkesler; farklı bir kültüre sahiptiler. Kültürlerini, Anadolu’ya da taşımışlar ve Anadolu kültürüne katkıda bulunmuşlardır. Şu sözler çok duyulur: Çerkes Pastası, Çerkes Tavuğu, Çerkes Peyniri, Çerkes Biberi, Çerkes Tuzu, Çerkes Sofrası, Çerkes Atı, Çerkes Eyeri, Çerkes Kemeri, Çerkes Kaması, Çerkes Kalpağı, Çerkes Elbisesi, Çerkes Düğünü, Çerkes Mızıkası, Çerkes Gelini, Çerkes Delikanlısı, Çerkes Kızı, Çerkes Göreneği vs. gibi sözler, Türk literatürüne girmiştir.

Geleneklerine çok bağlıdırlar. Bir o kadar da yurttaş olarak devlete bağlıdırlar. Anavatanları Kafkasya, Türkiye’de ikinci vatanları olmuştur.

II. Dünya savaşından sonra Kafkasya’dan Amerika’ya gidip New Jersey’e yerleşmiş ve belki de Türkiye’yi hiç görmemiş Çerkesler vardır. Her sene Amerika’da düzenlenen Türk haftasına orijinal giysileri için de ve ay-yıldızlı bayraklarla katıldıklarını duyuyoruz. Memnun da oluyoruz. Türkiye’ye bakış açısını göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Dünya da 40 ülkede Çerkes vardır. Yukarıda da belirtildiği gibi, en çok yaşadıkları ülke Türkiye’dir.

Açılım tartışmalarının devam ettiği günümüzde, şu hususlara dikkat çekmek istiyorum:

Tarih boyunca; Türkü, Kürt’ü, Çerkes’i birlikte, içi içe yaşadı, aynı inancı paylaşıyor. Kuran ve İslam bizi kardeş yaptı. İslâm’a inananlar kardeştir. Biz kardeşiz. Sevgili peygamberimiz veda hutbesinde “Arap’ın Aceme ve Acem’in Arap’a üstünlüğü yoktur.” demiştir. Zaten amaç mutlu olmak değil mi? Bu gün bu güzel vatanda, vatandaşlık bilinciyle ve birbirimizi severek refah içinde, mutlu olmamamız için hiçbir sebep yoktur. Hiçbir etnik kesime ayrıcalık tanınamaz, hiçbiri dışlanamaz. Hiçbir hak vatanın, bölünmesi ve parçalanması yönünde kullanılamaz. Üniter yapı sulandırılamaz. Vatanseverlik; Kuru kuruya sözle olmadığı gibi, bir etnik kökene mensubiyetle de olmaz. Gerçek vatanseverlik; Vatan için maddi manevi yapılan öz verili, faydalı güzel şeylerle olur.Gerçek vatansever vatanı için bir şeyler yapabilendir hem Türkiye hem anavatan içinde bir şeyler yapalım işte o zaman gerçekten kalıplaşmış klişeleşmiş olgulardan uzakta realiteyi ortaya koyacağımıza yürekten inanıyorum…