HENÜZ ÇARESİZ DEĞİLİZ

Tarek Krumbholz
12 Şubat 2005

Bir süredir sayfalarınızı takip ediyorum. Olumluluklara seviniyor, olumsuzluklara da üzülüyorum.

Adige’yim. Konulara da, çalışmalara da yabancı değilim ama çeşitli nedenlerle hala uzaktan bir izleyici durumundayım. Son yazılar (Necdet Hatam’ın, Fahri Huvaj’ın, Muhittin Önal’ın, sizin…) gelinen noktanın hiç de iç açıcı olmadığı izlenimi veriyor. Çalışmaların içerisinde olmadığım için yanılmam mümkündür. Ancak ciddi bir sorun olmalı ki, günlerdir böyle tartışılıyor ve hatta son zamanlarda yazılan yazılar hem belli bir öfkeyle hem de hayal kırıklığı ile yazılmış izlenimi veriyor. “Çözülür, çözülür” diyerek kadercilik yapacak değilim. Emek harcanmayınca amaca ulaşılamayacağını biliyorum. Dikkatimi çeken bir-iki konuya değinmek istedim.

N. Hatam’ın yazısı biraz duygusal bir çıkış olmuş. Doğruların yanında yanlışları; yanlış anlamaya yol açabilecek ifadeleri var. En önemlisi de pek yapıcı, bütünleştirici gibi gelmedi bana… Rusya ve diasporada yaşayan Çerkeslerin yaşadıkları ülkelerle ilişkilerin iyi olması elbette önemli ama kimi “kırmızı çizgiler”imizin olması gerekmez mi; ilkelerimizin veya “olmazsa olmazlarımız”ın?

Yalnız, DÇB  bana biraz “teslimiyetçi” geliyor. Bilmiyorum ama daha ilkeli, daha “kişilikli” olabileceğini, haklılığından aldığı güçle daha dik durabileceğini düşünüyorum. “Bir kültürel-yasal örgütlenmedir” diyerek misyonunu küçümsememeli. Dünyadaki tüm “Kurtuluş Hareketleri” kitlelerle bağlarını bu tip örgütlenmelerle kurmuşlardır. Yok eğer DÇB örgütlenmesi ile yapabileceklerimiz sınırlıysa, hedefe ulaşmak için daha uygun örgütlenmeler yaratmak gerekir herhalde.

DÇB ile Birleşik Kafkasya arasındaki sorunları o kadar gerilere götürüp, zaten hep “görüşleri farklı iki grup vardı” düşüncesi de doğru değil. Geçmişte ve kısmen; hala faaliyet gösteren Çerkeslerin tam anlamıyla bağımsız, “ulusal” çizgileri ve buna uygun örgütlenmeleri olmamıştır. Ortaya çıkan tüm gruplar ve dernekler, ya da “dergi çevreleri” şu veya bu politik akımdan; örgütten etkilenmişlerdi. “Pantürkistler” vardı; ‘’İslamcılar’’, “dönüşçüler”, “kalışçılar”…”İki grup vardı” diyerek insanları yanlış bilgilendirmemek; ötesi, “bu ikisinden birini tercih etmeniz gerekir” gibi bir izlenim vermemek gerekiyor.

Henüz çaresiz değiliz!

Yine son zamanlarda kimi “dönüşçü” kadroların yaptığı gibi, yaşanan kimi sorunlardan veya zorunluluklardan yola çıkarak, DÇB’yi Abaza-Adige örgütlenmesi olarak lanse etmek de pek doğru gelmiyor bana. Yıllardır Çeçen’iyle, Abaza’sıyla, Asetin’i ve Adige’siyle birlikte düğünlere-derneklere
gittik geldik. Birlikte güldük, birlikte ağladık.

Hepimiz Kuzey Kafkasyalıyız: Çerkes’iz!

