ABAZA HALK DESTANI: NARTLAR

Çeviri: Yismeyl Özdemir
Yamçı Dergisi, Mayıs 1977-Şubat 1978, s.97

Kuzey Kafkasya’nın diğer halklarında olduğu gibi Abaza halkının folklorunda de Nart destanları yaşar. Bu destanlardaki olaylarda, insan üstü gücü olan iri yapılı Nart kahramanlarının Kafkasya’nın ilk sahipleri oldukları, bunların arkasından gelen binlerce yüzyıl sonra normal insan kuşaklarının ortaya çıktığı anlatılmak istenmiştir. Destanlar kuşaktan kuşağa aktarılarak ve zenginleşerek yasaya gelmiştir. Abaza halk eposu bilinen tarih çağlarından beri, -o çağların yaşam biçimi, toplum düzeni anaerkil aile düzeninden (Matriarkal düzen) başlayarak- yaşamaktadır. Matriarkal (Anaerkil) çağdan Patriarkal (babaerkil) düzen çağına dek ve daha sonraki süreçlerin özelliklerini taşıyan bu öykülerin kaybolmaması, halkın destanlara duyduğu ilginin sonucudur.

Destanlarda her çağın ayrı ayrı düşünce biçim ve sistemi açıkça belirtilmiştir. Dinsel, moral, etik ve mit özellikler, halkın yaşamının belirgin izleri olarak, destanların içinde günümüze ulaşmıştır. Bu özellikleri ve ürünler halk folklorunun ve dilinin zenginleşmesinin nedenidir. Abaza halkının dili, kendine en yakın olan Apsuwa (Abhaz) dili gibi İber-Kafkas dil ailesinin üyesidir ve bu ailenin Apsuwa-Adige grubunda olduğu gibi bir kuruluş ve doku gösterir. Bu dokunun bozulmadan günümüze dek geldiği bir gerçektir. (1)

Aynı durumu Abaza halkının Nart eposunda da görmekteyiz. Destanların başlangıcı çağımızdan binlerce yıl öncesine ulaşır.

Abaza Nart tekstleri ve hatta tüm Abaza folklor verileri 1930’lardan sonra toplanmaya başlamış, 1940’dan sonrada basın organlarında yer almıştır. Bu yıllara kadar ne destan ne de folklor veya başka bir janrda (tür) derleme çalışmalarını göremiyoruz. N. F. Dubrovin ve Ketevena Lomtatidze’nin çalışmalarını bu açıklamanın dışında tutmak gerekir. N. F. Dubrovin’in “Kafkasya’da Rus savaşları ve egemenliği tarihi” (2) adlı yapıtında sekiz sayfa halinde yer alan “Siyah Arıların Kovanı” ve daha küçük bir beyit olan ”Dzivara” Abazaca olarak yazıya aktarılan ilk halk ürünlerdir.

Abaza dilinin yazılıp okunur hale getirildiği yıllarda, Abaza folkloruna de ilgi arttı. Dilin tüm diyalekt ve şivelerini kapsayan çalışmalar yapıldı. Böylece de açık sonuçlara, daha başka bir deyişle folklor ağzından hareketle folklar diline ulaşıldı.

Lomtadidze Ketevana’nın ”Abhaz dili Tabant’a diyalekti” (3) adlı monografisi Abaza folklorunun tüm janrlarına yer verirken, Nart destan tekstlerini de içermiştir. Lomtatidze’nin ikinci monografisi Abaza folklorunun tüm janrlarını ve bunlarla ilgili 62 adet folklorik ismi toplarken Abazin dilinin (Aşkarıua diyalektinde söylenmiş olan destan tekstlerini de kapsamına almıştır. Ketevana B. Lomtadidze’nin bu iki monografisi taşıdığı folklor materyalleri nedeniyle hiçbir zaman kaybolmayacak değerde yapıtlardır. Bu tekstlerde destanlar anlatılırken kişisel söyleyiş biçimlerine bağlı kalınmak ve destanları öğrenebilmek olanağını sağlamak için güzel ve yararlı bir yöntem uygulanmıştır.

Tekstlerin kapsadığı tüm olaylar incelenirse Abaza folklorunun bu güne dek derlenip basılmış olan tüm verilerine yönelme olanağını verir. Ketevana Lomtatidze’nin derlediği ve yazılı hale getirdiği tekstlerden ”Nartların Sosrıkua” (4) ”Sosrukua” (5) ”J’alejeyin Öyküsü” (6) ”Nartların Öyküsü” (7) adlı olanlar Abaza Nart destanlarının ilk basılan bölümleridir.

Nartlarla ilgili olarak gazetelerde ilk yayınlanan öykü ”Nart Sosrıkua” (8) adı ile ”Çerkes Khapşı” adlı Abazaca gazetede basılmıştır, Arkasından 1941 yılında Tobil Talustan ”Sosrıkua ile Sotraş” (9), ”Sosrıkua ile Sosran” (10), ”Sosrıkua ile Öncü Atlı” (11) ve “Sosrıkua ile Kör Dev” (12) adlı parçaları derleyip yayınladı.

Bütün bu çalışmalara karşın, Abaza Nart Epos’u bu güne dek gerekli ilgiyi görmedi, 1967-1974 yılları arasında, her yıl yaptığımız folklor derlemeleri sırasında yazdıklarımız ile daha önce sözü edilen ve basılan Tekstler topluluğundan  elinizdeki bu yapıt ortaya çıkmış oldu.

Nart Destanları Dünya halk destanlarının en eskilerindendir. Halkımızın  sınıfsız bir bütün olduğu çağlarda üretilmeğe başlanmıştır. Toplumun o çağlardaki yapısı, ilk destan parçaları ile Sosrıkua ve Seteney Guaşe gibi tiplerin davranışından anlaşılmaktadır.

Bu parçalar, din, etik, düşünce sistemi ve gelenekler bakımından geçmiş çağların tüm izlerini taşımaktadır. Halkın yaşamını etkileyen, düşüncesinde, değer yargılarında derin izler bırakan olaylar kuşaktan kuşağa aktarılarak gelirken destan havasına bürünmüştür, daha başka bir deyişle destanlaşmıştır.

Nart halkının çağdaşı olan diğer halkların destanlarının çok azında kendi halkının anlatılmasına rastlanabilir. Çünkü bu halkların yaşamını zaten tarihleri anlatmıştır. Bilindiği gibi Abaza halkı, Wubıh, Abhaz ve diğer Çerkes boyları ile birlikte aynı dil gurubundandır. Kronolojik derinliğe indiğimiz zaman, değil Abhaz-Adige dilleri, İber-Kafkas dillerinin hepsinin aynı kökten türediklerini kanıtlayan lingustik deliller ortaya çıkmaktadır.

Nart Destanları Kuzey Kafkasya halk gruplarının, Abaza, Wubıh, Adige Asetin, Abhaz, Balkar, Karaçay, Çeçen ve İnguşların ortak ürünüdür. Fragmentler halinde, Dağıstan’da yaşayan halk guruplarında azda olsa Nart Destanları’na rastlanmaktadır. Abhaz-Adige dil gurubu gibi kökeni aynı olan dilleri konuşan boyların lingustik ve folklorik özellikleri ile yaşadıkları coğrafi bölgeler, tekstlerde geçen olaylarla birleştirilince bu halk gruplarının aynı kökten geldiği gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.

Kuzey Kafkasya’da benzerlik göstermeyen dilleri konuşan halklarda vardır. İran dil gurubu, yani Hint-Avrupa dil gurubu ailesinden sayılan Asetinler, Türk dil gurubundan olan Karaçay ve Balkarlar böyle halk gurubundandır. Tüm bu diller bin yıldan bu yana birbirini etkileyerek yaşamaktadır. Asetin dili her ne kadar Hint-Avrupa dillerinden gelme ise de Kuzey Kafkasya özelliği göstererek gelişmiştir. ”Kuzey Kafkasya’da İran dili, kendi kökünden olmayan diller ve uygarlıklar tarafından bir ada gibi kuşatılmışcasına, bölgenin kültüründe yabancı bir kültürün dili gibi yaşamıştır.. Ancak, kendini kuşatan dillerden ve kültürlerden alışveriş yaparak kendi biçimini ve dokusunu oluşturmuştur”  (13) diyor V. İ. Abaev.

İlk çağlarda Abaza ve Abhaz boylarının ataları olan halkla Asetin halkı komşu idiler. Lingustik araştırmalar şüphe bırakmayacak biçimde bu savı doğrulamaktadır. Abaza ve Abhaz dilleri ile Asetin dili birbirinden sözcükler almıştır. V. İ. Abaev’e göre Abaza dilinde bir hayli Alan kökenli sözcük vardır. (14) Asetince’de de Abazaca’dan gelme sözler bulunuyor. Asetin Nart Destanları’nda (Alagatae) her üç isimden biri Abazaca’daki kök’e benzemektedir. Abaza Nart Destanları ve Asetin Nart Destanları’ndaki kahramanların isimleri benzeşmektedir.

Abazaca Asetince
Sosrıkua, Sasrıkua Sozryko
Batraz, Bataraz Batraz
Camaz, Açamaz Açamaz
Xmış, Xrmşş Xamıç
Sosran, Sosranpa Soslan

Nart destanları Kuzey Kafkasya halk guruplarının ortak ürünüdür. Bu halkların dil, gelenek, folklor ve yaşam benzerlikleri, yüzyıllara göre zaman zaman biri birine yaklaşmış, bazen de aralarındaki ilişki kopmuştur. Ancak, genellikle aralarındaki kültür alışverişi süregelmiştir.

