MASONLUK

Mason-Mahfili.org.tr

Masonluğun Kısa Tarihçesi

Öncelikle Masonluğu kavramsal ve kurumsal olarak ikiye ayırmakta yarar var.

Kavramsal zenginliğimiz; soru soran, yanıt arayan ve bulduğuyla yetinmeyip hep gelişimden yana çaba gösteren eski bilgeler kadar uzak geçmişlere dayalı. Masonluk insanlaşma sürecinde yok olmamış, ayakta kalabilen kültürel zenginliklerden payını almaya çalışmış. Kendi yapılanmasında insanca gelişim sürecinin kültür zenginliklerini kullanmış. Bunu yaparken de, “tüm insanların barış ve mutluluğu” amacıyla uyumlu olması dışında, hiçbir ayırım gözetmemiş. Bu yönüyle Masonluk, binlerce yıllık insanca var oluş arayışının bir sonucu …

Kurumsal geçmişimiz ise, büyük binaları yapan usta, kalfa ve çırak birlikleri ile tarih sahnesinde yerini almış. Özellikle Ortaçağ Avrupa’sında, dev katedralleri inşa eden yapıcı mason (duvarcı ustası) topluluklarına tam bir çalışma, örgütlenme ve seyahat özgürlüğü tanınmış. Rönesans ve reformasyon sonrasında katedral yapımları azalmış. Birlikteliklerini koruyan ama işleri azalan yapıcı mason topluluklarının arasına, o çağın aydınları da karışmış. Bina yapım çalışmaları, düşünsel çalışmalara dönüşmüş. Kardeş sofralarında her şeyi akıl, bilim ve bilgelik doğrultusunda tartışır olmuşlar.

Önceleri, o günlerdeki göreceli özgürlük ortamı nedeniyle, kurumsallaşmanın adresi İngiltere olmuş. On sekizinci yüzyılın başlarındaki kurumsal kimlik arayışını, Aydınlanma Çağı’na giden yolda çeşitli Avrupa ülkeleri de benimsemişler. Değişik ülkelerdeki masonca çalışmalar, ulusal mason örgütlerinin kurulmasına yol açmış. Masonluk Aydınlanma Çağı’nın itici güçleri arasında yerini almış.

Çırak, kalfa ve üstat dereceleriyle yetinmeyen masonlar, yeni dereceler oluşturup sistemi 1-3 ve 4-33 olarak iki farklı ve bağımsız örgütlenmede geliştirmişler. Öte yandan, İngiltere’deki ilk örgütlenmenin ortaya koyduğu geleneklerin değişmezliğini benimseyen “Muhafazakar Masonluk” ile, bağımsız ulusal örgütlerde evrimsel doğrultuda değişime açık olmanın yandaşı “Özgür Masonluk” tarihsel süreçte farklı yollar izlemişler…

İlk Osmanlı masonu olarak 1730’larda Paris elçisi olan Yirmi sekiz Mehmet Çelebi’nin oğlu Sait Çelebi’yi görüyoruz. Önceleri Osmanlı topraklarındaki yabancılar arasında bulunan masonlar, bir araya gelerek localar kurmuşlar. Bu locaların çalışmalarına Osmanlılar da katılmaya başlamış. Bir yandan yurt dışında mason olan Osmanlı aydınları, diğer yandan da Osmanlı topraklarında çalışmakta olan yabancı localara önde gelen yöneticiler, sanatçılar, yenilikçiler ve aydınların katılımı, Masonluğun Osmanlı topraklarında yayılmasını sağlamış. Mason olan Osmanlılar arasında şeyhülislamlar, müftüler, paşalar, şairler, vezirler, veziriazamlar olduğu gibi, veliahtlar da var. Bunlardan biri olan Veliaht Murat Efendi, V.Murat adıyla kısa bir süre padişahlık da yapmış.

İlk Ulusal Mason Örgütü, 4.-33. derecelerin yönetimi için 1861’de resmen kurulmuş.

