SPAŞİGO’NUN MİRASI

KITIJ Cemil Biçer

Babaannem, ailemizin neşesi.

Elli küsur yaşıma geldim onun gözünde hala “sarı Moskof’um” diye sevdiği bir çocuğum.

Öfkelense de sevse de kırlaşmış sarı saçlarımı koparırcasına çeker damarlarından akan kanı görülen ince kemikli elleriyle. Sırtımı pataşlar, yarı Türkçe çoğu Çerkesce, “Spaşigom, haytakırım, sarı çiyanım” nidalarıyla bir kedi yavrusunu severcesine okşar beni hâlâ.

Oturduğu yerden beri koca evi çekip çevirir, herkese emirler yağdırır. Bağı, bahçeyi inekleri, kümesdeki kuluçkaları bile yönetir.

Aslında evde herkes bildiğini yapar ama babaannemden komut almak herkesin vazgeçemediği bir alışkanlık haline gelmiştir çiflikte…

Çiftlik işlerindeki yardımcılarımız bile bu kurallar dahilinde hareket ederler, oturduğu pencereden tüm avluyu görecek bir perspektife sahiptir koca Göşefiş, Ecips köyünün kızıl saçlı güzeler güzeli prensesi…

Ahırda inekleri sağan kızın bakracındaki sütün miktarını bile kontrol eder. Eğer fazla görmüşse sütü “Ha bzı..! Danayı acından öldüreceksin ne varsa sağmışsın” diye azarlar. Kümes hayvanlarına biraz fazla yem saçılacak olsa “Bunlar bizi açlıktan öldürecekler. Ambarda ne varsa döküyorlar boklu tavuklara” diye bağırır. Tabi bu bağırmaların hepsi Çerkesce olduğundan kimse bir şey anlamaz, sadece annem “Tamam nan! Ben şimdi söylerim bir daha yapmazlar” diye onu teskin etmeye çalışır.

Annemin, babaanneme olan saygısına hayranım aralarındaki konuşmalar tamamen Çerkescedir ve ailede hiç kimse bu konuşmayı çözemez, Çerkesce bilenler bile.

Bu konuşmalar öyle hızlı ve öyle akıcıdır ki, yüksek dağlardan akan akarsuların çakıl taşlarına çarparak çıkardığı sesler gibi bir armoni halindedir. Saatlerce gizli gizli onları dinlerim, gizli gizli…

O sabah babaannemde her günkünden farklı bir telaş vardı. Herkesi paylıyor, direktifler yağdırıyor, etrafında kedi yavrusu gibi dolanmama rağmen gözü beni bile görmüyor! Hatta “Ayakaltında dolaşma” diyerek payıma düşen azarı da alıyorum.

Anneme sordum “Göşefiş’in telaşı ne? Garnizona teftiş için Rus general mi gelecek?” diye. Annem, Göşefiş’in yaşayan tek arkadaşı olan Saşiji’nin teşrif edeceğini söylüyor ve bu telaşın sebebi de aydınlanmış oluyor.

Babaannem kümesteki kesilecek tavukları, pişirilecek yemeklerin listesini bir gün önceden belirttiği için köşesinden teftişe devam ediyor. Bu tarihi anı kaçırmamam lazım! Ne yapıp edip bu davete bir şekilde katılmam gerek. Saşiji’yi en son görüşüm babaannemle onların köyüne yatılı ziyarete gidişimizdi. Nereden baksan 40 yıl geçmiş…

Sarı saçlarımı okşamış ve sımsıkı sarılmış sonrada avuç dolusu cak-caklı şeker vermişti. Çiğnedikçe ağızda nane aroması bırakan sakızımsı bir şekerleydi. Tadını hala damağımda hissediyorum!

Cecil, köyümüzün karşısında kuş uçuşu yakın bir köy. Uzansan dokunacak kadar yakın. Çağırsan duyulacak kadar içimizde ama arada yaz kış azgın azgın akan Yeşilırmak var ki, çağıltısından ne el uzanır, ne avaz işitilir.

