ADİGE DİLİ VE EDEBİYATI

HAPİ Cevdet Yıldız

Adige Dili Ve Eski Adigeler

Kuzey Kafkasya halklarından biri olan Adigelerin konuştuğu dile Adigece ya da Adige dili (Адыгабзэ) denir. Adigece’nin vatanı (doğduğu yer) Kafkasya ya da Çerkesya‘dır. Adigece bilinen en eski zamanlardan beri Kafkasya’da konuşulmaktadır.

Bugün Adigece Kafkasya dışında bir göçmen dil olarak Türkiye, Suriye, Ürdün, İsrail, Bulgaristan ve buralardan gitmiş olan insan grupları tarafından kırk kadar ülkede konuşulmaktadır.

Adige, Wubıh (Убых) ve Abhaz dilleri aynı kökten gelen diller olarak Kafkas dillerinin batı kolundan sayılmaktadırlar. Kafkas dillerinin batı grubu dışında, Çeçen ve Dağıstan dilleri doğu, Gürcü, Svan ve San (Mingrel ve Laz) dilleri de güney grubunu oluşturmaktadırlar. Bundan başka, Kafkas dillerinin eskiden Önasya ve Küçük Asya’da (Anadolu) konuşulmuş olan bazı ölü dilleri kapsadığına ilişkin tartışmalı görüşler de vardır. (bkz. Ölü dil, internet)

Adigece’nin yayılma alanı Kuzeybatı Kafkasya ya da tarihsel Çerkesya‘dır. Bu coğrafyada Adige dili dışında Wubıh ve Abhaz dilleri de konuşulurdu. Aynı kökten geldiği kabul edilen bu üç dile, bir ortak ad olarak Batı Kafkasça ya da Nartça gibi adlar da verilmek istenmektedir (bkz. Yamçı dergisi, sayı 6). Bu üç Kuzeybatı Kafkas dil grubuna Abhaz-Adige (Çerkes) dilleri de denmektedir. (Хь. Ш. Урыс, Адыгэ тхыбзэм и тхыдэ, Nalçik, 1968, s. 5)

Arkeolojik ve tarihsel belgelere göre, Adigelerin atalarına Meot (Мыут1) deniyordu. En son bilgilere göre Adigey’de 4. 500, dahası 5. 500 yıl öncesine ve Meotlara ait değişik arkeolojik buluntulara rastlanmıştır. (bkz. Aslanguaş Ş’avko, Maykop/Mıyequape Adının Kökeni, Jineps gazetesi, Haziran 2007; ayrıca Adigey Cumhuriyeti, internet) Grek belgelerine göre de, MÖ VI-V. yüzyıllarda Meotlar Kafkasya’nın Azak Denizi, Taman Yarımadası ve Karadeniz kıyılarında yaşıyorlardı.  (Хь. Ш. Урыс, age, s. 6) Meotlar ve onlarla birlikte yaşayan insan topluluklarının başlıcalar, Grek belgelerine göre Meot, Sind, Kerket, Toret,  Pses, Dane, Haniyoh, Zih, Abasg, vb idiler. Çerkes adının bu topluluklardan biri olan Kerketlerin adından geldiği yorumları da vardır, ancak Yunanistan’ın Sisam adasında “Kerketos” biçiminde bir dağ adı da vardır. Bu bakımdan iddiaları ihtiyatla karşılamak gerekmektedir.

Adige dilbilimcisi Prof. Asker Hadeğal’a (Хьадэгъал1э Аскэр) göre, Azak Denizi (Хы Мыут1э) kıyısında yaşayan Meotlar (Adigeler) Karadeniz (Хы Ш1уц1э)  kıyısında yaşayan Adigelere Dehler (Дэххэр) diyorlardı. Bu sözcük Adeh’ılar (Адэхыхэр;Öbür Denizliler, yani Karadenizliler)  anlamını içermektedir (bkz. A. M. Gadagatl’, Geroiçeski NARTI i ego genezis, Krasnodar, 196, s. 89-91). Adige adının Adiye (А-дие= Bizim ülkemiz, bizim ülkelimiz) adından geldiği yorumları da vardır.

