YAHUDİLİK İNANCI

Projetaladin.org

Hahamlar

Haham, dini kanunla ilgili tartışmaları çözebilecek ve soruları yanıtlayabilecek düzeyde Alaha’yı (dini kanunlar) ve gelenekleri bilen, topluma yol gösteren bir çeşit öğretmendir. Hıristiyan papazların aksine, dinsel törenleri uygulama yetkisi herhangi bir yetişkin Yahudi erkeğinden fazla değildir. Gerekli öğrenimi tamamlayan kişilere “Semiha” belgesi, yani bu kararları alma yetkisi verilir. Her Yahudi erkeği gibi Hahamların da evlenmesi serbesttir.

Yahudilikte ayinlerin ve duaların Hahamlar tarafından yönetilmesi zorunluluğu olmadığı halde örgütlenmiş toplulukların bir manevi lidere ihtiyacı vardır.

Sinagog, Yahudi dua evi

Bir Sinagog en basit anlamıyla bir dua evidir (Bet Tefilla); Yahudilerin toplu dua ettiği yerdir. Yahudiler günlük dualarını her yerde yapabilirler, ancak bazı dualar sadece “minyan” (10 tane yetişkin erkek) eşliğinde yapılabilir. Ayrıca geleneksel olarak grup halinde dua etmek yalnız dua etmekten daha erdemlidir. Bu açıdan bir sinagogun kutsiyeti, Kutsal Tapınak’tan hemen sonra gelir.

Sinagog ayrıca bir öğrenim yeridir (Bet Midraş). Genel inancın aksine, Yahudilik eğitimi Bar Mitzva (on üç yaş) döneminden sonra bitmez. Dindar Yahudiler için kutsal metinlerin öğrenimi hayat boyu süren bir uğraşıdır. Bu nedenle sinagoglarda cemaat bireylerinin öğrenimi için kutsal metinleri içeren kütüphaneler bulunur. Sinagoglar ayrıca çocukların da temel din eğitimini aldıkları yerlerdir.

Birçok sinagogda ayrıca dini veya dini olmayan sosyal etkinliklerin yapıldığı bir salon bulunur. Sinagog bazen cemaati ilgilendiren önemli konuların tartışıldığı bir toplantı salonu olarak da kullanılır.
Ayrıca sinagog bir sosyal yardım kurumu gibi de çalışır. Para veya diğer ihtiyaç maddeleri toplayıp cemaatte fakirlere ve ihtiyaçlılara yardım eder.

Yahudi olmayanlar sinagoga girebilir mi?

Sinagoglar kâh meraktan, kâh Yahudi bir arkadaşının kutlama törenine davetli olduğundan, sebebi ne olursa olsun gitmek isteyen herkese açıktır. Sinagoga giderken kiliseye veya camiye gider gibi resmi ve kapalı giyinilir. Erkekler takke giymelidirler. Takkeler kapının girişindedir. Bazı sinagoglarda evli kadınların da başını örtmesi gerekir. Yahudi olmayanlar tallet (dua şalı) veya tefillin giymezler. Ortodoks sinagoglarda kadınlarla erkekler ayrı oturur.

Yahudi kanunları nedir?

İslam’ın, Müslüman inançlısının yaşam biçimi olduğu gibi, Yahudilik de bir Yahudi’nin günlük hayatının her açıdan belirlendiği kurallar, gelenekler, ritüellerle dolu bir yaşam biçimidir: Sabah uyanınca ne yapılır, ne yenebilir veya yenilemez, ne giyilebilir veya giyilemez, vücut temizliği, iş yönetimi, kiminle evlenilebilir, bayramlarda ve Şabat (kutsal Cumartesi)’ta ne yapılır ve en önemlisi Tanrı’ya, insanlara ve hayvanlara nasıl davranılır. Bu kurallar Yahudilikte “Alaha” olarak bilinir.

Alaha sözcüğü genellikle “Yahudi kanunu” diye çevrilirse de doğru anlamı “kişinin yürüdüğü yol”dur. Bu sözcüğün kökeni İbranice’de “gitmek, yürümek” sözcüğünden kaynaklanır.

Yahudi olmayan bazı kişiler ve dindar olmayan bazı Yahudiler, geleneksel Yahudiliğin bu ayrıntılı kanunlarının, dini ruhsuzlaştırıp bir ayin zinciri haline getirdiği şeklinde eleştirir. Alaha’ya riayet edenler ise Alaha’nın, aksine, günlük basit yaşamı, dini önemi olan hareketlere dönüştürerek hayatlarındaki ruhaniliği arttırdığını iddia ederler. Duaların ve dini kuralların, daimi olarak kendilerine Tanrı’yla olan ilişkilerini hatırlatarak varoluşlarının bölünmez bir parçası olduğuna inanırlar.

Yahudilere serbest (ve yasak) olan yiyecekler

Kaşerut, Yahudi kanunlarının yenmesi yasak ve serbest olan yiyecekler ve onların hazırlanması ve yenilmesi ile ilgilenen kurallarıdır. Kaşerut sözcüğü İbranicede “uygun”, “doğru” sözcüğünün kökünden gelir. Daha genişçe kullanılan ve aynı kökten gelen “Kaşer” sözcüğü de bu normlara uyan yiyecekler için kullanılır. “Kaşer” sözcüğü ayrıca ayinlerde kullanılan, Yahudi kanununa uygun, ritüelik dini nesneleri tanımlamak için de kullanılır.

Genel düşüncenin aksine, hahamlar veya dini kurumlarda çalışan diğer kişiler yiyecekleri “kutsayarak” Kaşer yapamazlar. Dindar Yahudilerin yemekten önce söyledikleri dua da yemeği Kaşer yapmaz.
“Kaşer -tipi” yemek diye bir şey yoktur. Kaşer, bir mutfak stili değildir. Fransız, Fas veya Hint yemekleri Yahudi kanununa uygun hazırlanmışsa Kaşer olabilir.

Yahudiler karada yaşayan hayvanlar arasında çift tırnaklı ve geviş getiren her hayvanın etini yiyebilir. Tevrat’a göre deve, porsuk, tavşan ve domuz bu iki koşuldan biri eksik olduğu için Kaşer değildirler. Koyun, inek, keçi ve geyik eti ise Kaşer’dir.

Deniz mahsulleri arasında Yahudiler yüzgeçli ve pullu olan her şeyi yiyebilir. Istakoz, istiridye, karides, midye ve pavurya gibi kabuklu hayvanların yenilmesi yasaktır.

Avcı veya leş yiyen kuşlar yasaktır.

Yenmesi yasak olan hayvanlara ait süt, yumurta, yağ veya iç organlar da yenemez.

Yenmesi dinen caiz olan hayvanların kesimi Yahudi kanunlarına göre olmalıdır. Bu işlem çok keskin bir bıçakla tek darbede, hayvanın boğazına çok hızlı ve derin keserek yapılmalıdır. Bu yöntem iki saniye içinde şuursuzluk getirdiği için ölümün mümkün olduğu kadar acısız olmasını sağlar. Ayrıca kanın etten çabuk ayrılmasını da sağlar ki, bu da eti Kaşer yapmak için gereklidir.

Doğal yollardan ölen veya başka hayvanlar tarafından öldürülmüş olan hayvanları yemek yasaktır.

Sütlü ve etli yiyecekler karıştırılamaz. Yiyecekler dışında tencereler, kaplar, tabaklar ve çatal bıçaklar da Kaşer olmalıdır.

Yahudi hayırseverliği nedir?

Geleneksel Yahudiler gelirlerinin en az %10’unu “Tsedaka” olarak verirler. Normal yas duası, yas tutan kişinin ölünün anısına bir bağış yapacağını içerir. Yardımsever bağışlar Yahudi yaşamında kurban kesmenin yerini almıştır. Yahudi inançlı kişi için bağış yapmak Tanrı’ya şükretme, Tanrı’dan özür dileme veya bir istekte bulunma adına neredeyse düşünmeden yapılan, içgüdüsel bir davranıştır. Yahudi geleneğine göre fakire yardım etmek yardımseverin ruhunu zenginleştirdiğinden aslında yardımı alan, (kendisine Tsedaka yapma imkânını sağladığı için) yardımsevere daha büyük bir iyilik yapmış olur.

İbranice Tsedaka sözcüğü, Türkçedeki “hayırseverlik” sözcüğü gibi “fakirlere, ihtiyaçlılara veya diğer değerli amaçlar için para vermek ve yardımda bulunmak” anlamına gelir. Ancak Tsedaka’nın anlamı, hayırseverlikten farklıdır. Hayırseverlik gönüllülük ve cömertliktir, zenginlerin ve kudretli kişilerin fakir ve ihtiyaçlı kişilere yardımıdır. Tsedaka ise İbranicede “adalet ve doğruluk” anlamındaki bir kökten gelir. Yahudilikte fakirlere yardım bir hayırseverlik değil de adil bir davranış, fakire hak ettiğini verme görevi olarak kabul edilir.

Yahudilikte fakire yardım bir zorunluluktur, ihtiyaçlı kişiler bile vermeye mecburdur. Bazı bilgeler Tsedaka’nın en büyük, hatta bütün emirlerin toplamından da daha büyük emir olduğunu, Tsedaka vermeyen kişinin putpereste eşdeğer olduğunu söylemişlerdir. Bu da Tsedaka’nın Yahudilikteki önemini gösterir. Tsedaka, tövbe (teşuva) ve dua gibi, günahlar için af dilemenin üç yolundan biridir.

