YAŞAMA ÖZGÜRLÜĞÜ

KHURMA Can Keskin

İnsanoğlunun en doğal hakkıdır yaşama özgürlüğü. Nedenleri ne olursa olsun savaşların önüne geçmek çok zor. İnsanlığın yeryüzünde var olduğundan bu yana savaşsız geçen yıllar çok az. Birey olarak 60-70 sene kısıtlı bir ömre sahip olduğumuzda; yaşanılan olayları yaşadığımız ana göre değerlendirip ona göre yorum yapıyoruz ki belki de başka bir şansımız da yok.

İçinde yaşadığımız olayları,  algılama kapasitemize göre değerlendiriyoruz. Kanılarımıza göre hüküm verdiğimiz, varsaydığımız; özelde kendi dünyamızda, genelde evrende biz kabul etsek de etmesek de; farkında olsak da olmasak da bir sistem işliyor. İnsan olarak bu sistemdeki sorumluluğumuzun, farklılığımızın farkına varıp sistemdeki yerimizi bulabilmek, belki de asıl yaşam amacımız olmalı. Kısaca hayatın özeti; önceden planlanmış iş ve oluşları plana uygun bir şekilde var etme, ortaya çıkarma uğraşısıdır.

Sadece insanlar açısından değil, diğer canlılar açısından düşünürsek özellikle hayvanlar dünyası açısından durum farklı değil. Hiç aç bir aslanın; yavru da olsa bir ceylana acıdığını ve yemediğini düşünebilir misiniz? Elbette hayır. Belli kriter altında kalmak suretiyle, buna iç güdüsel de diyebiliriz. Onlar varolma görevlerini yerlerine getiriyorlar. Sadece kendilerine yetecek kadarını elde ettikten sonra diğer canlıların kendi paylarını almaları için aradan çekilmeleri ve neticede leş yiyiciler ve karınca, böcek vb. ile devam eden olağanüstü bir dönüşüm ve sistem. Ki, hayvanların çoğunluğunun yeryüzünde insanlardan milyonlarca yıl önceleri varolduklarını  düşünürsek ve şu anki canlı türlerinin durumlarını karşılaştırırsak, eğer insanlar olmasaydı göktaşı, tufan, yanardağ aktiviteleri vb. gibi doğal afetlerden olmasa belki de sonsuza kadar pek çok hayvan türü varlıklarını sürdürebilecekti.

Peki  “yaşayan diğer canlılardan bizi ayıran en önemli özellik nedir?” desek ilk aklımıza gelen şey “zeka” demek olurdu. Zeki insan tanımlamasını; içinde bulunduğu ortamdan kendisine en az zararı verecek (doğal olarak kendisi için maksimum fayda sağlayabilecek) pratik çözümler üretebilen insandır, biçiminde verebiliriz. Bir bakıma zeka, insanları zor durumlardan geçici olarak kurtulmasına neden olan anlık zihinsel faaliyetlerdir.  Bazı durumlarda kişisel çıkar söz konusu olduğu için etkisi ve sonuçları da muallakta kalıyor.

Bu durumda, daha mantıklı olan varolan beyin ve düşünce kapasitemizi akıl yoluyla değerlendirerek sebeplerden sonuç çıkarabilme, idrak edebilme anlayabilme özelliği insanları diğer canlılardan üstün kalan özellik olarak kalıyor. İnsanın sahip olduğunu varsaydığı sevgi, merhamet, şefkat, bencillik, kıskançlık, hırs gibi özellikler doğuştan gelen insanın yaratılış programında varolan özelliklerdir.

Konuyu fazla dağıtmadan asıl konumuza gelirsek yukarıdaki görüş ve düşünceler doğrultusunda bence doğuştan bir takım özellikler bize verilmiş. Sadece Kültürel genlerimiz yoluyla farkında olmamız isteniyor. Savaşların önüne geçmek çok zor. Adeta savaşlar bir doğa kanunu. Sistem gereği. Öte yandan savaşların en büyük yıkıcı ve kalıcı etkilerinin görülmesinin kaçınılmaz olduğu başta çocuk, kadın ve yaşlılar olmak üzere sivil insanlar ve bu insanların varolabilmek için başka topraklara sığınmaları ya da sürülmeleri; mülteci statüsüne düşürülmeleri de ne yazık ki istenilmeyen bir son.