Tarih boyunca Adigelere Sind, Meot ve Kerket gibi adlar verilmiştir. Bu arada Kerket sözcüğünde gelme olduğu sanısıyla Adigelere Çerkes ve Sirkasyen (Circassien; Circassian) de dendiği söylenmektedir. Adigeler için en yaygın olarak Adige ve Çerkes adları kullanılmaktadır.

Adigelerin komşularından olan Svanlar,  Adigelere Kaşag ya da Kaşgar demektedirler.

Adigeler birbirlerini kendilerini aralarında Adige, bir bölümleriyle de Adiye olarak çağırmaktadırlar (Bazı Kabardey ve Besleneyler).

Bilimsel görüşlere, örneğin Adige dilbilimcisi Prof. Zekoğ’a göre, üç ana lehçesi olan eski bir dilden ilkin Abhaz lehçesi koptu ve ortaya iki dil çıktı:

1) Eski Wubıh-Adigece
,
2) Eski Abhazca.

Daha sonra Eski Wubıh-Eski Adigece dili de ayrıştı ve Eski Wubıh dili ile Eski Adige dili oluştu, böylece sonunda üç dil  (Abhaz, Wubıh, Adige) oluşmuş oldu. (bkz. Marje dergisi, tanıtım sayısı). Wubıhca’nın Adigece’den değil de Abhazca’dan ayrıştığı biçiminde görüşler de vardır.

Kafkas Dillerine Akraba Olan Başka Diller Var mıdır?

Yukarıda da belirtildiği gibi,  bazı görüşlere göre,  Önasya ve Akdeniz çevresinde konuşulmuş olan eski diller, sözgelişi Sumer, Elam ve Hatti gibi  ölü dillerle Abhaz-Adige dilleri arasında akrabalık ilişkileri  vardır (bkz. Ölü dil, internet). Dahası İspanya ve Fransa’da konuşulan Bask dili ile Pakistan’ın Hunza bölgesinde konuşulan Buruşaski (Hacuna) dilini bile Kafkas dilleri ile akraba ya da bağlantılı olarak gören görüşler de vardır. Ancak bu tür görüşler kesin bir bilimsel sonuca bağlanmış değildir ve henüz tartışma düzeyindedirler.

Bu nedenle biz Adigece’nin bir Kafkas dili olduğunu söylemekle yetinmek durumundayız.

Adige Dilinin Yaşı Nedir?

Adige dilinin yaşına ilişkin söylenmiş değişik görüşler bulunmaktadır. Bunların içinde Adige dilinin Taş Çağı’ndan, yani binlerce yıldan beri Kafkasya’da konuşulmakta olduğunu öne süren görüş en eskiyi temsil etmektedir ve büyük bir olasılıkla da doğru olarak kabul edilebilir. Ancak bu konuda da kesin konuşmak için sanırız, arkeolojik çalışmaların ilerletilmesi ve değerlendirilmeleri, ayrıca Adigey’de bulunmuş olan Meot (Мыут1) yazılarının okunup değerlendirilmeleri gerekmektedir. Bu tür bilimsel değerlendirmeleri yapacak bilimsel ekipmanlar henüz oluşmuş değildir.

Ünlü Adige arkeologu Aslan Tev’e (Тэу Аслъан) göre bugünkü Adigey Cumhuriyeti (bkz. internet) topraklarında 10 bin, eski Çerkesya coğrafyasında ise 50 bin dolayında kazılması gerekli tümülüs (kurgan; 1уашъхьэ;къэгъэсэй), höyük, eski kale, ören yeri, vb gibi yerler bulunmaktadır. Bütün bunlar, kuşkusuz çok büyük ve çok zengin bir tarihsel geçmişin kanıtlarıdır. Bunların değerlendirilmeleri, uzun bir zaman, bilimsel kadrolar, emek ve para gerektirmektedir.

Aslan Tev’in değindiği buluntulara dayanarak konuşacak olursak Adige dilinin (ve bu arada Abhaz dilinin de) en az 4 bin 500, dahası 5 bin 500 yıllık bir geçmişi bulunmaktadır (bkz. Adigey Cumhuriyeti, internet).