Sultan Abdülhamit döneminde yabancı masonların çalışmaları desteklenmiş ama Osmanlı Masonlarına göz açtırılmamış. Çareyi çalışmalarını tatil etmekte bulan Osmanlı Masonluğu, Meşrutiyet sonrası 1909’da hem 4.-33. hem de 1.-3. dereceleri yönetmek üzere iki ayrı, ulusal ve yasal örgüt kurarak toplumda yerini almış. Biz bu çalışmada sadece kendi yönetim çevremize giren ilk üç dereceye ilişkin aktarımlarda bulunuyoruz.

Türk Masonluğu’nun temeli “Özgür Masonluk” doğrultusunda atılmış.
1923- 1935 yılları arasında Türk Masonluğu çok hızlı gelişmiş. Devlet yöneticileri, toplum önderleri, Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucuları arasında pek çok mason görüyoruz. 1932’de İstanbul’da, 28 ülkenin mason kuruluşlarını temsil eden yöneticilerin katılımıyla uluslararası bir toplantı da yapılmış. Tüm gazetelerin ilk sayfalarında yer alan bu önemli olay nedeniyle Atatürk’e bağlılık telgrafı çekilmiş ve Ulu Gazi’nin memnuniyet mesajı alınmış.

Genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’dan kalma, Avrupa’dan ithal ya da gelenekçi kuruluşlar yerine kendi özgün kurumlarını yaratma sürecinde, Halkevleri’ni sosyal aydınlanmaya yönelik bir model olarak ortaya koymuş. 1935’te, CHP’nin altı okuna da yansıyan masonca ilkelerin Halkevleri tarafından yaşama geçirilmekte olması yeterli bulunmuş; masonlar çalışmalarına ara vermişler.

1950’lere gelindiğinde masonlar tamamen yasal olarak çalışmalarına yeniden başlamışlar. Bu kez de “gelenekçi-özgürlükçü”, “muhafazakar- liberal” gibi farklı yaklaşımlar masonlar arasında ayrılıklara neden olmuş. Bunun sonucunda, 1968’de, 1700’lerdeki kuruluş ilkelerinin değişmezliğini benimseyen“Gelenekçi Masonluk” ile liberal bir bakışla değişime açık olan “Özgür Masonluk” iki farklı örgüt bünyesinde çalışmaya başlamışlar.

Biz yani Özgür Türk Masonluğu’nu temsil eden Büyük Mason Mahfili Derneği, eş deyişle Özgür Masonlar Büyük Locası, 6 farklı bölgede 40’ı aşkın çalışma birimi ile kardeşlerimizin düşünsel gelişimine katkıda bulunmayı amaçlıyoruz.

Bireysellikten kurumsallığa, kurumsallıktan ulusallığa, ulusallıktan küreselliğe ve küresellikten de evrenselliğe giden açılımda hiçbir ayırım gözetmeden tüm insanlara saygı duyuyor ve tüm canlılara hatta canlı cansız tüm varlıklara karşı taşıdığımız insan olma sorumluluğunun tarih sürecinde giderek arttığına inanıyoruz!

Masonluk Nasıl Bir Şeydir?

Aile bireylerini karşılıksız severiz. Annemiz, babamız, kardeşimiz, eşimiz, çocuklarımız sevgimizi cömertçe sunduğumuz yakınlarımızdır. Kendimize yakın hissettiğimiz diğer insanlar gibi… Peki onları böylesine severiz de, bir çıkar ilişkisi içinde olmadığımız insanlara, tüm insanlığa neden sevgi duymayız? Hiç tanımadığımız hatta hiç tanıyamayacağımız insanları neden sevmeyelim? Onların da bizim gibi duygu ve düşünceleri olduğunu, sevmeye sevilmeye muhtaç olduklarını hatta belki de bize çok benzediklerini neden göz ardı edelim? Tanımadığımız insanları neden ezmeye, incitmeye, onların önüne geçmeye, kendi doğru bildiklerimizi kabul ettirmeye ya da hor görmeye kalkışalım?

Galiba insanın diğer insanlarla ilişkilerinde en önemli çatlak, salt kendi çıkarını gözetme isteğinden kaynak buluyor. Çıkara dayalı ilişkiler bizi acımasız, kıyıcı ve bağnaz yapıyor. Dar açılı, edilgen , yüreksiz, körü körüne her şeye inanan, algılayamayan, sorgulayamayan, yargılayamayan, sadece kısa vadeli çıkarları doğrultusunda boyun eğen insanlar ne kadar çok çevremizde.