Kaf dağında Ecips köyünde de komşu olan bu iki komşu köy insanları kaderin cilvesi demeli burada da komşu olmuşlar. Ancak burada araya dikenli teller ve kara kalpaklı Rus askerleri değil aşılması fermana mahsus azgın bir nehir girmişti…

Köylerin erkekleri bir şekilde bu azgın suları aşarak düğünlerde, cenaze törenlerinde bir araya gelebiliyorlar ama kadınların ve yaşlıların kavuşmaları için 60 km bir yolun aşılması gerekiyor. Nenejimin ve sırma saçlı ahretliğinin bu görece mesafeyi aşamamışlıkları hasret ateşini harlıyandı.

Saşiji nenejimin tadı damağımda iz bırakan şekerlerinin özlemi ile işlerimi yarı bırakıp eve her zamankinden erken döndüm. Bu manzarayı belki bir daha görmek mümkün olmayacaktı ve bu buluşmayı kayda alacaktım. Kasabadan gelirken bir arkadaşımdan kamerasını da almıştım, konukların yanına çıkmadan önce Nefset’e (amca kızım) kameranın nasıl kullanılacağını gösterip, her ne olursa olsun muhakkak kayıt etmesini ve sonuna kadar çekime devam etmesi yönünde kesin talimatı da vermeyi ihmal etmedim.

Çekim sonrası bunları iki Çerkes prensesine izletip tepkilerini görmeyi çok istiyordum. Bundan daha önemlisi o bir azgın derenin çağıldaması gibi konuştukları senfonik Çerkesceyi belgeleyecek hem de gençliklerinde düğünlerdeki çapkınlıklarını anlattırıp Çerkes psaşelerinin gönül oyunlarını öğrenecektim.

Göşefij sultan bütün köye haber salmış, Kızılot köyündeki tüm yaşlı kadınlar evin salonunda yer minderlerine oturmuşlar Göşefij ile Saşiji’nin 40 yıllık özlemlerinin muhabbetini dinliyorlar. Konuşulanların tek kelimesini anlamıyorum ama sanki ilahi bir arya dinler gibi gönül huzuru içinde onları gözlüyorum. Kapı aralığından içeri girip bu muhabbetin büyüsünü bozmak istemiyorum ama içten içe de çocukluğumun sırma saçlı Saşiji’sini kucaklamaya da can atıyorum. Tüm bunları Nefset’in kamerası kayda alıyor.

Anneannem anlatırdı Göşefiş’in gençliğinde kırdığı cevizleri! Güzelliği ve zexeslerdeki kuğu gibi süzülmeleri ile tüm Çerkes köyleri delikanlılarının yüreğini yangın yerine çevirimiş. Güzelliğinin farkında olan tüm narsistler gibi yaktığı gönül ateşlerinden vahşi bir haz duyarmış…

Bu nedenle de hiç bir Çerkes delikanlısının “kaşen”liğini de kabul etmezmiş! Bu durum yiğit Çerkes abreklerinin yüreklerindeki ateşi ve umudu da aynı oranda körüklermiş. Tüm gençlere çapkın bakışlar fırlatır ama hiçbiriyle göz göze gelmezmiş. Anlayacağınız bir ateş-i dilbermiş bizim koca Göşefij.

Bu afitap-ı dilberin nasıl olup da Spaşigo KITIJ Smayl’a aşık olduğu da ayrı bir öykü konusu ama bunu kime sorduysam doğru bir bilgiye ulaşamadım. Ne zaman Göşefij’e bu konuyu açacak olsam Çerkesce ağza alınmayacak küfürler işitip azarlandım, ama bugün ne yapıp edip sözü buraya getirip bir daha bir araya gelmesi mümkün olamayacak konuklarla bu işi çözecektim, hem de belgeli görsel ve sesli olarak… Seni gidi çapkın Göşefij şimdi düştün elime!

Kapının arkasından odayı gözlediğimi gören annem öfkeyle “Haynep haytakır bo haynep” diye azarlayarak ” Saşiji nenej gece konuğumuz sabaha kadar oturup sohbet edersin, hadi yıkıl şimdi biri görecek laf olacak” diyerek kovaladı beni.