Şabat (Cumartesi)

Şabat Yahudiliğin en çok bilinen ve en az anlaşılmış kuralıdır. Çoğu kişi Şabat’ı kısıtlayıcı, yasaklarla dolu bir dua etmeye atfedilen gün olarak düşünür. Dindar Yahudiler için Şabat bütün hafta sabırsızlıkla beklenen, haftalık dertlerini bir kenara bırakıp kendilerini daha yüce konulara adayabilecekleri neşeli bir gündür.

Şabat Yahudilikteki en önemli dini görenektir. On emirde adı geçen tek dini uygulamadır. En önemli özel gündür, hatta Yom Kipur’dan bile daha önemlidir. Şabat öncelikle dinlenmeye ve ruhani zenginliğe ayrılmış olan bir gündür. Şabat sözcüğü “sona ermek, bitirmek ve dinlenmek” eş anlamına sahip bir kökten gelir.

Modern toplumlarda ‘beş günden oluşan çalışma haftası’ bugün bize son derece doğal geldiğinden, eski zamandaki “dinlenme günü” fikrinin o dönemler için ne kadar radikal bir kavram olduğunu unutuyoruz. Haftalık dinlenme günü kavramı, tarihte başka hiç bir uygarlıkta görülmemiştir. Eski zamanda dinlenme sadece zengin ve hükümran sınıfının yapabildiği bir şeydi. Hizmet edenlerin veya isçi sınıfının dinlenme hakkı yoktu. Ayrıca her hafta tekrar eden bir dinlenme günü düşünülemezdi bile. Yunanlılar haftada bir günü dinlenmeye ayırdıkları için Yahudileri tembel olarak görürlerdi.

YAHUDİ BAYRAMLARI

Roş Aşana, Yahudilerin Yılbaşısı

İbranicede Roş Aşana “yılın başı” veya “yılın birinci günü” demektir. Yahudilerin yeni yılı olarak bilinen Roş Aşana, Eylül ve Ekim ayları arasında bir güne düşer.

Roş Aşana’da çalışmak yasaktır. Günün büyük bölümü sinagogda duada geçer; günlük olağan ibadet biraz daha uzun sürer.

Yahudilerin çoğu için Roş Aşana bir içgözlem, kendine bakış, geçmiş yılın hatalarını gözden geçirme ve yeni yılda yapılması gereken değişiklikleri planlama zamanıdır. Aile bireylerinin bir araya gelip birlikte yemek yemesine vesile olur. Bu bayramda, tatlı bir yeni yılı temsilen bala batırılmış elma yemek adettir. Ayrıca yeni yılda iyi dileklerin bol ve bereketli olması için nar da yenir. Diğer bir yaygın uygulama ise ilk günün sonunda su kenarına gidip, günahları simgesel olarak suya atma eylemi “Taşlik”dir.

Yom Kipur

Roş Aşana’dan sekiz gün sonraya denk gelen Yom Kipur Yahudi takviminin en önemli bayramıdır. Bazen başka hiç bir geleneği yerine getirmeyen birçok Yahudi bu gün suresince çalışmaz, oruç tutar ve sinagoga gider.

“Yom Kipur” “kefaret, günah çıkarma günü” anlamını taşır. Ruhun arındırıldığı, geçmiş yılın günahları için özür dilendiği bir gündür. Yom Kipur’da sadece Tanrı’ya karşı işlenmiş günahlar af olur; başkalarına karşı işlenilenler değil. Kişiye yapılan günahlardan kurtulmak için önce öbür kişiden özür dileyip yanlışları düzeltme yolu aranır. Bu, Yom Kipur’dan önce yapılmalıdır.

Yom Kipur aynı Şabat günü gibidir, hiç bir iş yapılamaz. Yahudiler o gün yemek yememeli ve (su dahi) içmemelidir. Bu, önceki akşam güneş batmadan başlayıp ertesi gece biten 25 saatlik bir oruçtur. Talmud’ta ayrıca daha az bilinen başka kısıtlamalar da vardır. Yıkanmak, kozmetik veya parfüm gibi maddeleri vücuda sürmek, deri ayakkabı giymek ve cinsel ilişki Yom Kipur’da yasaktır.

Her zamanki gibi bu kısıtlamaların her hangi biri, hayati veya sıhhi tehlike karsısında kaldırılır. Hatta dokuz yaşından küçük çocukların ve loğusaların (hamilelik süresince ve doğumdan 3gün sonrasına kadar) oruç tutması kendileri istese bile yasaktır. Bayramın büyük bölümü sinagogda duayla geçer. Bu bayramda saflığı simgeleyen beyaz giysiler giymek adettir, insanlara günahlarının kar gibi paklanacağını hatırlatır. Bazı erkekler, ölülerin birlikte gömüldüğü uzun beyaz gömlek (kitel) giyerler.

Pesah (Hamursuz bayramı)

Hamursuz bayramı, Yahudi takviminin Nisan ayının 15’inde kutlanır. Tarihi ve zirai önemi olan üç büyük bayramın birincisidir (diğer ikisi Şavuot ve Sukot’tur). Zirai yönden İsrail’deki hasat mevsiminin başlangıcını temsil ettiği halde bayramın bu yönü fazla dikkate alınmaz. Pesah’ın öncelikli kutlaması, nesiller boyu süren kölelikten sonra Mısır’dan çıkış ile ilgilidir.
Pesah sözcüğü İbranicede “geçmek veya atlamak” anlamında bir kökten gelir. Yahudi inanışına göre, Mısırlıların ilk doğan çocuklarını öldürmeye gelen Tanrı’nın Yahudi evlerini atlamasını simgeler. Pesah ayrıca bu bayramda Kudüs’teki tapınakta kurban edilen kuzuya verilen addır. Bu bayram Bahar Bayramı olarak da anılır.
Pesah’la ilgili en belirgin gelenek Yahudi evlerin “Hamets”ten (mayalı hamur) arındırılmasıdır. Bu, Yahudilerin Mısır’dan aceleyle çıkarken ekmeklerinin mayalanmasına bile vakitleri olmadığını hatırlamak içindir. Ayrıca insanların içindeki “şişliğin” (kendini beğenmişlik, gurur) simgesel olarak çıkarılmasıdır.

Pesah’ta yenilen buğdaydan yapılmış mamulün adı “Matsa”dır (hamursuz). Matsa mayasız ekmektir, un ve su karışımını çok çabuk pişirerek yapılır. Yahudilerin Mısır’dan kaçarken aceleyle pişirdikleri ekmek budur.
Pesah’ın ilk gecesi Yahudiler aileleriyle birlikte, kendilerine hürriyetin önemini ve ‘köleliğe hayır’ dediklerini hatırlatan, pek çok ritüelin uygulandığı bir yemek yerler. Bu bayramın diğer önemli bir mesajı da bütün yabancıları evine kabul etmektir, çünkü bu onlara atalarının Mısır’da yabancı olduklarını hatırlatır. Bu yemeğin adı, İbranice anlamı “düzen” olan “seder”dir çünkü bu gece Yahudilerin hikâyesi belli bir düzen’de anlatılır.
Pesah yedi gün sürer. Baştaki ve sondaki günler çalışmak yasaktır.

Sukot Bayramı

Sukot bayramı Yom Kipur’dan beşinci günde başlar. Yılın en kutsal, en vakur bayramından en neşe dolu olanlardan birine geçiştir.

Tarihi yönden Sukot, İsrailoğullarının çölde geçici barınaklarda yaşayarak dolaştığı kırk yılı temsil eder. Zirai olarak Sukot hasat bayramıdır. Sukot kelimesi ‘çardaklar’ anlamına gelir ve ‘geçici barınaklara’ gönderme yapmak için kullanılır. Yahudilere bu bayramda, çölde geçirdikleri kırk yılı hatırlamak için, çardakların altında yaşamaları buyrulmuştur. Yahudiler antik Filistin topraklarından kovulduklarından beri Kudüs’e dönüp yıkılan kutsal tapınaklarını tekrar inşa etmek hayaliyle yaşadılar.

Sukot yedi gün sürer. Birinci ve ikinci günler çalışmak yasaktır.

Işıklar Bayramı Hanuka

Yahudilerin ‘yeniden adama’ bayramı Hanuka, ayrıca ışıklar bayramı olarak da bilinir ve Yahudi takviminin Kislev ayının 25inci gününde başlayıp sekiz gün sürer. Büyük dini simgesi açısından değil, Noel bayramına yakınlığı yüzünden Batıda en çok bilinen Yahudi bayramıdır. Yahudi olmayan birçok kişi bu bayramı Yahudi Noel’i olarak düşünür.

İbranicede “adama” veya “kutsama” anlamına gelen Hanuka, Yunan hükümdarı Antiokus IV’ün askerlerinin kutsiyetini kirlettiği Kudüs’teki kutsal tapınağın tekrar adanmasına işaret eder. Bir günlük yağın mucizevî bir şekilde sekiz gün yanmasının kutlar. Talmud’a göre, Yahudilerin Antiokus’un askerlerine başkaldırısının ardından tapınağı tekrar ithaf ettiklerinde ebedi ateşi yakmak için kullanılan kutsal yağdan sadece bir günlük yağ kalmıştı. Bir mucize sonucu bu yağ yenisi hazırlanana kadar sekiz gün boyunca yanmaya devam etti.