Çıkarımız için yok ediyoruz. Çıkarımız için kandırıyoruz. Çıkarımız için kanmaya hazırız. Çıkarımız için savunuyoruz. Çıkarımız için haklı görünmeye çalışıyor, kendimizi kandırıyor, “herkes böyle” diyerek avunuyoruz! Çıkar kavgası birey, kurum ve ulus boyutlarından taşıyor küresel boyutlara ulaşıyor!

Çıkar ilişkilerinde kim acımasız?… Başkasına kendisine verdiği değeri vermeyen! Onu ezmek, sindirmek, elinden lokmasını almak, onu yok ederek üstün olmak isteyen! Uzlaşılara kapalı olan! Ben bilirim diyen! Dediğim dedik diyen! Paylaşmam diyen! Sömürmek isteyen!
Bunun için ne yapılıyor?… İnsanlar zayıf, bilgisiz ve dirençsiz bırakılıyor; eziliyor!

İnsanlara kıyıcı, hoyrat ve sevgiden uzak davranılıyor. Düşünceleri bastırılıyor. Özgürlükler yok ediliyor, bağnazlıklar egemen kılınıyor. Beden yaşasa da, akıl öldürülüyor!

Çıkar ilişkilerinde kaybedenler sayısal olarak çoğunlukta. Ama düşünmeyen, sorgulamayan, kolay kandırılan ve hep yitirip neden yitirdiğini algılayamayan çoğunluklar!…

Peki doğadaki temel yasa, kuvvetlinin zayıfı ezmesi mi? Öyle olsaydı kimileri zayıf, kimileri güçlü milyonlarca canlı birlikte ve doğa yasalarıyla uyumlu, yaşama becerisi gösterebilir miydi? Varlığın sürmesi doğal gerçeklere uyumun bir sonucu değil midir? Doğal gerçek nedir? Doğa yasalarını nasıl kavrarız? Bilim nedir? Bilimsel bilgi hangi yöntemle elde edilir? Bilimsel bilgi nasıl gelişir? Buradan aldığımız dersleri aklımızla nasıl değerlendirebiliriz? Aklımızı kullanmamız neden çok önemli? Aklın ve duygunun bileşkesinde nasıl bilgeliğe ulaşabiliriz?

Bilge olmak, çıkarı yok saymak anlamına mı gelir yoksa çıkar ilişkilerinde başkalarının önüne geçmeden eşitlikle ve kardeşçe olanakları paylaşmak mı? Bunun için kendisini, diğer insanları ve evreni akılla kavrayıp bilimle değerlendirmek gerekmez mi? Akıl ve bilim, özgürlüğün olmadığı yerde gerçeklere ulaşabilir mi?

Özgürlük, özgürce düşünme anlamına geliyorsa, bunun en büyük engeli de dogmalar, bağnazlıklar ve önyargılar! Bir başkasının bizim için düşünmesine gereksinme duymamalı, kendi adımıza düşünmeliyiz! Ama bunun için yetkinleşmek gerekir!

Yetkinleşmek nedir? Aydınlanmak, çağın önünde olmak, tüm insanlar için barış ve mutluluk istemek ve bunun için çalışmak! Çalışmak düşününün eylemdeki özgürlüğü değil mi?

Her şey barış ve mutluluk ortamında; uyum, güven ve sevecenlikle yaşamak için! Masonluk insan doğmanın ve insan olmaya çalışmanın onurunu yüceltiyor. Bizi öz varlığımıza, parçası olduğumuz insanlığa, paylaştığımız dünyaya ve evrenin sonsuzluğuna saygılı olmaya çağırıyor!

