POLİTİK WORŞER’İNE KATKI: İKİ ANAVATAN ANLAYIŞI

Can Nart

1908 Devrimi veya “meşrutiyetin iadesi” ile başlarsak, 1920’lere kadar, diasporanın anavatandan daha “ileri” olduğu bir dönem süregeldi. Diasporada Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti, Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti, Çerkes Numune Mektebi gibi girişimler görüyoruz.

Peki, 1864’ten sonra Kafkasya’da ne oldu? İşte bu sorunun yanıtı büyük oranda klişelere dayanıyor.

Kafkasya’da, 93 harbinde Osmanlı lehine çıkarılan ayaklanmalar haricinde, pek de yaprak kımıldamamış, bilhassa nüfusunun büyük çoğunluğunu kaybeden Batı Adıgeleri olmak üzere henüz uluslaşamamış etnik/kültürel topluluklar, Ekim Devrimi’ne kadar, neredeyse yok olmanın eşiğine gelmişti. Kimileri kurtuluş olarak 11 Mayıs 1918’e, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ne işaret edebilir; fakat tarihsel Çerkesya’da hiçbir karşılığı olmadığını da biz belirtelim. Elbette Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, çok daha detaylı bir çalışmanın konusudur.

Her ikisi de bir dönem devrim cephesinde yer alan; Türkiye’de Burjuva Devrimi, Rusya’da Sosyalist Devrim yaşandı ve Büyük Ekim Devrimi, halkımıza adeta “can suyu” verdi. Sonrasında “sosyalizmle var oluş” ile “Türkiyeli bir yok oluş” eş zamanlı yaşandı. İki toplumsal formasyonda Çerkesler, bambaşka gelişim seyri izlediği gibi, bu ikilik, pratikte iki karşıt damar da yaratacaktı.

Türkiye’ye yapılan göç/sürgünleri üç ana grupta toplamak mümkün:

  • Büyük Çerkes Sürgünü/deportasyonu/göçleri
  • Ekim Devrimi/İç savaş sonrası göçler
  • İkinci Dünya Savaşı esnasında ve sonrasındaki göçler

Son iki grup, 1960’lara dek diasporada düşünsel atmosferi büyük ölçüde belirlemiştir. “Sabık yönetici”, “soylu”, “Kafkasya doğumlu” vb olmanın getirisiyle öne sürülen temel argümanın özü, kaba anti komünizmdir ve özetle şunu propaganda eder: Anavatan “komünizm mezalimi” altında inlemektedir ve “esir Kuzey Kafkasyalıların istiklali” sosyalist sistemin yıkılmasıyla gerçekleşecektir.

1960’larda sosyalizmin prestijinin artmasıyla birlikte, İzzet Aydemir’in Kafkasya Kültürel Dergisi’nde, “Dönüş”ün nüvelerini görebiliyoruz. Onu izleyen Kamçı ve Yamçı dergileri, elbette tutarlı bir iç evrime sahip olarak Türkiye Çerkeslerinin tek özgün tezi olan “Dönüş”ü olgunlaştırdılar ve bir siyasal program haline getirdiler.

İlk defa, “anavatan siyaseti” yapan iki grup ortaya çıkmıştı: Anavatanının işgal altında olduğunu buyuran Birleşik Kafkasya (BK) hareketinin karşısında Dönüş harekti, Türkiyeli bir yok oluşa işaret ediyor ve çözümün “anavatana dönüş” olduğunu dile getiriyordu. Ve ilk defa, anavatana yaklaşım biçimi, anavatan algısı farklılaşıyordu ve bu, onlardan sonra gelecek tüm kuşaklara, şöyle ya da böyle sirayet edecekti.

Bugünkü tartışmaların alt metninde de bu ayrımı sezmiyor musunuz? Kültürel gelişkinlik bağlamında diasporayı mı referans alacağız, anavatanı mı? Bu referans seçimlerimizi nasıl koşullayacak?… Bu sorular uzatılabilir ve kalkış noktası anavatan olduğunda, sorular gerçekten çoktur.

Dönüş Hareketi’nin anavatana yaklaşımının pragmatik; fakat hakkaniyetli olduğunu söylemeliyiz. “Bir avuç” Çerkes’in kalmış olduğu anavatan, her şeyiyle bizden çok daha ileriydi ve biz, “muhacerette” yok oluşa sürükleniyor, asimile oluyorduk. Bunların hepsi, reel sosyalizm hala ayaktayken Türkiye’den söyleniyordu. Az şey midir? Reel sosyalizm çözüldü. Ortaya ipe sapa gelmez iddialar atanlara yanıtımız elbette var; fakat bu yazının konusu değil.

