KUZEY BATI KAFKASYA’DA AVCILIK ANILARI

Clive Philips – Volley*
Çeviren: Aydın Osman Erkan
Kafkasya Yazıları, Yıl: 1, Sayı: 3, Sayfa: 45-50

Kafkasya benim için enfes, büyülü bir ülkedir. Gizemli çiçek kaplı stepleri, derin uykudaki ormanları, karlarla örtülü görkemli dağ zirveleri, çocukluğumdan beri bu konuda okuduklarımla beni son derece etkilemiş, bu his tüm hayatım boyunca devam etmiştir. Londra’dan bir hafta, en fazla on günlük bir seyahat sonunda Kafkasya’ya ulaşabilirsiniz, fakat genelde İngilizler bu ülke konusunda Alaska kadar az bir bilgiye sahiptirler. Afrika’da av yapmış, anılarını yazmış olan düzinelerle avcı ve seyyah bulunur, fakat Kafkasya’da avcılık konusunda benim yazdıklarımın dışında hiçbir eser yayımlanmamıştır. Sadece sayın Bay St. George Littledale bana bu konuda bazı notlar gönderdi.

Benim ilk büyük av yaptığım ülke Kuzey Kafkasya’dır. Bu yüzden oraya karşı hislerim belki çok iyimser, tarafgir olabilir fakat gerçekte inanın bu değerlendirme doğrudur. Dünyada bu kadar güzel başka bir ülke, av sporunun bu kadar çekici olabileceği bir ülke daha yoktur. Bu sporun bu kadar çekici olabileceği bir başka yerin de mevcut olduğunu düşünemiyorum.

Bunlara rağmen Kafkasya av bakımından aynı zamanda lanetli bir yerdir, durmadan tırmanmalar, devamlı aç kalma, yorgunluk, sonunda ‘vurduğunuz ava değmez’ dersiniz belki. Bunları Hindistan’daki av anılarımla kıyaslayınca böyle düşünüyorum. Fakat o rahat içindeki avcılık ile Kafkasya’nın vahşi, çetin çekiciliği içindeki sporun arasındaki farkı gerçek sporcu takdir edebilir, Elbruz’un ıssız yamaçlarında hele bir dolaşın bakalım, işte o zaman kendinize avcı diyebilirsiniz.

Dağlarda avcılık için en elverişli mevsim haziran sonu, temmuz ve ağustostur, bu eylülün ilk haftasına kadar uzanabilir. Bundan sonra Karadeniz kıyılarındaki ormanlara inerek yaban domuzu, ayı avlayabilirsiniz. Auroch (Bizon, yabani bufalo) avı için ağustos ayında Kuban’ın ormanlık labirentlerinde gezmeniz gerekir.

Kafkasya, Rusya’nın en çetin savaşlarını verdiği bir ülkedir. Kuzey Batı kısmı büyük bir oranda nüfustan arındırılmış olup bugün bile silah baskısı ile elde tutulmakladır. İngiliz Dışişleri Bakanlığı’ndan alacağınız izinler bir fayda vermez, ayrıca Rus makamlarına da gidip uzun, uzun oraları gezeceğinizi anlatmaya kalkmayın. Küçük bir grup halinde ülkeye usulca girin, suya sabuna dokunmadan, sadece av ve gezi amacı ile uğraşın, göreceksiniz size dokunan olmayacaktır. Yolculukta mümkün olduğu kadar hafif olun, az eşya alın, çünkü gideceğiniz yerlerde yol yoktur, iz ve patikaları takip edeceksiniz veya insan girmemiş bölgelerde avlanacaksınız.

Yerli Kafkasyalı iz sürücüler, kılavuzlar, hamallar kullandığınız zaman çok dikkat edilmesi gereken bir husus, onlara kesinlikle hizmetkar gibi davranmamanızdır. Bir arkadaş veya size refakat eden yerli avcılar gibi onları kabul etmeniz gerekir. Her ne kadar sizden yevmiye alıyorlarsa da, bir efendiye hizmetçi olmak fikri onlarda yoktur ve asla kabul etmezler. Siz ne yerseniz, ne içerseniz onlarla paylaşmak ve onlarla oturmak gerekir.

Çerkesya’nın kestane ormanlarında dünyanın en iri yaban domuzları bulunur. Nalçik Valisi Albay Veerubof’un bana göstermiş olduğuna göre bir azılı yabanın azı dişi uzunluğu 29 santimetre idi. Bu hayvanın yerden yüksekliği 105 santimetre, ağırlığı ise 275 kiloya varıyormuş. Dünyada bu derece büyük yaban domuzları sadece Kuzey Batı Kafkasya’nın ormanlarında bulunur. Yerli halk genellikle Müslüman olduklarından bu hayvanları yemezler ve sadece ürünlerini koruma amacı ile öldürürler; fakat Kazaklar pekala onları yer. Tiflis Müzesi Müdürü Profesör Radde bana bu domuzlar konusunda aynı bilgileri verdi ve dünyada başka bu derece büyüklerinin görülmemiş olduğunu teyit etti.

