ÇARŞAMBA-KIZILOT KÖYÜNÜN (WUŚPL’IJ HABLE) SOSYOLOJİK İNCELEMESİ

KITIJ Cemil Biçer

Yıl 1864, aylardan mayıs…

Novorossiysk Ticari Deniz Limanı tarafından işletilen liman tüm yıl boyunca kullanılabilmekte olup, aynı zamanda Rusya Deniz Kuvvetleri’nin, Karadeniz Filosu’nun konuşlandığı bir deniz üssüdür.

Sabahın şavkı Karadeniz üzerinde kıpraşmaya başladı. Şpsigo KITIJ Smayl, o sabah ailesini önceden anlaştığı bir Laz takasına bindirip Memalik-i Osmanlı’ya göçecekti.

1861 yılının sonbaharında Çar II. Alexander durumu kendi gözleriyle görmek ve ordularını denetlemek maksadıyla Batı Kafkasya’ya geldi. Büyük Özgürlük Meclisi ile görüşen II. Alexander “Kafkasya’nın Rus topraklarına katılmasını ve Çerkeslerin Rus vatandaşı olmasını, Rus Silahlı Kuvvetleri’nin sayıca büyük olduğunu ve onlarla baş  edemeyeceklerini” söyledi. Eğer bunları anlamaz, kabul etmezlerse neye mal olursa olsun savaşı en kısa sürede zaferle sonuçlandıracaklarını ve bunun Çerkesler için büyük bir soykırım, trajedi olacağını belirtti.

Çar’ın bu sözleri üzerine Çerkes temsilcileri yıllarca uğruna savaştıkları topraklarından, dillerinden, dinlerinden vazgeçmeyeceklerini, kendi ülkelerinde azınlık durumuna düşmeyeceklerini belirttiler. Bu gelişmeler üzerine Çerkes-Rus savaşlarının şiddeti arttı. 1862 yılında Soçi kıyılarına denizden çıkarma harekâtı gerçekleştirildi. Ruslar, Büyük Özgürlük Meclisi binasını yaktılar.

Ruslarla daha fazla savaşamayan Çerkesler zorla kendi topraklarından ayrılarak başka ülkelere gitmek zorunda kaldılar. 21 Mayıs 1864’te Çarlık Ordusu savaşların bittiğini ilan ederek, resmi bir geçit düzenledi.

İbn-i Haldun’un çok değerli ve anlamlı bir sözü var: “Coğrafya kaderimizdir.” Yani dış etkenlerin bu konudaki belirleyiciliğinden kaçmak imkânsızdır. Önemli olan, bununla nasıl yüzleşeceğimizdir.

Çerkeslerin yenilgi trajedisini, başka bir trajedi olan yığınsal şekilde Osmanlı İmparatorluğu topraklarına zorla gönderilmeleri izledi.

Bu süreçte 500 bin kişi açlık, salgın hastalıklar ve soğuktan hayatını kaybetti. Osmanlı o zamanlarda en kötü dönemini yaşıyordu. Nüfusu azalmıştı ve savaşacak insanlara ihtiyacı vardı. Çerkeslerin Müslüman olmasının yanı sıra savaşçı ve cesur bir halk olduğunu bildiğinden onların sürgünle Osmanlı topraklarına yerleşmesini kabul etmişti.

Osmanlı’ya gelen Çerkesler Hıristiyan nüfusunun fazla olduğu, kurak ve bataklık bölgelere tarımı artırmak için yerleştirildiler. Aynı zamanda birlik olunamaması için çok dağınık bir şekilde dağıtıldılar.

Şpaşigo, yükte hafif pahada ağır bütün varlığını ve ailesini, Novorossiysk limanına getirmiş köhne bir Laz takasına bindirip ailesinin kaderini Karadeniz’in soğuk sularına teslim etmişti.

Meçhule giden bu köhne Laz takasında açlıktan ve hastalıktan ölen aile üyelerini Karadeniz’in karanlık sularına gömen Şpaşigo ailesi uzun yıllar Karadeniz’e küs yaşamışlar, denizden çıkan balıkları yiyememişlerdir. Bu derin travmanın kabuk bağlamış yaraları hala bir derin sızı olarak saklıdır yüreğimizde.

Meçhule yol alan bu köhne Laz takası Karadeniz’in azgın dalgaları ile boğuşarak 27 mayıs sabahı Çaltı Burnu Taşlık mevkiinden Osmanlı topraklarında karaya çıktı.

