BU ÜLKEDE EŞEĞE BİLE YAŞAMA HAKKI YOK!

22  Ocak 2021

Başlıktaki ‘’bile’’ kelimesi eşekleri aşağılamak amaçlı değildir. Bu memlekette en çok eşek kelimesi hakaret manasında kullanıldığı için ‘’bile’’ diye yazdım.

Müsaadenizle konumuza dönelim:

Yobazı ve milliyetçisi bol olan ülkelerde, hayvana değer verilmez. Sokak kedilerine ve köpeklerine yapılan işkenceleri sık sık görüyorsunuzdur. Belediyelerin hayvanları zehirli yiyeceklerle toplu katliam yaptıklarını da biliyorsunuz. İçimi en yakan, bir köpeğin boynuna taş bağlayarak suya atılarak öldürülmesi fotoğrafıydı. Buraya koymaya bile yüreğim kaldırmadı.

Böyle binlerce olay var.

Bir sağlıkçı olarak net söyleyeyim, bu toplumun yüzde 70’i ağır derecede ruh hastası. Doğuştan gelen bir hastalık bu. Faydalandığı hiçbir şeye saygısı olmadığı gibi, onu aşağılamayı, işkence ederek zevk almayı, yok etmeyi kendinde hak görüyor. Yani ne doğaya, ne hayvana bir gram saygıları yok. O sebeple de gördüğü ağacı kesiyor, önüne gelen hayvana tekme atıyor. Bunları yaparak ruhsal sağlığını düzeltemediği için el yükseltiyor ve bu kez insana yöneliyor. Yani, güçlü değilse; çocuğunu, karısını, güçlü ise mahallesine kentine saldırıyor. Örnek vermeme de gerek yok. Açın gazeteleri bunlarla ilgişli binlerce haber bulursunuz.

Son haber, kendini ‘’insan’’ kategorisinde gören herkesi dehşete düşürür. Aynen aktarıyorum:

Samsun’da arazide ağzı çelik tel ile bağlanıp ölüme terk edilen başıboş bir eşek bulundu. Eşeğin ağzındaki teli kırarak çıkaran Tunay Kurt, “Bu hayvanın günahı ne?” diyerek tepki gösterdi.

Samsun’un Atakum ilçesi Karakavuk Mahallesi’nde oyun oynamak için dışarı çıkan Eylül Kurt adlı çocuk, boş bir arazide duran eşeğin ağzının tel ile bağlı olduğunu görüp, babası Tunay Kurt’a haber verdi. Kurt, eşeğin ağzına sarılı teli çıkardı. Kurtarılan eşek, bakım altına alındı.

Tunay Kurt, kızı sayesinde eşeğin ölümden döndüğünü söyledi:

“Bu hayvanın günahı ne? Bu hayvanın aç kalıp ölmesini mi istiyorsunuz? Allah kızımdan razı olsun, eğer o görmeseydi bu hayvan açlıktan, susuzluktan ölecekti.”

Eylül sen bir kahramansın!

Haberin sonundaki ‘’Eylül sen bir kahramansın!’’ vurgusu dikkatinizi çekti mi? Normal bir insanın yapması gereken bir hareketi yapan biri bu toplumda kahraman olarak görülüyor.

Şimdi anladınız mı niye ‘’Bu toplumun yüzde 70’i ağır derecede ruh hastası!’’ dediğimi? Çünkü iyi olanlar azınlıkta.

Yahu bir hayvanın ağzını telle bağlayarak açlıktan ve susuzluktan ölmesine sebep olmak nasıl bir sapıklıktır, derecelendirmesini siz yapın!

Bu ülke; işte Eylül ve babası Tünay’ın içinde bulundukları yüzde 30 sayesinde çökmüyor. Ve maalesef bu oran her geçen gün azalıyor.