Maykop’ta bulunmuş olan 3 bin 300 yıllık bir yazılı taşta da bir Meot yazısı bulunmaktadır. Yazı, Sovyet dilbilimcisi Prof. Turçaninov’a göre eski Abhaz diliyle yazılmıştır. (Bu konuda ayrıca bkz. Necmettin Karaerkek, Yazı, Nart dergisi, sayı 44; Jineps gazetesi, Ocak 2007) Ancak yarım yüzyıl öncesine ait bu görüş, o zamandan beri  başka bilimsel çevrelerce doğrulanmış da değildir.

Adige Nart destanında geniş bir yer tutan demirci Nart Tlepş’e (Лъэпшъ) ait anlatıların MÖ 8-7’nci yüzyıllara dayandığı kabul edilmektedir. Demir madeni o tarihlerde Kafkasya’da kullanılmaya başlanmıştı. Bu durumda Adigece’nin en az 2 bin 700 – 2 bin 600 yıldan beri Kafkasya’da konuşulmakta olduğu anlaşılmaktadır.

Grek belgelerine göre Adige ataları olarak kabul edilen Sind ve Meotların MÖ 5 ve 4’ncü yüzyıllarda yazıları bulunuyordu.

Adigece üzerine şimdilik bu tür bilgileri belirtmekle yetinmek durumundayız. Daha kesin konuşabilmek için bilimsel çalışmaların sonucunu beklememiz gerekiyor.

Adigece’nin Yayılma Alanı

Adigece’nin eski yayılma alanı Kuzeybatı Kafkasya’dır. Ayrıca bugünkü Rusya ve Ukrayna’nın bazı bölgelerinde (Kırım Yarımadası da dahil) Adigece’nin konuşulmuş olduğunu biliyoruz. 15-16’ncı yüzyıllarda Azak Denizi (Хы Мыут1э), Taman Yarımadası  (Тэмэнык1э) ve Karadeniz (Хы Ш1уц1э) kıyılarını kapsayan Kuzeybatı Kafkasya ya da Çerkesya’da Adigece yayılmıştı. Adigece’nin doğudaki sınırı şimdiki Kuzey Osetya, İnguşya ve Çeçenya’ya değin uzanıyordu. Dahası Adige sözlü anlatılarında (1ор1уатэ), Ten (Тенэ; Don ırmağı) ve İndil (Индил; Volga ırmağı) ırmak adları çok geçmekte ve Adigelerin buralarda da yaşamakta oldukları anlaşılmaktadır.

O zamanlar Adigeler gibi böylesine geniş bir alana yayılmış olan başka bir Kafkas dili daha yoktu.

16’ncı yüzyılda Kuban ırmağının kuzey bölümü Kırımlı Tatarların eline geçti, ayrıca 1556’da Tatar kimlikli Astrahan Hanlığı topraklarını ilhak eden Ruslar şimdiki Kabardey ve Adigey halkları yanında, ayrıca diğer Kuzey Kafkas halkları ile de (Oset, İnguş, Çeçen ve Dağıstanlılar)  komşu oldular, 1557’de Rus koruması biçiminde bir Rus-Kabardey ittifakı oluştu. Böylece Tatarlar dışında Ruslar da Adige topraklarını ele geçirme doğrultusunda önemli bir adım atmış oldular.

Ruslar 1783’te Kuban ırmağı kuzeyinde bulunan ve Kırım Devleti’ne bağlı olan toprakları Kırım Hanlığı topraklarının tümü kapsamında ilhak ettiler, bu son bölgeyi Nogay ve Adigelerden temizlediler. 1864’te de kuzeyde Kuban Irmağı ağzından güneyde Bzıb ırmağı ağzına değin uzanan Karadeniz kıyılarında yaşayan Adigelerin tümünü, ayrıca doğuda Şhaguaşe ırmağına (Шъхьэгуащэ;Belaya ırmağı) değin uzanan Adige topraklarını Adigelerden (Shapsugh ve Abzegh)  tamamıyla temizlediler. Adigelerin büyük çoğunluğu (% 95) Türkiye’ye göç etmek zorunda bırakıldı, çok azının Orta Kuban ve Orta Laba boylarında kendilerine gösterilen yerlere yerleşmelerine izin verildi. Ancak bu son Adigelerin de büyük çoğunluğu daha sonra (özelikle 1880 ve 1890’lı yıllarda) Türkiye’ye göç etmek zorunda bırakıldı. Ayrıca şimdiki Şerceskale (Çerkessk; Шэрджэскъалэ) yöresinde ve Kabardey’de de bir miktar Adige kalmıştı. (Hepsi 1897’de 140 bin dolayındaydı).