Madem savaşları önleyemiyoruz o halde etkilerini minimuma indirebiliriz. Yardıma muhtaç insanlara ırk, dil, din ayrımı yapmaksızın yaklaşmak gereğini kabul etmemiz gerekir. Kuran’da da örneği verildiği şeklinde ve Hz.Muhammed (sas) tarafından söylendiği rivayet edilen “Komşusu açken tok olan bizden değildir” sözünün çok güzel ifade ettiği şekilde kendine yakın olan kişi ve kişilerin ihtiyaçlarına yardımcı olunması bir görev olmalıdır.

Şimdi peki gelin bir özeleştiri yapalım. Kendimi bu özeleştirinin dışında tutmuyorum. Hatta şu ana kadar üyesi olduğum ağırlıklı olarak Marje grubu ve diğer Çerkes Platformu, Çerkes Sohbet, Adiga Group, Nart Kültür mail gruplarından yazılarını okuduğum, düşüncelerimi paylaştığım hatta bazılarını tv ekranlarında gördüğüm sanal ortam arkadaşlarıma nazaran  uygulama ve organizasyon açısından oldukça eksik olduğumu kabul etmekle birlikte; Kuzey Kafkas diasporasının durumuna bakmak istiyorum.

Yıllardan beri aynı ortak amaç olan kültürümüzü ayakta tutabilmek adına pek çok insanımız çeşitli faaliyetlerde bulundular, bulunmaya da devam ediyorlar. Günümüz koşullarına göre geçmişte yapılan faaliyetleri değerlendirirsek yanılgıya düşeriz ki, ben de son zamanlara kadar böyle düşünenlerdendim. (Yani, suçu kendinden öncekilere atma işi. Sorumluluktan kurtulabilmek için insan zekasının oynadığı oyun). Kültürümüz bulunduğumuz yerlerde yaşatmak uğruna farklı görüş ve hareket tarzlarını benimsemiş olsak da, bu yolda kendi koşullarına göre yapılan her şeyi takdir etmemek yanlış bir tavır olur. Elbette yeterli olmayabilir, yeterli olmamalı ki gelişme sağlansın.

Şimdi gelin birazda geçmişe gidelim. Kuzey Kafkas halkları olarak bilinen insanlar Kafkasya’da ilk görünmesinden bu yana (Nartlar olarak adlandırılan) modern dünyanın gelişmesine öncülük etmiştir. Kültürümüzün, bugün bile varlığını ve etkisini devam ettiren Grek uygarlığına ve diğer medeniyetlerin gelişimine bir temel oluşturduğunun kabulünden hareket edersek; son 60-70 yıla kadar herhangi bir yazılı kaynağı olmayan, tarihte bilebildiğimiz kadarıyla kendi adına hiç bir zaman bir devlete sahip olamamış olan, zaman zaman casusluk uzantılı araştırmalar için gelenleri bile kendine hayran bırakan bir dönem yaşanmıştır. Haklı olarak bir Çerkes kendi kimliğini söylerken sanki çok üstün bir rütbeden söz ediyormuş gibi övünür. İnsanlara hayranlık uyandırmayı sağlamış olan eşsiz bir kültür birikimine sahibiz ve dışarıya bu izlenimi bırakmamız elbette yaşadığımız toplumlar içinde hepimizin bildiği tavır ve hareketler doğrultusunda olmuştur. Ancak dışarıya fazlasıyla cömert olan insanımız ne yazık ki, kendi toplumuna gelince bu duyarlılığı gerektiği şekilde gösterememiştir.

Bu görüş ışığı altında da Çeçenya-Rusya sorununa bakmak istiyorum. Bu sorununun yüzlerce yıl öncesine dayanan bir temeli olduğu biliniyor. Kabul etsek de etmesek de Rusya-Kuzey Kafkasya halkları sorunu içinde bulunduğumuz ülkenin ekonomik ve politik bir takım dengelerinin de mecbur kıldığı şekilde hareket alanımızı kısıtlamaktadır. Siz siyasi-politik-dini vb. açılardan her iki devleti de benimsemeyebilirsiniz. Kendinize özgü nedenlerden ötürü bu duruma uzak durabilirsiniz ama ya mülteciler konusu. Sayısı bini az çok geçen mülteciler konusunda sayımızın 5-7 milyon olduğunu iddia ettiğimiz ve son zamanlarda dayatmalarla da olsa bir takım kazanımlara sahip olduğumuz bir süreçte, mültecilere yaklaşım şeklimiz böyle mi olmalıdır?