Hanuka Roş Aşana, Yom Kipur, Sukot ve Pesah kadar önemli bir dini bayram değildir. Tek dini geleneği kandil veya mum yakmaktır. Mumlar, Menora ya da Hanukiya denilen dokuz kollu özel bir şamdanda, her gece için bir mum, ayrıca bir de onlara “hizmet” eden “şamaş” (hizmetkâr) yakılır.

Purim

Purim Yahudi takvimindeki en neşeli bayramlardan biridir. Yahudilerin eski İran’da yok edilmekten kurtulmalarını kutlar.

Purim’in hikâyesi Eski Ahit’te “Ester’in Kitabı”nda anlatılır. Hikâyenin kahramanları eski İran’da yaşayan çok güzel bir genç Yahudi kızı olan Ester’le onu kızı gibi yetiştirmiş olan kuzeni Mordehay’dır. Ester İran kralı Ahaşveroş’un sarayına gelin gider. Ahaşveroş Ester’i bütün öbür kadınlarından daha çok sever ve onu kraliçe yapar. Bu süre içinde Mordehay’ın tavsiyesi ile kimliğini saklamış olan Ester’in Yahudi olduğunu bilmez.

Hikâyedeki kötü adam Kral’ın bencil ve kibirli veziri olan Aman’dır. Aman, kendisinin karşısında eğilmeyen Mordehay’dan nefret eder ve bu nedenle bütün Yahudileri cezalandırmayı planlar. Kral’a, “Hükmettiğiniz diyarlarda kendi halkınızın içinde, farklı kanunlarla yaşayan ve Kral’ın kanunlarına boyun eğmek istemeyen bir zümre var. Bu kişilere hoşgörü Kralımıza yakışmaz” deyince Kral Yahudilerin kaderini Aman’a bırakır. Aman da bütün Yahudileri öldürmeyi planlar.

Durumu öğrenen Mordehay Ester’i Yahudiler adına Kral’la konuşmaya ikna eder. Bu durum Ester’i tehlikeye atar çünkü Kral’ın karşısına çağırılmadan çıkmanın cezası çoğunlukla ölümdür. Ester kendini hazırlamak için üç gün boyunca oruç tuttuktan sonra Kral’ın karşısına çıkar. Kral onu sıcak karşılar. Ester daha sonra Kral’a veziri Aman’ın Yahudilere karşı entrikasını açıklar. Yahudiler kurtulur ve Aman Mordehay için hazırlatmış olduğu darağacına asılır.

Purim genellikle Mart ayına düşen, Yahudi takvimindeki Adar ayının 14’üncü gününde kutlanır. 13 Adar tarihi Aman’ın Yahudileri öldürmeyi planladığı, Yahudilerin hayatlarını kurtarmak için düşmanlarıyla çarpıştıkları gündür. Artık yıllarda iki Adar ayı olduğundan, Purim ikinci Adar ayında, Pesah’tan bir ay önce kutlanır.

Purim sözcüğü “kur’a” anlamına gelir ve Aman’ın katliamın gününü saptamak için seçtiği kur’ayı temsil eder.

Purim’de karnavalvari kutlamalar yapmak, temsil ve parodiler sahnelemek gelenekseldir. Purim’de diğer bayramlarda olan kısıtlamalar yoktur ancak bazı kaynaklara göre bayrama saygı olarak iş yapmamayı önerir.

YAHUDİLİK TARİHİ

Yahudi tarihi yaklaşık dört bin yılı ve dünyanın her bir yanına dağılmış yüzlerce değişik topluluğu kapsar. Biz burada eski zamanlardan başlayarak Yahudi milletinin tarihine kısaca bir bakış sunuyoruz.

Eski İsrailoğulları

TYahudilerin tarihi, batıda Nil nehri ile doğuda Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan “Fertile Crescent – Verimli Hilal” adı verilen bölgede başlar. Eski dünyanın kültür merkezleri Mısır ve Babil, Arabistan çölleri ve Anadolu’nun yaylalarıyla çevrili olan Kenaan toprakları, uygarlıkların buluşma yeriydi. Bölgede yıllardan beri kurulmuş ticaret yolları olup, Akabe Körfezi’nde ve Akdeniz kıyılarında da, bölgeyi “Verimli Hilal”in diğer medeniyetlerinin etkilerine açan önemli limanlar vardı.

Geleneksel olarak, dünyanın her bir yanındaki Yahudiler, çoğunlukla İsrail topraklarına yerleşen (İbraniler olarak da bilinen) İsrailoğulları’ndan geldiklerini iddia ederler. İsrailoğulları’nın kökleri İshak ve Yakup’tan geriye Tevrat’taki ataları İbrahim’e kadar uzanır. Yahudi geleneğine göre İsrailoğulları, Yakubun Mısır’a yerleşen oniki oğlunun (birinin adı Yeuda idi) soyundan gelmektedir. Sonradan gelen nesiller Mısır’da yaşarken Ramses II olarak da anılan Mısır firavunu tarafından esir edildiler. Yahudi geleneğine göre, İsrailoğulları Musa Peygamber’in liderliğinde Mısır’dan Kenaan’a göç etti (Mısır’dan Çıkış). Bu olay İsrailoğulları’nı bir millet olarak, Yakubun oğullarının adlarını taşıyan oniki kavime bölünmüş bir topluluk olarak belirtir.

Yahudi geleneğine ve Tevrat’a göre, İsrailoğulları çölde kırk bir yıl dolaştıktan sonra Yeoşua’nın komutası altında Kenaan’ı fethedip bölgeyi oniki kavim arasında böldüler. Bir süre boyunca bu oniki kavim Hâkimler diye bilinen hükümdarlar tarafından yönetildiler. Daha sonra Şaul altında bir İsrail krallığı oluşturuldu; onu Kral Davut ve Süleyman izledi. Kral Davut Kudüs’ü fethedip başkent yaptı. Süleyman’ın döneminden sonra ülke iki kralllığa ayrıldı: kuzeyde on kavimden oluşan İsrail Krallığı ve güneyde Yeuda ve Bünyamin kavimlerinden oluşan Yeuda Krallığı. M.Ö. 8. yüzyılda Asurlu hükümdar V. Şalmaneser İsrail Krallığı’nı ele geçirdi.

Sürgün ve sürgün-sonrası dönemler

Yeuda Krallığı M.Ö. 6. yüzyılın başında Babil ordusu tarafından fethedildi; Yeudalı seçkin tabaka Babil’e sürgün edildi. Ancak daha ileride Yahudilerin en azından bir bölümü Perslerin Babil’i fethetmesinden sonra, Ezra ve Nehemya peygamberlerin liderliğinde ana vatanlarına geri döndüler.

Daha bu noktadan İsrailoğulları’nın arasında gözle görünür politik – dini farklılıklar başlamıştı; bunlardan en önemlileri daha sonra Saddukiler ve Farisiler diye adlandırılacaklardı.

Helenik Dönemde Yahudilik

YM.Ö. 3. üzyılda Yunan felsefesinden etkilenen Yahudilik akımları gelişmeye başladı; İskenderiye’deki önemli Yahudi diasporası, Septuagint’in (Yunancaya tercüme edilmiş Tevrat) derlenmesiyle doruğa ulaştı. Yahudi ilahiyatıyla Helenistik düşüncenin ortak yaşayışının en önemli savunucularından biri Philo’ydu.

Persler Büyük İskender’e yenildiler. İskender’in ölümünden ve imparatorluğunun generalleri tarafından bölünmesinden sonra Seleucid (Silifke) Krallığı oluştu. Helenleşen Yahudilerle dindar Yahudiler arasındaki ilişkilerin bozulması, Seleucid Kralı IV. Antiochus Epiphanes’in (Şabat, sünnet gibi) belirli Yahudi dini törenlerini ve geleneklerini yasaklamasına yol açtı. Bunun sonucu olarak Ortodoks (dindar) Yahudiler, (Makabi olarak da bilinen) Haşmonay Ailesi’nin liderliğinde başkaldırdılar. Bu isyan daha sonra Haşmonay Hanedanı olarak bilinen, M.Ö. 165’ten M.Ö. 63’e kadar süren bağımsız bir Yahudi krallığının oluşmasına yol açtı. Haşmonay Hanedanı zamanla Salome Alexandra, II. Hyrcanus ve II. Aristobulus’un oğulları arasında çıkan iç savaş sonucunda parçalandı. Kral yerine teokratik bir ruhban sınıfı tarafından yönetilmeyi tercih eden millet bu konuda Romalı yetkililerden yardım istedi. Böylelikle Pompey’in liderliğinde Romalılar, yöreyi fethedip yönetimi ele geçirdiler.

Roma yönetimi

Roma idaresi altındaki Yeuda’da önceleri bağımsız bir Yahudi krallığı olmasına rağmen, zamanla yönetim gittikçe Yahudiliğini kaybetti. Yeuda nihayet doğrudan Romalıların ve daha sonra da Yahudi tebaasına katı ve acımasız davranan Hıristiyan idaresinin buyruğuna girdi. M.S. 66 yılında Yeudalılar Romalı hükümdarlara başkaldırmaya başladılar. Ayaklanma, geleceğin Roma imparatorları Vespasian ve Titus tarafından bastırıldı. M.S. 70 yılında Kudüs Kuşatması sırasında Romalılar Kudüs’teki Tapınağın büyük bir kısmını yıktılar; bazı rivayetlere göre Tapınak’ta bulunan kutsal şamdan (Menora) gibi önemli sanat eserlerini de yağmaladılar. Yeudalılar, 2. yüzyılda Julius Severus’un Bar Kohba ayaklanmasını bastırırken bölgeyi yakıp yıkmasına kadar, kendi topraklarında büyük sayılarda yaşamaya devam ettiler. Ancak, bu olay sonucunda 985 köy tamamen yok oldu, Yeuda’nın Yahudi nüfusunun çok büyük bir bölümü öldürüldü, esir olarak satıldı veya kaçmaya zorlandı. Böylece, Kudüs’ten sürgün edilen Yahudiler artık Galile’de yoğunlaştılar.