Akşamın olmasını iple çektim. Ağırlıklı konuklar gittikten sonra salona girip mavili gözlerinin feri sönmüş, yaşlılıktan iki büklüm olmuş Saşiji’yi kucaklayıp havaya kaldırdım. Ne olduğunu anlayamadığından korkunç bir çığlık attı. Öyle ki, kadıncağızın sesine tüm ev halkı odaya doluştu. Saşiji hala kollarımın ucunda bir bebek gibi çırpınıyordu…

Göşefij’in bastonu sırtımda patlayınca Saşiji’yi yere indirdim. Göşefij ne yapmış etmiş ahretliğini kollarımdan almıştı! Nefes nefese kalan Saşiji, incecik zarif kollarını boynuma dolayıp sarı saçlarımı koparırcasına çekip yarı Türkçe çoğu Çerkesce ”Şpaşiğo… Spaşiğo” diye öpüp okşamaya ve ağlamaya başladı, ama ne ağlama… Sanki karşısında duran Kaf dağının demir üstadı Spaşigo KITIJ Smayll! Göşefij bu ağlamadan hiç hoşnut olmadı elindeki bastonu kuvvetlice bir daha vurup sırtıma “Yıkıl deli Spaşigo” diye azarladı beni…

Aslında yıllar önce anneannem Göşefij’in, Spaşigo Smayl’a olan aşkının öyküsünü dinlerken satır arasında Smayl’ın aslında Saşiji ile kaşen olduğunu, narsist Göşefij’in de içten içe Spaşigo’ya aşık olduğunu ama Spaşigo’nun kendisine yüz vermemesi üzerine ne yapıp edip onun aklını çeldiğini anlatmıştı.

Göşefiş ve Saşiji ile o akşam geç saatlere kadar sohbet ettik, lafı döndürüp dolaştırıp Spaşigo KITIJ Smayl dedeme getirmeye çalışıyordum ama her seferinde Göşefiş fırınlanmış fındık dalından bastonuyla kafama vurup sohbetin seyrini değiştiriyordu. Oysa ben hep ”Dedem Spaşigo” diye üstüne basa basa dedemin adını andıkça Şasıji’nin ince narin elleri avuçlarımda yavru bir tutsak serçe yavrusu gibi kıpır kıpır ediyordu. Feri sönmüş mavi gözlerine bir ışık yansıyordu ve tanyeri ağarmaya başlıyordu,

Biz sohbeti bitirememiştik, annem “Hadi oğlum kalk da yatsın nenejler” demese sabaha dek konuşacaktık.

Çerkes güzellerine iyi sabahlar dileyip kalkıyordum ki, Saşiji koynundan bir şey çıkartıp gizlice avucuma sıkıştırdı. Güzelleri öpüp odama çekildiğimde avucumdaki solmuş bir ipek mendile sarılı armağanın düğümünü çözmeye çalışıyordum ve ağzımda 40 yıl önce Saşiji’nin verdiği nane aromalı cak-caklı sakız şekerlerin tadını hissediyordum. Düğüm öylesine sıkı atılmıştı ki, tüm çabalarıma rağmen çözemedim. Mendili yıpratmak istemediğimden fazlada zorlamadım. Uyandığımda anneme çözdürürüm diye başucuma koyup Kafdağı dolu düşlere dalarak uykuya daldım.

Annemin “Kalk oğlum nenejler seni kahvaltıya bekliyorlar” sesiyle uyandım, “Anne şu mendilim düğümünü çözüver” diye Saşiji’nin verdiği ipek mendili anneme uzattım.

Annem meraklıdır “Nedir bu? Nereden buldun? Hangi bzi verdi bunu?” sorularını duymazdan gelip çözülmüş mendili kaparcasına aldım elinden. İçerisindekini benden başkasının görmesini istemiyordum. Kadıncağız şaşkın şaşkın giderken “Delej Spaşigo” diye bağırıyordu…

Artık tarihi aşkın sırrı avuçlarımın içindeydi. Açıp bakmak için kendimle mücadele etmekdeydim. Bir yanım ”Bakma” derken içimdeki deli Şapsığ ”Aç ulan dedenin sırrını görmek en doğal hakkın” diyordu! Bu gelgitler içersinde kıvranırken odamın yüz yıllık karaağaçtan yapılmış tarihi kapısı hışımla açıldı.

