SİYASET, AMA NASIL?…

Sezai Babakuş
23.02.2011

Diyasporadaki toplumsal örgütlülüğümüz son on yılda epey mesafe katetti. Uzun yıllar birbirinden habersiz çalışan derneklerimiz Kafkas Dernekleri Federasyonu (Kaf-Fed) çatısı altında biraraya gelerek hatırı sayılır bir güç oluşturdular. Yanısıra, çeşitli vakıflar, platformlar, inisiyatif grupları, internet portalları, yayınlar vs. derneklerimizin yetişemediği alanlarda az-çok iş ve düşünce üreterek toplumsal ihtiyaca cevap vermeye çalıştılar. Asıl sevindirici olan, on yıl öncesine kadar ‘Çerkes’ tanımını kullanmaya dahi çekinen, kültürel hakların ve taleplerin dillendirilmesini ‘sakıncalı’ addeden genel anlayışın büyük ölçüde kırılmış olmasıdır. Bundan sonrası, kurumsal örgütlülüğümüzü daha da güçlendirmek, sürekliliği ve bütünlülüğü olan siyasal mücadele rotası oluşturabilmektir.

Yeni başlayanlar için kronolojik bir özet yapmak isterim;

İkinci Meşrutiyet’ten hemen sonra (1908’de) kurulan Çerkes Teavün Cemiyeti ve Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti ile başlayan, Çerkes Örnek Mektebi’nin kurulmasının yanısıra çeşitli gazete ve dergilerle desteklenen örgütlülüğümüz, 1923’de bu cemiyetlerimizin kapatılıp yasaklanmasıyla kesintiye uğramıştır.

Ağır asimilasyon koşullarının ardından 1950’li yıllarda yeniden örgütlenme şansı bulunabilmiş, İstanbul, Ankara ve diğer kentlerde kurulan derneklerimiz aracılığıyla kültürel faaliyetler yeniden başlatılabilmiştir.

Zaman içinde derneklerimizin sayısı artmış ve 1970’li yıllardan itibaren bu derneklerin birlik oluşturması fikri ortaya çıkmıştır. Çeşitli girişimlerden sonra 1990’da KAF-KUR adıyla bir koordinasyon kurulu oluşturulmuş, bu oluşum 18-19 Ocak 1992 tarihinde İstanbul’da yapılan genişletilmiş toplantı sonunda 26 derneği kapsayan bir üst örgütlenme modeli olarak hayata geçmiştir. 14 Ağustos 1992’de Gürcistan’ın Abhazya’ya saldırısıyla yükselen dayanışma ruhu güçlü-merkezi örgütlenme düşüncesini de kamçılamış, 1993’de KAF-DER ve nihayet yasal mevzuatların elvermesiyle birlikte 2003’de de bugünkü Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAF-FED) kurulmuştur.

Derneklerimizin bir çatı altında toplanması süreçi yaşanırken, yasal kısıtlamaların zorlamasıyla genelde kültürel faaliyet alanına sıkışmış bu örgütlenme modeli yanında daha siyasal içerikli örgütlenme ihtiyacı da kendini göstermeye başlamıştı. Bu minvalde İstanbul ve Ankara’dan bir grup Çerkes aydını tarafından 1 Eylül 1999’da Demokratik Çerkes Platformu (DÇP) adıyla bir inisiyatif oluşturuldu. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik adaylığının açıklanmasıyla (11 Aralık 1999 tarihli Helsinki Zirvesi) oluşan olumlu siyasi ortamla birlikte çalışmalar hızlandırıldı ve 26 Mart 2000’de Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden dernek temsilcileri, aydınlar ve kanaat önderlerinin katıldığı genişletilmiş İstanbul toplantısı sonunda 149 imzalı ilk deklarasyonla Demokratik Çerkes Platformu kuruldu. Kısa sürede katılımcı sayısı 500’ü aştı. DÇP, uzun yıllardan sonra Türkiye’de ilk Çerkes adını kullanarak  Çerkes kimliğini, hak ve taleplerini dillendiren pek çok çalışma yaptı; basın açıklamaları, konferanslar, kimlik araştırmaları, anadil toplantıları ve üniversitelerle ortak konferanslar, 21 Mayıs etkinlikleri (ki İstanbul’daki açıkhava toplantılarını 2001’de DÇP başlattı), Avrupa Birliği-Sivil Toplum ortak çalışmalarına katılım, diğer toplumsal kesimler ve farklı kültürlerle ortak projeler vs.