Ön Asya, Akdeniz ve Kafkasya tarih boyunda birbiri ile ilişkisi olan coğrafi isimlerdir. Bu bölgelerde yaşayanlar, birbirinin varlığından haberdar idiler ve aralarında sıkı bir kültür alışverişi olmuştur. N.Y. Marr’ın yaptığı bilimsel araştırmalarda Akdeniz kültürünün oluşmasında Kafkas halkının etkisi şöyle anlatılmaktadır. ”Bilim adamları iki klasik dilde birkaç kültür ismine rastladılar. Bu durum, Küçük Asya’da yaşamış fakat bilinmeyen bir dilin varlığına inanmaya yöneltti bilim adamlarını.

Ancak, bu durumda karşımıza başka bir engel çıkmaktadır. Hatta buna başka bir realitedir diyebiliriz, bu ise bu iki klasik dilin “Hint-Avrupa” kökenli olmayan bir zenginlikle beslendiği gerçeğidir.” (15) Marr bu konuyu daha da genişleterek şöyle der; “Akdeniz kültürünün yaratılmasında Kafkas halkı kendisini ilk etnos element olarak sayabilir. Aslında üçüncü element sayılan, Hint-Avrupa dillerinin o çağdaki yararlarını birinci element saymak daha doğru olurdu. Ancak, bu tip bilginler, Akdeniz ve ona bağlı olarak Ön Asya kültürünü oluşturanların yanında yerleri, arkeolojik bilgi ve elementleri ortaya çıkaranlara çağdaş olduklarından, tarih araştırmasında arkeolojik bilgiye üçüncü element dendiği için bunlara da ”üçüncü” demek zorunlu olmuştur.” (16)

Gelişimi ve özelliği Kafkas dil gurubu ve etnos ile yakın ilişki halinde olan ve Mezopotamya kültürü içinde bulunan Sümer kültürüne konumuz açısından eğilmek hiçte şaşılacak bir şey değildir. Fenike alfabesi Mısır’dan Kafkasya’ya kadar o çağlar dünyasının her yerinde, değişikliğe uğrayarak, Babilonya’ya dek, her yerde çivi yazısı olarak kullanılmasını  sağlayanlar Sümerlerdir. Onların dili içinde semitik dillerin özelliğini de taşıyarak, birbiri ile benzeliği olmayan, Babilonya ve Asur topraklarında, daha geç çağlarda uyanan halkların dinini, sözcüklerini, hukuk kurallarını ve edebiyatlarını etkilemiştir. Saydığımız bu bölge halklarının soy isimlerinde yukarıdaki dillerden kökler bulunmaktadır. Hatta yüzlerce yıl bu halklar semitik köklü etkileri ve bu dili unuttukları halde din adamlarının, yöneticilerin, bilginlerin ve varlıklı kişilerin dili olarak yaşamıştır.

”Mezopotamya’ya, komşu olan Elam, Akad, İran, Ön Asya ve Mısır halklarının dinlerinde yasaya gelen Mezopotamya uygarlığının izleri, Sümer kökenli semitik destanların doğmasında etken olmuştur.” diyor ünlü İtalyan Dinler Tarihi yazarı Ambrogıo Donini. (17)

Yulius Mesaros, Wubıh dili ile ilgili olarak yazdığı kitabında Heredot, Hipokrat, Ctrabon Amion Marcelli ve diğer eski yazarların ”Tanats – Don Irmağı” kıyılarını ziyaret ettiklerini, Grek coğrafyalarının küçük Asya ve Ege havzası uygarlık ve demokrasisinin buralara dek uzandığını iddia etmektedir. (18)

Aynı şekilde her iki bölge halklarının (Kafkasya ve eski Yunanistan) ortaklaşa bildikleri tarihi ve coğrafi isimler, o çağın hukuk kuralları, yine ortaklaşa bildikleri etnolojik bilgiler, kültür, halkın yaşam benzerlikleri içinde yaşaya gelmiştir. (Kafkasya’nın arkeolojik tabakaları bizi tarihin bilinmeyen çağlarına götürmekte ve bu çağlarla ilgili arkeolojik izlerin özelliklerinin Ön Asya kültürüne benzediğini göstermektedir.”  (19)

”İber-Kafkas dilleri, Prenelerde yaşayan Bask dili, Ön Asya’da yaşamış Hint-Avrupa ve semitik olmayan ölü dillerin (Eti, Hurri, Mitani, Urartu, Sümer) morfolojik açıdan benzerlikleri hipotezinin gerçekliği, morfolojik açıdan yapılan tarih incelemeleri derinleştirildikçe daha güçlü bir şekilde  kanıtlanmaktadır.” diyor A.C. Çikobov. (20)

Antropolojik, Arkeolojik ve Etnolojik, lingustik çalışmaların sonucu Abhaz-Adige halklarının ataları arasında etno-genetik bir bağın bulunduğunu doğrulamaktadır. (21) Yukarıda ismi geçen halk gurupları ile diğer Kafkas halklarının sözlü edebiyatlarının bize öğrettiği bilgiler bu dillerin geçmişi açısından büyük değer taşır. Abazaca ve kendisine akraba olan diğer Kafkas dillerinin yazıları olmadığı için, başlangıçları ile ilgili olay ve tarihleri bu halk guruplarının folklorundan araştırmak gerekmektedir. ”Günümüze dek kaybolmadan gelen legendlarda (destan); farklı halkların gelenekleri, hukuk kurumları, bunlar arasında ilişkiler, benzerlikler bulmak doğaldır. Geçen her tarih yüz yılının unutulmaya mahkum geleneklerini, yaşam biçimlerini o yüzyılın arkasından gelen yüzyılın uygarlığı içinde bulmaktayız.

Dil, halkın yaşam felsefesini ve ideolojisini içeren, insanlık tarihinin farklı çağlarını ve farklı özelliklerini saklayan bir örtü gibidir. Bu görüşten hareketle sözün doğuşu incelenirse dilin tarihi ortaya çıkar. Dilin tarihi açıdan incelenmesi ise, arkeolojik kalıntılar ve eski mezarların vereceği bilgilerden daha çok bilgi bırakır. (22)

Bilim çevrelerinde, ilk çağların Abaza-Adige dillerinin bir yazısı olabileceği inancı vardır. Ayrıca henüz çözümlenememiş, konu ile ilgili belgeler vardır. Bize göre Abazaca’nın ve Adige-Abhaz dil gurubunun hepsinde yazı-bilgi-öğrenme-okuma konuları ile ilgili kelimeler vardır. Yazısı olmayan bir dilde “yazmak”, “okumak”, “öğrenmek” kavramlarının yerleşip yaşaması anlamsızdır. Adige-Abhaz dilleri, ilk çağlardan bu yana yukarıda belirttiğimiz sözcükleri terminolojik açıdan korumuştur. Birkaç örnek inceleyelim:

Abazaca’da:
ğhui-ra (yazı),
gru-ra (yazmak),
ç’uagua-ra (çizmek)
şua (mektup),
şua-bgı (yazı yazılacak sayfa)

Abhazca’da:
ğhul-ra (yazı),
ğhu-ra (yazmak),
ç’ua-(Apsıwa)
A-şu-kı (mektup),
A-ç’ugua-ra (çizmek),
ç’ua-gua (çiz)

Kabardeyce’de:
Txı-ğhe  (Abazaca’da; ğhuı-ra): yazı T
xın (Abazaca’da; ç’ua-gua-ra): yazmak

Txıtl (Abazaca’da; şua): mektup veya yazılı belge

Tsıxun (Abazaca’da;  Dırra): tanımak, bilmek, öğrenmek

Avarca’da:
O’al-deze: okumak

Gürcüce’de:
O’era: okumak veya mektup

Açıkladığımız kökler genetik bakımından akrabadır. Bu yakınlık ve kök birliği hem Kabardeyce’de, hem diğer dillerin hepsinde vardır. Özellikle ”C’u”: çizmek, yazmak, öğrenmek veya Ç’era; yazmak veya mektup (Gürcüce), Ş’u (a)-n veya Tşıxun: öğrenmek (Kabardeyce), Ç’al: okumak (Avarca’da) görüldüğü gibi (C’U) kökü bütün İber-Kafkas dil gruplarında ortak bir hecedir. Bu morfolojik ve fonetik inceleme bu dillerin aynı kökten geldiğini kanıtlamaktadır.

Folklor geleneği, yazı geleneğinden öncelik taşır. Daha sonra açıklamalarını yapacağımız ve isimlerini vereceğimiz epik dizeler birkaç yüzyıl yaşadıktan sonra ve yeri sağlamlattıktan sonra yazılmıştır. Daha sonra halkın ürettiği sözlü demişler, sözlü edebiyat yayılıp genişledi. Sözlü edebiyattan söz açılmışken İlyada’dan bin yıl daha eski olan Sümerlerin (Gılgameş Destanı’ndan açıklamalarda bulunmakta yarar yardır. (24) ”Bize kadar ulaşamayan bu yazılar 800 yıllık bir gecikme ile Gılgameş Destanı ve diğer Sümer masallarından rastlamaktayız. Bu masal ve destanlar M.Ö. 3000 yıllarının ilk yarısının sonlarına doğru ortaya çıkmış olmalılar” (25)

Tarih sahnesinde henüz görünmediğimiz veya saptayamadığımız çağlardan sonra M. Ö. 9. yüzyıl sonları ile 8. yüzyıl başlarına rastlayan yıllarda, halkların anlaşmazlığından doğan büyük çatışma ve savaşlar çağında, eski söyleyiş ve şarkılara yeni katkılar yapılarak “İlyada” ve “Odiyçe” adlı büyük poemler yaratıldı. (26) Bu tarihten 100-200 yıl sonra, 6. yüzyılda Psistiratos’un yaşadığı yıllarda bu destanlar yazılı belgeler haline getirilmiştir. Eski Hindistan’ın ”Mahabharata” ”Ramayana” adlı epik poemleri doğdukları çağlarda halkın ezberinde yaşayan sözlü edebiyat ürünleri idi. Bu ürünler M. Ö. 6. yüzyılda yazılı hale getirilmiştir. (27) Eski çağların edebiyat ürünü olan destanlar, yazarlarının isminin unutulmamasını sağlamış ve bu isimleri günümüze dek getirmiştir. (28) Gılgamış Destanı’nın Akatça varyantı ”her şeyi görebilen” veya ”yolunu önceden seçebilen” (29) adları ile anılır. ”Sha-na-qba-imara her şeyi görmüş olan, veya yolunu seçebilen” anlamındadır.

