Doç. Dr. ENGANOY Erol Yıldır
28.11.2003
Allah rahmet eylesin. Tarık Cemal ağabeyimizi kaybettik..
Bu yazıyı sadece acınızı-acımızı paylaşmak için yazmıyorum. Bir ağabeyiniz olarak önemli bir noktaya parmak basmak için yazıyorum. Burada sizlerle paylaşacaklarıma bir anlamda “Rahmetli Tarık Cemal ağabeyimin vasiyeti” olarak da bakabilirsiniz.
1996 yılıydı. İstanbul’da rahmetli ile buluşmuş, o yıl ilk kitabım olan ‘Vaynah Kuleleri’nin yayını için yayınevi arayışına girişmiştik. Soğuk bir Kasım sabahında yayan-yapıldak oradan oraya koşturuyorduk kitabı bastıracak bir yayıncı bulabilmek için. Ama ne yalan söyleyeyim bu durumdan şikayetçi de değildim. Biliyordum ki, o anda yanımda benimle el ele veren sıradan bir insan değildi. Çeçen tarihinin ve dilinin en büyük alimlerinden birisiydi.
Bedenen koparıldığı topraklardan ruhu asla koparılamamış bir insandı. Bütün varlığını ve zamanını halkına adamıştı. Ortaya koyduğu ve yayınladığı eserlerden daha fazlası evinde çalışma masasında duruyordu ve maddi olanaksızlıklar nedeniyle yayınlanamıyordu.
Bir bilimadamının dişiyle tırnağıyla kazıyarak bulduğu ve ortaya koyduğu eserlerin yayınlanamadan elinde kalması ne demek bilir misiniz? Bir annenin doğum vakti gelen yavrusunu yıllarca karnında taşımasından farksızdır! “Çeçen Direniş Tarihi” yazılmış bir eser olarak hala basılmayı bekliyordu..
Bütün bunlardan bahsederek İstanbul’u bazen otobüsle bazen yaya katederken aklıma bir soru geldi ve Tarık ağabeye sormadan edemedim?
– Bunca çalışma yapıyorsun. Hemşerilerimiz (burada hepimizi, anne-babalarımızı, sizleri, tüm Çeçenleri kastediyordum) sana bir gün olsun geldi de; ‘’Aferin be Tarık! Kendi imkanlarınla bunca eser hazırladın. Allah senden razı olsun? Şu kitabını okuduk; şurada şöyle yazmışsın farkına vardık’’ türünden bir şeyler söylediler mi?
Rahmetli, acı acı gülerek cevap verdi; “Ya Erol, allahaşkına nerede bizde onu soracak insanlar? Bırak okumayı, ne yaptığımın bile farkına varamayan yakınlarım var! Kaynaklarımı alıp geri vermeyenleri mi sayayım, kitaplarımı okumadan bana neler yazacağım konusunda akıl verenlere mi? Yoksa daha da kötüsü yeni yetişen ve ailelerinden bir şey görmeden, öğretilmeden sadece isimleri Çeçen olan ve yokluklar içinde yazılan nadide kültürel kaynaklarını okumayan nesillere mi yanayım?!”
Rahmetlinin kanayan bir yarasına dokunduğumu hissederek konuyu kapatmıştım. Ama o konuşma belki de bana hayatımın dersini vermişti. İşte o andan sonra “hiç bir şeyi, hiç bir çalışmayı toplumumdan karşılık beklemeden yapmam gerektiğini” kavramıştım.
“Marifet, iltifata tabiidir” derler.
Haah..
Bakmayın siz bu söze. Bu; diasporada yaşayan mazlum halkı için kıt kanaat olanaklarla üreten bilimadamı-sanatçı-aydınlar için o kadar lüks bir durumdur!
Tarık ağabey yaşarken, daha çok üretmesi gerektiğini biliyordu. Biliyordu ki, bu toplum içinden bir daha ikinci bir Tarık Cemal Kutlu çıkmayacak! Onun için varını yoğunu ortaya koymaya çalışıyordu..
Bu sözlerimi iddialı bulabilirsiniz. Bakın bir çevrenize.
Var mı?
Onun kadar Çeçen diline, tarihine, kültürüne hakim birisinin olmadığını göreceksiniz. Hem dili hem kültürü iyi bilmek yetmez ki diaspora insanı için.. Bildiğini aktarması gerekir etrafına ve geleceğe. Gündelik hayatın için de para kazanmak için yapılan çalışmaları bir yana bırakarak kaç kişi kendini halkına adayabilir? Tarık ağabey bilmiyor muydu rahat yaşamanın yollarını? İstese lüks ve servet içinde yaşayamaz mıydı? Ama o seçimini halkından yana yapmıştı. Allah ondan razı olsun.
Ama durun bu noktada.
Bir özeleştiri yapalım arkadaşlar. Dost acı söylermiş. Kaç kitabını okudunuz rahmetlinin ya da bize yazdığı kaç makalesini!? O’nun değerini anlamak için öncelikle yaptıklarını bilmek gerekir öyle değil mi?
Allah rahmet eylesin..
Tüm Çeçen halkının başı sağolsun.
Ölen sadece bir insan değildi. Kültürümüzün ve dilimizin sırlarını bilen bir varlığı da toprağa gömdük!
Tanrı sevdiklerimizin acısını göstermesin ve gecinden versin bizlere..
Not: Canlarım, burada yazdıklarımla “okumadığınızı ima ederek sizleri kırmak, gücendirmek istemiyorum” ben düşüncelerimi yüksek sesle kendimle konuşur gibi, yaralı yüreğimin acısını hafifletmek için yazdım sadece..
Ozan’dım,
Uzandım, düştüm toprağa.
Yatıyorum,
Beyaz yorgan altında
Karakışta uzanmışım
Babam yanımda.
Üzerimde tipi, boran, kar
Islak bir kırbaç gibi
Anamın gözyaşları
İçimi yakar.
Yankılanır
Tülüce’ de ağıtlarım.
Kafkasya, yitik diyarım
hasretlik vatanım
Yazılmamış dizelerimi sana,
Sürgünden
Yüreğimde cennete taşıyorum.