NEDEN ABHAZ VE ÇERKES İSİMLERİ TAŞIMIYORUZ?

Nart Akhoumsatch

Kültürel asimilasyonun en belirgin örneklerinden biri, taşıdığımız yabancı isimlerdir.

Bizim irademiz dışında ve anne-babalarımızın mecburiyetten verdikleri Türkçe isimleri neden hâlâ taşımak zorundayız?

Madem etnik bilincimiz var ve asimilasyona karşı boyun eğmiyoruz, o halde ilk başlanması gereken değişiklik isim değişikliği olmalıdır, bence.

Düşünün, bir Çerkes ile tanışıyorsunuz ama adı;
Şaban, Rıfkı, Raşit, Necati, Muhammed, Ahmet, Mehmet, Fatih, Murtaza…
Bu ne ya?
Ne kadar itici bir durum!
Üzerimizde eğreti duruyor ama bundan da rahatsızlık duymuyoruz gibi sanki.
Ama her defasında da kültürümüze yabancılaştırıldığımızı dile getiriyor ve eleştiriyoruz.
Dilimiz ve kültürümüzle hiç alakası olmayan bir ismi taşımaktan rahatsız olmalıyız, arkadaşlar.
Yoksa bu durumu asimilasyon kapsamında görmüyor muyuz?

Ben şahsen birine, “Sen Abhaz mısın, sen Çerkes misin?” diye sormadan, isminden tanımayı tercih ederim.
Bu durum beni çok mutlu eder.

Anadolu coğrafyası, tarihten bu yana hep çok kültürlü ve farklı etnik milletlerden oluşan toplumlara yurt olmuştur.
Her milletin kendine özgü kültürel değerleri ve konuştuğu dilleri vardır.
Türk ırkçılığı üzerine inşa edilen Cumhuriyet rejimiyle bu en doğal değerlerimiz elimizden alındı, gasp edildi.

Asimilasyon bir insanlık suçudur.

Bu suça karşı çıkmak ve kendi kültürümüzle, dilimizle bu coğrafyada var olmak istiyoruz.
Bu en doğal hakkımızdır.
Her milletin kendi dilinde isimler taşımasını ayrımcılık ve ırkçılık olarak görmek, “emperyalistlerin istediği bu zaten” gibi yaklaşımlar, hiçbir şekilde gerçekçi değildir.

Emperyalistler, TC rejimini Türkçülük üzerine kurmuşlardır.
Bu durumda Türkçülüğe karşı her siyasi veya etnik hareket, aslında anti-emperyalist niteliktedir.

Bu anlamda, “Abhaz ve Çerkes isimleri taşıyalım, isimlerimizi değiştirelim” içerikli önerim, tam anlamıyla anti-emperyalist nitelikli bir öneridir.
Böyle bir talebin ifratla tefritle veya ırkçılıkla irtibatlandırılması kabul edilemezdir.

Toplumlar aslında tek tip dayatmalarla parçalanıyorlar, çok kültürlü olmakla değil.
Devletin ırkçı tutumu, tekçi oluşu ve farklı ırk ve kültürleri yok sayması, halkların birlik olmalarına ve barış içinde yaşamalarına en büyük engeldir ve temel nedendir.

Yanlış yerde birlik olacağımıza, doğru yerde ayrı olalım.
Bana ait olmayan bir yerde niye birlik olayım?
Nerede, neyde ve niçin birlik?

Eğer bu birlik söyleminden bir barış toplumu kast ediliyorsa, farklı milletler olarak da barış içinde yaşayabiliriz.
Ülke savunması söz konusuysa, ortak değerimiz olarak yine birlik olabiliriz.
Yeter ki rejim, bütün farklılıkları kucaklayan demokratik bir sistem olsun.
Kucaklaşma, kaynaşma ve hümanizm olsun, ama herkes kendi kimliğiyle.
Ayrı ırklardan oluşmamız, düşman olmamızı gerektirmez.

Yaşadığım şehir olan Antwerpen’de (Anvers) 180 farklı ırktan ve dilden topluluklar var.
Hümanizm var, kardeşlik var, barış var.
Hepimiz “Antwerpenliyiz” diyoruz, kader birliği yapıyoruz.
Barış içinde kardeşçe yaşıyoruz.

Ama Araplar ve Türkler hariç.
Çünkü ırkçı ve Müslümanlar.
Kendilerinden farklı olanlarla kardeş olamayacak kadar gericiler, yobazlar, insanlık dışılar.
Bu kapsama girmeyen, aklı başında, vicdanlı ve ahlaklı olanlar az da olsa yok değil tabii ki.

Demek ki farklı milletlerden olmak, barış içinde yaşamaya engel değil.
Ama sahip olunan ırkçı, dinci ve köhnemiş, ilkel anlayışlar, barış içinde beraber yaşamaya engeldir.
Diğer bir ifadeyle, problemin temel kaynağı; medenileşememek, dahası insanlaşamamaktır.