”Ramayana” destanı söyleyenlerin isimleri ise destanın içinde günümüze ulaşmıştır. Bu destanda konunun kahramanı ”Rama”nın oğulları “Kuss” ile “Lav”dır. ”Mahabharata”da aynı biçimde destanı yaratanların isimlerini günümüze taşımıştır. Bu destanı söyleyenlerden ”Uğr ramravas” destan söyleme alışkanlığını kazanmak için babası “Lomaharşan” tarafından eğitildiğini anlatır. (30)

İnsanlık yaşadıkça ölmeyecek değerde olan büyük poemler ”İlyada” ve ”Odiyce”yi ilkçağların büyük ozanı ”Homerus”un yazdığı söylenir. Bu, bilinen bir gerçektir. Yazı alışkanlıkları ve alfabelerinin olmaması nedeniyle Kuzey Kafkasya halklarının hiçbirisi Nart destanlarını yazılı hale getirme olanağını bulamamıştır. Bunun bir sonucu olarak, destanlara yeni yazılı metinler katamamışlar ve destan tekstleri orijinal hali ile günümüze ulaşmıştır. Çünkü yazı, her zaman sözlü edebiyatın farklılaşmasında etkendir. (31) V.l. Abaev’e göre (Nartların epos’u ”ikinci sürecinde Poem biçimini aşma olgusu içinde aldığı kalıpla bizlere kadar ulaşmıştır.” (32) Çağlar geçtikçe halkların ekonomik yaşamı, üretim ve dağıtım biçimi nasıl değişiyorsa, diller de aynı paralelde gelişip değişmektedir.

Eski Ön Asya dilleri, Sümer, Hitit, Akat, Urartu, Hurrı dilleri bugün ölüdür. Latin dili de ölmüştür bugün ama onların bıraktığı yazılı belgeler yaşamaktadır. Kendilerinden sonra yaşayacak. Toplumlar ve dillere ölümsüz adlarını bırakmışlardır.

Yaşayan diller ve onları çağımıza dek taşıyan halklar binlerce yıldan bu yana kültürlerini, geleneklerini, kimi toplumsal değerlerini de getirmişlerdir. Abaza dili yaşamaktadır bugün, yazılı edebiyatı ve alfabesi henüz pek gençtir. Dillerini yüzlerce yıldan beri yaşatan Abazalar folklorlarını kuşaktan kuşağa aktararak korumuşlardır. Ancak, tamamının korunduğu da söylenemez, folklorun başlangıcında ve son yüzyıllarda üretilen kimi bölümleri bir daha derlenemeyecek şekilde kaybolmuştur. Geriye kalan bölüm ise bu eksik hali ile de büyük değer taşır. Mitler, destanlar, çiftçi kültleri ve halkın düşün biçiminin kökeni bizi çok eski çağlara götürebilmektedir. Eski Grek öykülerinde karşılaştığımız bu tür halk düşün ve felsefesinin ”Kafkasya kültüründeki paralelliği” incelenecek olursa ilginç bir sonuca ulaşılır; Grek uygarlığının edebiyat yapıtları ve destanları ile paralellik özelliği Abazalarda daha yoğundur.

Diğer Kafkas halkları gibi Abaza halkının sözlü edebiyatında, insan üstü yaratıklar olan Nart halkının yaşamı, yaşamdan kaynaklanan destanlarda Grek mitolojisinde olduğu gibi anaerkil ve ataerkil sürelerin izlerine rastlanabilmektedir. Bu iki gurup destanlar arasında analojik paralellik belirgindir. Bu özellikler Grek mitinde tek başına doğmamıştır. ”Çağdaş bilimin öğretilerine göre, Homeros’un poemleri, Grek tarihinin ilk yüzyıllarının izlerini de taşımaktadır.” (33) Aynı şekilde, Abaza halk destanlarında da, destanın söylendiği yüzyılın öncesinden izler bulunmaktadır. Örneğin, insan eti yiyen devlerin işlendiği öyküler vardır. (Tek gözlü dev, Hağur’un kardeşlerinin hepsini yemiş, Hağur da devin tek gözünü oymuş, mağaradaki devin koyunlarının tüylerine asılarak gizlenmiş ve mağaradan bu şekilde kaçmış.) Homeros’un büyük poemi Oddicea’nın 8.ci bölümünde Oddicea ile tek gözlü Cyclop Polifem’in serüvenlerini anlatan tekstler ile, Nart destanlarında Hağur ile tek gözlü devin savaşı birbirine benzemektedir. Nart halk eposunun en ünlü kahramanı Sosrıkua’nın annesi Seteney’in önerisi ile suya batırılarak çelikleştirilmesi olayı ile Akhilleus’un annesi Thetis tarafından Ctyks ırmağına daldırılarak vücuduna su verilmesi olayı arasında da büyük benzerlik vardır. İki destan gurubu arasında daha başka benzerlikler de bulabiliriz. Örneğin; Thetis, oğlu Akhilleus’u ölümsüz yapabilmek için ateşe gömmüştür. Thetis’in aynı biçimde ateşe gömdüğü diğer yedi oğlu ölmüştür. Nart destanlarında da “Naribgia”, doğumu yaklaşınca büyük bir ateş yakar, doğan çocuklarının her birini ateşe atar. Çocuklarının hepsi ölür. Sonuncu çocuğu Şavay ise, ocaktaki kızgın marsık taşını yutarak soğutur, tekrar ağzından çıkarır. Sıcağa karşı dayanıklılık kazandığı için ölmez. Annesi de ”bu çocuğum Nartlara layık bir erkek olacak” diye övünür.

Her iki destanın benzeyen yanlarına yazımızın sonunda yine değineceğiz. Abazaların mitolojisinde, özel konularda güçlü ve görkemli olan, halkın sevinçli olduğu günlerde veya bayram günlerinde ortaya çıkan keçi kılığında dolaşan ”Cığafa” adında bir destan yaratığı vardır. ”Trayas” motifi de Grek dilinde keçi veya teke anlamına gelir. (Abazaca’da Teke, ab veya Abığh) ”Ode” sözcüğü ise Abazaca’daki ”Varad huara, şua’a huara” yani destan veya şarkı söyleme karşılığıdır. (34)

Tarım veya çiftliğe yönelik ”Rareyta” adlı Abaza şarkısı ekime başlarken veya hasat sonunda söylenirdi. Karaçay ve Balkarların “Erirey” adlı bolluk ve bereket şarkısı da buna benzer. (35) Bu örneklerden anlaşılacağı üzere ”Erehtey” veya ”Ereftey” sonradan Foseidon (Poseidon Erehtaş) kültürüne karışmıştır. (36) Bolluk ve bereket tanrısı idi.

Kafkasya ile Ön Asya kültürlerinin birbirine bağlılığı, Ön Asya kültürüne Kafkas halklarının katkısının, ölü Ön Asya dilleri (Sümer, Urartu, Hitit) ile Kafkas dillerinin akrabalığından daha önce söz etmiştik. Bize göre, Abaza dili ve folklorunda ilkçağ yaşamından kalan izlerden, tanrılar Panteon’unda bulunan kimi isimleri çıkartma olanağı vardır. Bilindiği gibi gelmiş geçmiş tüm halkların yaşamında ”güneş” kültü vardır. Tanrılar toplumunda veya Tanrılar çevresinde “güneş=Tanrı” özelliği gösteren (Bak, A. Donini) ve M.Ö. 2000 yıllarında tapılan üç isim vardır. ”Ra” veya “Re” (Heliopolis kentinde), “Amon’ veya “Aton”, (Fiva’da) (37) ”Amon” diğer tanrıları etkisi altına almış, onların özelliklerini kendine mal etmiş, kendini halkın ve diğer tanrıların türediği baba tanrı saydırmış, diğer tanrı kültlerini kendi kişiliğinde birleştirmiştir. Bu haliyle Heliopolisli rahipler Amon’u Greklerin “Zeus”una benzetmişlerdir. Heliopolisli din adamları, tanrılar hanedanı’nın ve insanların babası Amon-Ra için dualar ve ilahiler söylerlerdi.” (38)

Abazaca’da ”Mora: Güneş” ve Abhazca’da ”Amra: Güneş” denince Amon-Ra ismini anımsamamak olur mu? Ambrogio Donini adlı İtalyan bilgini bir başka sav daha ileri sürmektedir; ”milattan önce 332 yılında Büyük İskender’in Mısır’ı ele geçirmesinde Amon rahipleri yeni hükümdarı, ”Oiympio” adlı annesinden ilginç bir biçimde doğan tanrı “Zeus-Amon”un oğlu olarak halka kabul ettirmek istemişlerdir. (39)

Konumuzda  bizi daha çok ilgilendiren Amon isminin etimolojik özelliğidir. Abazaca’da güneş anlamına gelen ”Mora” sözünden türeme ”Merey-mon” veya ”Maryam” (Meryem’in oğlu) sözcüklerine dikkatimizi çekiyor bilgin N. Dubrovin. (40)

Eskilerin “güneş buzağı” diye adlandırdıkları (Abazaca’sı, Amara Ahıus Amara: Güneş, Hıus: Buzağı) tanrı kavramı, totemizm ile yaradılış kültünü içeren iki fazlık sürede yaşayan “Marduk” adlı tanrı ile eş anlamdadır. (41)

Amacımız bu sözcüklerin etimolojik açıklamasını yapmak değildir elbet, ancak ”Marduk” sözcüğünün ilk yarısı Abazaca’da güneş anlamına gelen “Mora” sözcüğünü vermektedir. ”Ra” sözcüğü ise eski Mısır dili olan Kopt dilinde güneş (Re=Mara=güneş) anlamındadır. (42) Yine hatırlatalım, amacımız Tanrı isminin dilere göre etimolojisini araştırmak değildir. Amacımız, dillerde olduğu gibi mitolojide de benzeyen elementlerin bulunduğunu açıklamaktır.

