STALİN DAYIM OLUR LAF ETTİRMEM

Mehmet Bozkurt
Sol.org.tr

Halklar hapishanesi Çarlık Rusya’sında 1917 yılının Ekim ayında Bolşevikler iktidarı ele geçirip büyük yürüyüşü başlatırlarken; Çarlığın 1. Paylaşım Savaşı öncesinde yapmış olduğu gizli, açık tüm gerici antlaşmaları yırtarak savaştan çekildiklerini de ilan ediyorlardı. Sosyalist kuruluşu daha başlamadan boğmak isteyen zebaniler ile şer ortaklığı kuran devrik sınıfın yöneticilerinin başlattığı iç savaşın yaşandığı yerlerden biri de Kafkasya olmuştur.

Kafkasya’ya geleceğim gelmesine de önce birkaç kısa hatırlatmada bulunmak istiyorum.

Ekim Devrimcileri ülkelerini sömürgenlerden kurtarıp, insanlığa, var olanın dışında başka bir dünyanın da olabileceğini ilan ederlerken, uzun zamandır savaşan muharip güçlerini de tüm cephelerden ve işgal ettiği topraklardan geriye çekiyordu: Brest-Litovsk Antlaşması…

Birçok maddesi genç Sovyet cumhuriyetinin sınırlarına tecavüz anlamı taşıyor olmasına rağmen, biraz olsun soluklanmak, az da olsa nefes alıp zaman kazanmak isteyen Lenin’in kuvvetli ısrarı ile barış antlaşması imzalanabilmiştir.

Bunun Osmanlı’yı ilgilendiren yanı şudur: Rus ordusu 40 yıldır işgal altında tuttuğu Ardahan, Kars ve Batum’u bu antlaşma ile boşaltmış ve Osmanlı’ya terk etmiştir.

Daha önce de yazdığımı hatırlıyor ve ısrar ediyorum: Gürcülere karışamam ama bizimkilerin bu iki ilin, bunlara daha önce boşaltılan Artvin’i de eklersek üç olur, en büyük parklarına birer adet Lenin heykeli dikmeleri kadirşinaslık gereğidir. Hani hatırlatayım istedim.

Öte yandan; 1. Paylaşım Savaşı’nın galipleri; Amerika, İngiliz, Fransız, Japon emperyal güçleri daha cenin halinde olan sosyalizmi kazımak için uhdelerine düşen alanları saptamışlardı bile.

İngiliz emperyalistlerinin payına Kafkasya düştü.

Kafkasya doğal bir settir. Ancak yetmeyeceği tabiidir. Bir de duvar örmek gerekiyor. Buna Kafkas Setti deniliyor. Bu duvar; Türkiye, İran; bunlar dolayısıyla Ortadoğu, Hindistan yani İngilizlerin çıkar hesapları yaptığı topraklara açılan yol çatında kurulmak isteniyor. Daha doğrusu bu yol çatısında sosyalizmin önü kesilmek isteniyor.

Kafkas Setti’nin köşe taşlarını oluşturan Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’ın peş peşe bağımsızlıklarını ilan edip yönetimlerine İngiliz yanlısı hükümetlerin gelmesini, bu ülke halklarının özgür iradelerine yormak, en hafifinden körlük olacaktır.

Bu coğrafyayı bir baştan bir başa altını üstüne getiren, genç Sovyet ülkesinde yürütülen iç savaşta Beyaz Orduların komutanlığını yapan Denikin’dir ve bindiği at saf-kan İngiliz’dir…

Peki ya “Şu bizim Çerkesler!”
Yani Kuzey Kafkasya… Hani sürgün çocuklarının 60 yıl önce arkalarında bıraktıkları iç savaşın neresinde yer alıyorlar?

Çok az bilinir Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti… Çerkeslerin kurduğu devletin adıdır. Az bilinmesi Güney’de kurulan Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan gibi uzun soluklu olamamasındandır. Güney Kafkasya’da Kafkas Setti’ne dolgu taşı olan İngiliz kuklası hükümetlerin devrimciler tarafından yıkılıp, bu coğrafyanın Bolşevize edilmesinden önce tarihe karışmıştır Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti..

Günümüzün çoğu Çerkes yazıcısı bu devletin 1921 yılının Haziran ayına kadar varlığını sürdürdüğünü, sonra da Kızılordu tarafından yıkıldığını yazar. Bunun pek inandırıcı olmadığını söylemeliyim. İtirazımın nedeni Kızılordu’nun böylesine “sert bir müdahale” yapmayacağından değil, yapmadığındandır.

Sovyet Rusya bu devleti resmen tanımıştır… Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihinin 11 Mayıs 1918 olması, aynı günlerde 26 Mayıs’ta Gürcistan, 28 Mayıs’ta Azerbaycan ve Ermenistan’ın kurulması, İngiliz’in burnunu Kuzey’e de soktuğu kuşkusunu uyandırması tabiidir. Ancak Kuzey Kafkas Cumhuriyeti’nin karşı-devrimci Denikin’in beyaz ordusu tarafından 1919 yılını Ağustos ayında yıkıldığını ve bunda Stalin’in bir dahli olmadığını gelecek muhtemel itirazlara rağmen iddia etmek durumundayım.