Adigece’yi Konuşanların Sayısı

Çok geniş bir alana yayılmış olduğu dönemlerde Adigece’yi konuşmakta olanların sayısının çok olduğu kuşkusuzdur. Ancak kesin bir sayı vermek için yeterli yazılı belgeler yoktur, var olanlar da tahminlere dayanmaktadır. Sözgelişi Adige tarihçisi General İsmail Berkok’a göre Adige ve Abhaz sayısı 14-15’nci yüzyıllarda 2 milyon 500 bin dolayında idi. Rus askeri makamlarının yaptırdığı bir araştırmaya göre 1830’larda Adige sayısı 1 milyonun üzerindeydi. (bkz. Asker Hadeğal, Nartlar, Jineps gazetesi, sayı 20). Araştırmacı Mirza Bala ve Prof. Şevgen’e göre ise sayı 2 milyon dolayında, Prof. Karpat’a göre ise 2 milyondan da fazlaydı. (bkz. Adigey Cumhuriyeti, internet).

Bazı Rusların ve işbirlikçilerinin 300 bin gibi düşük rakamlar öne sürdükleri de görülebilmiştir. Sömürgeci bir ideolojinin ürünü olan bu tür görüşleri bir yana ittiğimizde, 1864 göçü öncesinde Adigece’nin 2 milyon dolayında bir nüfus tarafından konuşulmakta olduğunu kabul etmek durumundayız.

1897 yılı Rus resmi istatistik bilgilerine göre Kafkasya’daki toplam Adige sayısı 140 bin dolayına düşmüştü. Bu nüfusun 98 bin 500 kadarı şimdiki Kabardey’de, 13 bin kadarı Şerceskale (Çerkessk) yöresinde, 30 bin kadarı da şimdiki Adigey ile Kıyıboyu Shapsughya’da bulunuyordu.

Adige toplam sayısı 2002’de 700 bin dolayında idi (720 bin). Bu nüfusun 500 bini Kabardey-Balkarya’da, 50 bini Karaçay-Çerkesya’da, 108 bini Adigey’de, 12 bini Kıyıboyu Shapsughya’da (Ş’açe/Soçi metropoliten alanı ve Tuapse rayonu), kalanı Krasnodar Kray (Uspensk rayonı), Stavropol Kray (Kursk rayonu) ile Kuzey Osetya-Alania Cumhuriyeti’nde (Mozdok rayonu)  bulunmaktadır.

Diaspora’da Türkiye kentlerinde 2 milyon 500 bin Çerkes, ayrıca Suriye, Ürdün, İsrail (4 bin) ve Bulgaristan’da da (1.300) Adige ya da Çerkeslerin yaşadığı bilinmektedir. Ayrıca Irak ve Libya’da da Çerkes (Adige) toplu yerleşimleri vardır. Buralardan ve Kafkasya’dan göç etmiş olarak AB ülkeleri, ABD, İsviçre, Kanada ve Avustralya dahil 40 kadar ülkede yaşayan Adigeler vardır.

Türkiye’de köylü Adigelerin içinde Adigece’yi (Shapsugh, Abzegh ve Kabardey) bilen sayısı daha yüksek oranda iken, 2 milyon 500 bin tahmin edilen kentli Çerkes nüfusu içinde Adigece’yi (Çerkesce) bilenlerin oranının daha az olduğu söylenmektedir. (% 20; bkz Vatan gazetesi, 6. 06. 2008, internet) Ancak kentlerde de olsa Adigeler etnik kimliklerini genellikle korumaktadırlar.