Göşefij fırınlanmış fındık dalı bastonunu sallayarak “Delej Spaşigo, yaldızlı davetiye mi bekliyorsun? Yürü sofraya!” diyerek beni önüne kattı. Aslında bu “Göşefij’in tarzı değildi. Benim odama geldiği vaki değildir ama afitap-ı devran Göşefij sultan kaçın kurrası! Eski kulağı kesiklerden! Akşam Saşiji’nin avucuma sıkıştırdığı mendili görmüş ve beni uyandırma bahanesiyle gizlice bu mendilin sırrını öğrenmeye gelmişti…

Artık elimdesin Göşefij sultan ben de Spaşigo’nun torunuysam, seni meraktan çatlatmazsam bana da Cemil hoca demesinler!

Salona girdiğimde Saşiji’nin duvarda asılı duran dedemin resmini buruş buruş elleriyle okşarken gördüm. Hemen beni görmemesi için geri çekilip kapı aralığından izlemeye koyuldum.  Mavi gözlü Çerkes kızı Çerkesce ağlıyordu! (Bazı dostlarımın ağlamanın Çerkescesi mi olur dediklerini duyar gibi oluyorum…) Evet! İnsanlar anadillerinde ağlarlar, anadillerinde severler, sevilirler bunu bizim gibi iki kültür arasına sıkışıp melezleşmiş anlaması da anlatması da mümkün değil…

Buruşmuş yanaklarından süzülen gözyaşlarını tülbentinin ucuyla silerken Çerkesce bir şeyler söyledi. Ne kadar isterdim bu sözlerin anlamını bilmeyi… Bilsem de bunları yazıya dökebilir miydim emin değilim…

Babaannem Göşefij sultanın alt kattan hizmetlilere verdiği direktiflerin sesi geliyor. Aslında çiflikte herkes işini bildiğince yapıyor ama Göşefij sultan her sabah Çerkesce onları azarlıyarak görev talimatı vererek “ben daha ölmedim ” uyarısı yapıyordu!

Çerkesce söylenerek üst katın yorgun ahşap merdivenlerini gıcırdatarak tırmanmaya başladı. Onun geldiğini duyan Saşiji nenejim son kez dedemin resmini okşayıp yerine oturdu. Bende arkadan onu kucaklayıp havaya kaldırdım. Bir kuş kadar hafifti! Kollarımın arasında çırpınırken “Delaj Spajuk cale” diye feryat ediyordu.

Göşefij odaya girip Saşiji’yi kolalımın arasında çırpınırken görünce, elindeki fırınlanmış fındık dalı bastonuyla sırtıma esaslı bir vuruş yaptı! Canım gerçekten yandı. Çoğu zaman sopasıyla vururdu bana ama hep şakacıktan vuruşlardı onlar… Bu seferki can acıtmak için, gerçek bir vurmaydı. Bu aynı zamanda bir mesajdı bana! Saşiji’nin akşam avucuma gizlice koyduğu ipek mendile sarılı gizemli armağanın merakıyla vurulmuş bir sopaydı bu…

Ehh Göşefij sultan…! Ben de Spaşigo KITIJ Smayl’ın torunuysam bu dayağın acısını senden çıkartmaz mıyım!?

Sofraya oturduk. Akşamdan ambardaki kurutulmuş mısırların içine gömülü füme peynirler, taze tereyağında kızartılmış manda kaymakları, her biri bir ameleyi doyuracak büyüklükte halüjler, Göşefij sultana ait hiç kimsenin el süremediği oğul balı… Bir kuş sütü eksik masada!

Göşefij asasıyla çet ağacından yapılmış döşemeye vurarak “Niseee..!” diye anneme seslendi.

Elli küsur yaşındayım, annemin babaannemin sofrasına oturduğunu görmemiştim. Annem elinde demlik ve çaydanlıkla odaya girip çaylarımızı doldurdu. Göşefij sultan; ”Sende otur!” dedi, annem şaşkın şaşkın bakıyordu. Göşefij sultan sesini biraz daha yükseltip “Otur!” buyruğunu yineledi…

Annem 73 yaşında. Zavallı kadın. genç bir gelin mahcubiyetiyle masanın kıyısına tüneyiverdi. Anladım ki Göşefij sultan bir şeylerden rahatsızdı. Yaktım çıranı nenejim avucumdasın artık…

İki ahretlik kahvaltı boyunca Çerkesce sohbet edip durdular,

Ben zaman zaman annemi dürtüp “Ne dedi, ne dedi..?” diyerek zoraki mütercimlik yaptırıyorum. Zavallı annem 60 yıldan sonra ilk defa oturduğu kaynana sofrasında yemek mi yiyor, dayak mı belli değil! Fısıltı halinde konuşmaları bana anlatmaya çalışıyor. Anladığım kadaryla sohbetin konusu ulu dedem “Spaşigo Smayl’’ idi.