DÇP, derneklere daha fazla özgürlük tanıyan yasal düzenlemelerin yapılması ve 2003’de Kaf-Fed’in kurulması üzerine, yürüttüğü çalışmaların hemen tümünü Kaf-Fed’e devretmiştir.

Bugün Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde faaliyet gösteren 60 derneği bünyesinde toplayan Kaf-Fed, diyasporada onyıllardır sürdürülen toplumsal-ulusal mücadeleyi temsil eden, bu mücadelenin omurgasını oluşturan yegane örgütlenmemizdir.

Evet, Kaf-Fed taa Çerkes Teavün Cemiyeti’nden bugüne devam edegelen toplumsal-ulusal mücadeleyi temsil eden kurumsal örgütlenmemizdir ama, gelin görün ki son birkaç yıl zarfında değişik mecralarda ve genellikle Kaf-Fed’e karşı örgütlenme çabaları da hız kazanmıştır. Bugün gelinen nokta itibariyle, farklı düşünce gruplarının oluşturduğu federasyonların, derneklerin, vakıfların, platformların, inisiyatif gruplarının, internet portallarının vs. yer aldığı çokyönlü ve giderek karmaşıklaşan bir yapı ortaya çıkmıştır. Bu çokyönlü-çoksesli yapı, düşünce ve örgütlenme zenginliği bakımından faydalı görünse de, pekçok olumsuzluğu da beraberinde getirmektedir.

Bu durum herşeyden önce hem kendi toplumumuzda hem de Türkiye’nin genel kamuoyunda, ‘her kafadan ses çıkan’ bir parçalanmışlık algısı yaratmaktadır. Bu algı toplumumuzda örgütlü mücadele inancını zayıflatmakta, taleplerimizi seslendirme gücümüzü azaltmakta ve taleplerimizin muhatabı olan devlet-hükümet yetkilileri üzerindeki yaptırım gücümüzü-nüfuzumuzu büyük ölçüde zaafa uğratmaktadır.

Son dönemlerde ‘her kafadan ses’ eğilimi giderek hız kazanmakta, kendine liderlik-öncülük atfeden üç-beş kişilik küçük ‘kurtarıcı grupların’ sayısı her geçen gün artmaktadır. Bu çıkışların herbirini iyiniyetli çabalar olarak değendirebiliriz, hatta toplumsal dinamizme katkı sağladıklarını düşünerek sempati duyup destekleyebiliriz de. Ancak hepimiz bu gidişatı artısıyla eksisiyle etraflıca değerlendirmeliyiz. Topluma öncülük etme misyonu yüklenmiş bu marjinal çıkışlar toplumsal mücadelemize toplamda fayda mı sağlıyor, zarar mı veriyor iyice tartmalıyız.

Bu grupların çoğu kendini Kaf-Fed karşıtlığı üzerinden tanımlamaktadır. Bazılarının oluşturucuları Kaf-Fed’e bağlı derneklere üyedirler. Üye oldukları dernekler üzerinden Kaf-Fed’i daha güçlü ve daha üretken kılmaya çabalamak yerine, düşünce ve proje üretme kabiliyetlerini, enerjilerini ve iş yapma istek ve becerilerini Kaf-Fed üzerinden ya da Kaf-Fed’le birlikte hayata geçirmeye çalışmak yerine, ‘ayrı telden çalma’ isteklerini yanlış bulduğumu ve reddettiğimi belirtmek isterim.

Duymuşsunuzdur, son bir hafta içinde yeni bir ‘öncü grup’ çıktı. 13 Mart’ta Ankara’da ‘yeri göğü inletecek, iktidara ses dinletecek’ bir miting yapacaklarını ilan ettiler.

Bu grubu oluşturanların bir-ikisi Kafkas Vakfı geçmişli, bir-ikisi de son dönemlerde ortaya çıkan Adige milliyetçiliği eksenli. Çerkesleri örgütlemek, Çerkesler adına siyaset yapmak, Çerkeslerin hak ve taleplerini seslendirmek iddiasındalar. Kaf-Fed’e karşılar-muhalifler ama, yapacakları miting için belirledikleri katılımcı hedef kitlesi Kaf-Fed’e bağlı dernekler ve bunların üyeleri. İstiyorlar ki etkinliklerini Kaf-Fed ve dernekler desteklesin, organizasyona fiili katkı sağlasın, üyeleri eksiksiz katılsın…

Toplumu örgütlemek şiarıyla yola çıkmış bu arkadaşların örgütlemeyi hedefledikleri kitle, bizatihi toplumsal örgütlenmemizin kendisi olan Kaf-Fed ve bağlı derneklerdir. Benim anlamadığım, Kaf-Fed’in kendisi örgüt değil de, örgütlenmeyi bekleyen bir taban konumunda mıdır? Bu arkadaşlar Kaf-Fed’i böyle mi algılamaktadır?.. Asıl önemlisi, bazı Kef-Fed üyesi dernek yöneticilerinin bu etkinliği desteklediği fısıldanıyor. Bu gerçekse, bu desteği veren dernek yöneticileri de mi kendilerini örgütlenecek taban olarak görüyor?..

