MUTANT… Çeçenlerin Değişimi

Akif Han
21 Aralık 2017

Mutant kavramıyla çoğumuz Hollywood filmlerinden X-Men serisi ile tanışmıştır. Tabi bu kelimenin fantazileştirilmiş karşılığı.

Sözlük anlamı: Gen yapısı değiştirilmiş, değişmiş, mutasyona uğramış.

Grip virüslerinden tutunda aklınıza gelen sayısız virüs, hava kirliliği, kimyasal atıklar vb. sürecinde değişim geçirmiş ve mutant virüsler olmuşlardır. Ağaç türlerinden, hayvan türlerine, sebze meyve ürünlerine ve insana kadar geniş bir alanda mutant tanımını karşılayacak örnekler bulmak mümkün. Sosyal alanda, kimlik ve davranış kalıplarında mutant kavramının karşılığı benim ilgimi çeken. Bu açıdan Türkiye ve Kürdistan toprakları zengin örnekler sunuyor.

Türkiye devleti, cumhuriyetin başından bu yana azınlıklara yönelik uyguladığı asimilasyon politikasının büyük oranda başarılı olduğu ve bugün Anadolu coğrafyasında yaşayan azınlıkların birer mutant topluluklara dönüştüğünü söylemek yanlış olmaz. Asimilasyon politikasının tutmadığı tek halk Kürtler olmuştur ki; bunda hem nüfusun büyük oranda Kürdistan coğrafyasında yaşaması, hem nüfus olarak büyük bir halk oluşunun, hem süregelen direnme geleneğinin payı büyüktür.

Diğer yandan, mutant topluluğa dönüşme noktasında en çarpıcı örnek ise Kafkasya kökenli azınlıklar ve içlerinde en belirgini Çeçenlerdir. Aslen Ermenilerden de önce, sürgün ve katliama uğrayan halklardır Kafkasya halkları. Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme sürecinde, sınırlarını koruma ve asker ihtiyacı temelinde, Kafkasya’yı anlaşmalı şekilde Rusya’ya terketmesi, Rus işgali ve katliamları ile milyonlarca insanın Karadenizi aşarak Osmanlı İmparatorluğu’na sığınması sürecinde işgal, katliam ve sürgün koşulları neticesinde binlerce insan hayatını kaybetmiştir.

Osmanlı devleti, sürgünlerin bir kısmını İstanbul’un korunmasına yönelik, Düzce-Sakarya hattına yerleştirir. Bir kısmı Balkan sınırına. Kürdistan coğrafyası sınırı boyunca ve Suriye ve Ürdün’e uzanan bir hat boyunca Kafkasya sürgünleri yerleştirilir.

Savaşçılıklarıyla ünlü bu halkların devletle bağları her zaman güçlü olmuştur. Osmanlı devletine asker olarak hizmet etmiş, zaman içinde de devlet içinde makam ve mevki edilen Kafkas kökenliler olmuştur. Keza Kafkasya kızlarının Osmanlı sarayına yüzyıllar boyunca cariye olarak gitmeleri, bu ilişkinin bir diğer kanalıdır.

Kurtuluş Savaşı sürecinde gerici Düzce-Adapazarı ayaklanmasının temel gücünü devlete-saraya yakınlığı bilinen Kafkas göçmenleri oluşturmuştur. Diğer yandan aynı Kurtuluş Savaşı sürecinde Çerkes Ethem gibi milli kahramanlar çıkmıştır. Çerkes Ethem ve kardeşinin güçlerinin gerilla tarzı, son dönemlerinde Ankara’yı tehdit edebilecek düzeyde kuvvetlenmeleri ve Sovyetlerle görüşmeleri, Bolşevizim’den etkilenmeleri temelinde Ankara tarafından siyasi entrikalarla ortadan kaldırılmışlardır. Yine de tüm bu dönemler boyunca Kafkasya göçmenlerinin kendi dillerini konuştukları, kendi gelenek ve göreneklerini güçlü şekilde yaşattıklarını görebiliriz.