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin ilk kabinesi 11 Mayıs 1918 ile 15 Aralık 1918 tarihleri arasında; son kabinesi de 25 Mart 1919 ile 12 Mayıs 1919 tarihleri arasında görev yapmıştır. Bu tarihten sonra ne hükümet vardır ne de devlet. Aynı yılın Ağustos ayından itibaren de tarihe karışmıştır. Bolşeviklere öldürtmek için tarihsel zamanı daha ileriye taşıyarak bu devletin yaşını büyütmek gerçeklerle bağdaşmamaktadır.

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti içinde Bolşeviklerin de yer aldığı bir devlet olarak doğmuş ancak bu “cehennem coğrafyasında” kendisini ayakta tutacak dinamiklerden yoksunluğu, çok sayıdaki kabile ortaklığının getirdiği sorunlar ve elbette iç savaşın doğurduğu güçlüklerle birlikte İngilizci Denikin’in beyaz ordusunun şiddeti ile tarihe karışmıştır.
Kızılordu’nun Kafkasya’ya erişmesi 1920 yılının ortalarına denk gelir. Elbette Çerkes komünistler 1919 yılında, Eylül günlerinde, kurmuş oldukları “Sovyet Konseyi” ile yönetim, “Savunma Konseyi” ile de askeri direniş faaliyetlerine geçmişler, böylelikle 1917’den beri sürdürdükleri Bolşevikleştirme faaliyetlerine iç savaşla birlikte hız kazandırmışlardır.
Sovyet iktidarı ilkin, Kızılordu ile Kafkaslı komünistlerin buluştukları Adige’de kurulur… İlkin Adige’nin sürgünden kalan çocukları tanışır, insanoğlunun başına gelebilecek en güzel “şey” olan sosyalizmle… Ekim Devrimi’nin ardından ilan edilen “Rusya Halklarının Hakları Bildirgesi”nde ön görülenlerdir yaşama geçenler. Halkların eşitliği ve egemenliği ile Rusya’nın sınırları içinde yaşayan ulusal azınlıkların ve etnik grupların özgürce gelişmesinin önü açılır.

Peşpeşe kurulur özerk cumhuriyetler ve özerk bölgeler… Kabardey, Karaçay-Çerkes, Adigey sonra Çeçen, İnguş, Dağıstan, Osetya…
Parlamento ile tanışırlar ilk kez. Yöneticilerini kendileri seçer. İlk kez kendi dillerinde mektepler ve kendi dillerinde gazetelerle, kitaplarla tanışırlar. 1930 yılına gelindiğinde Kafkasya’da okuma yazma bilmeyenin artık kalmadığını yazacaktır kitaplar.

Josef…

Stalin benim dayım olur. Babası Gürcü anası Oset’tir.

Diasporanın çocukları İkinci Büyük Savaş sonrasında dayımın yaptıklarına çok kızarlar. Şimdi kendilerine “kötü yola düşüren” kitaptan uzunca bir aktarma yaptıktan sonra iki basit soruyla bitiriyorum:

“(…) 1942 yılı ağustos ayı başında Alman Güney Orduları ve paraşütçü birlikleri ki bunların arasında Kuzey Kafkaslı gönüllüler de vardı… Savaşlar memleketin batı ve orta kısımlarında şiddetle devam ederken kızıl kuvvetlerden bir kısmı Almanların arkasında çete harbine devam edebilmek için dağlara çekilmeye çalışıyordu. Kafkaslı milliyetçiler bu kızıl kuvvetlere karşı durdu… Halk Alman ordusunu bir kurtarıcı saydı. Sevinçle karşıladı. Zira Kafkaslılar için ‘düşmanın düşmanı düşman kaldığı müddetçe dost’ idi. Almanlar, 23 yıldır Bolşeviklerin vahşet ve korkunç zulmü altında inleyen bu kahraman millete istisnai muamelede bulundu…” (A. Hazer Hızal, Kuzey Kafkasya Hürriyet ve İstiklal Davası, Orkun Yayınları, 1961 Ank. s.109-110)

Sonra şunlar oluyor: Almanlar Stalingrad önlerinde Stalin tarafından kötekleniyor. Ardından Kafkasya’dan da çekilmek zorunda kalıyorlar. Ancak yerli halk Bolşeviklerle olan savaşı yer yer sürdürmeye devam ediyor: “(…) Bunlar; Almanların bıraktıkları silahlarla teçhiz edilmiş gerillacı gruplar halinde kızıllarla devamlı olarak çarpışıyorlardı.” (a.g.e., s. 111)

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yurttaşları olan Kafkaslıların bir bölümü, sosyalizmi dünyadan kazımak için açılan bu savaşta, işgal ordularının saflarına geçip kendi yurttaşlarına karşı savaşıyorlar.
Şimdi, soru bir: Düşmanla işbirliği yapana ne denir?

Bu da iki: Stalin savaş sonrasında bu işbirlikçileri Sibirya’ya sürmeyip ne yapsaydı?

Şu da benim sözüm olsun: Stalin dayım olur… Bilir bilmez dayıma laf etmeyin. Ettirmem!