Diaspora

Yeudalı Yahudilerin çoğu esir olarak satılırken diğerleri Roma İmparatorluğu’nun değişik bölgelerinin vatandaşları oldular. İncil’deki “book of Acts” ve diğer Pavlus metinleri Roma dünyasındaki büyük sayıdaki Helenleşmiş Yahudi toplumlarından söz eder. Bu Helenleşmiş Yahudiler, diasporadan sadece ruhani anlamda etkilendiler; Yahudi inancının temel direği olan, dünyanın birçok yerinde gördükleri eziyetlerin de desteklediği bir yitirme ve vatansızlık hissini özümsediler. Yahudiliği yaymak için yapılan din propagandası ve Yahudi dinine döndürme politikaları sonucu Helen uygarlığında Yahudi dininin yayılması, Romalılara karşı yapılan savaşlarla ve Tapınak-sonrası yıllarda Yahudi değer yargılarının tekrar belirginleşmesiyle sona erdi.

Mişna ve Talmud’da bulunan Tevrat yorumlarının gelişmesi ile Yahudi geleneğinin, Tapınağa bağlı bir dinden, Diaspora geleneklerine göre yeniden yapılanmasının gerçekleşti.

İsrail toprakları

Bn ar Kohba ayaklanmasının başarısızlığına rağmen, İsrail topraklarında kayda değer sayıda Yahudi yaşamaya devam etti. Filistin’de kalan Yahudiler, bölgeye ard arda gelen işgalcilerle pek çok deneyim ve silahlı çatışmalar yaşadılar. En ünlü ve önemli Yahudi metinlerinin bazıları bu dönemlerde İsrail kentlerinde yazıldı. Kudüs Talmudu, Mişnanın bitirilmesi ve nikud sistemi bunlara birkaç örnektir.

Bizans dönemi

Yahudiler Roma İmparatorluğu’nun her bir yanına yayılmıştı ve bu durum orta ve doğu Akdeniz bölgelerindeki Bizans yönetimi altında, daha küçük bir çapta devam etti. Militan ve dışlayıcı Hıristiyanlık yönetimi ve diktatöryel politika izleyen Bizans İmparatorluğu, Yahudilere iyi davranmadı ve imparatorluk altındaki diaspora Yahudilerinin durumu kötüleşip ve nüfuzu gittikçe azaldı.

Yahudileri Hıristiyan dinine döndürmek, Hıristiyanların resmi politikasıydı ve Hıristiyan yönetim bu iş için Roma’nın resmi yetkisini kullanıyordu. Yahudiler M.S. 351 yılında, Gallus adındaki valinin gittikçe artan baskılarına karşı baş kaldırdılar. Gallus ayaklanmayı bastırdı ve Galile’de isyanın başladığı ana kentleri yerle bir etti. İki büyük hukuk akademisinin konumlandığı Tzippori ve Lydda kentleri bir daha toparlanamadı.

Her şeye rağmen, Tiberya’da Nasi, II. Hillel ayın aylık gözlemlenmesine gereksinim olmayan bir resmi takvim oluşturdu. Aylar tespit edildi ve takvimin kullanılması için Yeuda’nın yetkisine gerek kalmadı. Aynı zamanlarda Tiberyus’taki Yahudi akademisi birleştirilmiş Mişna’yı ve yorumlarla açıklamaları, Yuda HaNasi’nin ölümünden sonra nesiller boyunca dini inceleyen akademisyenlerin geliştirdiği yorumları toparlamaya başladı. Metin, Mişna’nın sırasına göre düzenlenmişti: Her Mişna paragrafından sonra o Mişna’yla ilgili bütün yorumların derlemeleri, hikâyeler ve cevaplar yazılıydı. Bu metnin adı Kudüs Talmudu’ydu.

Yahudilerin Bizans hükümranlığı altındaki istikrarsız yaşamı çok uzun süre devam edemedi; bu da büyük bir çapta, uzaktaki, çok sayıda Yahudi yaşayan Arap yarımadasında (bkz: İslam Yönetimi Altında Yahudilerin Tarihi) İslam dininin patlamasıyla ilgiliydi. İslam Halifeliği 636’da, Yarmuklu Savaşı’ndaki zaferinden sonra birkaç yıl içinde Bizanslıları Kutsal Topraklar’dan (veya modern İsrail, Ürdün, Lübnan ve Suriye olarak tanımlanan Levant’tan) attı. Bizanslıların Yahudilere karşı zulmünün ispatı Yahudilerin geriye kalan Bizans topraklarından Halifelik topraklarına kaçıp yüzyıllar boyunca burada yaşamalarında belirgindir.

Bütün bunlara rağmen Bizans İmparatorluğu’ndaki Yahudi cemaatinin nüfusu birçok imparatorun (özellikle Jüstinyen) Anadolu Yahudilerini zorla Hıristiyanlığa döndürme girişimlerinden etkilenmedi, çünkü bu girişimler genellikle başarısız oldu.

YAHUDİ YAŞAMI

Yahudi kanununa göre insan ruhu doğumdan önce var olduğu halde hayat doğumda başlar. Yahudilik “doğuştan içimizde olan günah” kavramına kesinlikle karşıdır. Yahudilik inancına göre çocuklar saf ve günahsız doğar. Sezaryen doğum Yahudilikte kabul edilir, çünkü annenin hayatı başta olmak üzere annenin ve bebeğin hayatını kurtarmak için yapılan her şey serbesttir. Kürtaj annenin hayatının tehlikede olduğu durumlar dışında yasaktır.

Bir çocuk doğduğunda babası ilk fırsatta sinagogda Tevrat okuma kutsamasıyla onurlandırılır. Bu kutsamada bebeğin ve annenin sağlığı için de bir dua okunur. Yeni doğan bebek kız ise adı o sırada konur. Oğlan bebeğin adı sünnet töreni (Brit Mila) sırasında konur.

Sünnet

Yahudilikteki bütün emirler, yükümlülükler arasında evrensel olarak en çok uygulananı “Brit Mila”, tam tercümesiyle ‘sünnet sözleşmesi’dir. Dinin başka hiç bir şartını uygulamayan en laik Yahudiler bile hemen her zaman sünnet kurallarına uyarlar.

Sünnet çocuk sekiz günlük olduğunda, gün içinde yapılır. Diğer dini emirler, yükümlülükler gibi, sünnet de sağlık nedenleriyle ertelenebilir. Sünnet, bu kanunu bilen bu konuda eğitim almış ve cerrahi konularda deneyimli dinibütün bir Yahudi olan bir “Moel” tarafından yapılır. Yahudi olmayan bir doktorun yaptığı sünnet haham onu kutsasa da geçerli bir “Brit Mila” değildir, çünkü derinin kesilmesi işlemi dindar, dinibütün bir Yahudi tarafından yapması gereken dinsel bir törendir.

Bar Mitzva ve Bat Mitzva

“Bar Mitzva” ‘buyruğun oğlu’, “Bat Mitzva” da ‘buyruğun kızı’ demektir. Bu terim bir çocuğun yetişkin yaşa gelmesi anlamındadır, ancak genelde bu geçiş dönemi törenini anlatmak için kullanılır.

Yahudi kanununa göre çocuklar dini şartları uygulamakla yükümlü değildir; buna rağmen ileride bu gereklilikleri yerine getirmek için çocukluk yıllarında öğrenmeleri ve tatbik etmeleri teşvik edilir. Oğlanlar 13, kızlar da 12 yaşından itibaren bu emirleri yerine getirmelidirler. Bar Mitzva töreni resmi bir şekilde bu geçişi simgeler. Bunun yanında ayinleri yönetebilmek, minyan (bazı dualar için gerekli en az 10 yetişkin erkek) içinde sayılabilmek, (dini açıdan) resmi anlaşmalar yapabilmek, mahkemede tanıklık edebilmek ve evlenebilmek hakları da gelir.

Yahudilerde oğlanlar 13 yaşına varınca otomatik olarak Bar Mitzva, kızlar da 12 yaşında Bat Mitzva kabul edilir. Bu hakları ve sorumlulukları kazanmaları için bir törenden geçmeleri gerekmez. Günümüzde yapılan tören ve kutlamalar geçtiğimiz yüzyıla kadar duyulmamış olaylardı.
Birçok kişi 12 ve 13 yaştaki bir insanın yetişkin olarak kabul edilmesini zirai toplumlardan kalma demode bir fikir olarak görür. Ancak Bar Mitzva kavramı her konuda tam bir yetişkinlik, çalışma hayatına atılma, kendi başına yaşamak veya evlenip çocuk sahibi olmakla ilgili değildir. Talmud bunu çok iyi açıklar. Bar Mitzva bir kişinin hareketlerinden kendisinin sorumlu olmaya başladığı ve buluğ çağına geldiği yaştır.