Cumhuriyetin Türk ırkçılığı temeli üzerine oturtulmasıyla başlar asimilasyon ve mutantlaşma süreci. Anadil; bir ulusun, halkın ruhunun en önemli ve büyük parçasıdır. Ama bu kadar da değil, aynı zamanda o ruhu çoğaltan bir araçtır. Onu ulus ya da halk yapan değerleri, ruhu anlaması, içselleştirmesi ve bireyin o ulusa ya da halka ait oluşunu sağlayan en önemli araçtır. “Vatandaş Türkçe konuş” tabelaları ilk olarak Kürdistan’da değil, Düzce ve Adapazarı bölgelerinde asılır.

Cumhuriyetin başlangıç yıllarında, Kafkas göçmenlerinin konuştuğu ondan fazla dil varken, bugün bu dillerin büyük çoğunluğu ortadan kalkmıştır. Görece büyük nüfusa sahip Abhazlar, Çeçenler gibi topluluklarda da yaşlı kuşaktan sınırlı sayıda insan anadillerini konuşabilmektedir. Kafkas kökenli halkların devletle içiçeliğinin, onların asimilasyon sürecini kolaylaştırıcı etkisi ayrı bir araştırma konusudur. Sonuçta asimilasyon büyük ölçüde başarılmış ve mutant azınlıklar yaratılmıştır.

Bir elinde Çeçenya bayrağı, bir eliyle bozkurt işareti yaparak, “Ne mutlu Türk’üm diyene” diye bağırıp, Kürtçe konuştular diye Kürt işçileri ya da gençleri linç etmeye koşan insanın, topluluğun tarifidir mutantlaşma. Rus zulmüne karşı, bozkurt işaretleriyle tepki gösterirken, Türk devletinin Kürt halkına karşı giriştiği savaş ve katliama alkış tutabilmektedir. Zihni ve genleriyle böylesine oynanmıştır. Kendisi de zulmlere ve katliamlara uğramış, sürgünü yaşamış bir halk olarak, ezilen halklarla empati yeteneğini kaybetmiştir. Kafkas halk danslarından öte geçmeyen, diğer yandan ırkçılık temelinde bir kimlik sahiplenişiyle zehirlenmiş kuru bir ulusal onur duygusu sözkonusudur.

Örneğin büyük kişilikler olarak, Kürt halkının katliamında önemli roller oynayan ve boğazına kadar Kürt halkına karşı işlenen suçlara batmış “tak şak”cı paşa büyük kişilik ve onur kaynağı olarak gösterilebilmektedir. Bir işkenceci polis müdürü de sözde Çerkes kökeni var diye övünç kaynağı olarak sunulmaktadır. Keza bir mafya lideri salt Kafkas kökeni nedeniyle göklere çıkarılabilmektedir. Mutantlaşmanın sonucudur bu.

Mutantlaşmış bu topluluk, sadece Kürt halkına karşı değil, kendi halkına karşı da benzer tutum almaktadır. İki büyük imparatorluk arasına sıkışmış Kafkasya halkları gibi küçük halkların kaderleri bellidir sonuçta. Ama 1991 sürecinde yüzyılda bir olabilecek bir fırsatı iyi değerlendiren yetenekli asker ve önder Dudayev’le bağımsızlığı yakalayan Çeçenya’nın yeniden savaş yıkım ve bağımlılık sürecine sokulmasında bizzat mutantlaşmış kişiliklerin oynadığı rol önemlidir.

Suudi parası, Vahabilik ideolojisi ve Kafkas kökenli Milli İstiahbarat Teşkilatı (MİT) vb devlet görevlileri eliyle, Çeçenya’nın bağımsızlık ve yaşama şansı, Türkiye’nin koçbaşı rolü üstlendiği Amerikan planlarına feda edilmiştir. O zamanın sözde Türki devletler, Büyük Türkiye Vizyonlu Projesi, ABD’nin Rusya’yı enerji kaynaklarından uzak tutma ve o bölgelerde tutunma projesiydi. Enerji boru hattının geçtiği Çeçenistan bu hat kesilsin diye yeniden karışıklık ve savaşa sokuldu.

Milli, bağımsızlıkçı bu oyunları görebilen ve Vahabiliğe karşı komutanların, Rusların füzeleriyle yokedilmelerinde, Erbakan’ın bu komutanlara ya da o komutanların çok yakınındaki kişilere hediye ettiği özel telefonların (füzelerin komutanların bulundukları yerin koordinatlarını bulmasında) nasıl bir rolü olmuştur, bir soru işareti olarak kalacaktır.