Göşefij nenejim her ” Spaşigo Smayl” dedikçe Saşiji’nin etinden et koparılıyormuşcasına irkildiğini gözlüyorum hayretle! Daha hayretlik bir konu, Göşefij öyle uzun boylu dedemden söz etmez, edilmesini de sevmezdi ne zaman dedeme ilişkin birşeyler soracak olsam, “Dejal Şipasigo, ölüleri rahat bırak..” der kısa cevaplarla geçiştirirdi. Bu sabah sanki Şaşigo’yu rüyasında görmüşcesine Spaşigo aşağı, Spaşigo yukarı hep dedemi konuşuyordu.

Bunun Saşiji ile ve Saşiji’nin akşam avucuma gizlice sıkıştırdığı ipek mendilin düğümünün içindeki ile alakalı olduğunu anlamamak için saf olmak lazımdı! Elimle ceketimin cebindeki ipek mendili kontrol ettim, duruyordu. Sofradan kalkar kalkmaz ilk işim kuytu bir köşeye gidip bu mendilin sırrını öğrenmek olacaktı.

“Size afiyet olsun” deyip kalkmak için izin istedim. Göşefij sultan kesin, sert bir dille “tıs” (Adigece ”otur” demek – KCB) diye kükredi! Öyle bir “tıs” deyişti ki bu kutsal bir itaatkarlıkla gayri ihtiyari oturdum.

Göşefij, “Kahvelerimizi balkonda içeceğiz, Ha bzi” diyerek anneme kahvaltının bittiğini sofrayı kaldırabile talimatını verdi. Bana da “Sende bir yere kaybolma Şakuray bizimle oturacaksın” diyerek Saşiji’nin koluna girip balkondaki bambudan örülmüş tarihi koltuklarına yöneldiler. Anladım ki bugün tarihi bir gün olacak Spaşigo’nun mirasının sırrı aydınlanacaktı.

Tamişge (Adigece ”Biçare-zavallı” demek -KCB) Saşiji nenejim yorgun, ağlamaktan bizar olmuş küçülmüş, küçülmüş oyuncak bebeklere dönmüştü, mavi gözleri çakmak çakmaktı ama! Afet-i devran Göşefij sultan balkondaki koltuğundan çiflik çalışanlarına yerli-yersiz direktifler vererek onlar üzerinden bana ve Şasiji!ye karşı otorite tesis ediyordu.

Uzun bir sessizlikten sonra Göşefij sultan yarım yamalak kırık Türkçesiyle bana dönerek “Çıkart bakalım şu soykayı cebinden deli Spaşigo” diye gürledi! Onun bu tavrını çok iyi bilirdim. Bu durumlarda itiraz edilmez, karşı konulmazdı. Elimi cebime attım tam çıkaracaktım Saşiji’nin çakmak çakmak bakışlarıyla kesişti bakışlarım. Yalvarır bir edayla “Yapma ne olur!” diyordu sanki…

İlk kez babaanneme direniyordum, kararlı bir ses tonuyla “Tamam nenej mendilin içindekini göstereceğim ama bir şartla” dedim…

Göşefij’de belli ki ilk kez kendisine karşı bu kararlı çıkışımdaki durumu anlamış olacak “Söyle bakalım şartını şurtunu” dedi, “Annem de buraya gelecek sende Spaşigo ile olan evliliğinin macerasını Çerkesce anlatacaksın. Annem deTürkçe olarak anında bana anlatacak, böylece Çerkesce anlatacaksın ki Saşiji’de tanık olacak yalan katamayacaksın!” diye son noktayı koydum!