Evlilik

Tevrat’ta evlilik işlemleri ile ilgili çok az yönlendirici bilgi bulunur. Eş bulma yöntemi, düğün töreninin şekli ve evlilikte ilişkiler Talmud’da anlatılır.
Talmud’a göre bir oğlan çocuğuna hamile kalınmadan 40 gün önce göklerden bir ses doğacak çocuğun ileride kimin kızıyla evleneceğini duyurur. – Tam anlamıyla, cennette yapılmış bir eşleştirme!
Talmud bir kadınla evlenmenin üç yolunu açıklar: ‘Para karşılığı’, ‘bir anlaşma’ yoluyla ve ‘cinsel ilişkiyle’. Genelde bütün bu üç şart da yerine geldiği halde bağlayıcı bir evlilik için sadece bir tanesi yeterlidir.
Birinci yol olan ‘para karşılığı’, nikâh yüzüğüyle yerine getirilmiş olur. Kadının ‘para’yı kabul etmesi, erkeği kocalığa kabul edişini simgeler. Her halükarda Talmud bir kadının ancak kendi rızası ile evlendirilebileceğini belirtir.

Düğün töreninde damat geline ‘evlilik anlaşması’ olan “Ketuba”yı verir. Erkeğin evlilik boyunca karısına olan sorumlulukları, ölüm halinde mirasın paylaşılması, çocukların geçimi ile ilgili sorumluluklar, hatta boşanma durumunda kadına verilecek nafaka dahi Ketuba’da yazılıdır. Ketuba bir hattat tarafından yazılıp, çoğu zaman evlerin duvarlarını süsleyen güzel bir kaligrafi örneğidir.
Evlilik işlemi iki aşamada gerçekleşir. “Kiduşin” (genelde ‘nişanlılık’ diye çevrilir) ve “Nisuin” (nikâh, evlilik). Kiduşin sadece ölüm ve boşanmayla feshedilir. Ancak Kiduşin döneminde çiftler birlikte yaşamazlar; evliliğin getirdiği karşılıklı sorumluluklar ise, Nisuin tam olarak gerçekleşmeden başlamaz.

Geçmişte, Kiduşin ve Nisuin arasındaki süreç en az bir yıl olurdu. O süre içinde damat yeni ailesi için bir ev hazırlardı. Günümüzde genelde bu iki tören aynı anda yapılıyor.

Yahudi kanununa göre evlilik iki kişi arasındaki özel bir ‘anlaşma’ olduğu için bir hahamın veya başka bir dini yetkilinin varlığını gerektirmez. Ancak, genellikle bir haham huzurunda yapılır.

Yahudi Düğün Töreni

Geleneğe göre gelinle damat düğünden önce bir hafta boyunca görüşmemelidir. Düğün sırasında sinagogda çok neşeli kutlamalar olur. Çoğu zaman gelinle damada olayın tatlılığını simgeleyen şekerler atılır. Geleneksel olarak gelinle damat düğünden bir gün önce oruç tutar.
Törenden önce gelin, Rebeka’nın İshak’a yüzü örtülü olarak getirilişini simgeleyen duvakla yüzünü kapatır.

Tören yaklaşık 20-30 dakika sürer. (Aşkenaz geleneğinde) Gelin iki anneyle birlikte girip damadın etrafında döner. Şarapla iki kutsama yapılır: birincisi şarabın kutsanması, ikincisi de evliliğin yükümlülüklerine ilişkin kutsamadır. Erkek yüzüğü kadının parmağına takar. Kiduşin bitince Ketuba yüksek sesle okunur.

Gelinle damat dört sopayla tutturulmuş bir kumaş veya ebeveynlerinin tuttuğu dua şalından (tallet) yapılan, birlikte oturacakları evi simgeleyen “Hupa” altında dururlar. Hupa’nın önemi o kadar büyüktür ki, bazen düğün töreni hupa’yla özdeşleştirilir. Törende gelinle damat “minyan” (10 yetişkin Yahudi erkek) huzurunda yedi tane kutsama duası okurlar. Daha sonra çift şaraptan bir yudum alır. Damat, Kudüs’teki tapınağın yıkılışının simgesi olarak bir bardağı (ya da küçük bir cam parçasını) sağ ayağıyla ezer. Damadın gelini evine getirişinin simgesi olarak, kısa bir sure için yeni evli çift özel bir odada yalnız kalırlar.

Düğün bir kutlama yemeğiyle devam eder. Neşeli müzik ve dans düğünlerin geleneksel bir parçasıdır.

Evlilik Hayatı

Tevrat ve Talmud’a göre bir erkek birden fazla kadınla evlenebilir, ancak bir kadın birden fazla erkekle evlenemezdi. Çok eşliliğe izin verildiği halde bu hiç yaygın değildi. Talmud’ta hiç bir zaman birden fazla eşli bir Haham adı geçmez. 1000 yıllarında Aşkenaz Yahudiler, Hıristiyan kültürünün baskısıyla çok eşliliği yasakladılar. Bazı İslam ülkelerinde yaşayan Sefarad Yahudiler arasında çok eşliliğe izin yirminci yüzyılın ortalarına kadar devam etti.

Bir koca karısına yiyecek, giyecek ve cinsel ilişki sağlamakla yükümlüdür. Evlilikte cinsel ilişki erkeğin değil, kadının hakkıdır. Bir erkek karısını cinsel ilişkiye zorlayamaz, karısını hiç bir şekilde taciz edemez.

Bir kadın evliliğe getirdiği malın esas sahibidir, ancak kocanın bu malı yönetme ve bunun kârını kullanma hakkı vardır.

Yahudi kanununa göre evlilik yaşı oğlanlar için en az 13, kızlar için en az 12 olmasına rağmen, orta çağlarda çok sık görüldüğü gibi Kiduşin, evlilik yaşından daha önce yapılırdı. Talmud erkeklerin 18 yaşında ya da 16-24 yaşları arasında evlenmesini tavsiye eder. Günümüzde Yahudi gençler yirmi yaşından önce çok nadir evleniyorlar.

Boşanma

Yahudilik “hatasız” boşanma kavramını binlerce yıl önce kabul etti. Yahudilik genelde, bir çiftin devamlı kavga ederek acı içinde yaşamaktansa boşanmasının daha doğru olduğunu savunur. Yahudi kanununa göre bir erkek karısını herhangi bir nedenle veya hiçbir neden göstermeden boşayabilir. Hatta Yahudi kanunu, bazı durumlar karşısında boşanmayı gerekli kılar: bir koca evlilik dışı ilişkiye giren karısını affetse bile boşamakla yükümlüdür. Genelde Yahudilikte boşanma zordur. Boşanma işleminin ayrıntıları karmaşık ve usandırıcıdır.

Yaşam

Yahudilikte yaşam hemen her şeyden daha değerlidir. Talmud’a göre bütün insanlar tek bir insandan geldiği için bir kişinin canını almak bütün insanlığı yok etmek, ve bir insanın hayatını kurtarmak da bütün dünyayı kurtarmak gibidir. 613 emir arasında sadece cinayet, putperestlik, yakın akraba ile cinsel ilişki ve zinayı yasaklayan kanunlar, insan hayatını kurtarmak pahasına bile çiğnenemez. Bunların dışındaki kanunları, bir insan hayatını kurtarmak uğruna ihlal etmek serbesttir, hatta teşvik edilir.

Hayat o kadar değerlidir ki, Yahudilerin ölümü çabuklaştırıcı herhangi bir şeyi yapmaları yasaktır. İntihar Yahudi kanununda kesinlikle yasaktır.

Ölüm

Yahudilikte ölüm, şanssızlık sonucu yaşamın erken bir döneminde bile gelse, bir felaket olarak görülmez. Ölüm doğal bir süreçtir. Yahudiler hayat gibi ölümün de bir anlamı olduğuna, Tanrı’nın planının bir parçası olduğuna inanırlar. Ayrıca Yahudiler ölüm sonrası bir hayatın varlığına ve dünyadaki yaşamında doğru olan insanların ödüllendirileceğine inanırlar.

Yahudilikte yas dönemine ilişkin uygulamalar geniştir, ancak ölümden nefret etmeyi veya ölüm korkusunu içermez. Ölüm ve yasla ilgili uygulamaların iki amacı vardır: ölüye saygı göstermek ve arkasında bıraktığı, onu özleyecek olan kişileri teselli etmek.

YAHUDİ KÜLTÜRÜ

Yahudiler sadece aynı dine inanan insanlar değil, aynı zamanda dinsel-etnolojik bir toplumdur. Yahudilik kendine bağlı olan kişileri hem uygulamalarda hem de inançta yönlendirdiğinden hem din, hem de yaşam şeklidir. Bu unsur ise Yahudiliğe ait kültür ile Yahudilerin kültürel çalışmalarını ayırdedebilmeyi zorlaştırır. Yahudi toplumları tarih boyunca Eski Yunan uygarlıklarından, Ortaçağ ve sonrası Avrupa’sına, Müslüman İspanya ve Portekiz’e, kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya, Hindistan ve Çin’e, günümüz çağındaki Amerika Birleşik Devletleri’ne ve İsrail’e kadar çok değişik yerlerde ve zamanlarda, dinle ilgisi olmadığı halde Yahudi niteliği olan kültürel olguların gelişmesine tanık olmuşlardır. Bu özelliklerin bir kısmı dinden, daha fazlası ise Yahudiliğin içinden, diğer toplumlarla olan etkileşiminden, toplumun kendi içindeki sosyal ve kültürel canlılıktan kaynaklanıyordu. Bu özellik birbirinden farklı, kendilerine has kültürlere sahip, birçok değişik toplumun her birinin gerçek Yahudi toplumları olarak oluşmalarına yol açtı.