Masonluk tüm insanların barış ve mutluluğunu amaçlıyor. Bunun için gelişmek gerektiğini öğütlüyor. Gelişmek için de gerçekleri araştırmanın ve çalışmanın önemine değiniyor. Bütün bunlara kısa insan ömrünün yetmeyeceğini biliyor. Ancak bu yolda atılan küçük adımların, insan ömrüne anlam katan bireysel gelişmeler doğuracağını öngörüyor.
Kendiliğinden gelişebilmeyi bireysel ve toplumsal mutluluğa erişebilmek için yetersiz buluyor. Tüm insanların sevgiyle el ele verecekleri ve hep daha uyumlu, daha aydınlık ve daha mutlu yarınları hedefleyecekleri bir dünyayı özlüyor. Sevecenlikle başlayıp umutla süren toleransı, kendisine gösterilmesini istediği saygıyı başkasına da göstermeyi ve alçak gönüllülüğü, insanların birbirlerini sevmeleri için gerekli görüyor. Bilimin, aklın ve duyguların özgürce gelişmesini savunuyor, bunların bileşkesinde oluşan bilgeliği yetkinlik için gerekli buluyor. Gerekli buluyor ama yeterli bulmuyor. Bilgece tasarımların söyleme dönmesini, söylemlerin yürekli eylemlerle yaşama geçmelerini ve her eylemde erdemli olmanın güzellikler üretmesini bekliyor. Tüm insanların barış ve mutluluğuna giden yolun böylece aşılabileceğine inanıyor. Mason olmaya çalışan kişi, yaşam süresi yeterli olmasa da, insan olma ve tüm insanlara sevgi beslemenin onuruyla bu ülküyü yüreğinde ve beyninde özenle besliyor, yetkin insan olmaya çalışıyor!..

Masonluk felsefesel, dinsel, siyasal, toplumsal ya da bir başka öğretiye, eş deyişle doktrine, bağlı değildir. Hiçbirinin yandaşı olmaz ve hiçbirini yaymaz. İnsanların barış ve mutluluğuna yönelik olmaları koşuluyla hepsini saygı ile karşılar. Hiçbir doktrinin izleyicisi olmayan Masonluk, hiçbir doktrine karşı da değildir. Bu konularda kendi üyeleri de dahil olmak üzere insanların kendi vicdanları ile baş başa bırakılmalarını ister.

Mason olmak, “simgesel anlamda” yetkin insan olmak demektir. Art niyetsiz, toleranslı, sevecen, dogmalara kapılmamış, sorgulayan, bilimsel yönteme güvenen, laik düşünceli, özgür, yürekli, kardeşçe ve eşitlik içinde tüm insanları kendisine eşdeğer gören, alçak gönüllü, geniş ufuklu, sonsuz umutlu, kendisini de eleştirebilen, gerçeklerin peşinde hep sorgulayan, aydın ve aydınlık insan!…

Irk, dil, din, inanç, cinsiyet, mezhep, bağlılık, bağımlılık, sosyal sınıf, parasal güç, bedensel noksanlık ve benzeri farklılıkları gözetmeden tüm insanları sevebilen, onların barış ve mutluluğu için çalışabilmek amacıyla kendisini geliştirmeye çabalayan ve kim olursa olsun insanlara yüreğindeki sevgiyi, aklındaki bilgiyi, kişiliğindeki ilgiyi sunmaya çalışan insan !
Aslında hepimiz, farklı boyutlarda masonca davranışlarla uyumlu değil miyiz?

Peki öyleyse, kötülük bunun neresinde?

Masonluk ve Dışa Bağımlılık

Masonluğun dışa bağımlı olduğu sıkça dile getirilen bir suçlamadır. Dünyayı yöneten karanlık güçlerin bulunduğu ve bunların masonlarla ilintili olduğu hatta masonlardan emir aldığı zaman zaman dile getirilir. Komplo teorilerinin çok sık rastlanan bir uzantısı da, bu konularda araştırma izlenimi veren romanlar yazmak ve “en çok satan kitap” ödülleri alarak iyi para kazanmaktır. Her yıl Tapınak Şövalyeleri, ezoterik (içrek) örgütler, Ortaçağ söylenceleri, simya mucizeleri ya da dinlerin gizli yan kolları gibi konularda pek çok kitap çıkar ve bir şekilde Masonluk’la bağlantılar kurulmaya çalışılır. Bunlar sabun köpüğü gibi olsalar da, belleğimizde bazı izler bırakır. Kaldı ki, birinin öyküsü unutulmadan bir yenisi kitapçı vitrinlerini süslemeye başlar.