Sadece eşekler mi? Hayır değil tabiki. Her türlü hayvana saldırıyor bu toplum. Toplum diyerek genellediğimi düşünerek kızanlar olacaktır. Türk Sİlahlı Kuvvetleri bu toplumun en seçkin, eğitimli insanlarından oluşmuyor mu? (Bana göre oluşmuyor ama yüzde 70’lik nüfus böyle düşünüyor. Ayağına taş değmesin diyor.)

İşte İzzet beyin başından geçen bir olayı size aktarıyorum.

1998 yılında Malazgirt’e tayin oldum. İzin bittikten sonra katıldığım 108. Topçu Alayı’nın ikame ettiği meskûn yerde o kadar çok kavak ağacı var ki, yüzlerce… Bir de her birinde onlarca karga yuvası… Tabiri caizse yer gök karga… Sabah akşam öylece ötüp duruyorlar. Sesleri de rahatsız edecek kadar yüksek… Ama yapacak bir şey yok, yaratılışları öyle… Bir süre sonra Alay’da vazifeli bazı subay ve astsubaylar, yapmayın etmeyin desek de, kargaları rahatsız etmeye başladı. Yuvalarını taşlıyor, ağaçları sallayarak yavruları yuvadan düşürüyorlar. Karga yuvası çer çöpten; hafif bir sarsıntı yetiyor.

Sonunda kargalar rahatsız oldu. Direnmeye başladılar. Kargalar sosyal hayvanlar; birlikte yaşıyorlar. Haliyle birbirlerine de sahip çıkıyorlar. Kendilerini taşlayan, yuvalarını bozan kişileri bellemişler. Derken bir gün, en iyi savunma taarruzdur, diyerek hücuma geçtiler. Herkese değil, kendilerine zarar verenlere saldırıyorlardı. Belledikleri kişiyi gördüklerinde, koloni halinde üzerine pike yapıyorlar. Yakalasalar parça pinçik edecekler, o kadar öfkeliler… En çok da, ordonat bölük komutanı bir yüzbaşı vardı, onu takip ediyor, binadan çıkışını bekliyorlardı. Yüzbaşı sonunda rahat yürüyemez oldu, taa kapının dibine kadar gelen araca palas pandıras biniyor, yakayı öyle kurtarıyordu.

Mücadele epeyi sürdü. Kargalar bayağı direndi ama insanoğlunun zulmüne dayanmak ne mümkün… Sabahın köründe pompalı tüfeklerle kargalara ateş etmeler, ağaçların arasında lastik yakıp dumanla zehirlemeler dahil bilinen ne kadar kalleşlik varsa yapıldı.

Kargalar köklerinin kurutulacağını anlayarak belli ki göçmüşler: Bir sabah kalktığımızda tek bir karga bile kalmamıştı. Karga düşmanları, büyük zaferi şenlikle kutladılar. Öyle ya, kargaları yenmek hakikaten büyük bir başarıydı! Amaaa… Sonra ne oldu?

Ertesi yıl, Alay’ı boydan boya yılanlar, fareler bastı. İnsanlar evlerine gidemez, çocuklarını evde bırakamaz oldu. Çünkü eşik beşik nere varsa her yer yılanların istilasına uğramıştı. Yılanlar sütü çok seviyor diye, sırf eve girmemesi için kapılarının önüne kap kap süt koyan mı ararsın, zift kokusundan rahatsız oluyorlarmış diyerek evin dışını ziftle boyayan mı ararsın…

Yetmedi; millet, evi ocağı kapattı, üçer beşer orduevinde kalmaya başladı. Hatta baktılar olacak gibi değil, bazı arkadaşlar eşyasını yükleyip memlekete gönderdi. Üçevler dediğimiz lojmanların tamamı boşaltıldı.

Kargaların gazabı, bizimkilere azap oldu. Vaktiyle hiç düşünmediler: Neden sadece o bölgede o kadar çok karga var? Etrafta yuva yapacakları o kadar çok alan varken niye burası? Tabiatın dengesi bozulunca zararını yine insanlar çekti.

İşte böyle… Bu toplumun büyük çoğunluğu ciddi manada ruh hastası…

 

*

*