Amacım hem Çerkesce anlatımı sağlayıp Saşiji’nin tanıklığını sağlamak, hem de olayı kameraya çekip belgelemekti. Göşefij bastonunu döşemeye hızlı hızlı üç kez vurdu. Bu anneme “Yukarıya gel” mesajı idi…

Annem elinde kahve fincanlarıyla geldi. Kahveleri ikram ettikten sonra Göşefij’in,”Geç otur şöyle” komutuyla sedirin kıyısına ilişti. Bende sandalyemi annemin yanına çekip “Anne şimdi Göşefij’in Çerkesçe anlatacağı her şeyi kelimesi kelimesine bana anlatmanı istiyorum. Sakın haynep-maynep diye atlama ve yorum katma sakın” diye sıkıca tembihledim…

O sabah kahvaltısı Göşefij’le son yemeğimiz oldu. Asırlık çınarımız kahvesinden aldığı ilk yudumla birlikte koltuğuna yığılıp kaldı, Saşiji hariç tüm hane halkı bu sinsice gelen ölüm karşışında ne yapacağımızı şaşırmış çırpınırken sadece Saşiji soğukkanlılğını ve metanetini koruyordu ve ölümün bu kadar olağan karşınalışını ben o gün Saşiji’de gördüm. Ben şaşkınlıktan ağlayamıyordum bile! Avucumda solmuş ipek mendil koltuğunda yüz yıllık bir yaşam yorgunluğun yüküyle uyuyan Göşefij’e kilitlenip kalmıştım…

Saşiji’ni “Şpaşiğo celog, hadi Göşefij’i yatağına götür” demesiyle kendime geldim. Annem Göşefij’in yatağını gelin yatağı gibi hazırlamıştı “Vasiyetiydi oğlum”dedi, öfkeyle karışık şaşkınlığımı görünce.

Göşefij’i son yolculuğuna uğurlamak için rutin hazırlıkların yapılması için köy gençleri toplanmıştı. Çevre köylere cenaze haberi için araçlar yola çıkmış camilerden ölüm ilanları söylenmeye başlamıştı bile…

“Kızılot köyü halkından merhum Spaşigo Smayl’in hanımı, öğretmen Yunus Biçer’in annesi, öğretmen Cemil Biçer’in babaannesi Göşefij hanım vefat etmiştir cenazesi….”

Bir yerlerde okumuştum “ölüm kaş ile göz arasındadır” ne manalı bir sözcükmüş, insan bazı gerçeklerin ayırdına yaşadıkça varıyor…

Hey hat!

  1. Bölüm

Saşiji, Göşefij’in ölümünden sonra uzun bir süre konuğumuz oldu, yedisi, on yedisi, kırkı derken, aylar geçti.

Saşiji evimizden biri olmuştu sanki. Gerçi Göşefij kadar otorite kuramıyordu çiflik çalışanları üzerinde ama yine de herkes ondan talimat almayı sevinçle bekliyordu.

Balkonda Göşefij’in koltuğuna oturur, saatlerce ufka dalar giderdi. Bana vermiş olduğu ipek mendile düğümlü esrarengiz şeylerin sırrını muhakkak öğrenecektim Saşiji’den…

Saşiji’yi çok sevdim! Göşefif ne kadar dominant, ise Saşiji o kadar mülayim idi. Göşefij ne kadar hodbin ise Saşiji o kadar nikbin idi,

Spaşigo’nun sırrını öğrenmeden Saşiji’yi göndermemekte kararlıydım.

İşin gerçeği Saşiji’de halinden çok mutluydu! Torunları kendisini götürmek için geldiklerinde onlara Çerkesce kızgın bir ifade ile bir şeyler söyledi, çocuklar elleri önlerinde başları yere eğil bir şekilde bu azarları dinleyip sessizce gittiler.

Anneme sordum “Sorun nedir nan” diye, Saşiji’nin çocuklara “Gidin ve ben haber yollamadan da sakın beni almaya gelmeyin” dediğini söyledi, “Şimdi öğrenirsin inşallah koca Spaşigo dedenin maceralarını” diyerek hınzırca gülümseyerek mutfağına doğru yürüdü.

“Evet bu sefer mutlaka” diyerek haykırdım! Bu sefer çözecektim bu sır dolu düğümü…

Tüm çiftlik ahalisine kararımı kesin bir dille bildirdim, kim gelirse gelsin, benim iznim olmadan Saşiji çiftlikten ayrılmayacaktı…