NART BENLİĞİNİ, SETENAY KİMLİĞİNİ YİTİRİRSE

YEMUZ Nevzat Tarakçı

Anne: Çok mutluyum, ilk çocuğumuz dünyaya geliyor!
Adını ne koysak acaba, çocuğun ismi çok önemli.
Anl1+amlı olmalı, kültürümüzü yansıtmalı, rengimizi, kokumuzu, dokumuzu taşımalı.
Baba: Katılıyorum size hanım, ismin anlamı kişinin karakterine yansıyor.
Herkes adından bilmeli insanların hangi topuma, hangi kültüre ait olduğunu. 
Ne o yabancı, garip, tuhaf isimler!
Benliğini hiçe sayıp evladına yabancı isimler takan anne babalara şaşıyorum.
Yozlaşmanın ta kendisi değil mi bu?
Her şeyden önce Adige kültürünü öğretmeliyiz çocuklarımıza; diliyle, yaşantısıyla, her yönüyle.
Evde hep ana dilimizi kullanmalıyız, ana diliyle kültürüyle büyümeli çocuk.
Anne: O halde NART olsun oğlumuzun adı.
Nart’lar gibi yaşasın benliğini, kimliğini, kültürünü.
Baba: Nart olsun, yakışır sevgili yavrumuza, yakışır soylu ailemize, geniş sülalemize.

Baba: Bu ikinci çocuğumuz, çok heyecanlandım yine, ne koysak adını?
Anne:
 Bilmem ki, şey… Yoksa KAYA mı olsa?
Baba: Olur hanım, neden olmasın!
Komşuların oğlu KAYA gibi o da yüksek puanla büyük okullar okusun, meslek sahibi olsun, çok para kazansın!
Anne: O halde KAYA olsun.
En güzel üniversiteyi bitirsin benim aslan oğlum, layık olsun ailesine, biz zengin olamadık, bari o yaşasın gönlünce, olsun en güzelinden arabası, evi, yatı katı…
Baba: Hem öyle sivrilmesin kültürdür, kimliktir diye.
Ne o küçük yaşta düğün, dernek davası, okulunu, mesleğini düşünsün önce!
Benim oğlum mutlaka bilmeli iki yabancı dil.
Çerkesce sonraki iş, bu Adigelik, dikkati dağıtmamalı erkenden.
Hem genç yaşta tanışmasın düğünlerle, kızlı erkekli toplantılarla.
Toparlayamaz kendini, başarısız olur okul hayatı.
Anne: Derneklere, düğünler, toplantılar… Zarardır bunlar, gelişmekte olan çocuklara zarar.
Marjinal olmamalı bizim çocuk, okusun, meslek sahibi olsun, evlensin, mutlu olsun!
Sonra düşünülebilir bu ayrıntılar ama şimdi asla!

Anne: Üçüncü çocuğumuz oldu, adı, KAROLİNA.
Baba:
 İsim dediğin biraz da Batı toplumlarını çağrıştırmalı.
Kızımız öğrenimini ne yapıp edip Avrupalarda, Amerikalarda yapmalı.
Ne bu çektiğimiz bizim!
Dünya vatandaşı olmalı, neymiş Allah aşkına Türklük, Çerkeslik?
Anne: Katılıyorum size, geniş açıdan bakmalıyız artık olaylara.
Dünya küçüldü bak, kültürler karıştı birbirine, ayrıntıları düşünmeye vakit mi var?
Ben evladım için her türlü fedakârlığa hazırım.

Karolina: Ben Karolina, büyük bir işletmede üst düzey yöneticiyim.
Bildiğim kadarıyla annem, babam Çerkes’miş.
Üç kardeşmişiz, sadece adlarını biliyorum, hayattalar mı bilemiyorum.
İki çocuğumuz var, Justinya ve Peter.
Eşim bir İngiliz. Samimi bir Katolik, sımsıkı bağlı kültürüne.
Biliyor yedi göbek atasını, her birinin, albümünde özel yeri var.

Üç dil biliyorum, çocuklarım da çok güzel konuşuyor bu dilleri, seviyorlar kültürlerini.
Ancak benim içimde sebebini bilemediğim bir burukluk var.
Sık sık soruyorum kendime, yoksa ait olmadığım bir kültürün içinde miyim?

Yaşlandım evet, farkındayım, fakat geriye dönüp baktığımda, çocukluğumda yaşadığım, şimdilerde hayal meyal hatırladığım her şey, tarifsiz haz veriyor bana.
Büyük ağabeyimin ismini duymak nedenini bilmediğim bir mutluluğa çekiyor beni.
Ya o yıllarda duyduğum, şimdi hatırlamaya çalıştıkça yüreğimi titreten, benliğimi saran o düğün müziği…

Evet, galiba ben yabancı bir kültürle beslendim.
Doyurmadı bu kültür beni, açlık hissediyorum, acı çekiyorum.
Kaybolmuş, yok olmuş biri gibiyim!

Yalnız kalabalıklarda boğuldum, kendimi arıyorum!
Ben kimim, hani kimliğim, nerde kültürüm?
Nedir bu içimdeki dayanılmaz acı, artıp giden sancı?
Bir ana dilim mi olmalıydı benim?
Neden eşim gibi mazime ait bilgi ve birikimim yok?
Neden, anne ve babamın dışında, “Bu büyük annem, bu dedem!” diyebileceğim bir fotoğrafım yok?

Kim yardım edecek bana?
Kim tanıştıracak beni gerçek kimliğimle?
Kimler sorumlu benim bu hale gelişimden?
Mutlu olamıyorum, bir şeyler arıyorum, bulamıyorum!
Yaşamın anlamı kalmadı!

Karmakarışık kafam!
Yardım edin bana ne olur!
Ne olur yardım edin!