Yazımızın bundan sonraki bölümlerinde Abaza halk destanlarındaki kahramanlar anlatılırken yukarıda açıklanan özelliklere  yeniden  değineceğiz.

Çağdaş bilim, arkeoloji, antropoloji ve lingüistik çalışmaların verileri Abhaz-Adige halk grubunun ataları arasındaki ilişkiyi ne denli açıklığa kavuşturuyorsa, folklorda de aynı biçimde bir ilişkinin varlığı desteklenmektedir. Mitoloji ve dinde kendini belli eden halkların paralel benzeşimi, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, bu mitoloji ve dinleri yaratan halkların gelenek ve yaşamlarının benzerliğini kanıtlayarak tarih boyunca bir arada yaşadıklarını, çok sıkı ilişkileri bulunduğunu açıklamaktadır. Önemli bir işe veya uğraşa başlamadan önce yapılan kurban kesme töreni ve geleneğinin kökeni ilk çağlara kadar gitmektedir. O çağlarda yaşayan Abaza’lar için N. Dubrovin şöyle yazmıştır: “Dil ve din gelenekleri ile bayram ve tören günleri, inanç biçim ve kalıbı içinde yasaya gelmiştir. Kurban kesme törenleri ise dinin dogmatizmi olarak yine inanç kavramı içinde yaşamıştır. (43)

Abazaların “Cara Jıra; Yeme İçme” dedikleri deyim; ziyafet, şölen anlamınadır. Homeros destansal şiirlerinden “Hekatomba” adı verilen şölenlerden sık sık söz eder. “Ge-katomba: Hekatomba” sözünün kısa karşılığı dilimizde “Çuajua” şeklinde yazılır. İlyada’nın 7. bölümde işlenen şölen sahnesi şöyledir:

”Güneş battı.
Tamam oldu Akhaların yapıtı
Kulübeler boyunca sığırlar kesip yemek yediler.
Şarap taşıyan bir hayli gemi geldi Lemnos’tan
Şarabı lasan oğlu Euneos gönderiyordu”

“Gılgameş” destanında ”deniz kıyısında tanrıları besleyen kadın yaşar.” (45) tümcesi ile tanrılara ev sahipliği yapan, onları ağırlayan “Siduri” adlı kadından söz edilmektedir. ”Tanrılarda sineklere benzerler, kurban kesilen yerde toplanırlar.” (46)

Abaza Nart eposunda anaerkil düzen çağından izler bulunduğunu söylemiştik. Bu çağın sona erişiyle doğan ”Ataerkil-Patriarkal” toplum çağında Nart destanları kökleşmiş ve yerleşmiştir. ”Bu çağlarda, halk göçebeliği bırakıp yerleşik düzene geçmeye başlamıştır. Yerleştikleri merkezlerde doğal faktörleri ve zenginlikleri değerlendirerek güçleniyorlar ve benliklerini koruyarak bilinçleniyorlardı. Bu ulusal bilinçlenmeyi ve bunun sonucu doğan ulusal değerleri yaratan kahramanları ve tarihleri de unutmaz oluyorlardı. Bu zamanda toplumun bireylerinden farklı olduğunun bilincine varan, gücünün ve yeteneklerinin bilincinde olan çağın destan kahramanları, sivrilmiştir. Bu kahramanlar ne denli sivrilse bile, içinden geldikleri toplumla bir arada, onlar için, yaşamıştır.” (47)

Abaza Nart Destanları’nın kahramanları Seteney ve Sosrıkua’nın ilk öyküleri bu çağlara ışık tutmaktadır.

Sosrıkua ile Seteney Abaza halk eposunun en eski kahraman tipleridir. Yeni kahraman motiflerinin yaratıldığı daha sonraki yüzyıllarda da temel motif Sosrıkua’dır. Daha sonraki yüzyılların ortaya çıkardığı biçimler, kendinden önceki çağlardaki daha hareketli, renkli motiflere dayanmıştır.

Abaza Nart Destanlarında Sosrıkua çağı içinde söylenenler (Sosrıkua’nın doğuşu, güçlülüğü ve kahramanlığı ile Nart halkının övgüsünü kazanması) kendinden sonra gelen çağlarda daha çok etken olmuştur.

Abaza Nart destanlarında Sosrıkua’nın isminin önüne her zaman “Nart” sözcüğü konur. “Nart Sosrıkua”.

Bu özelliğin başka türlü olması da düşünülemezdi, zira, destanlarda her zaman kişinin bireysel sorunu, toplumsal sorunların önüne geçemezdi. Kişi ne denli ünlü olursa olsun birey olarak toplumdan önde tutulamayacağı içindir ki, “Nart” ve “Sosrıkua” sözcükleri sinonim anlam taşırmış gibi birbirine bağlanmıştır.

Sosrıkua çağının bu kahramandan söz eden Abaza destan tekstleri ile aynı çağın Adige destan tekstleri birbirlerine çok benzerler. Bu benzeşim özelliklerinden biri, örneğin üzüm ve şaraba ilişkin olanı aslında Abhaz mitolojisinin ürünüdür. (Oradan Adige ve Abaza mitolojisine geçmiştir. Abaza ve Adige destanlarında Sosrıkua Nartlara darı (veya mısır) tohumunu hediye eder. Bu tohumun bir tanesi bir büyük (şıwan) şuen (*) dolusu P’aste (**) yapmağa yetermiş.

Sosrıkua’nın Abaza halk destanlarında anlatılan kahramanlıklarının en ünlüsü; devlerden ateşi çalarak insanlara vermesidir. İnsanoğlu’nun ısınma, aydınlanma için Sosrıkua’ya borçlu olduğu ateş varyantı, yüzyılların ötesinden Abaza halk destanları içindeki Sosrıkua’nın kişiliğini aydınlatmakta ve tarihin karanlıklarından günümüze getirmektedir. İlkçağ Grek mitolojisinde Prometheus’da tanrılardan ateşi çalmıştır. Prometheus tanrıların muhatabıdır. Sosrıkua ise halkın henüz bu tanrıları tanımadığı zaman ateşi “devlerden çalmıştır. Ateşi halka getirişinde ve darı tohumunu halka verişinde, Sosrıkua halkın amansız düşmanı olan devlerle savaşmıştır. Patriarkal düzen çağında türetilen destanlarda da Nart erkekleri ile devlerin sık sık çatışmaları anlatılır. Bu çağlardaki olayların süjeleri çoktur ve birbirine karışmıştır. Bu devlerin iriliği, karşılaştıkları Nart kahramanlarının gücünü açıklayan deliller, bu devlerin kemikleridir. Tasvir edilen kemikler, normal insan ölçülerinin çok üstünde bir iriliğe sahiptir.

Bir defasında, Nart Sosrıkua bir devin kalça kemiğine rastlar yolda. O anda karşısında korkunç bir dev dikilir. Bir süre konuşurlar. Daha sonra “İşte biz P’aste’mizi bundan elde ederiz” diyerek bir araba büyüklüğündeki toprak yığınını eline alır ve avucu ile ufalayarak darıları döker, kuvvet gösterisi yapar. “İşte sütümüzü bundan elde ederiz” diyerek yerden aldığı kaya parçasını avucunda sıkar, taştan süt akmaya başlar. Çeçen-İnguş destanlarında da buna benzer motifler vardır. C. Ahpii’nin anlattığı Nart Soska Solsa, Nart Sosrıkua’nın öyküsüne benzer biçimde iri dev kemikleri ile karşılaşır. Bu güçlü kahramanların dev kemikleri ile karşılaşmalarını anlatan öyküler çağımızdan cok uzak­tır. (48)
Abaza Nart destanları, başka destanlarda görülmeyen özellikler taşısa bile köken olarak kendine yakın diğer halk destanlarına çok benzer. Kuzey Kafkasya halk destanlarının tümünde görülen mitoloji kahramanı Sosrıkua’nın özelliklerinde, bazı bilginler güneş motifinin izlerini bulmaktadır. (Örneğin; George Dumesil, N. İ. Abayev. Sosrıkua’nın taştan doğuşu, Nart halkına ateşi getirirken devi buzların içine atarak yenisi motifleri gibi.) (49)

Sosrıkua motifi ve destanları doğarken başka yerlerde üretilmiş çok destanlarla karışmıştır. Bu ismin doğuşu hakkında çok şeyler söylendi. Etimolojik açıdan açıklığa kavuşturulmak istendi. Bize göre, bu ismin Ön Asya ve Akdeniz uygarlığı ile sıkı ilişkisi vardır.