Masonluk, insanlaşma süreci de dediğimiz tarihsel gelişim sürecinde iz bırakmış olan bütün kültürlerin olumlu bulduğu yanlarını almış; tamamen insansal bir yaklaşım içinde, hep gelişime açık olarak yapılanmıştır. Masonluğun kurumsal olarak şekillendiği 18nci yüzyıl, Aydınlanma Çağı altyapısının belirginleştiği dönemdir. Masonluk’ta da bunun izlerini buluruz. Yukarıda sözünü ettiğimiz tapınak şövalyeleri, mistik örgütler, Ortaçağ, simya konulu çalışmalar, dinler ve gizli yan kolları genellikle 18nci yüzyıl öncesindeki tarihlere ilişkin olgulardır. Masonluğun kurumsallaştığı dönemde, bütün bunlardan yararlanılmış, hepsinin olumlu bulunan yanları yeni bir yapının taşları olarak kullanılmıştır.

Örneğin şövalyeliğin mertlik ve yiğitlik erdemi, içrek örgütlerin simgesel dil zenginliği ve usta çırak yöntemi, Ortaçağ sanatından kalma duyarlılık, simyacıların değişim ve gelişim anlayışı, mistik yapılanmalarda evrensel gerçeğe duyulan ilgi hep farklı boyut, yorumlama ve uyarlamalarla masonlar tarafından değerlendirilmiştir. Bu olgu, Masonluğun kendisinden yüzyıllar önce var olan bir başka kurumun eylemlerinden sorumlu olduğu anlamına gelmemelidir. Masonluk eski kurum ve arayışların mirasçısı değildir, her birinden aldığı olumlu yönleri bir yapı taşı gibi kullanarak yepyeni bir yapıt oluşturmuştur. Bu yönüyle Masonluk, tarihsel süreçteki kurumlara ya da onların günümüzdeki (varsa) uzantılarına bağlı değildir; sadece o kurumların kültürel değerleri, pek çok diğerleri gibi, bazı olumlu yönleriyle Masonluk’ta yer almıştır.

Masonluğun gelişim sürecinde farklı coğrafyalarda, farklı ilişkilerin yaşanmış olması kaçınılmazdır. Ayrıca Masonluk, tüm kültürlerin sadece iyi yönlerini almak istemiş olsa bile bunda mutlak bir başarıya ulaşabildiğini savunmak da zordur. Özellikle 18nci ve 19ncu yüzyıllarda pek çok kurum, görüş, örgüt, inanış ve politika Masonluğa egemen olmayı amaçlamıştır. Bireysel yanılgılar ve çıkar ilişkileri Masonluğu barış ve kardeşlik amacının dışına çekmeye çalışmıştır. Bunların bir kısmı da dönemsel olarak başarı sağlamıştır. 19ncu yüzyılın son çeyreğine girilirken masonların en çok şikayet ettikleri konu dinsel ve politik baskıların varlığıdır. Masonluğu kendine göre yapılandırmaya ve kendi dünya görüşüne bağlamaya kalkanlar çok olmuştur. Masonluğun yansız tutumunu sürdürmek isteyenler 1875 tarihinde Lozan’da bir araya gelmişler ve özgürlükçü görüşler içeren bir “İlkeler Bildirgesi” yayımlamışlardır. Buna göre, mason localarında din ve politika konularında övücü ya da yerici hiçbir söyleme asla izin verilmeyecek, Masonluğun yansız ve bağımsız tutumu sürdürülecek, bu şekilde evrensel gerçeklerden yana kimliği korunacaktır.

Bütün bunlara karşın geçen yüzyılın başlarında, pek çok ülkede olduğu gibi Osmanlı topraklarında da politika için Masonluğun kullanılması girişimleri olmuştur. Masonluk’tan beklenti ve eğilimleri doğrultusunda yararlanmak isteyen kişi ya da kuruluşlar, yüzyılın ilk çeyreğinde etkili olmaya çalışmışlar ancak çok kısa sürede gerçeğin aranışındaki yansızlık ilkesi, ulusal Masonluğa egemen olmuştur.