BK hareketi, lineer çizgisini bugünkü (kapitalist) Rusya’ya uzattı: “Üç rejim değiştirmiş Rusya, aslında “emperyal” özünü hep korudu, halkımıza zulmetti/zulmediyor…”. 2000’lere gelindiğinde geleneksel BK çizgisinin, negatif anlam yüklenerek bir kadro hareketi olduğu, “halktan kopuk” olduğu, yine o cenahtan “yeni nesil” gençler tarafından dillendiriliyordu. BK hareketinin, Kafkasya Forumu (KF) eliyle, romantik milliyetçi ve popülist bir dalgaya yedeklenmesi uzun sürmedi. Bu dönemin enstrümanı Soçi Olimpiyatları ve Çerkes Soykırımı temasıydı. Operasyonun Türkiye ayağında ise “yetmez ama evet” ve daha sonra Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesine destek vardı.

Geleneksel dernekler, kültür emekçileri ve bilhassa KAFFED, Rusçu, Rus ajanı gibi yaftamalarla yıpratıldı. O dönem, saldırılanın aslında KAFFED değil, 1960’ların müktesebatı olduğunu söyleyen ve savunan bir avuç gençten biriyim. Geri kalan “heyecanlı” gençlerin birçoğundan eser yok şimdi, kalanlarsa şişirmedir.

Tarihin bir ironisi: Bugün, bu kişiler ve bunlara alan açanlar KAFFED yönetiminin ağırlıklı çoğunluğunu oluşturuyor; hem de düne kadar hoyratça saldırdıkları KAFFED’in. Unutuluyor; meraklısının bugünkü YK üyelerinin şeceresine şöyle bir göz atması yeterlidir. Boşuna “40 yıllık gelenek yıkıldı” nidaları atılmadı.

Ben herkesin aksine DÇB’yi tartışmıyorum; DÇB tartışmalarının alt metninde Anavatana (ve Rusya’ya) yaklaşım biçimi ve üretilen politikaların düşünsel arka planının olduğunu düşünüyorum. Gerisi teknik bir muhasebeden ibarettir, zira bu da Olağanüstü Genel Kurul’da oylanıp yanıt verilmiştir. Bana göre, vulgarize etmekten elbette kaçınarak, kimi zaman, bizim Musa K’ah gibi düz olmak ve şöyle bir arkamıza yaslanıp toplumun yaklaşımını tartmak gerekiyor. Aşağı yukarı şöyledir:

“Katil Rusya Kafkasya’dan Defol!” mu diyorsun; buyur dön ve savaş.

“Katil Putin” mi diyorsun, buyur dön ve orada söyle. Zira burada milyonlarca yurttaş “Katil Erdoğan” sloganı attı ve hala gün yüzü göremeyenler var.

Tıpkı dönüşçülere dedikleri gibi; eğer dava insanı “saygın”dır diyorsak, döndükleri içindir. Çerkes kültüründe saygı, söz ve eylem birliğine saygıdır; bugün, her ne kadar saygının ortalamacılık olduğu dayatılsa da.

Tersinden, BK hareketi, geleneksel ve popülist kanadıyla, romantik, ağlamaklı orta sınıfların ve gençlerin vicdanı olmuştur. Bu hareketin içinden gelip anavatana dönen, iddiasını orada dillendiren de pek çıkmamıştır. Özetle, Türkiye’de, NATO üyesi bir ülkede, herhangi bir zorluk çekmeden Rusya’ya ahkam kesebilmek, herkese nasip olmuyor, hakikaten büyük zanaat sayılmalı (!).

Anavatan siyaseti bağlamında Rusçu dediklerine gelirsek;

Dönüş dediler ve bu hareketin önder kadrosu “öncü dönüş”ü gerçekleştirdi. Dahası, davalarını yaşamlarıyla kanıtladılar, yer yer, hatta çoğu zaman anavatanla diaspora arasında köprü vazifesi gördüler. Bu insanlar eleştirilir mi? Elbette. Fakat az evvel belirttiğim “gerçekliğin” üzerinden atlanamaz. Söz söyleyecek olan evvela kendini kanıtlar.

Burada dönüşçüleri aklama gayretine düşmediğim anlaşılmış olmalı, zaten dönüşçü de değilim. Yalnızca meramım şu:

Tuzu kurular, romantikler, forumcular, milliyetçiler, dansçılar, çalgıcılar… Özetle, anavatan duyarı kasan çeşitli kesimler, sizin de söz ve eylem birliğinizi kanıtladığınızı görmek isteriz. Zira dava insanlığı böyle oluyor vesselam.