TABU

ELBEG Murat Duman
07.01.2006

Çerkeslerin en belirgin özelliklerinden bir tanesi de kafasına koydukları bir şeyi yapmada gösterdikleri kararlılık ve inatçılıklarıdır.

Belki de bu nedenle kimi yerlerde “Çerkes Damarı”, “Çerkes İnadı” gibi kavramlar Çerkesleri anlatırken ya da tanımlarken kullanılmıştır.

Yaşadığı coğrafyanın yapısı ile örtüşen bu karakterleri, yani bir işi yaparken gösterdikleri kararlılık için sadece inanmaları yeterlidir. Eğer o işin olacağına inanırlarsa sonuna kadar mücadele ederler. Yeter ki inansınlar.

Bu kararlılığın ve inatçılığın altında yatan hiç şüphesiz sahip olduğu toplumsal değerler yani gelenekleridir.

Diğer toplumlarda olduğu gibi Çerkeslerde de gelenekler yerine göre kısıtlayıcı, yerine göre de itici bir güç olmuştur. Gelenekleri korumak, onlara sahip çıkmak bu nedenle önemli olmuştur bir Çerkes için.

Toplumu oluşturan, devamlılığını sağlayan, toplumun aynası, bir nevi dili olan geleneğin en büyük düşmanı hiç şüphesiz onu bir tabu olarak görmektir.

Geçtiğimiz yaz birkaç arkadaşımla beraber, ortak bir arkadaşımızın düğünü ne katılmıştık. Arkadaşımız Çerkes değildi ve doğal olarak kendi kültürünün eğlence anlayışına göre düğününü yapıyordu.

Düğün sahiplerinin ısrarı üzerine iki arkadaşımız piste çıkıp eğlenceye katılmıştı. Benimle masada kalan arkadaşım dans bitip yerlerine oturan arkadaşlarına “siz ne biçim Çerkessiniz, utanmıyor musunuz halay çekmeye” dedi.

Bu sözü söyleyen arkadaşıma göre başka bir kültürün dansını oynayan 2 arkadaşımız Çerkesliklerini kaybetmişlerdi.

O, Çerkeslik sınırını kendince çizmiş, tabuları içinde kaybolmuştu.

Evet o tabularını yıkamamıştı. Oysa ben onun evinde diğer kültürlerin yemeklerinin piştiğine, diğer kültürlerin müziklerinin nağmelerine eşlik ettiğine defalarca şahit olmuştum.

Onun Çerkeslik çizgisi oyun ve müzikten ibaretti. Farklı sesleri yadırgaması bundandı.

Hiç şüphesiz bu onun suçu değildi. Yıllarca gelenekleri tabu yapanların ona bıraktığı bir mirastı bu suç.

Yıllarca bu arkadaşım gibi düşünenlerin yüzünden değimliydi çok fazla sanatçımızın olmayışı.

Bu düşüncelerin yüzünden değil miydi sadece doli ve akordeonla halk dansları yapışımız.

Bu nedenle değil miydi farklı müzik aletleri çalmayı bilen içimizden birilerini arayıp da bulamayışımız.

Özünü unutmayan, sahip olduğu saygıyı, hoş görüyü yitirmeyen kendini bilen bir Çerkes’in halay çekmesinin, dans etmesinin, saz, keman, gitar çalmasının nesi garip?

Dayımla beraber ilçe pazarına alış verişe çıkmıştık. Alışverişi bitirmiş, pazardan ayrılmak üzereydik ki dayım, çalı süpürgesi satan bir arkadaşını gördü. Adam, tezgahında alın teri ile toplayıp yaptığı süpürgeleri satıyordu.

Dayım öyle bir dalga geçti ki adamla, adam adeta yerin dibine girdi. Dayıma göre bir Çerkes nasıl olurda pazarda, milletin içinde nasıl satış yaparmış, hiç mi utanmazmış.

Adam bizden sonra tezgahını toplayıp gitti mi bilemem ama ben o günden sonra o adamı bir daha pazarda hiç görmedim.

Hiç şüphesiz dayımın böyle düşünmesi, yukarıdaki arkadaşım gibi onun suçu değil, gelenekleri tabu yapanların ona bıraktıkları bir mirastı.

Dayıma göre bir Çerkes asla bir şeyler satamazdı. Bu kadar düşemezdi. Bu, dayımın Çerkeslik sınırıydı.

Bu yüzden değil miydi iş adamlarımızın fazla olmayışı, bu yüzden değil miydi ekonomik olarak zengin bir toplum olamayışımız.

Yıllarca kültürümüzü korumaya çalıştık. Yaşatmak için elimizden geleni yaptık. Kapılarımızı sonuna kadar kapattık. Ancak bunu yaparken önemli bir ayrıntıyı atlamıştık. Geleneklerimizi tabulaştırıyorduk.

Gittikçe kapandık. Kapalı bir toplum olduk. Değişmedik. Değiştiremedik.

Oysa dünya değişiyor, toplumlar değişiyor, kültürler kendini yenileyip gelişiyordu. Biz o kadar kapattık ki, kendimizi bu değişimleri göremedik.

Ancak yine de hiçbir şey için geç değil. Bu değişimi yakalamak hala mümkün. Gelin tabularımızı yıkalım. Gelin kapılarımızı açalım, yok olmayalım.

Tabuları yıkabiliriz. Yeter ki inanalım…