Ülkemizde Anglosakson yaklaşımının temel benimsemeleriyle uyumlu olan “geleneksel masonluk” ile bizim liberal görüşlü “özgür masonluk” anlayışımız farklı kurumsal yapılarda çalışmaktadır. Liberal kesimde bir de hanımlara özgü kurumsal yapılanma vardır ve tüm insanların barış ve mutluluğu için çalışmalarını başarıyla sürdürmektedir.

Tüm ulusal mason kuruluşlarına saygıyla yaklaşarak, biz sadece Özgür Masonlar Büyük Locası’nı, eş deyişle Büyük Mason Mahfili Derneği’ni, bu çalışma başlığı altında tanıtma hakkını kendimizde görüyoruz.

Biz Özgür Türk Masonluğu’nun temsilcisi olan Büyük Mason Mahfili Derneği; Türkiye dışında hiçbir ülkeye, hiçbir yerli ya da yabancı mason kuruluşuna, niteliği ne olursa olsun hiçbir açık ya da gizli örgüte hesap vermeyen, uzantısında olmayan, güdümüne girmeyen özgün kimliğimizle tam olarak ulusal, bağımsız, liberal ve özgürüz!

Masonluk Avrupa’da kurulmuş ve gelişmiştir. Doğal olarak Avrupa kültürünün ve özgürlük arayışının izlerini taşır. Masonluğun Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki yapılanması küresel ve yerel koşulların sosyal ve kültürel bir sonucudur.

Değişik koşullara bağlı süreçler, çeşitli ülkelerdeki mason kurumlarının niteliklerinde bazı farklılıklar geliştirmiştir. Yerelden evrensele ve evrenselden de yerele etkileşimlerin oluşturduğu birikimler, her konunun olduğu gibi Özgür Masonluğumuzun da zenginliğidir. Bununla birlikte bir mason kuruluşu olabilmek için, Masonluğun temel amaç, ilke ve yöntemleriyle uyum içinde bulunmak gerekir. Masonca niteliğin ve kurumsal kimliğin doğal gerekliliği olan bu uyum bir bağımlılık değil, mason olabilmenin, masonca ülküyü ve “düzen”i yaşatabilmenin ve yüzlerce yıllık gelenekleri sürdürebilmenin tartışılmaz koşuludur. Masonca düzen ile uyumlu kuruluşlar birbirlerini mason kuruluşu olarak tanır ve aralarında eşit düzeyde ilişkiler kurar. Türkiye’de Özgür Masonluk açısından bu ilişkilerde, hiçbir ülke ya da kurumun ayrıcalığı ya da egemenliği söz konusu değildir.

Türkiye’de Özgür Masonluk dünya Masonluğuna kapalı değildir. Avrupa Topluluğu’na uyum yasalarının Dernekler Yasası’nda ortaya koyduğu iletişim olanakları öncesinde bile, Büyük Mason Mahfili Derneği, cumhurbaşkanı ve başbakan tarafından da imzalanmış üçlü kararname ile yurt dışında yapılacak mason toplantılarına katılmaya ve yurt içinde uluslar arası toplantı yapmaya yetkiliydi. Özgür Türk Masonları özgün ve bilimsel çalışmalarıyla uluslar arası ortamda dünya masonlarıyla eşit düzeyde görüşlerini paylaşmaktadırlar. Bu paylaşımlar sadece düşünsel düzeydedir ve yerelden evrensele, öz eleştiriden eleştiriye kadar çeşitli açılımları içermektedir. Bu başı dik, gerçekçi ve onurlu tutumun ülkemize daha çok kazanım sağlayacağından kuşku duyulmamalıdır.

Özgür Türk Masonluğu bilimselliği yol gösterici olarak benimser. Gerçeklerin araştırılmasını, karanlıkların aydınlatılmasını gözetir. Gelişimden, aydınlıktan, haksızlıklara baş kaldıran insan onurunun ışıldamasından yanadır. Yabancı oluşumlara; ister mason, ister bir başka örgüt, kişi ya da ülke olsun saygılıdır ama asla bağlı değildir.
Büyük Atatürk’ün özdeyişiyle “Bağımsızlık bizim karakterimizdir!”