Örneğin, Oziris adındaki tanrı kültü ile Sosrıkua’nın benzerlikleri çoktur.

Bilindiği üzere Oziris, ilk çağlarda aşağı Nil bölgesi totemlerinden idi. ”Görünüşü ya koç ya boğa tasviri” (50) şeklinde idi. Oziris, mitolojik evrim geçirdikçe kendine benzemeyen Legend’larla karışıyordu. ”Yazıdan önceki çağlarda ortaya çıkan yapıtlarda Oziris, güneşle birlikte tasvir edilir. Daha sonra, insan biçiminde gösterildiği zaman, bu isim her yeniliğin simgesi olarak kabul edildi. Daha geç çağlarda ortaya çıkan dinlerin hepsinde ve en sonunda Hıristiyan dininde de rastlandığı gibi, ölümden sonra yeniden dirilme, Oziris’in özelliklerinin bu dinlere yansıma şeklidir. (51) Abhaz-Adige halk destanlarında şarabı ilk defa mayalayan, darı tohumunu insanlığa hediye eden mitoloji kahramanının Sosrıkua olduğu anlatılır. Eski mitlerde rastladığımız ”kültür kahramanlarının başardığı, uygarlık aşaması ile ilgili büyük yararlıklar vardır. Örneğin; insanlara büyük yardımı olan evcil hayvanların, Sosrıkua’nın yakarış ve duaları sonunda ortaya çıktığı anlatılır. Aynı biçimde zararlı hayvanların da yine Sosrıkua’nın bedduaları üzerine yaratıldığı anlatılır. (52) Nart halk destanlarını yaşatan Adige-Abhaz halk destanı kahramanları ile, diğer destan kahramanlarının isimleri ve bu isimler üzerine söylenen sayısız öyküler vardır. Bu mitler ”hangi olay veya düşünceyi vurgulamak amacıyla olursa olsun” (53) tarım araçlarının bulunuşundan tutun da toplumun geçim kaynakları ve toplumsal düzene kadar ilk çağda yaşayan atalarımızın panoramasını vermektedir.

Mitoloji hiçbir zaman halkın yaşamının önünde değildir. Her zaman yaşamın arkasından gelir. Bu nedenledir ki, Sosrıkua, Oziris veya başka bir mit kahramanı halkın yaşamının ve toplumsal düzeninin yarattığı kahramanlardır. Abaza-Adige halk destanlarının ünlü baş kahramanının ölümü, destan geleneğine uygun biçimde bir trajedi olayıdır. Abaza halk destanlarında kahramanımızın ölümü ne denli trajedi kabul edilse de olayda nikbinlik (optimizm) izlerine de rastlanır. Destanın Adige varyantlarından anlatılış şekli ile, her şeyi eşit kılmak, eşitsizlikleri düzeltmek amacında olan Sosrıkua’nın bu işleri yapabilmesi için kalın toprak tabakaları altından dirilerek kalkması gereklidir. ”Aynı biçimde Oziris’in tekrar canlanarak eski Mısır çiftçisinin yaşamına yardımcı olacağı umudu yaygındı eski Mısır’da.” (54) Sosrıkua isminin doğuşu ve Sosrıkua’ntn özelliklerinin güneş kültüne yönelik oluşu mitolojik bilgilerden anlaşılmaktadır.

Solarizm (güneşe tapıcılık) hem Proto Abhaz-Adige, hem de diğer Kafkas halklarının ilk ve müşterek dinleri idi. Adigelerin müşterek sözcüğü ”Tha: Tanrı” şematik ve fonetik yönden değişikliğe uğrayan ”Tığe: Dığe: Güneş” sözcüğünün varyantıdır. Bu sözcüğün kökü olan (ğıa) açık sesli hece Abaza-Adige dillerinde ğıa, ğa, ğua sözcüklerinin de müşterek köküdür. Diğer İber-Kafkas dillerindeki söyleyişlere de uymaktadır. Örneğin; Avarca’da; Kho: gün, Bakh: güneş, Khap’uc. Bokh:güneş, Udince; Beuğ: güneş. Gürcüce; bğu-ar-i: ğuadahı: yukarıdaki varlık (Abazaca)  (55) (Çikobava Arn. N. Turbetskoy.)

Adige dilindeki Dığe: Tığe: güneş sözcüğü ile Gürcüce’deki Dğa sözcüğü birbirine benzemektedir. Zan dilinde Dğa, Tsan dilindeki Da-Değ: gün sözcüklerinde de benzerlikler vardır. (56)

İber-Kafkas dillerinin tek kökten doğduğunu, bu dillerde Dığa: güneş: Tanrı sözcüğünün birlikte kullanılması ve lingüistik araştırmalar göstermektedir. Tha: Tanrı, Tığa: Dığa: Güneş sözcüklerinden ayrıca bir de gün ismi türemiştir. (Thavvmaf: Thamahue: Abazaca’da Mt’caşa sözcüklerinin -Türkçe karşılığı tanrının günü olmaktadır- karşılığı Pazar günüdür. Abazaca’da bugüne Ançva Ymış: Tanrının günü, veya Mara-Mışı: Güneş günü isimleri verilir.) Yine Abazaca’da Mıtçaşa: Mıç’aşa: Pazar günü anlamınadır. (57)   (İ.A. Cavahişvili)

Abhaz-Adige halkı ve diğer İber-Kafkas dillerini konuşan halkların dilleri üzerine yapılan araştırmalardan anlaşılacağı üzere bu halklarda Ön Asya’nın eski halkları Sümer, Hitit ve Mısırlılarda olduğu gibi ”Güneş” ilk Tanrı kabul edilmektedir.

V,İ. Abayev’e göre ”Sosrıkua ve Soslan’ın simgelediği kişi aynı Nart kahramanıdır. Her iki isimde de aynı kök ”Sosr-Sosl” vardır. Asetin dilinin ”suffiks” (son ek) ”on” takısı (bugünkü Asetince’de On: oğul) vardır. Abazaca’da Pa: Oğul kavramının karşılığı Adigece’de ”Kho: Oğul”dur. Sosr kökünün ise hangi kavramdan doğduğu henüz belli değildir.” (58)

K’umahue M. ise bu iki kökün benzeyişinden şöyle bir yargıya varmaktadır; ”Önce, Adige Sewsır ile Asetin Sosl’ın fonetik açıdan aralarındaki farklılığı araştırırsak, genetik açıdan tek kökten olmadıkları açıklığa kavuşacaktır. İkinci bir husus ise, Adige varyantında Sevvsır olarak doğan bu ismin uzun bir süre sonra ”Sosr” halini aldığı çağlarda Sosl kelimesi Asetinlerde ortaya çıkmaktadır.” (59) Sözcük Asetin dilinde değişikliğe uğrarken (sonundaki ”r” harfi ”I” şekline girerken) Adige dilinde değişikliğe uğramamaktadır. Zira ilk deyiş olan ”Sevvsır” ve değişen şekli olan ”Sosr” sözcüklerinin her ikisinin sonunda da ”r” harfi vardır. O halde ”Sosr” ve ”Sosl” sözcüklerinden ”Sosr” aslına sadık kalınmıştır. Köke daha yakın olanın daha eski bir söyleyiş olması gerekir. O halde biz de K’umahue M.’nin görüşüne katılarak Adige dilindeki ”Sevvsır” in Asetince’deki ”Sosl” dan daha eski olduğu ve asıl kökün Adigece söylenişi olan ”Sevvsır” veya ”Sosr” olduğu iddiasında bulunuyoruz. Daha başka bir deyişle ”Sevvsır” veya ”Sosr”, ”Sosl”dan türememiş, olsa olsa Sosl, Sosr’dan türemiştir. (60)

Kimi araştırmacılar, Sosrıkua isminin Gürcü tarihinin ünlü kraliçesi Tamara’nın kocası olan Asetin asıllı David Soslan’ın isminden türediği savındadırlar. Oysa Tamara’nın yaşadığı çağ ile Sosrıkua destanlarının söylenmeye başladığı devir tarih kronolojisi içinde karşılaştırıra, bu yaklaşımın inandırıcı ve bilimsel olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır.  (61)

Lingüistik, arkeolojik, antropolojik araştırmalardan elde edilen bilgilere göre Nart Halk Destanları’nın doğuş yerini saptarken, kahraman isimlerinin ve anlamlarının verdiği ipuçlarının yanında, Ön Asya ve Akdeniz havzası lingüistik ve etnografik materyallerinin de değerlendirilmesi  gerekir. Gerek Abaza ve diğer Kafkas boylarının ortak destanlarında yaşayan kahraman tiplerinden, gerekse ”güneş” motifinin mitolojideki yerinden söz edebilmek için Sosr (Sosl) sözcüğünün ve Sosrıkua isminin kökenini araştırmak gerekir. ”Sosr” sözcüğündeki ”r” harfini ilk tanrı ”Mara: Güneş” sözcüğündeki ”ra” sesinde bulmak kolaydır. En eski Abazaca ve ona yakın Adige dillerinin tek sesliliği (monovokalizm), hece kesiminden anlaşılacağı üzere Sevvsır’ın en son değişikliği Sosr olmuştur, diyor K’umahue M.  Ayrıca Adige dilinde sözcüğün kuruluşu (reconstruction) olmaktadır Sosr sözcüğü… Aynı biçimde Abaza dilinde de Savvsır’ın değişik formu olan ”Sosr” sözcüğünün kuruluşunu (reconstruction) göstermektedir. Abaza dilinde hem Sosrıkua, hem de Savvsırıkua şeklinde bugün bile söyleyişler vardır. Abhazca’da ise ”Sasrıkua” şeklinde söylenmektedir.