Samsun-Kirazlık-Derbent bölgesinde kurulu göçmen toplanma kampında aylarca yokluk ve yoksulluk içinde yaşam mücadelesi veren KITIJ ailesi, kişi başına verilen “tayın”dan mahrum olmamak için ölülerini bile kamp yetkililerinden gizli gömdüler toprağa.

Göçmen komisyonu yetkilileri Şpaşigo Smayl ailesini Çarşamba Arım bölgesinde eğrelti otları (Pteridophyta) ile kaplı kumluk bir alana yerleştirdi. Arım bölgesinin ilk sürgün göçmenleri olan Şpaşigo KITIJ ailesi üyeleri bu kıraç araziyi hiç sevmediler, ancak anavatanlarına dönme ülküsünü hep içlerinde saklı tuttuklarından Karadeniz’den uzaklaşmakta istemediler. Ailenin bir bölümü Göçmen İdaresi’nin kararına uyup Anadolu’nun iç kesimlerine gönderildiler.

KITIJ ailesinin üyeleri hala bu topraklarda 157 yıl geçmesine rağmen birbirlerine hasret yaşamaktadırlar.

Şpaşigo ailesi yaz sıcaklığında kavrulup kıp-kızıl bir savanaya dönüşen köylerine Kızılot (Wuśpl’ıj hable) adını verdiler.

Süreç içerisinde Şpaşigo ailesinin kurduğu Kızılot köyüne Hamlık köyünden (sıtma nedeniyle sönen bir Çerkes köyü) çok sayıda aile katılır.

Hamlık köyü, Çarşamba Çerkes köyleri içinde ekonomisi en gelişmiş ve nüfus olarak en kalabalık bir köy olmasına rağmen içme suyunun metan gazı ağırlıklı olması ve bataklıklarla çevrili olmasından dolayı süreç içerisinde sıtma, verem, dizanteri ve trohom gibi bulaşıcı hastalıklarının pençesinde sönmüş bir köydür.

Hamlık köyünün dramatik tarihçesi köyünü en son terk eden yarı meczup Topal Hamit‘in yaşam öyküsü çercevesinde “Çarşamba Köprüsünde Vurdular Beni” adlı kitabımda ayrıntısı ile anlatılmaktadır.

Çevrede mukim Türk köylülerle iyi bir sosyal ilşki geliştiren Kızılot halkı, Kurtuluş Savaşı yıllarında onlarca gencini gönüllü olarak ulusal kurtuluş savaşına göndermiş, kendi öz yurtlarını savunmada gösteremedikleri kahramanlıklarını ikinci yurtları için harcamaktan çekinmemişlerdir.

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yeni hükümetler Çerkeslerin yoğun olarak yaşadıkları Arım-Kızılot bölgesine gereken ilgiyi ziyadesi ile göstermişledir. Çarşamba köylerinde o yıllarda ilkokulu bulunan üç köyden biri Kızılot olmuştur.

Yerli halkın Çerkes göçmenlerle olan sosyal sorunlarını kontrol altında tutmak maksadı bu köye birde jandarma karakolu kurulmuştur (1934).

Bataklık ve orman arazilerini ıslah eden Kızılot  Çerkes göçmenleri bu verimli geniş alüvyon toprakları işleyerek ekonomik olarak hızla varsıllaşmışlardır.

Yerel yöneticilerle iyi ilişkiler geliştirme becerisi gösterip bürokrasi ve askeriye içinde görev alıp kısmi bir ayrıcalık elde etmişlerdir.

Çerkes mütegallibeleri (mahalli beyler, ağalar –CC) çocuklarının eğitim almalarına çok önem vermişler, ilk ve orta okulu Çarşamba’da okuyan bir çok Çerkes genci, lise eğitimleri için Samsun ve İstanbul -Kabataş ve Haydarpaşa- liselerine yollanmışlardır.

Çerkes kültürünün tüm detaylarınnı en ince ayrıntılarına kadar korunup uygulandığı Kızılot köyü (Wuśpl’ıj Hable) süreç içerisinde asimilasyonun tahribatından kurtulamamıştır! Bu öz kültüründen uzaklaşmanın başlıca nedeni, yol boyu bir köy olması, gençlerinin okumak ve işleri gereği kentlere yönelmesidir.

Merkezi bir yerleşim özelliği taşıması okulun ve jandarma karakolunun bu köyde bulunması da asimilasyonun (özümleme) tâlî etkenleri arasında sayılabilir.

Geldiğimiz noktadan 156 yıl geriye baktığımızda görünen; yok olmuş bir kültür, unutulmuş bir anadil, karaklık suları ile kan kırmızı şavkıyan kocamannn bir kirli denizden ibarettir bizim öykümüz!