Masonluk ve Din

Bizler insan olarak doğmuş bulunmanın ortak paydasında eşit ve kardeşiz.
Hepimiz benzer biyolojik bileşimlerde, birbirini andıran iç ve dış yapılardayız. İlk kez girdiğimiz bir ortamda sadece sarı, siyah ya da kızıl derili insanlar varsa ve tek tip giyinmişlerse onları birey olarak ayırmakta güçlük çekeriz. Aramızdaki önemli ayırımlar sonradan olmadır, eş değişle insanlaşma sürecinde ortaya çıkan karmaşık sosyal, kültürel, dinsel, ekonomik ve politik yaklaşımların belirgin kıldığı farklılıklardır.

Özgür Masonluk dinsel inancı değil, dinsel inanç doğrultusunda insanlar arasında ayırımcılık yapmayı reddeder. Hangi dine bağlı olurlarsa olsunlar, neye inanırlarsa inansınlar ya da isterlerse inansınlar isterlerse inanmasınlar, din konusunu bireylerin kendi vicdanlarına bırakır. Mason olmalarını dikkate almaksızın, tüm insanların dinsel benimseyişlerini saygıyla karşılar ancak hiçbir dinsel görüşün kendi değerlerini başkalarına zorla kabul ettirmesini, yaşam biçimini diğer insanlara dayatmasını benimsemez.

Dinleri ayırımcılığın, kaba gücün, kıyıcılığın, baskının, korkunun, ölümün değil; sevginin, hoşgörünün, bağışlayıcılığın, barışın, umudun ve yaşamın simgesi olarak görür.

İnsanlar ölüm karşısındaki çaresizliği, bu dünyadaki ezilmişliği, benzerinden farklı yaşama zorunluluğunu, karşı karşıya kaldıkları haksızlıkları ilahi adalet duygusu ve ölümden sonraki yaşam inancıyla bir ölçüde hafifletebilirler. Bu umut; gereksinme duyan her insana yaşam bağlarını kuvvetlendiren, verimliliği artıran, yalnızlığı gideren bir destek sunabilir. Din insanlığın mutluluk, huzur ve barış özlemlerine umut ve şefkat ışıltıları taşımalıdır. Bu nedenle de din asık kara suratlı bir egemen değil, coşkulu ve güleç yüzlü bir dost olmalıdır!

Nereden geliyoruz? Biz kimiz? Nereye gidiyoruz? Doğum ve ölüm ne? Ya ölümsüzlük? Ruh nedir? Bu türden pek çok sorunun yanıtları dinin yanında felsefe ve bilim tarafından da ele alınmakta ve araştırılmaktadır. Ama felsefe ve bilim çok yavaş gelişir. Bu sorulara bir anda yanıt bulamaz. Sınayarak ve yanılarak, çelişkiler içerip onlarla gelişerek, bilimsel bilgi süreciyle uyumlu olarak ve bilimsel yöntem gereği hep inceleyip irdeleyerek sorular sorar, bilinmezi deşmeye ve aydınlatmaya çalışır. Kaldı ki, deneye dayalı bilimsel yöntem ve bilimsel gelişim süreci çok yakın sayılabilecek yıllarda insanlık sahnesinde yerini almıştır. Eski çağlara ait sandığımız felsefenin tarihi de, insanlık tarihi içinde daha dün denecek kadar yakın zamanlara dayanmaktadır.

İnsanlık, on binlerce yıllık bir zaman diliminde çok kolay gelişmemiştir. Düşünce yapımızın temel taşlarını oluşturan kavramların, insanlık sahnesinde yerini almaya başladığı bu süreçte, yukarıdaki sorulara da yanıtlar aranmıştır. Korkular, gereksinmeler, baskılar ve zorunluluklar; söylencelerin, ilkel inanışların, çok tanrılı dinlerin ve yansımalarının, insanlığın kültürel zenginlikleri arasında yer almalarına neden olmuştur. Tek tanrılı dinlere geçildiğinde, çok öncelerden kalan inanç sistemleri, uyumlu değişimlerle yeni kültür yapıları arasında yer almış, insanlar farkında olarak ya da olmadan, eski inanç ve birikimlerini yeni dinsel yapılanmalara taşımışlardır.

