KİTAPLARIM VE BEN

KITIJ Cemil Biçer

1970’lerin ortalarında İstanbul’da okuduğum lisenin kitaplık ve kütüphane kolu başkanıydım. “Başkanlık” dediğime bakmayın, canım, o işin egosantrik atraksiyonu, iş bildiğiniz angarya, sanmayın ki “sadaret” makamı…

Okuduğum lise, İstanbul’un hatta Türkiye’nin en önemli on lisesi arasındaydı o yıllarda. Hatta klasmanı bana yaptıracak olursanız Mekteb-i Sultani’den (Galatasaray Lisesi) daha öndedir derim. Hem hocalarının kalitesi, hem kurumsal kimliği, hem de öğrenci profili olarak gerçekten önemli bir eğitim kurumu idi. “İdi” geçmiş zaman kipi kullanıyorum. Aradan geçen kırk yıllık süreçte her alanda olduğu gibi eğitim alanında da misliyle bir gerileme yaşamış bulunuyoruz. Şimdilerde ha Yozgat Yerköy Lisesi, ha Haydarpaşa Lisesi; al birini vur tekine, ramazan davulu gibi “tınnn, tınnn” ötsünler.

Yine köy imamı gibi gameti uzattım, bu gamet uzatma hastalığı öğretmenlik meslek hastalığıdır aynı zamanda. Ama bizim gamet uzatma işimiz köy imamlarından çok farklıdır. İmamlar kendilerini bir “lök” yerine ikame ettirmek için gırtlaklarından “ayın” çatlatarak uzatırlar gameti. Biz öğretmenler ise “didaktik” olma amacıyla uzatırız.

Meselenin özü şu dostlarım, bir yazım için Bekir Yıldız’ın “Reşo Ağa” isimli kitabındaki “Öl Ana” adlı öykü lazım oldu. Lise kütüphane başkanı olduğum yıllarda Cağaloğlu’nda Cem Yayınevi kitap kulübüne üye olmuştum. Tüm dünya klasikleri ve Türk yazarlarının eserlerini kitaplığıma almıştım. Hatta o yıllarda popüler yazarlarımızdan Yaşar Kemal, Bekir Yıldız, Can Yücel, Aziz Nesin başta olmak üzere tüm yurtsever sosyalist yazarlar ile birebir tanışıp söyleşilerini dinleme, imzalı kitaplarına sahip olma mutluluğunu yaşamıştım. Ancak yaşam felsefem “kitap okundukça değer kazanır” anlayışıyla çalıştığı için oldukça zengin olan kütüphanemde hapsedemedim. Kitaplarımı, okunduktan sonra iade edilmek anlayışı çerçevesinde tüm mahalle, okul ve çevre arkadaşlarıma açık tuttum.

Üniversite eğitimi için Ankara’ya gidişim ve akabinde araya giren 12 Eylül faşist darbesi, gözaltılar, mahpusluklar, askere gidiş üst üste binince, benim milli kütüphaneden daha değerli hazinem tarumar oldu. Üç bine yakın birbirinden değerli kitabım banyo kazanlarında, sobalarda, mahallenin çöp bidonlarında yakıldı. Kitaplarımı alanlar geri getirmeye korktukları için yakıp hıdrellez ateşi gibi ateşinin etrafında dans ettiler. Polis evimizi basıp geri kalanları çuvallayıp götürmüş. Aylar sonra eve dönebildiğimde çalışma odamı define aranmış kilise harabesi halinde buldum. Derleyip toparlamam aylarımı, yıllarımı aldı. Yoksa ben “Reşo Ağa” kitabını arayacak adam mıyım? İmzalı kitaplar bölümünde Bekir Yıldız’ın tüm kitapları vardı, gel de bul. Şimdiki yayınevleri paranın peşine düştükleri için bırakın Bekir Yıldız’ın kitaplarını basmayı, adını bile bilmediklerine kalıbımı basarım.