KAFKAS DEVLETLERİ

General İsmail Berkok
Tarihte Kafkasya,  s. 253-257
Sadeleştiren: HAPİ Cevdet Yıldız

Bu başlık altında yeni şeyler yazacak değiliz. Kitapta, şimdiye değin  konuya ilişkin olarak sunulmuş olan bilgileri bir araya getirip bir özetleme yapmakla yetineceğiz.  Eldeki bilgilere göre, Kafkasya’da kurulmuş ve yaşamış olan başlıca devletler şunlardır:

1) Bir Kafkas Devleti olarak tarihte yer almış olan ilk siyasal kuruluş/oluşum Kimmer (Gimri) İmparatorluğu’dur (1). Ağırlık merkezi Kafkasya ve Kırım Yarımadası olan, başka bir deyimle bu yerlerden doğup büyümüş olan Kimmer Devleti, bugünkü Güney Rusya’yı kapsayan geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. Kimmer İmparatorluğu, bilindiği kadarıyla bir Kavimler Federasyonu idi.

2) Kimmer  İmparatorluğu MÖ 1500’lerde beliren İskit saldırıları sonucu yıkıldı. Bu çöküş sonucu, kuşkusuz, Kafkasya’nın etnik konumunda ve yapısında  bazı değişimler,  dağılma ve çözülme durumları gerçekleşmiş olmalıdır.

Kimmer sonrasında, Kafkasya’da, yedi aşiretin bulunduğunu görüyoruz. Aşiretlerin en önemlisi  Meot  Aşireti’dir . Çünkü bu aşiret, birçok kabileyi içerdiği gibi, eski Kimmer İmparatorluğu topraklarının  büyük bir bölümüne de yayılmıştı. Meotların bu yayılışı sonucu Azak Denizi’ne “Palus Meotis” (=Meot Denizi) (2) denmeye başlanmıştı. Bu genişleme, Meotların coğrafi konumundan çok, siyasal  konumundan kaynaklanıyor olmalıdır. Ancak Meot siyasal varlığının niteliğini/gerçek durumunu tam olarak öğrenebilmiş de değiliz.

Batı Kimmerlilerin kendi krallarını öldürmeleri olayının Kafkasya’da krallık düzenine karşı bir tepki/korku doğurduğu ve bu tepkinin cumhuriyetçi anlayışlara yönelme biçiminde kendini göstermiş olduğu düşünülebilir. Bu durumda Meotların federal cumhuriyet düzenine dayalı bir devletlerinin bulunmuş olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Meot varlığı ve siyasal yapısı, kendisini oluşturan toplulukların kimlikleriyle, yani toplulukların  kendi adlarıyla anılmaktadır. Böyle bir devlet tipine  etat social (sosyal devlet)  adını verebiliriz.

Böylesine bir statünün ne zaman oluşmuş olduğuna ilişkin kesin bir bilgimiz yoktur. Ancak Meotlar, Kimmer İmparatorluğu’nun sınırları içinde yer almış olan topluluklardan  biri olduklarına göre, Kimmerlerin çöküp dağılmaları sonucu,  Meotların siyasal bir varlık olarak tarih sahnesine çıkmış oldukları  düşünülebilir.

3) Kırım ve Kafkasya’nın bir bölümü üzerinde kurulmuş olan Bosporos Krallığı (Bosfor Devleti) (3), Meot topluluklarının önemli bir bölümünü temsil ediyordu. Grek kolonileri tarafından kurulmuş olan bu devlet, giderek bir Kafkas devletine dönüşmüştür (Roma’nın doğuda Bizans-Grek kimliğine dönüşmesi olayında olduğu gibi).

