WORDIM Müzeyyen
08.06.2009
Yazın “bulgur kaynatma” zamanı festival gibi geçerdi. Günlerce süren bu şölenlerde geceler alevler ve pşine sesleri ile süslenirdi. Çoğu zaman bu eğlenceler sabahlara kadar sürerdi.
Her bir aile bulgur yapılacak buğdaylarını (30-40 çinik) büyük bakır leğenler içinde çeşme başında yıkardı. Yıkanan buğdaylar şişmesi için çadırların üzerine bırakılıp bekletilirdi. Köydeki büyük bakır kazanlar harman yerinde toplanırdı. Güneşin yakıcı etkisi geçtikten sonra ateşler yakılmaya başlardı. Bulgur yapmak için buğdayları kaynatma işi bazen sabahlara kadar sürerdi. Bulgur kaynatan gençlerin (gelin-kız) yanına diğer komşu gençler giderlerdi. O işlerinin arasında ev sahibi (bulgur sahibi) gelen misafirlerini de ağırlardı. Közün üzerinde çaylar demlenir, köyün çocuklarının en çok uğradığı mütevazı bakkalından bisküvi, şekersucuk ve lokumlar getirtilir, işlerde kendilerine yardımcı olabilecek aileye yakın genç kız ve erkeklerden yardım rica edilip, ikramlarda bulunurlardı.
Hep beraber yenir-içilir sohbetler yapılırdı. Ayaklardaki naylon terlikler, çamurlu su akıntıları yüzünden çamura bulaşmış vaziyette sabahlanırdı. Her türlü zorluğa rağmen ay ışığı altında geçen gece eğlenceli biterdi.
Sonbahara doğru köyün hanımları bir araya gelip, her bir ev için neredeyse 50-60 kadar yufkayı kışlık erişte olarak keserlerdi. Bol yumurtalı, incecik elde kesilen erişteler ve erişteler ile birlikte yapılan kuskuslar kış için kurutulmak üzere ertesi gün serilirdi. Bu işlerde de, yine köyün gençleri hep bir arada çalışıp, sabahlara kadar sohbetler edip eğlenirlerdi.
Aşure mevsimi de ayrıca eğlenceli geçerdi. Ağılların giriş yerine kurulan büyük taşların içi oyulmuş dibekler olurdu, her evin değil de köyde bir iki dibek olsa yetiyordu. Kimin dibeği varsa orda aşure ayında genç kızlar toplanır buğday dövülürdü. İki genç kız yan yana durur aynı dibeğin içine sırayla vurulurdu. Bazen izleyen çocuklar olarak şaşkınca bakardık birbirlerinin tokmakları çatışırsa diye pür dikkat izlenirdi.
Aşureler büyük kazanlarla tandırlarda kaynatılır ev halkının dışında köye küçük bakır helkelerle dolaştırılarak her eve dağıtırdık. Tuzlu, bol sütlü, etli pişen aşure köyde her kese kısmet olurdu.
Sonbahara doğru yaz boyunca koyunların sütünden çıkarılan kaymaklar büyük kazanlarla tandırların üstünde kaynatılır, tereyağı elde edilirdi. Çıkan tereyağları 15-20 kiloluk kaplara konur dondurulur kışın yemek ve kahvaltılarda “tığugaveşa” diye yenirdi. “Tığuşej” diye çıkan ekşi kısmı kaynatıldığı gün gelen-giden misafirlere ve komşu evlere sunulur, yedirilirdi. Kalan tığuşejler de kaplarda dondurulur kışın yenirdi. Ayrıca tuğugavaşenin (tereyağı) en son çıkan çökelti kısmına “gurt” denir di, o da bez torbalara konur açık havada dışarıda tavandan asılarak suyu süzdürülerek kurutulur iyice kuruduktan sonra peynir gibi dilimlenerek değişik bir tat da yenirdi. Hatta günümüzde “gurt’u” bazen özleyenlere rastlamak mümkün.
Uzunyayla’da patates ekilmiyor, yetiştirilmiyordu. Sonbaharda Pınarbaşı’na yakın Adige buğurbaş köylerinden (Uzunyaylalılar buğurbaş köylerine bu vesileyle epeyce misafir olurlardı, bu konuda anlatılan anekdotlarda var ama ben o konulara girmeyeceğim) torbalarla satın alınır her bir eve 20-30 batman denirdi torbalarla patates getirilir kış için saklanırdı. Her evin mutfak zeminine rastlayan bir yerde patateslerin saklandığı üstü tahta kapaklarla kapatılıp-açılan yaklaşık 1-1,5 metre derinliğinde kuyular olurdu. Kapağı örtülünce zeminle aynı olurdu. Uzunyayla’nın soğuğundan patatesler kuyularda anca böyle korunurdu. Tabi 20-30 batman patatesin ihtiyaç halinde kuyulardan çıkarma görevi de biz çocuklara düşerdi ki hemen hemen her gün, patates kuyularına inmediğimiz gün az olurdu.