Sosrıkua ile Oziris’in benzeyen özellikleri karşılaştırıldığı zaman mitolojik olay benzerlikleri de ortaya çıkmaktadır. Eski Mısır dili ile Adigece’deki mit isimleri karşılaştırıldığında Kopt dilinde (Oziris) veya Ousıra (62) ile Adige dilindeki Savvsır, Sow (sı)-r, Sau-s-{ı)-r isimlerinin benzerliklerini görmekteyiz. Özellik olarak ”güneş” kültü taşıdıkları için de benzeşmektedirler, O halde bu iki isim bir yerde aynı mit kahramanını göstermektedir, dersek, kanımızca yanılgıya düşmeyiz.

Abaza Nart Destanları’nda ”Sosrıkua” isminden başka, ”Sosran” veya ”Sosranpa: Sosran oğlu” isimleri de vardır. Abaza destanlarında ”Sosranpa: Sosranoğlu” bir kürk olabilecek kalınlıkta tüylerle kaplı bir yaradılışta anlatılır. Bu yönü ile Asetin Soslan’a benzer. (Soslan’ın kürkü öyküsü.)

Bize göre; Sosran, Sosranpa (Sosranoğlu) Soslan ve Sosrıkua isimlerinin hepsi Sosr sözcüğünden türemiştir. Bu kanıtlar bizim savımız olan, Sosl sözcüğünün, Sosr kökünden daha yeni olduğunu kanıtlamaktadır. Abaza Nart isimlerinden olan Sosran ve Sosranpa (Sosranoğlu) ve Adigece’deki Sosrıkua veya Savvsırıkua isimlerindeki pa=kuas=oğlu anlamınadır. Bu ise Adige-Abhaz toplumu­nun geçirdiği ataerkil aşamanın bir izidir.

Yukarıda geçen sözlerde ortaklaşa bulunan ”r” harfinin saptanışı gibi, ”an” hecesinin de sözcüklerde ortak olduğu görülür. Sos-r-an-pa, Sos-I- an sözcüklerinde ”an” hecesi dışında, destanlardaki diğer kahraman isimlerinde de ”an” hecesi vardır. Abaza-Adige ismi Nas-r-an, Abhoz destan ismi Şa-ru-an, Abazaca’da Şar-d-an, Karaçay-Balkar halk destanlarındaki Ala-u-g-an Gi-la-hırs-t-an’ da olduğu gibi…

Nartiya’da da (yazar, Nart Destanları’nı, Yunan destanı İlyada’ya benzeterek bu ismi vermiş. O.N.) bütün olayların içinde görülen Setenay’ın (Seteney Guaşe) isminde de ”en” sözcüğü vardır. Set-en-ey (Şai-an-a).

Bilindiği gibi Sümer tanrılarının çoğunda da ”an” hecesi ile kurulan kadın isimleri kullanılmaktadır. Bunlardan Yer ve Gök Tanrıları ”Enlil” ve ”An”, Yeraltı suları ve Oseanos (Okyanus) tanrısı olan ve aynı zamanda kendisine yalvaran insanlara iyilik getiren tanrı Enki (En-ki), Ay tanrısı Zuen (Zu-en) veya Nanna (N-an-na) isimli tanrı, kadın tanrıça Ninin (Nİ-n-in) hepsinde aynı hece vardır. Mah veya Ninmah diye adlandırılan tanrıça ve Ninhursang (Nin-hur-s-an-g) isimlerinde de aynı özelliği görürüz. (63) (Ayrıca Abazaca’da An: Anne, Adigece’de Ane: Anne anlamına gelir.)

Yukarıda açıklamalarını verdiğimiz sözcüklerdeki ”an” hecesi Sümer dilinde yükseklik, gökyüzü anlamınadır. Bu kavrama uyan ideogram ise yıldızdır. (64) Sümer dilindeki (An: Gökyüzü), tanrı kavramı ile Abhazca’daki ”an” kavramı da birbirine yakın kavramlar getirmektedir. Aynı element (an) Grek dilinde de Ur-an (gökyüzü) sözcüğünde bulunmaktadır. (65) Abaza dilindeki gökyüzü (Juğ-an-d), (Juğ-an-daku) sözcüklerinde bulunan (a)n, n(a), n(ı) harfleri ile kurulabilen başka bir isim çıkmaktadır karşımıza; (ajuğ-an-d-an : gökün annesi demektir. Bu sözlerde kullanılan (n)a, (n)ı Abazaca’da Tanrı adı verilerek yapılan yemin etme sözcüğü olan (nı’ha) veya tanrıya yakarma sözcüğü olan ”nı’hua”nın kuruluşunda da vardır. Yakarma veya yalvarma işi ise tanrının adı verilerek yapılırdı. Asetince’de ”nihas” sözcüğü, erkeklerin tartışmak konuşmak için toplandıkları yer anlamınadır ve Abazaca’da geçen yukarıda sözünü ettiğimiz iki sözcüğü andırmaktadır. Hatta destanlarda toplantı amacı ile yapılan evin ismi ”Nihasdan” olarak geçer. (66)

Abaza Nart eposunun ilk parçalarından olan ve Seteney’den söz eden tekstler, toplumun sınıflar halinde yaşamını vermektedir, Abazaların, Abhaz-Wubıh-Adigelerin ortak ataları olan halkın bilinen en eski çağlarında, kadının, özellikle annenin baş tacı edildiği, annenin göklere çıkarıldığı ”gine kokrat” çağda üretilen destanlar, o çağların kadınla ilgili düşün ve davranışını günümüze kadar getirebilmektedir. Bu saygın kadınlar, Sümer, Mısır ve Karadeniz  kıyısı  uygarlıklarının  büyük tanrılarıdır.

Gerek tanrı, gerekse insan olsun, bu çağ destan kahramanlarının yaşamına katılan bir özellik ”Büyük Anne Tanrı” kültüdür. İkinci Pön savaşlarından sonra (M.Ö. 218-201) yıllarında bu tanrı kültü Roma’ya da ulaştı. Roma’da ana tanrıça kültü o denli etkili oldu ki, ”Ana Tanrıça” için tiyatro gösterileri bile yapılmağa başlandı. (67)

Abhaz ve Abaza dillerinde ”Ançva: Tanrı” sözü aynıdır. ”Çva” eki kişinin sınıfını göstermektedir. Ançva, anne tanrıça anlamınadır. Monoteizm’in (tek tanrılı din) doğduğu daha sonraki çağlarda ”ançva” sözcüğündeki ”çva” eki, artık tek kişiliğin, tanrının simgesidir. 19. yüzyılda bu söz, ”Ançva Raşa: Tanrıların kardeşi” (Erkek veya Kadın Tanrı’nın Kardeşi) adlı şarkıda, kavram karışıklığına yer vermeden kullanılıyordu. (68) Bu sözcükte de grammatik sınıfların göstergesi diyebileceğimiz (r) harfi vardır.

Daha yakın çağların ideolojisinde grammatik biçim korunmuşsa da yeni bir anlamda kullanılagelmiştir. Abaza ve Abhaz dillerinde ”Anne” ”Tanrı” kelimelerinin aynı kökten türeyişi, bunları kesin biçimde ayırma olanağının bulunmayışı, bizi, tarihin gösterdiği tüm ulusların matriyarkal (anaerkil) düzen sürecinden geçtikleri gerçeğine götürür.

Abaza Nart Destanlarında ve bunlara yakın diğer halk destanlarında ”salt Seteney ismi ile ilgili” bir yüzyıl saptanamamaktadır, Ayrıca, Seteney başka uluslarda olduğu gibi bir tanrıça katına da yükseltilmemiştir. Bunun nedeni, Seteney’in tüm özelliklen ve fonksiyonlarıyla birlikte halkın içinde, halkın sorunlarının içinde yaşatılmasıdır. Seteney’in bu özellikleriyle yaşatılması, diğer destan kahramanlarından çok daha eski tarihlerde başlamaktadır. O, her olayda vardır: Nart halkının bir özelliği sorunlarını tartışarak kurultaylarda çözümlemeleridir. Bu tür toplumsal sorunların hepsinde güzel ve bilge Seteney Nart halkının danışmanıdır. Onlara, öğütleriyle yol gösterir. Doğurmadan edindiği oğlu Sosnkua ise görülmemiş kahramanlıklarla Nart halkına hizmet etmektedir, Abaza Nart Destanları’nda Seteney’in sıfatı, yalnız güzelliği, yararlı olmağa, bilgeliğe yönelik değildir. O, dilerse en büyük kötülükleri de yapabilmektedir. Büyü ve afsun yapmakta ustadır. Düşleri ise her zaman doğru çıkar ve gaipten, geçmişten, gelecekten haber verir. Seteney Nart halkının falcısıdır, aynı zamanda. Eski halkların yaşam felsefesini göstermesi bakımından Seteney’in günümüze ulaşan öykü ve özelikleri çok önemlidir.