Uluslaşma sürecimiz kesintiye uğramış, anavatanda küçük cumhuriyetlere veya otonom bölgelere bölünmüş, diasporada ise onlarca ülkeye dağılmışız ama kardeş olduğumuzu, bir olduğumuzu unutmamışız. Sitenizi okuyanlara veya üyelerinize bir baksanız, bu duyguların; tüm olumsuz gelişmelere rağmen, hala ne kadar güçlü olduğunu siz de görebilirsiniz.

Elbette her cumhuriyetin sorunları aynı değil ama bu ayrılma veya ayrı örgütlenme nedeni olmamalı. Tam tersine, bize ayrılığı dayatanlara biz birliğimizle karşı durmalıyız. DÇB’nin görevi, tüm cumhuriyetleri; özgünlüklerini ve önceliklerini gözardı etmeksizin kucaklamak, ayrılıkları
değil ortaklıkları öne çıkarmak, bu çerçevede politikalar üretmek olmalı diye düşünüyorum.

“Dönüşçü” kadroların, yıllardır izledikleri politikalarını gözden geçirmelerinde de yarar var. Sorunumuzu bir “Dil-Kültür” sorununa indirgeyip, politikadan, politik yapılanmalardan ısrarla uzak durmaları bugünlere gelinmesinde önemli bir rol oynamıştır. Biz belli sınırlar içerisinde yaşayan, kurumlarıyla örgütlü bir devlet değiliz ki, kültürel çalışmalarla varlığımızı koruyabilelim; ki, devletler bile varlıklarını yalnızca böylesi kurumlarla garanti altına alamazlar.

Politika her zaman vardı ve varolmaya devam edecektir. Sorunlarımızın çözümü politikadan uzak durmaktan değil, doğru politikalar üretebilmekten, politika silahını daha doğru kullanabilmekten geçiyor. Artı, politikadan uzak durmak, insanların ruhsal ve zihinsel gelişmelerini, eylemliliklerini, coşkularını, hızlı ve doğru kararlar alıp uygulama yeteneklerini de olumsuz etkilemektedir.

Böylesi politik çalışmaların kitleselleşmeyi hızlandıracağına, insanlardaki duyarlılığı arttıracağına en iyi örnek Abhazya-Gürcistan savaşı sırasında her alanda yaşanan yükseliştir sanırım. Hatta dil-kültür sorununu bu kadar öne çıkarmanın bile yanlış olduğunu düşünüyorum.

Sorunumuz bir “ulusal” sorundur, bir varolma-yokolma sorunudur. Mücadelemiz bu soruna duyarlı herkesin katılımına açık olmalıdır. Kanada’da radyo çalışmaları yaparken bunun örneğini vermişsiniz. 11 gönüllünün yalnızca 3’ü Çerkes’miş. Bu güzelliği mücadelemizin her alanına yaymamız gerekir. “Başkaları”nın sorunlarını kendi sorunları bilen, bize destek olmak isteyen insanlara kapılarımızı açmalıyız. Keza bu “Dönüşçü Kadrolar”ın bir kısmının samimi bir görüntü vermediklerine, yapmaları gerekenin, yerlerini hızla kendilerinden sonra geleceklere devrederek -40 yıldır yerlerini alabilecek insanlar yetiştirmiş olmaları gerekiyor- anavatana dönmeleri gerektiğine inanıyorum. Böylece Kafkasya’dan gelen birinin olumsuz konuşmalarıyla yarattığı tahribatın önüne geçilebilir.

Uzatmayayım: Politik deneyimsizlikten kaynaklı bu son çıkışlar pek yararlı değil herhalde. Daha soğukkanlı, sağduyulu ve sabırlı olmak gerekiyor. Birleştirici olmayan, ayrılıkçılığı körükleyen davranışlardan -yazılardan- konuşmalardan kaçınılmalı. Önümüzdeki en önemli görevin, gerekenlerin yapılmamasından dolayı Çeçenlerden özür dilenmesi, özeleştiri verilmesi ve en geniş birliğin -politik birliğin- yaratılması için pratik adımların atılması olduğunu düşünüyorum.