UZUNYAYLA’DA KIŞ
Uzunyayla’da bahsettiğim yıllarda kışlar çok çetin geçerdi. Ocak-Şubat ayında Pınarbaşı’yla ulaşım-iletişim kesilirdi. Köydeki evlerin arka tarafları tamamen karın altında kalır evin damıyla arka taraf birleşir, evlerin arkalarında yüksek kar yığınları olurdu. Komşu evlere karların arasında hendekler şeklinde yollar açılırdı.
Kışın köyler arasında atlılarla ulaşım yapılırdı. Kızaklar yaşamın en önemli ulaşım araçlarıydı. Kızakla yakın köyden grup halinde misafir gelinir-gidilirdi. Bir kez de Hadıgşıgoy (Yahyabey)’den gelen düğüncü kafilesi köylerine dönemediler geceyi Beyazköy’de geçirdiklerini hatırlıyorum. Ogün müthiş bir kar fırtınası vardı, öyle yola çıkılacak gibi değildi ki köyün thamadeleri gitmelerine izin vermediler.
“Şué “ derler di köyün bir ucundan bir ucuna siyah at üstünde, bazı günler siyah keçeyi (şago) giymiş ve beyaz başlığıyla sarınmış dağdan inen yolcular olur du. O tür atlılar köyde kime gittiği gözden kayboluncaya kadar takip edilirdi. Acaba ne haber getir di? neden geldi kim ki? şeklinde meraklarla. Kış mevsimin de o tür atlılar genelde ölüm (şıhago) haberleri için acil yollanmıştır diye düşünülürdü.
Kışın Şubat tatillerinde köyümüze gitmek için Pınarbaşı’ndan belli bir km den sonra artık yollar kapanır kızaklarla köyümüze giderdik Şubat tatillerinde Uzunyayla’da köylerde günümüzün modern anlamında kayak merkezleri yoksa da, evlerin arkası dağın yamaçları her yer kayak merkezi gibiydi kayak takımları eksikti. Kaymak için elde tasarlanmış, tahtadan yapılmış küçük kızaklarla karın keyfi çıkarılırdı. Yün çoraplarımız ıslanırdı annelerimiz kızabilir diye komşuda amcalarımızın evinde sobanın dibinde çoraplarımızı kurutur öyle eve giderdik.
İletişim o zaman günümüz anlamında sadece mektuplar vardı. Mektuplar Pınarbaşı’nda belli bir adrese gider oradan kime gidecekse Bakkal …Eliyle… köyü Pınarbaşı/ Kayseri şeklinde giderdi. Pınarbaşı’na inenler topluca mektupları alır, genelde köyün muhtarı olurdu oda köyde sahiplerine ulaştırırdı. Tabi geç ulaşırdı ama bir şekilde geçte olsa ulaşırdı. Üniversite sınavlarını bazılarımız ilk yıl kazanamadıysa, ertesi yılda köyde kalıyorsa ÖSYM sonuçlarını bu adreslerle öğrenenlerde oluyordu.
Bahsettiğim kış günlerinde köylerde sohbet-muhabbet oturmaları (horşarage gidelim diye) evin büyüğü yani aile reisi ve evin genci akşamları şimdiki anlamda arkadaşlarında takılabiliyorlar eve geç dönebiliyorlardı. O tür oturmalar yazın çalışma zamanı olmazdı ama kışın sıklıkla yapılırdı.
RADYO
Büyük etrafı mobilyalı radyolar vardı. Fazla kanal yoktu Ankara radyosunu çekerdi. Ajans denirdi haberler için çok dikkatle dinlenir yorumlar çıkarılır “wollihi talebaham gene boykot yaşşam” denirdi ertesi günlerde amcalarımızdan Üniversite’de okuyanlar vardı boykot yaptılar diye köye gelenler olurdu. Bazen de haftanın bir gününde galiba Salı akşamlarıydı Ürdün’den mızaka çalardı. Frekansı çok zor yakalanır biraz hışırtılıda olsa köyde bir evde toplanılır kalabalıkça dinlenirdi. Dedeme köyden horşarage gelenler olurdu, aralarında konuşulurken benim de dikkatimi çekmişti. Bu radyonun içinde konuşanları gösteren, radyodan büyük bir şey çıkacakmış diye birazda şaşırılarak konu edildiğini hatırlıyorum, bahsedilen şey televizyondu.