Kendilerini Kaf-Fed’e karşı konumlandıran, her fırsatta Kaf-Fed’i karalayan, yok sayan bu arkadaşların düşündükleri bu etkinliği Kaf-Fed eliyle kotarmayı ister-bekler olmaları paradoksun trajik hali değilse nedir? Ayrıca, gerçekten bu etkinliğe yeşil ışık yakmış dernek yöneticileri varsa onların hali daha da sorgulanmayı haketmez mi?..

Bir yürüyüş ve miting yapma gereğimiz varsa, neden Kaf-Fed öncülüğünde değil de henüz amaçlarını-hedeflerini-acendalarını bilemediğimiz birkaç kişinin peşine takılıp yapalım ki !… Hangi taleplerin nasıl dillendirileceği, hangi sloganların atılacağı, hangi pankartların dövizlerin açılacağı belli olmayan böyle bir bilinmeze niye kapılalım ki !..

Ne yani, her bilinmezin peşine ‘ya tutarsa’ diyerek koşacak denli çaresiz bir toplum gibi mi görünüyoruz? Bu kadar başıboş muyuz?…

Miting yapmak ciddi iştir. Konseptini, bütünlüğünü, etkin katılım şartlarını ve en önemlisi vereceği mesajları iyi düşünmek, iyi hesaplamak gerekir.

Ben, oldu-bitti üzerine bina edilen ve ucu nereye varacağı bilinmeyen böyle bir mitinge katılmayacağım.

Meydanlara çıkma ihtiyacımız varsa, bunun zamanlamasını en iyi bilecek organizasyonunu da kotaracak kuruluşumuz Kaf-Fed’dir. Kaf-Fed’in öncülüğünde olacaksa, hay hay hiç tereddüt etmeden kalabalığın arasında saf tutarım.

Yıllardır toplumsal örgütlülüğü güçlendirmenin ve bu örgütlülüğe siyasal dil ve içerik kazandırmanın gereğini savundum; diyasporadaki varlığımızı korumanın yolunun kültürel dernekçilik sathı mailinden çıkıp siyasal örgütlülüğe ulaşmaktan geçtiğine inandım.

Ama böyle değil. Herkesin kendince rota belirlediği, kendince siyaset güttüğü ve kendince eylem planladığı bir savruklukla ne örgütlenmemizi güçlendirebiliriz ne de siyaseten güçlenebiliriz.

Evet, Federasyonumuzun pekçok eksiği, aksağı, yetersizliği bulunmaktadır. 60 derneği biraraya getirmiştir ama henüz bu nicelikten beklenen niteliği ve sinerjiyi yaratamamıştır; ortak çalışma alanlarını genişletememiş, topluma umut verecek öncülük görevini henüz tam olarak kucaklayamamıştır. Kuşkusuz deneyimi ve birikimi arttıkça eksiklerini tamamlayacaktır. Yaptıkları pekçok olumlu iş yanında bizim için asıl umut verici olanı, Federasyon yöneticilerimizin bu eksikleri gidermek için büyük bir iyiniyet ve özveriyle çaba gösteriyor olmalarıdır. Federasyonumuzun daha etkin, daha güçlü ve daha siyasi bir örgüt haline gelebilmesi hepimizin ortak çabası, katkısı ve katılımıyla mümkün olacaktır.

Şimdi yapmamız gereken, kendi egolarımızın peşine sürüklenip hizipler oluşturmak ya da bu hiziplerin ardında savrulmak değil, Kaf-Fed’in içinde çalışarak ona güç katmaktır. Bilgimizi, becerimizi, enerjimizi, heyecanımızı Kaf-Fed çatısı altında birleştirmektir. Ancak bu yolla toplumumuzu daha güçlü kucaklayan, taleplerimizi daha yüksek sesle dile getiren bir örgüte sahip olabiliriz.

Unutmayalım ki kurumsal örgütlülüğümüzü güçlendirirsek ileriye yol alabiliriz. Aksi halde, olduğumuz yerde patinaj çeker dururuz.