Yahudilerin en az iki bin yıl boyunca ortak bir kültürleri olmadı. Bu zamanlarda Yahudiler dünya yüzünde her tarafa yayılmışlardı. 19’uncu yüzyılda Aşkenazlar çoğunlukla Avrupa’nın doğusunda, Sefaradlar ise kuzey Afrika, Türkiye ve diğer küçük toplumlarda, Mizrahi (Ortadoğulu)’lar Arap topraklarında, daha küçük topluluklar da Etiyopya, Kafkasya ve Hindistan gibi yerlerde yaşıyorlardı.

Bu topluluklar arasında iletişim ve gidip gelme olmasına rağmen (örneğin Engizisyon sırasında birçok Sefarad kuzeye Aşkenazların arasına yerleşti, bazı Aşkenazlar Ortadoğu’ya taşındı, Iraklı tacirler Hindistan’da bir Yahudi cemaati kurdular) halkın çoğunun gettolar, “dhimmi” kanunları ve başka nedenler yüzünden diğer kültürlerle bağlantısı yoktu.

Ortaçağda doğu Avrupa’nın Yahudi toplumlarında yüzyıllar içinde belirgin kültürel özellikler oluştu. Aydınlanma Döneminin (Rönesans ve Reform) evrensel eğilimlerine rağmen Yidiş dilini konuşan doğu Avrupalı birçok Yahudi kendilerini değişik bir halk grubu olarak görmeye devam etti. Yine de özellikleri dinle kısıtlı olmayan bir etnik grup kavramını Aydınlanma Döneminden esinlenerek benimsediler.

Konstantin Makyuka Yidiş konuşan Yahudilerin kültüründe genelden farklı, fakat ayrımcı olmayan bir Yahudi ruhundan bahseder. Bu durum, Romantizm hareketinin Avrupa’daki milliyetçi kişiliği öne çıkarması ile daha da çoğaldı. Örneğin 19. yüzyıl sonu – 20. yüzyıl başında Yahudi İşçi Sendikası’nın üyelerinin dinle ilgisi yoktu, ayrıca bu kuruluştaki liderlerden biri Hıristiyanlığa dönmüş anne ve babanın çocuğu olmasına rağmen kendisi Hıristiyan inancında değildi.

Orta ve batı Avrupa’daki Yahudi Özgürlüğü hareketi onların eşit haklar kazanması ve laik topluma girebilmeleri için bir fırsat oldu. Aynı zamanda doğu Avrupa’daki pogromlar yüzünden 1880’le 1920 yılları arasında 2 milyon kadar Yahudi, Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etti. 1940’larda Holokost, Avrupalı Yahudilerin büyük bir kısmının ülkelerinden sürülmesine ve imha olmasına neden oldu. Bu olgu ve yeni kurulmuş olan İsrail Devleti’ne Arap ülkelerindeki Yahudilerin toplu göçü Yahudi toplumunun coğrafi değişimini meydana getirdi.

Geleneksel Yahudiler arasında laik kültürü ayırmak zor, çünkü kültür bütünüyle dinsel geleneklerle karışmış durumda. Yahudilik ve Toplum Araştırma Enstitüsü Başkanı Gary Tobin, şöyle diyor; “Aslında dinle kültür arasında bir ikilem yoktur. Her dini unsur kültürle doludur, her kültürel olay da dinle doludur. Sinagogların kendileri birer Yahudi kültür merkezidir. Sonuç olarak hayat nedir? Yemek, ilişkiler ve ruhsal zenginlik; tam da Yahudilerin hayatı gibi. Medeniyet ve kültür de geleneğimizin elzem bir parçası. Pesah sederine bakın – tam bir tiyatro. İçinde kültür unsuru olmasa, Yahudi öğrenimi ve dindarlığı çok sıradan olurdu.”

Yahudi dilleri

Yahudilerin en eski ve değerli kitapları Tevrat ve Tanah (Yahudi kutsal kitabı) hemen hemen bütünüyle eski İbranice yazılmış olup, Yahudi tarihi boyunca geniş anlamda kullanılmıştır. Yahudiler İbranicenin aynı zamanda Tanrı’nın dili olduğunu savunurlar (Tevrat’a göre Tanrı bu dilde konuştu) ve bundan dolayı İbraniceyi “laşon akodeş” -kutsal lisan- olarak bilirler.

İkinci Tapınak yıkıldığında Yahudilerin çoğu Aramice (eski bir Ortadoğu dili) diline, diasporadakiler de Yunancaya dönmüşlerdi. Yahudiler daha da uzak ülkelere göç ettikçe yerel dilleri öğrenerek birçok dilde konuşur oldular. Ortaçağın başında Yahudilerin esas dili Aramice olmuştu. Çağın ileri yıllarında Yahudi edebiyatı Judeo-Arabik (İbrani alfabesi kullanılarak yazılan Arapça) dilinde yazılmaya başladı. Maimonides de bu dili kullanıyordu. İbranice ise, dini ve resmi dil olarak kullanılmaya devam etti.

Zamanla bu Yahudi lehçeler, esas dilden çok değişik bir hale gelip kendileri yeni bir lisan oldular. İçlerinde genellikle İbranice ve Aramice birçok sözcük bulunuyordu. Böylece sadece Yahudi toplumuna ait diller doğdu. Aralarında en yaygın olanlar Avrupa’daki çoğunluğu Almancadan gelen Yidiş dili ve Engizisyondan sonra Endülüs’ten Akdeniz ülkeleri arasına yayılan İspanyolcadan türeme lisan olan Ladino idi.

19’uncu yüzyılın başında Yidiş doğu Avrupa’daki Yahudilerin, (bundan dolayı da zaman içinde dünyada en yaygın kullanılan dildi), Ladino (Judeo-Espanyol) da Akdeniz ve Kuzey Afrika (Magreb), Yunanistan ve Türkiye’de yaşayanların ortak dili olmuştu. Avrupa’da Judeo-İtalyan, Yevan ve Karay dillerini konuşan küçük toplumlar da vardı. Ayrıca Arap Yahudileri Judeo-Arabik, İran’dakiler Cidi (Judeo-Farsi), daha küçük gruplar Judeo-Berber, Judeo-Tat ve hatta Kürdistan’da Judeo-Arami dili konuşuyorlardı.

Bu geniş tablo 19’uncu yüzyılın sonlarında önemli tarihi değişimlerden etkilendi. Milyonlarca Avrupalı Yahudi’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne göçüyle İngilizce konuşan Yahudiler çoğaldı. Kuzey Afrika kolonilerinde Fransızca ve İspanyolca konuşulmaya başlandı, İbranice tekrar konuşulan bir dil olarak yeni kelimeler ve basitleştirilmiş ses sistemi ile geri geldi. Holokost Yidiş ve Almanca konuşan Avrupalı Yahudilerin çoğunu trajik bir şekilde haritadan sildi. Arap -İsrail çatışması birçok Yahudi’nin Arap ülkelerini terkederek İsrail’e veya Fransa’ya göç etmesine ve bu ülkelerin lisanlarını konuşmalarına neden oldu.

Günümüzde Yahudiler çok dil bilirler, genellikle yaşadıkları ülkenin dilini öğrenirler. Yahudilerin en yaygın konuştuğu dil İngilizcedir, bunu modern İbranice izler.

Yahudi kültüründe yaratılan edebi eserler ve tiyatro oyunları İbranice, Yidiş veya Ladino (Judeo-Espanyol) gibi kültürel dillerde veya İngilizce veya Almancadır. Yidiş laik edebiyatı ve tiyatrosu 19’uncu yüzyılda başlayıp, 20’nci yüzyılın ortalarında gerilemeye geçti. Yahudilerin konuştuğu dil genellikle bulundukları topluma ne kadar entegre olduklarının bir göstergesidir. Örneğin Polonya’da Yahudi köylerinde yaşayanlar ve 20’nci yüzyılın başında New York’a gelenler çoğunlukla Yidiş konuşurlarken, 19’uncu yüzyılda Almanya’daki Yahudilerin çoğu aralarında Almanca konuşurlar, bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Yahudilerin dili de İngilizcedir.

Edebiyat

Yahudi nüfusunun yoğun ve kalabalık olduğu bazı yerlerde farklı özellikli Yahudi altkültürü oluştu. Örneğin, etnik Yahudiler 19’uncu yüzyılın sonunda Viyana’da edebiyat ve sanat dalında çok başarılıydılar. Elli yıl sonra da New York’ta ve 20’nci yüzyılın ortasında Los Angeles’da sivrildiler. Bu kişiler genelde dindar olmayan Yahudiler olup ortaya çıkardıkları Yahudi sanat ve kültürü içinde yaşadıkları toplumun değerlerini yansıtıyordu.