Kuban düzlüklerinin kilometrekarelerce büyüklükteki kamışlıklarında da çeşitli hayvanlar yaşar. Yamaçlarda yaşayan ve Tur adı verilen bir nevi İbex, Dombey diye anılan bir tür Bizon ve en vahşileri olan Zubre, Çerkesya’nın çeşitli av hayvanı türlerindendir. Bir keresinde bu bölgede benim boyumu geçen büyüklükte devasa Açelya-Rododendron çiçekleri arasında kayboldum.

Tuapse’de bir İngiliz telgraf istasyonu mevcuttur. Buradaki görevli beni büyük bir ilgi ile karşıladı. Tuapse’nin özelliği, 1864 yılında burada yaşayan Çerkes milletinin sürgün edilmesinde oynadığı önemli roldür. Osmanlı topraklarına sürgün edilmek için burada bekleşen yüz binlerce Çerkes’den çok ölenler olmuş, hatta sahile yakın batan çürük gemilerden de ölüler kıyıya vurmuş, bu dehşetli facianın sonucu olarak binlerce Çerkes, Tuapse kıyılarına gömülmüştür. Buradaki toplu mezarların oluşturduğu tepecikleri bugün bile görmek mümkündür.

9 Kasım Pazar sabahı Tuapse Valisi’nden bir mesaj aldım. Bana Kafkasya’nın halen sıkıyönetim altında bulunduğu, kesinlikle hiçbir Çerkes’i ziyaret etmemem gerektiği, bunun yasak olduğu, sadece avcılık ile uğraştığım sürece burada kalabileceğim, aksi halde ülkeyi derhal terk etmem gerektiği bildiriliyordu. Ruslar bir insanın sadece avcılık ve gezinti hevesi ile bir bölgeyi ziyaret edebileceğine inanamıyorlar, her şeyin altında gizli bir maksat, casusluk ve araştırma gibi kötü şeyler arıyorlardı.

Soçi’ye geldiğimde orada yerleşmiş bulunan bir Alman bana Kazaklardan dert yandı, “Her zaman Osmanlı’dan şikayet ederler bu Ruslar” dedi. “Fakat Türk askeri sadece ihtiyacı kadar alır, gerisine dokunmazdı. Ama bu Kazaklar, sadece almakla kalmıyor, geride kalanı da yakıp, yıkıp imha ediyorlar. Kazak’ın geçtiği yerde hayat kalmaz, ot bitmez diye devam etti. Soçi üzüm ve üzümcülük yönünden çok gelişmekte olan bir yöredir. Eski yerlilerinden kimse kalmamış. Aynı zamanda av yönünden de bir cennet. Almanın görgü tanığı olarak anlattığına göre, sürgünden evvel buradaki Çerkesler çok bol avlanırmış. Bir defa sekiz kişilik bir Çerkes avcı grubu ağızdan dolu tüfekleri ile bir partide kırk iki dağ keçisi, ayı, ibex, kızıl geyik ve yaban koyunu vurup gelmişler. Bu da size Soçi’nin av bakımından ne kadar verimli bir bölge olduğunu anlatır sanırım.

Bir gün yamaçlarda bir ormanda avlanırken terk edilmiş, yakılmış bir Çerkes köyünün kalıntıları ile karşılaştık. Çevrede harabe yoktu, çünkü evler tahtadan imiş ve yanınca yerinde sadece bir düzlük kalmış. Bazı yarı yanmış ev eşyaları gözümüze çarptı, her şey etrafı sarmış olan otlar, çalılıklar ve yabani bitkiler içinde kaybolmuştu. Çevrede artık yabanileşmiş bağlar, meyve ağaçları, ahır kalıntıları görülüyordu, ileride köyün simgesi gibi duran devasa bir kestane ağacı etrafı gölgeliyordu.

Kafkasya’da av peşinden koşmak bir yana, doğru dürüst yol olmadığından yürümek bir iştir. Bizim altı kabaralı postallarımız bir süre sonra taşınamayacak bir yük oldular. Ben size en iyisi Çerkes mokasenlerini tavsiye edeyim. Bunlar geyik derisinden yapılmış yumuşak ayakkabılardır. Altı baştan topuğuna kadar sırım ile dikilidir, içine ince dağ otu yerleştirilir. Islatıp ayağa giyilir ve sıkıca bağlanır. Bir eldiven gibi ayağınızın şeklini alır. Kalın ayakkabılarda iş görmez olan ayak parmaklarınız bu pabucun içinde iş görür hale gelir. Dağa tırmanırken kayada kaymaz, ağaca da kolaylıkla çıkabilirsiniz. Sanki ayağınızda pabuç yoktur, çıplak ayak gibi rahat, fakat gerçekte ayaklarınız kalın bir deri ile korunuyor ve bir saman minderinin üzerinde yürüyor… Rahat ve konfor için, ben size Kafkasya’da gezerken yerli Çerkes mokasenini tavsiye ederim.