O günün koşullarında bireysel ya da kamusal çıkarlar adına alınan bazı zorunlu kararlar, değişmez dogmalara dönüşmüştür. Çoğu zaman insanlara öz anlatılmamış, şekilsellik ezberletilmiştir. Dinler kökenlerindeki arılıktan zorunlu olarak uzaklaşmış, özlerindeki sevgi değeri, güç sağlamak isteyen egemenlerin ya da ruhban sınıfının özdeksel çıkarlarında zaman zaman aşınmıştır. Dinsel uygulamalar bazı dönemlerde şefkat ve umut yerine korku içermiştir. Ortaçağ Avrupa’sındaki Hıristiyan engizisyonu buna verilebilecek anlamlı bir örnektir.

Bir dinin inançlıları kendilerine anlatılanları anlamadan ve olduğu gibi kabul edebilirler. Ya da içeriğini anlamaya, araştırmaya çalışabilirler. Özünü araştıranlara, tarihsel süreçteki değişimleri inceleyenlere, bazı dünyasal uygulamaların kökenine inmeye çalışanlara da rastlayabiliriz. Aslında dinle ilgisi olmayan bazı benimseyişleri bulup ayıklamaya çalışanlar da olabilir. Bunların hepsi, aynı dine inanmakla birlikte farklı açılardan bakmakta, iyi niyetli inançlarının onları taşıdığı farklı yerlerde durmaktadırlar. Masonluk, her konuyu sorgularken, dinleri de felsefesel ve bilimsel bir bakış ile ele alır, inceler. Özlerine ulaşmaya, tarihsel süreçteki gelişimlerini aydınlatmaya çalışır. Yansız olmaya ve dogmalara kapılmamaya özen gösterir. Özgür masonlar duygu ve inançlarını din konusundaki söylemlerine yansıtmazlar, dinleri öven ya da yeren bir tutum içinde olmamayı ilke edinirler. Özgür masonun birey olarak dine bakışı kendi benimseyişleriyle sınırlıdır, Özgür Masonluğun dine bakışı ise yansız, bilimsel ve araştırıcıdır Masonluk asla bir din değildir, tüm dinlere aynı saygılı mesafeden bakan ve her konudaki dogmaları sorgulayan bir düşünce disiplinidir.

İnsanoğlu sorduğu sorulara henüz açık yanıtlar bulamamıştır. Yaşamın ve evrenin gizlerini aydınlatma çabası, bilimsel bilginin gelişim sürecinde her geçen gün daha fazla birikim ve umut üretmektedir. Ancak, bu güne kadar ulaşabildiğimiz bilgiler henüz hayli sınırlıdır. Özgür Mason, bilgilerinin sınırlı ve yetersiz olduğunun farkındadır. Evrenin, yaşamın ve insanın bilinmezleri çoktur ve önümüzde durmaktadır. Bu bilinmezlerin tümüne; evreni yaratan güce, yaşam denilen karmaşık düzene, insan olarak taşıdığımız iç ve dış dünyaların büyüklüğüne hem sorguyla hem de saygıyla yaklaşırız. Aklımızla sorgular, bilgelikle algılamaya çalışırız. Ve tanımını yapamadığımız sürece, yaratıcı güce ancak saygı duyarız. Adı bireyler tarafından ister Allah, ister Tanrı, ister bilimsel gerçek ya da bir başka kavram olarak benimsensin, biz onu “Evrenin Ulu Mimarı” simgesiyle anarız. Onun için biz özgür masonlar, çalışmalarımıza Evrenin Ulu Mimarı simgesiyle başlarız. Evrenin Ulu Mimarı simgesinde yer alan yetkinliğin doruğuna, evren bilgisinin tamlığına ve varlığın kaynağına ulaşmaya çalışırız!