Yahudi yazarlar bir yandan benzersiz bir Yahudi edebiyatı yaratırlarken diğer taraftan yaşadıkları ülkelerin milli edebiyatına katkıda bulundular. Tam anlamıyla laik olmamakla beraber, Shalom Aleichem ve Isak Bashevis Singer (1978 Nobel Ödülü) gibi yazarlar Yidiş yazdıkları yazılarla, doğu Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Yahudilerin yaşam tecrübelerini kaleme alıp dünyaya anlattılar. Amerika’da Philip Roth ve Saul Bellow gibi en büyük Amerikan yazarları unvanını kazanmış birçok Yahudi yazar, eserlerinin içinde kendi laik Yahudi hayat görüşlerine yer verirler. Allen Ginsberg’in şiirleri genellikle Yahudi temalara değinir (“Howl” ve “Kadiş” gibi özellikle otobiyografik çalışmaları). Dünya edebiyatına katkıda bulunan diğer Yahudiler arasında Alman şair Heinrich Heine, Rus yazar Isaac Babel ve Praglı Franz Kafka da bulunur.

“Modern Yahudilik: Bir Oxford Rehberi”nde Profesör Yaakov Malkin şöyle der: “Laik Yahudi kültürü zaman testinden geçmiş, Yahudi olsun olmasın herkesin paylaştığı, estetik bir keyif kaynağı olan, içinde yaratıldıkları sosyo-kültürel şartları aşan edebi eserleri himayesinde tutar. Bunların arasında Shalom Aleichem, Itzik Manger, Isaac Bashevis Singer, Philip Roth, Saul Bellow, S.Y. Agnon, Isaac Babel, Martin Buber, Iasiah Berlin, Haim Nahman Bialik, Yehuda Amichai, Amos Oz, A.B.Yehoshua ve David Grossman gibi yazarlar vardır. Ayrıca Batı dünyasına ve Yahudi kültürüne büyük etkisi olan Heinrich Heine, Gustav Mahler, Leonard Bernstein, Marc Chagall, Jacob Epstein, Ben Shahn, Amadeo Modigliani, Franz Kafka, Max Reinhardt, Ernst Lubitsch ve Woody Allen’ın da eserlerini içerir.

Tiyatro

İlk profesyonel Yidiş tiyatro 1876’da Romanya’da Ukraynalı Yahudi Abraham Goldfaden tarafından kuruldu. Bu kumpanya ertesi yıl Bükreş’te büyük beğeni kazandı. On yıl içinde Goldfaden ve diğerleri Yahudi tiyatrosunu Ukrayna, Rusya, Polonya, Almanya, New York ve Aşkenaz nüfusu kalabalık olan diğer şehirlere taşıdılar. 1890’la 1940 arasında sadece New York’ta bir düzineden fazla Yidiş tiyatro grubu özgün oyunlar, müzikaller ve ünlü tiyatroların ve operaların Yidiş düzenlemelerini sahneye koymaya devam etti. Bu oyunlardan belki en tanınmışı S.Ansky tarafından Yidiş dilinde yazılmış olan “Dibuk” idi. (1919).

20’nci yüzyılın başında, New York’un Yidiş tiyatrolarında sahneye konan oyunlar, İngilizce dilindekilere rakiptiler hatta eserlerin kaliteleri daha da üstündü. O dönemde Yidiş dilinde yedi tane günlük gazete basılıyordu.

Aslında Amerikan Yahudilerinin bir sonraki nesli Yidiş değil, İngilizce konuşuyordu. Böylece Yidiş tiyatrosunun artistik enerjisini Yahudilik dozunu azaltarak Amerikan tiyatrosuna uyarlamaya başladılar.

Avrupa’da Yahudiler tiyatronun değişik kollarında aktif, hatta liderdiler. Holokost’tan sonra birçok Yahudi bunu devam ettirdi. Örneğin, Nazi Almanyası öncesinde Nietzsche’nin “Yahudi olmayan aktör ne işe yarar?” dediği gibi, oyuncu, yönetmen ve yazarların çoğu Yahudi’ydi. Berlin’de tiyatro yönetmenlerinin % 80’iyle, tiyatro yazarlarının % 75’inin Yahudi olduğu söylenir.

İngiliz tarihçi Paul Johnson yüzyılın sonunda Yahudilerin Avrupa kültürüne yaptıkları katkılar hakkında yorum yaparken, şöyle yazıyor: “Yahudi etkisinin en kuvvetli olduğu alan tiyatroydu, özellikle Berlin’de. Carl Sternheim, Arthur Schnitzler, Ernst Toller, Erwin Piscator, Walter Hasenclever, Ferenc Molnar ve Carl Zuckermayer gibi tiyatro yazarları ve Max Reinhardt gibi tanınmış yapımcılar dönemin modaya uygun solcu, cumhuriyetçi, deneysel, ve cinsel konularda cüretli olan tiyatro sahnelerine bazen hükmeder gibi görünürlerdi. Ancak bu ortam devrimci değil, Yahudi’den çok kozmopolit bir ortamdı.

Yahudiler ayrıca Avusturya, İngiltere, Fransa ve Rusya’da da bu ülkelerin kendi dillerinde olmak üzere tiyatroya ve tiyatro oyunlarına benzeri katkılarda bulundular. Yahudilerin Orta Avrupa tiyatrolarıyla ilişkileri, Nazilerin yükselişi ve Yahudilerin kültürel mevkilerden atılmalarıyla duruşa geçti; buna rağmen birçoğu batı Avrupa’ya veya Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşip çalışmalarına devam ettiler.

Yidiş Tiyatrosu’nun, tiyatro dünyasında büyük etkisi olduğu yıllarda, Yidiş dilinde 100’den fazla film yapıldı. Bugün bunların çoğu kayıptır. Tanınmış filmler arasında “Shulamit” (1931), filme çekilen ilk Yidiş müzikali “Karısının Sevgilisi” (1931), “Milletinin Kızı” (1932), anti Nazi film “Göçebe Yahudi” (1933), Yidiş “King Lear” (1934), “Şir Aşirim” (1935), gelmiş geçmiş en popüler Yidiş filmi “Yidl ve Fidl” (1936), “Çocuğum Nerede?” (1937), “Yeşil Kırlar” (1937), “Dibuk” (1937), “Şarkıcı Nalbant” (1938), “Tevye” (1939), “Mirele Efros” (1939), “Yol Uzun” (1948), ve “Tanrı, İnsan ve Şeytan” (1950) vardı.

Amerikan film endüstrisindeki Yahudi girişimcilerin listesi dillere destandır: Samuel Goldwyn, Louis B. Mayer, the Warner Brothers, David O. Selznick, Marcus Loew ve Adolph Zukor ile başlayıp, günümüzün devleri Michael Ovitz, Michael Eisner, Lew Wasserman, Jeffrey Katzenberg, Steven Spielberg, Stanley Kubrick ve David Geffen’le devam eder. Gene de bu kişilerin arasında, Steven Spielberg’in dışında çok azı filmcilik sanatlarında veya konularında belirgin bir Yahudi duygusallığı gösterdiler. Daha fazla Yahudi duyarlılığı Marx Kardeşler’in, Mel Brooks veya Woody Allen’nın filmlerinde görülebilir. Hollywood sinema endüstrisindeki diğer özellikle Yahudi filmi örnekleri Barbra Streisand’ın “Yentl” (1983) ve John Frankheimer’ın “the Fixer” (1968) adlı yapıtlarıdır.

Yahudi film müziği bestekârları 20’nci yüzyılın birçok tanınmış filmi için beste yapmışlardır. Elmer Bernstein, Danny Elfman, Elliot Goldenthal, Jerry Goldsmith, Bernard Herrmann, Alan Menken, Alfred Newman, Lalo Schifrin, the Sherman Brothers, Howard Shore, Max Steiner ve Dimitri Tiomkin bu kişilerin en verimlileri arasında yer alır.

Müzik

Yahudilerin müziğe katkıları yaşadıkları ülkelerin kültürlerini yansıtır; bunlar arasında en belirgin örnekler Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ve Avrupa’daki klasik ve pop müzikleridir. Buna rağmen bazı müzik türleri belirli Yahudi toplumlarına özgündür; örneğin İsrail müziği, Klezmer, Sefarad ve Ladino müziği ve Mizrahi (doğulu) müziği.

Yahudiler ayrıca pop müziğine katkıda bulunmuşlar ve Amerika Birleşik Devletleri’nde pop müziğinin bazı dallarına egemen olmuşlardır. Bu, Avrupa’da daha az geçerli olmasına rağmen, Amerika’da ilk etkin Yahudi pop müzik sanatçıları Irving Berlin, Kurt Weill ve Sigmund Romberg gibi Avrupa’da doğmuş olan kişilerdi. Yahudilerin Amerikan pop müziğindeki ilk belirgin katkıları sevilen şarkılar ve müzikallerdi. “Songwriters Hall of Fame” (Saygın Şarkı Yazarları Derneği) üyelerinin yaklaşık yarısı Yahudi’dir. Başlangıcından beri ve bugün hala bir noktaya kadar Yahudi bestekârlar ve güfteciler ön plandadır.

Caz çoğunlukla Afrika kökenli Amerikalı zencilerden kaynaklanan bir sanat türü olarak görüldüğü halde, klarnetçi Mezz Mezzrow, Benny Goodman ve Artie Shaw; saksafoncu Michael Brecker, Paul Desmond, Kenny G, Stan Getz, Benny Green, Lee Konitz, Ronnie Scott ve Zoot Sims; trompetçi ve kornetçi Randy Brecker, Ruby Braff, Red Rodney ve Shorty Rogers; baterist Buddy Rich, Mel Lewis ve Victor Feldman ve şarkıcı/piyanistler Billy Joel, Al Jolson, Ben Sidran ve Mel Tormé gibi birçok Yahudi müzisyen bu sanata katkıda bulunmuşlardır. Harry Kandel ve Teksaslı Bill Averbach gibi bazı sanatçılar Caz’ı Klezmer’le karıştırarak icra etmeleriyle ünlüdürler; Flora Purim gibi diğer bazıları Latin Caz ve Caz kaynaşması türlerinde çalışmışlardır. Caz müziğinin büyük bir kısmı Yahudi yapımcıların desteğiyle Yahudi ve Amerika Birleşik Devletleri’ne müzisyenler veya siyah müzisyenlerden oluştuğu için bu sanat türü “ırkçıların korkulu rüyası” oldu.