Kafkas dağlarının eteklerinde akşam olurken sis çevreye çöker. Yavaş yavaş etraf beyazlaşır ve çevre görünmez olur. Buralarda benim gibi avcılık yapmış olan Mr. Littledale bir keresinde bir İbex peşinden koşarken böyle bir sise yakalanır. Kafkasyalılar tüm dağlı insanlar gibi batıl itikatları çok olan kimselerdir. Dağlarının, zamanın başlangıcından beri ilahlar ve şeytanlarla dolu olduğuna inanırlar. Bu öyküleri Mr. Littledale de çok kez yerli kılavuzlardan dinlemiş. Fakat o anda yalnız basmadır ve sis çevreyi sarmıştır. Yavaş, yavaş yürüyerek yolunu bulmaya çalışırken birden dehşet ve korku ile irkilir; tam yanında dev büyüklüğünde bir gölge durmaktadır. O doğrulunca dev de doğrulur. Mr. Littledale sırtındaki tüfeğe yönelirken birden devin de aynı şeyi yaptığını görünce gönlü ferahlayarak sakinleşir. Bu dev sadece siste batan güneşle oluşan onun kendi gölgesidir, sis mercek görevi görerek gölgeyi bir dev boyunda göstermiştir. Kafkas dağlarının gizemli zirveleri yüzyıllarca ünlü büyücülerin büyülerine konu olmuş, öykülerinde yer almıştır, bu gibi olayların bunda büyük hissesi olduğu kesindir.

Kafkasya’da ilgimi çeken çok önemli bir ayrıcalığı müşahede ettim, yazmadan geçemeyeceğim. Burada av hayvanlarını, ateşli silah veya ok dışında, tuzak, kapan, kafes, v.s. yollarla hileli bir şekilde kurnaz yöntemlerle avlamak yoktur. Bu çok ayıp sayılır ve sportmenliğe yakışmadığı düşünülür..

Av partilerimde genellikle yanıma Çerkes kılavuz ve yardımcılar almayı tercih etmişimdir, elimden geldiği kadar Rusları almadım, Kazaklardan ise uzak durdum.

Büyük avın bu ülkedeki en önemli ilgi çekiciliği, sessiz karanlık ormanların gizemi ile sis kaplı dağ zirvelerinin cazibesi değil midir? Bir kere insanoğlunun bölgesinden uzaklaştıktan sonra, romantik bir ülkedesinizdir artık. Eğer ki Elbruz dağının zirvesinde yaşadığı, efsanede anlatılan Zümrüd-ü Anka kuşuna inanırsanız -ki onun sesi insanları sağır ve hayvanları deli edermiş- ne mutlu size; fakat inanmazsanız bile büyüsünden kurtulamazsınız. Yerliler fırtınaların onun kanat çırpınışları ile oluştuğunu söyler. Gece kamp ateşi ışığında eski Çerkes efsanelerini dinlerken, tavşanların sırtında gezen cücelerin dolmenlerde yaşadıklarını öğrenirsiniz. Eğer hala biraz olsun hayal gücünüz kalmış ise, her tırmandığınız tepenin arkasından bir perinin, her girdiğiniz ormanda bir sihirin oluştuğunu görmeyi arzularsınız. Çünkü burası sıradan bir ülke değil Kafkasya’dır.

Kuban’ın başlangıç taraflarından, Zelencuk’tan, Urup’tan, Laba’dan, özellikle Maykop’un ötesindeki Bielaia nehrinden, Çerkeslerin efsanelerinde yer alan o büyük hayvanın geldiğini görür gibi oluyorum, onun adına Zubre diyorlar. Hiçbir avcı onun cazibesinden kurtulamaz.

Küçük geyik yavrularının keskin haykırışları, ana, baba geyiklerin orman siluetinde heykel gibi durmaları, devasa ağaçların görkemi ve rüzgarın bunların arasından geçerken çıkardığı uğultu… İşte Çerkesya’da bir av gününün sonunu belirleyen manzara, bence bu güzelliğin dünyada bir emsali daha yoktur…

Kaynakça

-“Big Game Shooting (The Caucasus, North West Caucasus)” by: Clive Phillipps-VVolley Londra 1894 22,28, 30, 31, 38,59,62, 63, 67. Sayfalar

-“Sport in the Crimea and Caucasus” by: Clive Phillipps-Wolley Londra 1881, 93, 94, 116, 149, 151, 152, 157, 342, 343, 344. Sayfalar

(*) Yazar 19. yüzyılın en büyük avcılarındandır. Kendisi üç yıl Kırım’ın Kerç kentinde Britanya Vis-konsülü olarak görevli olup 1876’da ilk kez Kafkasya’yı ziyaret etmiş ve orada avcılık yapmıştır. Sonraları birçok defa tekrar Kafkasya’nın çeşitli yörelerinde avlanmıştır. Aşağıdaki yazı, anılarını yazmış olduğu, “Kırım ve Kafkasya ‘da Avcılık Anıları”, Londra 1881 ve “Büyük Av Peşinde, Kuzey Batı Kafkasya”, Londra 1894, tarihlerinde yayınlanmış iki eserinden ilgiyi çeken kısa parçalar alınarak derlenmiş ve çevrilmiştir.