Matriyarkal (anaerkil) düzen çağının gelenek, görenek ve özellikleri, Seteney’in toplumsal görevlerinden anlaşılmaktadır. Örneğin; ”Senden başka, bana göre, bana uygun erkek yoktur Nartlar içinde…” sözleriyle kardeşi Bataraz’la ilişki kurmağa kalkması ve kardeşinin tepkisi karşısında ”Eşeğe ters binip halkın içine karışırsan, halk bunu örneği görülmemiş bir olay gibi karşılayacaktır, ertesi gün daha ertesi gün halkın davranışını incelersen, tepkilerin giderek normale dönüştüğünü, tersliğe alıştıklarını göreceksin. Senden söz etmeyeceklerdir.” Bu örnekten de anlaşıldığı üzere ”bizim yaptığımız iş için ileri geri konuşacaklardır.   Bizim olayımızdan daha ilginç olaylar çıkacak ve bizi unutacaklardır.” demesi matriyarkal düzende kadınların toplumsal kurallar koyma güçlerinin belirtisidir.

Anlatılan olayın benzerleri Adige ve Asetin destanlarında Wozırmes veya Worzemağ’ın başından da geçmektedir. (69)

Dünyanın bugün bilinen tüm destanlarında kadın akıllıdır, aklın simgesi olarak işlenmiştir. Nart destanlarındaki Seteney tipi ve Gılgameş destanlarındaki ”Ninsuri” çoğu yönleriyle benzer kahramanlardır. Seteney’den farklı olarak ”Ninsuri” tam anlamıyla tanrıçadır, Gılgameş’in annesidir. Gılgameş ise üçte iki tanrı, üçte bir insan özelliği olan bir kahramandır. (70)

Seteney ve Ninsuri, doğurmadan sahip oldukları oğulları kendilerine bir şey sordukları veya yola çıkacakları, bir işe başlayacakları zaman, onlara şöyle seslenirler; ”Sosnkua, doğurmadığım oğul veya Gılgameş, karnımda türemeyen oğlum”. Yine Sümer destanı kahramanlarından olup her zaman orman ve kırlarda dolaşan ”Şamhat” adlı gezgin kadın, kendisi ile yedi gün yedi gece dolaştıktan sonra insan aklı kazanan kahraman Enkidu’ya ”Güçlü Enkidu, doğurmadığım oğul” diye seslenmektedir. (71)

Seteney ve Ninsuriyi, her iki destan akıllı ve bilgi özellikleri ile anlatmaktadır.

Nart Destanları’nın daha geç çağlarda ilgili kimi tekstlerinde başka kadın portreleri vardır. Daha önce adı geçen ”Naribğia” Khaydiuh (veya Adıyihu) ve daha ismini saptayamadığımız bir hayli kadın… Bu kadınların hepsi akıllıdır. Nart erkeklerine her konuda yardımcı olurlar. Khaydiuh, kocası (Psabıda)ya yardım ederek, kocasının düşman topraklarına akın yapıp ganimet olarak getirdiği at ve sığır sürülerinin sağ salim kaleye ulaşmasını sağlar. O, elindeki (daha yeni destanlarda, serçe parmağı) ışık saçan yüzüğü kale mazgallarından yansıtarak Yinjiğ ırmağı üzerine uzatılan kumaştan köprüyü aydınlatır ve kocası Psabıda bu ışıktan yararlanarak hayvan ve at sürülerini karşı sahile ulaştırır. Zamanla karı-koca arasında anlaşmazlık çıkar. ”Parmağımdan yansıyan ışık nedeniyle, rahatça köprüden geçebiliyorsun” der kocasına. Psabıda ise yalnız kendi gücü ile geçtiğini savunur. Son akında Psabıda düşmandan yağma ettiği ganimet sürüyle köprünün ortasına kadar gelir, kendini izleyen, düşmanlar köprüye ulaşmak üzeredir. Tam bu sırada Kaidiuh aralarındaki çekişmeyi hatırlayarak kocasına küçük bir ders vermek ister. Güzel Kaidiuh, Psabıda köprüyü yarılamış iken elini mazgal penceresinden çeker. Ortalık kararınca Psabıda ve at sürüsü coşkun Yinjtğ ırmağına dökülerek boğulur. Yaptığına pişman olan Kaidiuh ağlar, dövünür, saçını-başım yolar, yüzünü-gözünü kan içinde bırakır, dereler, sular, vadiler kızıl kana boyanır. Destanlar böyle anlatır olayı…

Abaza ve Adige folklorunda Kaidiuh’un (Adıyuh) özellikleri aynıdır. ”Adı”nın anlamı Adigece’de ”adiy: bilek, el” demektir. ”Hu” ise beyaz anlamınadır. Topluca isim, ”beyaz bilekli” veya ”beyaz elli” anlamına gelir. Kaidiuh ile ilgili mitolojik özellikler, Grek mitinin en eski tanrıçalarından ”Hera”nın özelliklerine benzemektedir. (Leycolcpo) (72) Bu sözcüğün antik Grek dilindeki anlamı, Adige dilindeki ”beyaz bilekli” anlamı ile aynıdır. Anne veya tanrıça kültüne tapıldığı çağların özelliklerini gösterdiği bir gerçektir. Kaidiuh, daha yakın çağlarda Abaza-Adige destanlarına konu olmağa başlamıştır. Adıyiuh ve Psabıda’nın her ikisi, destan kahramanlarını bir arada toplayan ”Nart” ön adını kullanmışlardır. Destanlar çağ çağ belirginleşmeye başlayınca şiirin doğuşunda, destanın temelini atan materyal olarak sayabileceğimiz dize ve kafiye kavramı da doğmaktadır. Olaylarda suje görevi yapan kahramanlar, çoğunluğun içinden seçkinleşerek sivrilmektedir. Diğer olaylar ve kahramanlar bu seçkinleşen isimlerin etkisi ve gölgesi altında kalarak karanlığa itilmektedir. Dolayısıyla destanla birlikte birçok ayrılıklar ve yüzyıllara göre farklılıklar doğmaktadır.”  (73)

Nart destanlarının baş kahramanı Seteney’in teninin beyazlığı, berraklığı ünlüdür. Abhaz Nart destanlarında bu kahramanın teni, yeni mayalanmış yoğurt gibi ak-pak olarak tanımlanır. Ten beyazlığının, Adıyiuh ve Seteney’in söylenen anlatım biçimi açısından anlamı vardır. Ancak, Seteney salt teninin güzelliği ile ünlü değildir. Ününün nedenlerinden biri de akıllı ve bilge oluşudur. Gelmiş geçmiş tüm dünya kadınlarından daha güzel ve daha bilgedir Seteney…

Uçsuz bucaksız anlatımıyla Nart destanlarında her yüzyılın olayları başka yüzyılları peşinden sürüklemiştir. Herhangi bir yüzyılın kahramanını başka bir çağda daha değişik özelliklerde bulmamız, bu nedenle mümkündür.

Herhangi bir çağda toplum açısından değer taşıyan bir olay veya bir özellik, arkadan gelen çağlarda topluma ters düşmektedir. Bu nedenle de bu olay, özellik veya kahraman, daha sonraki çağlarda yeni bir renk ve özelliğe bürünerek yaşamaktadır. Nart destanlarının en eskilerinde toplumun akıl hocası ve önderi olan Seteney, ataerkil (patriyarkaf) düzenin kurulduğu çağlarda gücünü ve önemini yavaş yavaş yitirmektedir. Doğurmadığı oğlu Sosrıkua ”kadına danışmak anlamsızdır” diye onu tersleyebilmektedir. Gılgameş’in tanrıça İştar’ı ”hiç saygı duymadan, bağırarak azarlarken” gördüğümüz sahnesi çok ilginçtir. Bu sahne yaşamın patriyarkal (babaerkil) düzene doğru yol aldığı çağları bize göstermektedir. (74)

Destanların son çağları Seteney’in büyük ününü yok edememiştir. Destan tekstlerinden hiçbirinde onun ölümünü anlatan bir öykü yoktur. Daha yakın çağlarda söylenen destanlarda Seteney övgüsü, anneye duyulan saygı ölçüsünde yaşamıştır.

Son çağlar destanlarında daha yeni kahramanlar da yaratılmıştır. Destanın en ünlü ismi Sosrıkua, tüm destan çağlarını kapsayan kahramanlıklar yapmaktadır. Ateşi ve darı tohumunu devlerden alarak Nart halkına vermektedir.

Nart halkının düşmanı olan devleri kesin bir yenilgiye uğratmakta, kendisinden sonra gelen kuşaklara büyük ve ünlü ismini armağan bırakmaktadır. Daha sonraki çağlarda yaratılan pek büyük kahramanlıklar yoktur. Bu çağların erkek kahramanlarının uğraşıları öç almak, düşmanın malını, altın ve gümüşünü, karısını, çoluk-çocuğunu gasbetmek gibi olaylardır. Patriyarkal düzenin özelliklerini gösteren Calejey’in babası Çamaz’ın  (Aç yipa Çamaz: Aç’ın oğlu Camaz-Adige destanlarında Aşemez) öcünü almasını anlatan destan bu türdendir.

Halk arka arkaya gelen evrimleşme aşamalarında yeniliğe ve ilerlemeye yöneliktir. Artık, ünlü ”Nart Destanları” çağı geçmiştir. Bir Abaza atasözü ”Nartların sonu gelirken, toplantıları arttı.” der. Mitolojideki Nartların sonu artık gelmiştir. Ancak, onların ismi, destanları, tarihleri, etnografik özellikleri ve öz kültürlerinin mirası olan ”Nart Destanları” ölümsüzleşmiştir.