4) Bosporos Devleti’nin Pontus (Pontos) ve Bizans saldırıları ve bu saldırılara  Got akınlarının da eklenmesi  sonucu, Kafkasya tam bir çöküş süreci içine girdi. Batıdan gelen bu saldırı ve darbeleri, doğudan gelen Türk-Moğol (Turan) topluluklarının göçleri ve akınları izledi. Sonu gelmeyen bu saldırı ve akınlar sonunda Kafkasya bir daha kendini toparlamak için gerekli zamanı ve olanağı elde edemedi. Aslında Kafkasyalılar beliren her fırsattan yararlanıp kalkınma yolunda adımlar attılar, ama sürekli ve kalıcı sonuçlar elde edemediler. Atılan adımlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

  1. Prens Lavristen’in girişimi.
  2. Yınalıko’nun (Yınalıkua) girişimi.
  3. Abhazların kurdukları devlet.

Nitelikleri kendi bölümlerinde anlatılmış olan bu girişimler dışında, Kafkasya’da demokratik devrimci hareketler de başlamıştı.  Abadzeh/Abzegh kabilesinden  kaynaklanan bu demokratik devrimci hareketler  Kabardey yöresine de sıçramıştı. Destanı ünlü Aydemirkan bu demokratik devrim mücadelesinin bir kahramanı idi.

Fiilen ya da düşünsel düzeyde Kafkasya’nın her tarafına yayılmış ve en ücra köşelere değin işlemiş   olan bu devrim (inkılap) hareketi, Kafkasya’nın siyasal, sosyal ve yönetim anlayışında  ve toplumsal yapısında büyük değişikliklere yol açmıştır. Buna karşın ulusal karakter (gelenek) rolünü ve etkinliğini korumuştur.

Bu nedenle, izleyen yıllarda Kafkasya’da kurulması düşünülen devletlerin tümünde cumhuriyet ve demokrasi/danışma kurallarının egemen olmaları isteniyor ve bu ilkeler  Kafkas toplumunun ayırt edici özelliği olan aşırı bireyciliğin damgalarını taşıyorlardı. Bütün bunlara ek olarak, devrimin etkisiyle düşünce alanındaki  istikrar ve denge de sarsılmış, bu nedenle, belirli ve durulmuş/müstakar bir ortam da oluşamıyordu. İşte böylesine bir ortamda Kafkasya, Rusya ile karşılaşmış/sınırdaş olmuş, örgütlü ve birliğe dayanan bir yönetime gereksinim duyduğunu çok acı bir biçimde de olsa, artık anlamıştı

Kanşavebi ve Kaytoko Aslanbek gibi kararlı kişilerin kurmak istedikleri devlet, böylesine bir gereksinimden  kaynaklanıyordu. Ancak bu  girişimler de kişisel düzeylerde ve sonuçsuz kalan  girişimler oldular. Sonunda Doğu Kafkasya’da Şeyh Şamil Devleti kurulmuştur. Otoriter yapıda olan bu devlet, büyük başarılar kazanılmasına yol açtıysa da tüm çabalara karşın Batı Kafkasya’yı  tam anlamıyla nüfuzu/etkisi altına alamadı.

Sonuç olarak Batı Kafkasya’da (-Çerkesya-) ayrı bir devlet doğdu. Jıle Tharıo Xase (Milli Misak Meclisi Devleti) adını taşıyan bu devlet,  bütünüyle danışma ve cumhuri/halk egemenliği/demokrasi prensipleri üzerinde kurulmuştu. Daha doğru bir tanımla, bu devletin niteliğini ve yapısını tanımlayacak bir deyim arayacak olursak, buna, yukarıda da değindiğimiz gibi, sosyal devlet (etat social) dememiz uygun düşecektir.

Gerçeği söylemek gerekirse, Doğu ve Batı Kafkas devletleri, tek bir yönetim altında ve gerçek anlamda birleşemediler. Ancak temsilciler yoluyla bir işbirliği arayışı içine girdiler ve bu amaçla da, birbirlerine karşılıklı temsilciler göndermeye başladılar.

O dönem dünya devletlerinde olduğu gibi, Kafkas devletlerinde de bugünkü yapıları ve koşulları aramamak gerekir. Bu durumda, tarihi objektif/nesnel olarak ele almak için, devlet kavramının o dönemdeki kapsamını/anlamını ve niteliğini ortaya koymak   gerekir.