Bu arada kısa bir ekleme yapayım: eski DEP’lilerin tahliye edildiği, göstermelik de olsa farklı dillerde yayınların başladığı, diğer yandan terör olaylarının yeniden canlanacağına ilişkin bazı işaretlerin geldiği (hatta buna Türkiye’nin AB üyeliği karşıtlarının Hıristiyan demokrat unsurlarının AB de söz sahibi olmaya başlamasını da ekleyebiliriz) böyle bir ortamda Türkiye AB’den Aralık ayı içinde tarih almaya uğraşıyor. Varsayalım ki tarih alamadı ve AB ümidinin iyice azaldığını görüp tekrar eski konuma geçilmesi için verilen sözde hakların geri alınması durumunda Kuzey Kafkas diasporası olarak acaba nasıl bir yol izleyeceğiz?

Yine asıl konumuza gelirsek; Çeçen-Rus savaşının nedenlerini çeşitli nedenlerden ötürü kabul etmeyebilir, her iki tarafın yaptıklarını benimsemeyebilirsiniz. Ancak savaştan en çok etkilenen Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde belirtildiği haklara sahip olması gereken mülteci konumuna düşürülmüş insanlarımızın temel yaşam gereksinimleri içinde yaşadığınız ülkenin ya da kendi ekonomik, siyasi, dini görüş ve düşüncelerinize feda etmemelisiniz, etmemeliyiz. Çeçenya konusunda elbette askeri, gıda vb. yardımlar yapılıyordur ama artık aleni olarak bir şeyler yapılmalı. Eminim ki, çok değerli hukuk adamlarımız mültecilerin bir insanın en doğal hakkı olan asgari sınırlara sahip olması uğrunda; hükümet bazında, yasal kanıtlara dayanarak pek çok uğraş veriyordur.

Kuzey Kafkasya halkları olarak bizlerde ve diğer halklarda elbette kopuk kopuk da olsa bir takım yardım uğraşları içindedir. Bakın Marje’ye gelen en son maillerden birinde (eğer tekzip edilmediyse) Çeçen yetkililerin, yaşanması muhtemel bir Gürcü-Abhaz savaşında Abhazya’yı desteklemeyecekleri belirtiliyor. Bir önceki savaşta Abhazya’nın yanında yer alarak Gürcülere karşı savaştıkları için Gürcülerden özür bile dileniyor. Çeçenlerin bu davranışının altında da Abhazya’nın Gürcü tehdidine karşı Rusya ile birleşme tehdidi yatıyor. Elbette bunlar iktidar düzeyinde düşünülenler. Acaba halk ne düşünüyor? Bir bakıma tilkiden kaçıp kurdun kucağına düşmek ya da tam terside olabilir. Doğal olarak bu durumda Rusya’nın işine geliyor. Görünürde Abhazya’nın da işine gelmiyor değil.

Hangi açıdan olaya bakarsak bakalım varolabilmek için Kuzey Kafkasya halklarının birlikte olmasından birlikte hareket etmesinden başka bir seçenek kalmıyor. Çözüm ancak şöyle olabilir; ya Rusya Kafkasya üzerinde 300 yıldan beri sürdürmekte olduğu emellerinden vazgeçecek ve isteyen her topluma istedikleri şekilde devlet kurmalarına izin verecek ya da Kuzey Kafkas halkları bütün hak ve özgürlüklerinden vazgeçerek kendilerini kayıtsız şartsız Rusya Federasyonu’nun bayrağı altına teslim edecek ki, bunun olmazsa olmaz koşullarından birisi ve belirleyicisi de din olgusu olacak. Topyekün inançların değiştirilmesi. Öte yandan şu anda öyle bir durum yaşanıyor ki, bu iki seçenek bile Kafkasya’ya arzu edilen barışı ve güvenliği getirmeyebilir.

21.yüzyılda ABD, hamleleri ile iyice ezeli düşmanı Rusya’yı tehdit eder hale geldi. Dikkat ederseniz Hollywood filmlerinde dünyanın sonunu iki şey getirir; ya Rus-ABD nükleer savaşı ya da dünyayı istila eden uzaylılar. Hatırlayın, düne kadar 10-15 yıl öncesi; Türkiye PKK ile mücadele ederken televizyonlarda bir takım terörist grupların dünyayı tehdit etmesinden bahsederdi. O zaman için bana mantık dışı ve açıkçası komik gelen bu filmler neredeyse hepsi şu anda yaşanmaktadır.