İlk “rock and roll” sanatçıları çoğunlukla siyahlar veya güneyli beyazlar olduğu halde, Yahudi şarkı yazarlarının bu konuda önemli bir rolü oldu. Jerry Leiber ve Mike Stoller, Carole King ve Gerry Goffin, Neil Diamond, (Türk asıllı) Neil Sedaka ve yaklaşık bütün diğer Brill Binası şarkı yazarları Yahudi’ydi; Phil Spector da öyle. 1960’larda şarkıcıların/şarkı yazarlarının yükselmesiyle bazıları (King, Diamond, Sedaka) sahneye çıktılar, Burt Bacharach gibi diğerleri de çoğunlukla şarkı yazarı olarak çalışmaya devam ettiler. Rock çağında Yahudi müzisyenler çoğunlukta değildi, ancak birçoğu folk ve rock karışımıyla çalıştı. Bunların arasında Bob Dylan, David Bromberg, David Grisman, Kinky Friedman, Jorma Kaukonen, Leonard Cohen, Simon and Garfunkel; sadece rock dalında David Lee Roth, Lenny Kravitz ve Army of Lovers gibi pop toplulukları ve Beastie Boys’ların her biri bulunmakta.

Klasik müzik dalında Yahudilerin Avrupa müzik dünyasındaki katkısı, Yahudilerin İngiltere, Fransa, Avusturya-Macaristan, Alman İmparatorluğu ve Rusya’da sosyeteye kabulüyle gittikçe büyüdü. Ünlü Yahudi romantik bestekârlar arasında Fransız Charles-Valentin Alkan, Paul Dukas ve Fromental Halévy, Bohemyalı Josef Dessauer, Heinrich Wilhelm Ernst, Karl Goldmark ve Gustav Mahler, Alman Felix Mendelssohn ve Giacomo Meyerbeer, ve Rus Anton ve Nikolai Rubinstein örnek gösterilebilir.

20’nci yüzyılda Yahudi bestekâr ve enstrüman maestrolarının sayısı, coğrafi dağılmalarıyla aynı oranda çoğaldı. Yahudi bestekârlar çoğunlukla Viyana’da ve Nazi öncesi Avusturya ve Almanya’daki başka şehirlerdeydiler. 19’uncu yüzyılın sonlarında ve 20’nci yüzyılın başlarında, Yahudiler Viyana konservatuarlarındaki öğrencilerin üçte birini oluşturuyorlardı.

Viyana’nın dışında Yahudiler bir dereceye kadar Paris ve New York’ta da göze çarpmaktaydılar. New York’taki Yahudi nüfusu göç dalgalarıyla hızlı bir şekilde büyüyordu. 1930’larda Nazilerin yükselişi sırasında Yahudi yapıtları “yozlaşmış müzik” olarak damgalanırken birçok Avrupalı Yahudi bestekâr Amerika Birleşik Devletleri’ne ve Arjantin’e göç edip bu ülkelerin klasik müziğini güçlendirdiler. 20’nci yüzyılın Yahudi bestekârları arasında örnek olarak Avusturya’dan Arnold Schönberg ve Alexander von Zemlinsky, Almanya’dan Hanns Eisler, Kurt Weill ve Theodor W. Adorno, Bohemya ve daha sonra Çek Cumhuriyeti’nden Viktor Ullmann ve Jaromír Weinberger (Ullmann daha sonra Auschwitz ölüm kampında can verdi), Amerika Birleşik Devletleri’nden George Gershwin ve Aaron Copland, Fransız Darius Milhaud ve Alexandre Tansman ve Rusya’dan Alfred Schnittke gösterilebilir.

Bazı klasik müzik tarzları Yahudi bestecilerle bağdaştırılır; bunların arasında Fransız Operası’nın Romantik Çağı da yer alır. Bu tarzın en verimli bestekârları arasında Giacomo Meyerbeer, Fromental Halévy ve Jacques Offenbach yer alır.

Bestecilerden ayrı olarak Guido Adler, Leon Botstein, Eduard Hanslick, Abraham Zevi Idelsohn, Julius Korngold ve Hedi Stadlen gibi birçok ünlü Yahudi müzik eleştirmeni, müzik teoristi ve müzikolojist yer almıştır. Yahudi klasik müziği sanatçıları çoğu zaman kemancı, piyanist ve çello’cu olmuşlardır. Tanınmış örnekler, aynı sıraya göre Isaac Stern, Vladimir Ashkenazy ve Leonard Rose’dur. Ayrıca Gustav Mahler’le başlayıp günümüzde daha sıkça görülen, aralarında Leonard Bernstein gibi milletlerarası üne ulaşmış meşhur Yahudi orkestra şefleri de olmuştur.

Görsel Sanatlar

Görsel sanatlarda müzik ve tiyatroya kıyasla Yahudi geleneği çok daha azdır. Bunun en mantıklı ve genel olarak kabul edilen nedeni, Yahudi müzik ve edebiyatında da daha önce bahsettiğimiz gibi, Yahudi kültürünün Rönesans’a kadar dinsel geleneklere bağlı olmasıydı. Birçok dini uzman İkinci Emir’in görsel sanatları putvari görüntü sayarak yasakladığına inandığından, Yahudiler 18’inci yüzyılın sonlarına doğru özümlenmiş Avrupa toplumlarında yaşamaya başlamadan önce, Yahudi sanatçılar, ressamlar çok nadirdi.

Yahudilerin Avrupa’daki görsel sanatlarla uğraşıları, 19’uncu yüzyıla değin ilgilenmedikleri Avrupa klasik müziğiyle aynı zamanda gelişmiştir. Bu gecikme zamanla 20’nci yüzyılda Modernizm’in yükselmesiyle aşıldı. Yahudilerin sanatsal varlığı I. Dünya Savaşı’ndan sonra artarak patlama yaptı. Yahudiler eşit haklar kazandılar, politikaya atıldılar, sanatkâr oldular. Bu bir nevi Yahudi kültür rönesansı idi.

Yahudiler Avrupa’nın modern sanat hareketlerinde önemli bir rol oynadılar: Art Deco (Tamara de Lempicka), Bauhaus (Mordecai Ardon), Constructivism (Boris Aronson), Cubism (Nathan Altman), Expressionism (Chaim Soutine), Impressionism (Leonid Pasternak), Minimalism (Richard Serra), Orphism (Sonia Delaunay), Realism (Raphael Soyer), Surrealism (Victor Brauner), ayrıca özellikle bir tek harekete bağlı olmayanlar, örneğin Maurycy Gottlieb, Nahum Gutman ve Charlotte Salomon.

Yahudi Mizahı

Yahudi geleneğinde mizahın Tevrat’a kadar uzanan bir geçmişi olduğu halde, Yahudi mizahı genellikle günümüzde, (doğu Avrupa kaynaklı olup) son yüzyıl içinde Amerika Birleşik Devletleri’nde gelişmiş olan sözlü, kendiyle alay eden ve çoğunlukla fıkra türündeki sanattır.

Yahudi mizahı birkaç değişik gelenekten kaynaklanır. Bunların ilki Tevrat’ın entelektüel yönü ve dini kanunlarla ilgili olan tartışma yöntemleridir. Dinsel kanundaki yorumları anlamlandırabilmek için ayrıntılı dini kuralların tartışmaları ve gülünç durum oluşturabilecek konular kullanılır.

Hillel Halkin Yahudi mizahıyla ilgili deneme yazısında, kendiyle alay etme yönteminin bazı köklerini Arap geleneklerinin orta çağlarda Yahudi edebiyatına nüfuz etmesine bağlayıp, Yehuda Alharizi’nin “Tahkemoni”sinden bir espri kullanır.

Daha yakın bir gelenek, doğu Avrupa’daki Yahudi toplumlarında güçlü kişilerle açık açık değil de, belli etmeden dalga geçildiği eşitlik geleneğiydi. Saul Bellow’un dediği gibi, “ezilen kişiler nükteli olurlar.” “Badchens” denilen soytarılar düğünlerde toplumun önde gelen kişileriyle dalga geçip, mizahı iyi niyetli bir eşitleştirme aracı olarak kullanırlardı.

Yahudi mizahı araştırmacısı Haham Moshe Waldoks, şöyle demiştir: “Kendilerini diğerlerden yüksek ve güçlü gören kişilerin kibrini azaltmak için kullanılan “shtoch” denen dürtmeler, alaylar vardı. Ancak Yahudi mizahı toplumun içinde kendi kendini eleştirmek için kullanılan ve bu konuda çok güçlü olan bir araçtı. Mizahçı, peygamber gibi, insanları zayıf noktalarından yakalardı. Doğu Avrupa’nın mizahı özellikle fakiri yüksek sınıftan olan kişilerin veya resmi yetkililerin istismarından korumak için kullanıldığından, Hahamlar, hükümet yetkilileri ve zenginler hep mizah konusu olarak kullanıldılar. Aslında bir sosyal rahatlama yoluydu.”