Eski dönemlerde çok geniş, adeta bir kıtayı kaplayacak boyutta devletlerden söz ediliyordu. O tür devletlerin bugünkü devlet  türleriyle karşılaştırılmaları doğru olmaz. Eski dönem devletlerinin belirli sınırları yoktu. Çünkü devletler arası sınırların saptanmasına/çizilmesine, ancak VIII. yüzyılda başlandı. Bu nedenle, devlet sınırı ve otoritesi, devleti kurmuş olan zümrenin/topluluğun çıkarabildiği güce göre belirlenirdi. Egemen zümre/topluluk,  toplayabildiği bu güçle nerelere  ulaşabiliyor, etkinliğini duyuruyor ve sonuç olarak nerelerden vergi alabiliyorsa, o yerleri kendisine ait sayardı. Bu durumda, devletin sınırı ve otoritesi, çıkarabildiği kuvvet/asker sayısı ve kontrol gücüyle ölçülürdü. Sonuç olarak gücün zayıflaması durumunda, o oranda devletin otoritesi de zayıflar, giderek devlet  ortadan kalkardı. Öyleyse, eski dönemlerde istikrarlı /kalıcı devletler ve devlet sınırları söz konusu olmazdı. Egemenlik alanları, adları ve sınırları sürekli değişen devletlerle karşılaşılırdı.

Çağdaş devletlerde sınırlar aşağı yukarı belirlenmiştir. Bu gibi devletlerde sürekli ve kalıcı bir varlık oluşması için, devlet yapısı içerisinde yer almış olan topluluklar üzerinde değişik politik yöntemler uygulanır. Böylece bir birlik ve birliktelik gerçekleştirilmek istenir. Bazı devletler bu birlik ve birlikteliği gerçekleştirmek için asimilasyon politikaları uygular, asimilasyona direnen toplulukları siyasal ya da ekonomik yollarla yok etmeye ya da bu topluluklarla kan bağına dayanan bir ulus yaratmaya çalışır, bu yolda değişik yöntemler uygularlar.

Bazı devletler ise, tam aksine, devlet sınırları içinde yer almış olan uluslara karşı saygılı olurlar. Ancak bu değişik ulusları bir  ruh birliği/ortak bir anlayış  çerçevesinde bir camia/bir topluluk olmak üzere bir arada tutmaya çalışırlar (4). Bu sonuncu tip devletlerde özgürlük düşüncesinin/hürriyet prensiplerinin geliştiği ve egemen olduğu görülür. Sonuç olarak gelişim ve ilerleme,  bu gibi ülkelerde daha erken bir tarihte ve daha güçlü olarak ortaya çıkmıştır.

Şimdiye değin öne sürülen görüşlerden anlaşıldığı kadarıyla, bir ulusun varolması ve ayakta kalması, o ulusun bir devlet kurması koşulu ile sınırlı değildir. Devletleşememiş ya da var idiyse, devletinin yıkılmış olması, o ulusun tarihsel varlığının da yok olacağı ya da kesintiye uğrayacağı anlamına gelmez. Bu konuda doğru bir değerlendirmeye ulaşmak için şu görüşleri de dikkat alma gerekir:

1) Bir ülkede yaşayan tüm insanların, o ülkenin başat/egemen ulusundan oldukları söylenemez.

2) Egemenliğin yok olması/değişme göstermesi, o ülkede yaşayan ulusların tümünün de yok olacağı anlamını içermez.

Bu nedenle tarihte karşılaşılan etnik adlarla ilgili olarak, tarihsel araştırmalarda  aşağıdaki esasları göz önünde bulundurmamız gerekir:

Örneğin, aile, kabile ve aşiret anlamında birçok değişik adla karşılaşabiliriz. Bu adlar bir ulusun tamamına ait olmayabilir.