Not: Bu yazı 11 Aralık 1976’da verdiğim ve 1977’de yayınlanan “Kakaysa Üzerine Beş Konferans” kitabındaki yazımın güncelleştirilmiş biçimidir. -HCY

Adige Dil Alanının Küçülmesi

Tarihsel süreç boyunca Adige dil alanı küçülmüş, Adigece’yi konuşanların sayısı da azalmıştır. MÖ 3’ncü yüzyılda Adige Sind ve Mıvıt’ (Мыут1;Meot) ekonomisi, ucuz Mısır buğdayının rekabeti ve Akdeniz buğday ticaretini ele geçirmesi üzerine ekonomik, askeri ve kültürel bir çöküş süreci içine girmiştir. (Gerileme süreci o dönemden beri sürmektedir.)

Savunma üzerine kurulu Meot (Adige) askeri stratejisi, uzun süreli göçebe kabilelerin saldırılarına karşı koyamadı. Batıya doğru aralıksız sürüp giden Kavimler Göçü de Adige topraklarını kasıp kavurdu. Adigelere ve diğer Kuzey Kafkasya halklarına yönelik birbirini izleyen Kimmer, İskit, Sarmat, Alan, Got, Hun, Moğol ve Tatar akınları hep devam etti. (Sonuncu ve öldürücü darbe ise Ruslardan geldi.) Çerkesya’nın ovaları bu kavimlerin istilalarına uğradı. MS 4 ve 6’ncı yüzyıllar boyunca süren Hun saldırıları, öncekilere oranla en ağır darbeyi indirdi. Adige kentleri yağmalandı ve yerle bir edildi, çok sayıda Adige öldürüldü ya da tutsak alındı. Kıyı ticareti, Adige kentleri ve yazılı yaşamı sona erdi; Adigeler dağlara sığınmak ve oralarda yoksul bir yaşam sürdürmek durumunda kaldılar. (Daha çok bilgi için bkz. Adigey Cumhuriyeti, tarih bölümü, internet) Daha sonra, 16’ncı yüzyıl ortalarında (1557) başlayan ve üç yüz yıl kadar süren Rus yayılmasının 19’uncu yüzyıl ortalarında (1864) tamamlandığını, binlerce yıllık bir geçmişi bulunan Çerkesya’nın Ruslar tarafından halkı ile birlikte vahşi bir biçimde yok edildiğini görürüz .(1864’te Adigelerden eski yurtlarında kalmasına izin tanınmış olan 100 binden daha az Adige’nin bile en az dörtte üçünün, daha sonraları Türkiye’ye gönderilmiş olduğunu da görüyoruz.) Yani Ruslar Adigeleri bir dış ülkeye göndererek onlardan kurtulma gibi acımasız bir politika uyguladılar, Adigelerin ülkesine ve topraklarına el koyarak, onları ülkelerinde ayrılmak zorunda bıraktılar. Söz konusu bu etnik temizlik olayları sonucu olarak, bazı küçük yöreler dışında, Adige dil coğrafyası, biçim değiştirdi ve yerini Rusca’ya bıraktı. Kabardiya dışında (500 bin) Adigece’nin konuşulduğu yerler, bugün için Rus dil denizi içinde yüzen küçücük dağınık adacıklar durumuna düşmüşlerdir.

Kafkasya’da İç Durum ve Halklar Arası İlişkiler

Tarih boyunca Kafkasya’da halklar arası bir iç barışın yaşandığını ve dostça ilişkilerin ağır bastığını görebiliyoruz. Ancak Abhazların Svanlar, Gürcülerin de Dağıstanlılar ile zaman zaman çatıştıkları, Adige feodal birimlerinin ve Çeçen komünlerinin birbirleriyle sık sık çarpışıp durduklarını söyleyebiliriz. Ancak bunlar sınırlı ve yerel düzeyde kalan ve pek de politik olmayan (feodalizm kaynaklı) olaylar idiler.

Böylesine bir barışçı ortamın bulunuyor olması, o zamanlar için en büyük halk olan Adigeler açısından da iki önemli nedene dayanmaktadır:

1) Meot sonrasındaki Adigelerin yağmalanmaya değecek değerde bir artı ürünlerinin kalmamış olması,
2) Kafkas Dağlarının Kafkas halklarına sağladığı savunma avantajı.