Notlar
(*)
TIĞU  Vladimir’in Abazinski Narodny Epoc – Çerkessk, 1975 yapıtından. Yazıda ve destanlarda geçen Abaza deyimi, yalnız (Aşua-Aşka-rıua) Abazaları içindir. Bu boylar bugünkü Karaçay-Çerkessk Özerk Bölgesi’nde ve Türkiye’de Uzunyayla-Sivas-Yozgat köylerinde yaşamaktadır. Abhazya Özerk Cumhuriyeti ise Apsuwa (Abhaz) olarak işlenmiştir.
(**) Yağmur duasına çıkıştan önce yapılan yortu biçimindeki gösterinin adı ve bu gösteride söylenen şarkı. (Adige’cede Hantsa guaşe.)

Kaynakça
1.
A. Çikobava – G.V. Rugave – Z.N. Keraşeva, Çerkes Dilinin Grameri, Maykop-1966,  II. sayfa.
2. N.F. Dubrovin, Kafkasya’da Rus Savaşları ve Egemenliği Tarihi, SP.-b, 1871, 2. bölüm, 23-26. sayfalar.
3. Ketavana   Lomtaüdze, Abhaz Dili, Tabanta Dialekti Tekstierle birlikte  Tiflis-1944, (Gürcüce)
3. Ketavana Lomtatidze, Aşkarıua Diyalekti, Diğer Adige-Ahbaz Dilleri Arasındaki Yeri (Tekstlerle birlikte) Tiflis-1954, (Gürcüce)
4. Ketevana Lomtatidze, Abazaca Tabanta Diyalekti, TifIits-1944, 97-98. sayfalar.
5. Aynı yapıtın 59. sayfası.
6. Aynı yapıtın 113-117. sayfaları.
7. Ketavana Lomtatidze, Aşkarıva Dialektinin Abhaz-Adige Dillerindeki Yeri, 1954-Tiflis, 83-85. sayfalar.
8. Nart Sosrıkua ”Çerkes Khapşı” Gazetesi 117 (355) sayısı, 25 Nisan 1941.
9. Sosrıkua ile Sotraş ”Çerkes Khapşı” gazetesi 30 (425) sayısı, 9.3.1041.
10. Sosrıkua ile Sosran, ”Çerkes Khapşı” gazetesi 45 (440) sayısı, 13.4.1941.
11. Sosrıkua İle Öncü Atlı, ”Çerkes Khapşı” gazetesi, 49 (445) sayısı, 25 Nisan 1941,
12. Sosrıkua ile Kör Dev ”Çerkes Khapşı” gazetesi, 60 (456) sayısı, 21 Mayıs 1941.
13. Vj. Abayev; Asetin Diü ve Folkloru, M-L, 1*19, 30. sayfa.
14. V.i. Abayev, aynı yapıt, 87 sayfa
15. N.Y. Marr, (Yafet Kafkasya ile etnik açıdan Akdeniz kültürünün doğuşu) 1933, 83. sayfa.
16. Aynı yapıtın 83. Sayfası.
17. Ambrogio Donini, Halklar, İdoller, Tanrılar ve Dinler Tarihi (İtalyanca’dan  çevirme) M-1966, 107-108. sayfalar.
18. Julius Meszaroş, Die Pakhy-Spache Chicago, 1934, 5. ve 6. sayfalar.
19. Aynı yapıtın aynı sayfaları.
20. A.S. Çikobava, Gürcü Dili, SSCB. Halklarının Dilleri IV. tekst, Iber-Kafkas Dilleri, M. 1967, 22. Sayfa.
21. Y.A. Fedorov, Batı Kafkasya’nın Toponomisi, Etnoloji ve Tarihi Karaçay Çerkessk Tarihinden alınmıştır” K.C.N.T.T.  VIII. basım Tarih Serisi, Çerkessk 1974.
22. Atnbrogio Donini, adı geçen eser, 45-46. sayfalar.
23. G.F. Turçaninov, Kafkasya ve Doğu Avrupa Halklarının Yazıları ve Dillerinin geçmişi, L 1971, 18-19. sayfalar.
24. I.M. Dyakonov, Gılgameş Destanı M-L, 1961, 91. sayfa.
25. Aynı yapıt.
26. N. Ştal, Önsöz, Homeros-İlyada, Çev. N.i. Gnediç, M-1960, 8. sayfa.
27. P. Grintser, Büyük Destan İliada-Mahabhara-Ramanya (Sanskrit-çe’den çevirme) M-1974, 8. sayfa.
28. Gılgameş Destanı, M-L. 1961.
29. A. Donini, Adigeçen yapıt, 122. sayfa.
30. P. Grintser, Adigeçen yapıt, 8. sayfa.
31. V.İ. Abayev, Nart Destanları, İzvestiya, SONİİ, X. Cilt, I. baskı, Ozanjikau, 1945, 21. sayfa.
32. V.İ. Abayev, Adigeçen yapıt, 22. sayfa.
33. A.F. Losev, Homeros-M.-1960, 5. sayfa.
34. M.i. Mıjayev, Çerkes Mitolojisi üzerine şiirler, Çerkessk, 1973, 29. sayfa.
35. M.i. Mıjayev, Adigeçen yapıt, 29. sayfa.
36. Mitolojik Sözlük, Leningrad, 1961, 281. sayfa.
37. A. Donini, Adigeçen yapıt 85. sayfa.
38. A. Donini Adigeçen yapıt 85. sayfa.
39. A. Donini, Adigeçen yapıt, 85. sayfa.
40. N.F. Dobrovin, Adigeçen yapıt, 39. sayfa.
41. A.Donini, Adigeçen yapıt, 119. sayfa.
42. N.S. Petrovski, Kıpti (Kopt) dili Leningrad, 1958, 69. sayfa. — Wa-cfer— G. Till, Koptiche  Granımatik Leipzig, 1961, 330 sayfa.
43. N. Dubrovin, Adigeçen yapıt, 12. sayfa.
44. Homeros, iliada, M-1960, 124. sayfa.
45. Gılgameş Destanı, M-L-1961, 62. sayfa. 4C. Aynı yapıtın 77. sayfası.
47. A.F. Losev, Homeros, M-1960, 22. sayfa.
48. U.B. Dalgat, Çecen-tnguş’ların Kahramanlık Destanları, M-1972, 91.
49. V.I. Abayev, Nartların Destanı, İzvestiya, SONU, X. cilt, I. basım, Dzaudjikau, 1945, 51. sayfa.
50. A. Donini, adıgcçen yapıt, 91. sayfa.
51. A. Donini, Adigeçen yapıt, 92. sayfa.
52. Ş.H. Salakay, Abhaz Halkının Kahramanlık Destanı, Tiflis, 1966, 50. sayfa.
53. A. Donini, Adigeçen yapıt, 46. sayfa.
54. A. Donini, Adigeçen yapıt, 93. sayfa.
55. G.V. Rogava, Çerkes sözü (Yazısı) etimolojisi için I. KY. II. Cilt, Tifüs, 1948, 4a sayfa.
56. G.V. Rogava, Adige (Çerkes Dillerindeki İsimlerin Kökeni, Gram-matik Sınıfların Kategorileri Hakkında Araştırma, Tiflis, 1956, 6. sayfa.
57. G.V. Rogava,    Adige Dilinin Yazısı   Hakkında İ.K.Y. II. Cilt. 48. sayfa
58. V,İ. Abayev,  Nart Destanları, izvestiya,  SONİI, X.  cilt, I.  baskı, Dzaudjikau 1945, 47. sayfa.
59. M.A. Kumahov, Adige-Abhaz Destan Kahramanının isminin etimolojisi üzerine (Nartlarla ilgili yazılar-Kafkas Halk Destanları) M-1969, s. 509.
60. Aynı yapıtın aynı sayfası.
61. Bak. T.A. Guriyev, Destan ismi ”Sorıkua” ismini yaratan İber-Kafkas dillerinin tarihi benzeşimi, karşılıklı anlaşılması ve regional açıdan bilimsel yaklaşım. Kafkasya’da anlaşabilen diller hakkında araştırma, Orjonikidze, 1973, 78. sayfa.
62. N.S, Petrov, Kopt (Kski Mısır) dili, Leningrad, 1958, 69. sayfa.
63. Bak. İ.M. Dyakonov, Gılgameş Destanı, M-L-196İ, 1021-1030 sayfalar.
64. A. Donini, Adigeçen yapıt, 121. sayfa.
65. N.Y.  Marr,  Kabardey-Abhaz Dillerinden anaç başlatma biçimleri, Derleme, Abhaz Dili ve Tarihi M-1938, 344. sayfa.
66. V.İ. Abayev Asetin Dilinin Tarihi, Etnoloji ve Sözlüğü, II. cilt, 219. sayfa, Leningrad, 1973.
67. — Kornemiy Tatsit, ”İki Ciltten oluşan Ödevler” I. Cilt-Yıllık — Düşün (Felsefe) yazıları 84. sayfa. L-1970.
68. N.F. Dobrovin,  adıgcn yapıt 27. sayfa.
69. V.i. Abayev, Nart Destanları, İzvestiya, SONİİ, 10. cilt, I.   baskı, Dzaudjikau, 1945, 37. sayfa. Aynı yazarın ”Asetinİerde    Akrabalık Araştırmaları ve İsimler, Engels ve Dil Öğrenimi” M-1972, 236. sayfa.
70. A. Donini, adı geçen yapıt 92. sayfa.
71. Gılganıeg Destanı M-L-1961, 29. sayfa.
72. A.A. Tahu — Godi, Homeros’un İliada’da kullandığı şiir dilinin mitolojiye katkıları ”Antik Çağdan günümüze dek” Moskova, 1971, 20i). sayfa.
73. Vj. Abayev, Nart Destanları, izvestiya, SONİİ, X. cilt, I.    baskı, 1945, s. 21.
74. Gılgameş Destanı, M-L-1961, 41. sayfa.