Ayrıca yabancı uluslar, adları, kendi dil ve ağızlarına/şivelerine uydurur, ona göre yazarlar ya da o adları değiştirerek, yani başka biçimlerde, başka adlarla söylerler.

Tüm bunların dışında, aynı ulusun değişik aşiretleri bile, birbirlerini değişik adlarla  çağırabilirler.

Toplumlar bir birliğe doğru evrildikçe/geliştikçe birçok ad kendiliğinden ortadan kalkar, özellikle devletleşen bir toplumda bu gibi adlar değişim ve dönüşümlere uğrarlar. Çünkü devletler ayrılıkları anıştıran ve  ayrılık anılarını  canlı tutan adların terk edilmeleri ve unutulmaları politikalarını uygularlar. Hiçbir istila hareketi ile karşılaşmamış, dış etki ve karışımlara uğramamış olsa bile, bir ulusta, sosyal ve politik etkiler sonucu gerçekleşmiş başkalaşmalar, adlarda da değişim ve  değişiklikler olabilir, bunlar da tarihçileri şaşırtır ve onları yanlış kanılara/değerlendirmelere götürebilirler. Kafkasya’da böylesine durumlarla çok karşılaşılır. Bu bakımdan Kafkasya tarihi incelenirken bu gibi durumların sürekli olarak göz önünde bulundurulmaları gerekir.

BİLGİ NOTLARI:

1) Gimri sözcüğü,  günümüz Türkiye’sinde Kimmer biçiminde yazılıyor. Kimmer-Adige ilişkileri için bkz. Prof. Ğış Nuh,  “Adigece’nin temel sorunları-1”, CC,  internet ve “Jineps” gazetesi, Temmuz 2009, s. 9. –HCY

2) Meot =Мыут1, bunun için de Prof. Ğış Nuh’un sözkonusu yazısına bakılabilir. Ayrıca “Хы Мыут1=Xı Mıvıt’=Meot Denizi=Azak Denizi” adı, Adigece kökenli bir addır-HCY

3) Değerli tarihçi  Berkok, kendi dönemi gereği olmalı,  “Bosfor Devleti” (=Boğaz Devleti) adını kullanıyor. Günümüzde ise, “Bosfor”, daha çok ‘İstanbul Boğazı’ karşılığı olarak kullanılıyor. Karadeniz’den Azak Denizi’ne açılan Kerç Boğazı (Adigece “Xı T’uale=Хы Т1уалэ”) çevresinde kurulan sözkonusu tarihsel devlete/Bosporos’a, günümüzde Grek/Yunan kökenli ve uluslararası bir ad olarak  “Bosporos Krallığı” deniyor. -HCY

4) Osmanlı İmparatorluğu, bir Osmanlılık ortak ülke anlayışına/kavramına  dayanan bir birliktelik oluşturmaya çalışmış, ancak başarılı olamamıştı. Rusya  da, şimdilerde, “Ortak Evimiz Rusya Federasyonu” adı altında böylesine bir birliktelik ve bir ortak ülke anlayışını savunuyor. ABD, Kanada, özellikle İsviçre  bu birlikteliğin ve ortak ülke anlayışının en güzel örneklerindendir. Ayrıca Asya, AfrikaLatin Amerika ve Okyanusya’da bazı yeni devlet politikaları, yerli dilleri de kapsayacak biçimde geliştiriliyor, birden çok  dil resmi dil olarak  kabul ediliyor ve önemli demokratik adımlar atılıyor;örneğin, Mali, Güney Afrika, Bolivya, Peru, vb gibi birçok ülke sayılabilir.  “Demokratik Açılım” projesiyle Türkiye de yeni adımlar atmaya hazırlanıyor . Irak da bu doğrultuda önemli bir  adım atmıştır:Irak’ta Arapça dışında Kürtçe, Türkmence, Asurice,  vd diller de, değişik düzeylerde resmi diller olarak kabul edilmişlerdir. Benzeri bir örnek de
Kosova
’dır. -HCY