Nitekim Adigeleri yağmalamaya gelenler birkaç baş hayvan dışında bir şey bulamıyor, buna karşılık başlarına yuvarlanan kocaman kayalar ya da üstlerine yağan oklarla karşılaşıyorlardı.

Adige toplumu da, kukusuz diğer toplumlar gibi sınıflara bölünmüştü. Ortaçağ ve izleyen çağlarda köy beyleri (pşı/пщы) ve bu beylerin soylu verkleri (оркъ/kahya), onların serfleri, yani toprak köleleri (pşıtlı/пщыл1ы), beylerin koruma ve egemenliği altında yaşayan köylüler (fekotl/фэкъол1) ve köleler (vıneut/унэ1ут) toplumun ana sınıflarını oluşturuyorlardı. Bu tür yarı feodal Adige toplulukları içinde serf ve köleler çoğunluğu oluşturuyordu. Bey-serf ya da köle ilişkileri diğer toplumlardaki gibiydi, serf ve kölelerin farklı ayrıcalıkları  zaten olamazdı. Wubıh ve Abazalar (Abazin) arasında da köle emeği ve ticareti önemliydi. Ancak Wubıhlarda soylu (bey) sınıfı yoktu, onun yerini kuaşkha denilen köle tüccarı ya da köle sahibi zengin bir köylü sınıfı almıştı. Bu tür toplumlarda bey (pşı) ya da soylu kahya (verk/оркъ) sınıfından olanların çalışmaları ayıp sayılırdı. Bunlar günlerini uyumak, eğlenmek, konuk ağırlamak ve ava gitmekle geçirirlerdi. Köylü sınıfı (fekotl) kadınları da ev işleri dışında çalıştırılmazdı. Bu yüzden bu tür toplumlardaki üst sınıflar arasında yaygın bir tembellik durumu bulunuyordu. Toplumun yükünü serfler, köleler ve yoksul köylüler sırtlanmış durumdaydılar.

Buna karşın Karadeniz kıyısında ve dağlarda yaşayan Natukuay (Нэтыхъуай), Shapsugh, Hak’uç ve Abzeghler arasında eski (arkaik) demokratik toplum yapısı büyük ölçüde korunmuştu. Köle ve serfler (toprak kölesi) bulunsa bile sayıları azdı. En çok köle Abzeghler (Абдзах) arasında bulunurdu, bazı yazılı kaynaklara göre Wubıhların dörtte biri, Abzeghlerin onda biri, Shapsughların da yirmide biri doğrudan köle (унэ1ут) ya da toprak kölesi (пщыл1ы) idi. Ancak Türkiye’deki, özellikle Balıkesir ve Kocaeli’ndeki gözlemlerim köle oranının daha yüksek olduğu biçimindedir. Örneğin Balıkesir Susurluk’ta Sultançayırı köyü yukarısında Kadıkırı adında 60 haneli ve tamamı Abzegh kölesi olan bir köy bulunduğu, bunların, herhalde aşağılanmaktan kurtulmak için topraklarını Yörüklere satarak dağıldıkları anlatılmaktadır. Buna benzer örnekler az değildir.

Son dönemlerde köle (esir) ticareti Abzegh ve Wubıhların tekeline geçmiş gibiydi, Osmanlı esir tüccarları onlarla, özellikle dürüst kişiler olarak güvendikleri Wubıhlarla ticaret yapıyorlardı. Rus işgal bölgelerinde ise, Rusya bütününde olduğu gibi insan ticareti yasaklanmıştı, ancak söz konusu toplumlar aracılığıyla sürdürülen gizli bir insan ticaretinin bulunduğunu da belirtmeliyiz.