Yine asıl konumuza dönelim. Adı ve inandığı yöntem ne olursa olsun aynı ortak amaca ulaşmak için var olduklarına inandığım Kaf der,Kafkas Vakfi, Bkd vb. her ne kadar bizi temsil eden,temsil ettiğini iddia eden dernek ve kurumumuz varsa (ki, muhtemelen bazı kilit noktalarda mevcut durumu devam ettirme niyetinde olan Rus-Türk ajan diye adlandırabileceğimiz oluşumlarda vardır) Kuzey Kafkas halkları olarak aynı hedefe varma yönünde birlikte hareket ederek, senkronize bir şekilde yürümeye başlamanın zamanı gelmiştir. Bu artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Başlangıç noktası olarak; Çeçen mültecilere sahip çıkma Çeçenya’da akan kanı durdurma ve bu uğurda somut, gerçekçi, düzenli, sürekli ve amaca ulaşana dek sürecek politikalar, stratejiler belirleme ve uygulamaya koyma zamanı gelmiştir. Çeçenya mültecilerine sahip çıkabildiğimiz gösterebilmek ve 5-7 milyon nüfusumuz üzerinden kendi kişisel egolarını tatmin etme peşinde olanlara ya da bağlı bulundukları görüşleri doğrultusunda çalışanlara emellerini gerçekleştiremeyeceklerini göstermek ve haksızlıklar karşısında Kuzey Kafkasya halkları olarak tek vücut olabilmek azim ve kararlılığını somut anlamda sağlamak için gerekli girişimleri hızla uygulamaya geçirilmesi gerekir. Ben bunu zaten kültürel genlerimizde saklı olan ve damarlarımızda dolaşan evrensel gerçekleri zahire çıkarmak olarak da adlandırıyorum.

Geçmişte ve şu an defalarca Marje’ye ve diğer platformlara görüşlerimi yazdım. Temel konulara bakış açım aynı kalmakla birlikte bazı görüşlerimde ve hayata bakış açımda bir takım değişiklikler olmadı desem yalan olur. Aslında bu da evrensel bir gerçeğin neticesi ki, temelde hiç bir şey 1 salise önce olduğu gibi değildir. Her şey, her an yenilenmektedir ancak bu her şeye insan olarak bizde girdiğimizden, kendimizdeki ve etrafımızdaki yenilikleri fark edemeyebiliriz ama algılayabiliriz. Uygulamaya konmayan (aslında yaşam uygulamadır) öneri ve düşünceler beynimizi boş yere işgal eder.

Sonuç olarak, Kuzey Kafkas halkları olarak ‘ortak hareket etme gereği’ artık bir zorunluluk olmuştur. Bunun başlangıç noktası da Çeçenya ve Çeçen mülteciler sorunun çözümlenmesi. Havada kalmayacak, anlık vicdan rahatlığı şeklinde olmayacak şekilde sürekliliği olacak ileride bu insanların kendi ayakları üzerinde yürüyebilmesine imkan verecek biçimde kapsamlı, planlı projeler üretme ve uygulamaya sokabilme kararlılığında olmamız gerekir. Dışarıdan bakıldığında ses getirmeliyiz (ki, aslında bu hiçte önemli olmamasına karşın; dışarıya karşı ve nüfusumuz üzerinden yararlanma amacını güdenlere karşı birlikteliğimizin vurgulanması açısından önemli.)

Kaba ama etkili bir örnek vereyim: Askerliğini yapan herkes hemen hemen yaşamıştır. O üniformayı giydiğiniz anda ekonomik, politik, kişisel vb. görüşünüz düşünceleriniz ne olursa olsun bir süre sonra; herkesin tek bir amacı olduğunu görürsünüz: Bir an önce teskereyi alıp askerliği bitirebilmek ve mümkünse bir daha en azından uzunca bir süre askeri herhangi bir alanın 5 km. yakınından geçmemek. Bu örnek benzeri; Çeçen mültecilere yaklaşmalı Çeçen mülteciler için asgari yaşam standartlarını sağlama amacı ortak amaç olmalıdır. Bu arada eğer bu ana kadar inatla yazdıklarımı okuma zahmetine katlanmış olanlar “Bu zamana kadar aklın neredeydi?”, “Bunlar zaten bilinen şeyler” tarzında yaklaşabilirler ki, kendilerine göre haklıdırlar ve saygıyla karşılarım. Ancak belki bunları yazabilmem için bu olayları yaşamış olmam gerekiyordu.