Her şeye rağmen bu kısacık dönemde Çeçenya halkı, kendinin kahramanı oldu. Kendine şan ve şeref kazandırdı. Bunun ötesinde başka devletlerin askeri olarak, o devletlerin çıkarları için öldüler, o devletlere şan ve şeref kazandırdılar.

Son örnek Suriye’deki savaştı. İŞID saflarında ekilen Vahabilik ideolojisinin ürünü yüzlerce Çeçen, asker olarak savaştı. Bu savaşa müdahale eden Rusya’da oraya Kadirov’un askerlerini gönderdi. Yani Çeçenler, Çeçenlere karşı başka bayrakların altında dövüştü. Hadi buyurun buradan ulusal onur, şan ve şeref çıkartın. Çeçen savaşçılığına övgüler dizin. Yapamazsınız, yapmaya kalktığınızda da mutantlığınızı ispatlamış olursunuz. Başka bir bayrağın altında, başka bir devletin üniformasıyla ve onun amaçları için dövüşen kişinin Çeçenliği üzerinden ulusal değerler üretmeye kalkmak ancak züğürt tesellisi ve mutantlaşma durumudur.

Savaş sonrası ağırlıklı İstanbul’a sığınan Çeçenya göçmenlerinin yaşadığı ağır koşullar bilinmektedir. Bu bir yana Türkiye’deki kardeşlerinin koruyuculuğuna inanan bir dizi komutanın, Rusların elindeki PKK’liler karşılığı ya da PKK’ye yönelik tedbirler karşılğı Ruslara verilmesi ya da suikastla öldürülmelerine gözyumulması, verilen değerin düzeyi anlamında ibretliktir.

Devlet, Kürtlerin yanısıra, Kafkasya göçmenlerinin kendi ulusal ve azınlık hakları bilincine ermelerinin engellenmesi ve mutantlaşma durumunun sürmesi için son derece dikkatli ve titiz bir örgütlenme sürdürmektedir.

Gezi sürecinde, Çeçenya bayrağı ile dil ve azıklık hakları temelinde sürece katılan dernek başkanlarının ve üyelerinin bizzat MİT tarafından ölümle tehdit edildiklerini, o insanların cesareti ve basına yaptıkları açıklamalar sayesinde öğrenebildik. Bunun ötesinde, Alperen Ocakları gibi direk kontgerilla örgütlenmelerinin, Kafkas kökenli azınlıkların yoğun olduğu yerlerde örgütlenmeye özel bir önem vermesinin altını çizmek lazım.

Kafkas derneklerinin varlığı, bir şekilde kendi kimlikleriyle ilişkilenen Kafkas kökenlilerin örgütlenme istek ve ihtiyaçlarının da bir dışa vurumu. Bu derneklerin faaliyetlerinin halk dansları dışına çıkmaması ve mutantlaşmış bir ideolojinin yeni kuşaklara empoze edilmesi için ciddi br faaliyet yürütüldüğünü de eklemek lazım.

Ucu bir şekilde Osmanlı devleti ve cumhuriyete dokunacağı, keza sürgün tarihi işlendikçe, başka halklara empati yeteneğinin artacağı korkusuyla, yaşanan büyük sürgün ve katliamın reddedilmeye çalışıldığı, buna yönelik etkinliklerin engelllenmeye, etkisinin azaltılmaya çalışıldığı görülüyor.

“Ekmek yenen sofra, ekmek yenen kap” gibi dil, kültür ve azınlık hakları gibi demokratik taleplerle hiç bir alakası olmayan demogojik argümanlarla bu talepler oluşmadan boğulmaya çalışılıyor. Ve bütün bunlar öncelikle, bu derneklere yerleşmiş mutantlaşmış grup ve kişiler eliyle sürdürülüyor.

Yine de zaman zaman demokratik azınlık hakları temelinde mücadeleyi yükselten ve mutantlaşanlarla mücadeleye tutuşan kişi ve grupların varlığı, “Yalnız Kurt’’un bugün zayıf olsa da ruhunu koruduğunun mesajını veriyor.