Sınıfların yeterince belirmediği bu son topluluklarda, eski sınıfsız topluma özgü birçok özellikler ve kalıntı bir arkaik demokrasi bulunurdu. Egemenlik Xase (Хасэ) denilen halk meclisleri eliyle köylü sınıfı (fekotl) tarafından kullanılırdı. Xase üyeleri seçimle iş başına getirilirlerdi, bir yöre ya da birkaç köy birliği (komün) biçimindeki küçük birimlerde ise, tıpkı İsviçre’de olduğu gibi özgür erkeklerin (fekotl) katılımıyla oluşan doğrudan demokrasi uygulamaları vardı. Nitekim Adige ve İsviçre dağ demokrasileri, dahası bu iki toplumun gelenekleri birbirine çok benzemektedir. Her iki toplumda da sadakat ve vefaya çok değer verilmektedir. Bu kategoriye Basklar ve Kelt halkları (İskoç, İrlanda, Gal, vb), Türkiye’deki bazı topluluklar da (Örneğin Rize Çayeli, Tunceli, vb) dahil edilebilir. Bunların gelenekleri, ilişkileri, karakter, müzik ve dansları arasında büyük benzerlikler vardır.

Bu son Adige toplulukları (Shapsugh, Abzegh vb) arasında eski sınıfsız topluma özgü özelliklerden olmak üzere, a)Yazı yoktu, b)Mabetler ve rahipler sınıfı yoktu, c) Devlet yoktu, ama sınıfsız toplumlarda görülen çok tanrılı ve totemist inançlarla ocak heykelleri ve surlarla çevrili sığınaklar (kaleler) bulunurdu. Nitekim Maykop’taki Veş’ade (Ошъадэ) höyüğünden (sintepe, kurgan) 4 bin 500 yıllık taş ve altından yapılma değişik hayvan heykelleri ve eşyalar çıkarılmıştır. (bkz. Adigey Cumhuriyeti; Çerkesya’da değişik dinlerle ilişkili yer adları, internet; ayrıca “Nartlar” yazı dizisi, Jineps, sayı 20-27)

Bu ve daha başka yerlerde ortaya çıkarılan buluntular eski Adige toplum yaşamının demokratik temeller üzerinde yükselmiş olduğunu göstermektedir. Adigelerin birçok topluma oranla geleneklerine daha bağlı bir toplum olması, Adigelerde bulunan temiz karakter ve insanlık anlayışı o günlerden kalmış olmalıdır. Nitekim günümüzde, özellikle Türkiye’de bir Adige’nin en korktuğu şey, adının pis işlerde anılması, kötüye çıkmasıdır. Bu sayede Adigeler Türkiye’deki fuhuş ve uyuşturucu ticareti, mafya gibi sektörlerde yer almamakta, kimseleri dolandırmaya çalışmamaktadırlar. Kuşkusuz istisnalar vardır, ancak bunlar kuralı bozmaz.

Bu söylenen iyi özellikler, kuşkusuz eski dönemlerde daha geçerliydi. Yabancı toplumlarla ilişkiler sonucu bozulmalar oluşmuştur, içki ve kalitesiz kadınlarla evlenme durumları gibi.

Yarı feodal topluluklarda, örneğin Kabardey, Besleney, Bjedugh, K’emguy, vb arasında köle emeği önemli bir yer tutarken, Shapsughya, Natukuay ve Abzegh gibi topluluklarda, daha çok ataerkil köleci ilişkiler söz konusuydu. Ataerkil kölecilikte köle sahibinin kendisi de çalışır. Nitekim bu son topluluklarda kadın erkek herkes ev dışında ve tarlada çalışırdı, köylülere hükmeden bir bey ya da soylu (kahya/оркъ) sınıfı yoktu.

Ekonomik Durum ve Bunun Dile Yansıyış Biçimi

Saldırı ve istilalar sonucu Adige ekonomisi çok zayıflamıştı. Buna karşılık Kafkasya’nın kullanılabilecek, yani atıl duran kaynakları çok daha fazlaydı. Bu da tehlikeyi davet ediyordu. Ekonominin zayıflamasında kara ticaret yollarının devre dışı kalmasının payı da büyüktür. Deniz ticaret yollarının oluşmasıyla birlikte, kara yolundan, Çin’den gelen İpek Yolu devre dışı kalmıştı. Bu da beraberinde gerileme ve yoksullaşmayı getirdi. 18 ve 19’uncu yüzyıllarda ise, Kafkasya, Akdeniz’e inmek ve Hindistan’a doğru yayılmak isteyen Rus sömürge politikası açısından, bir atlama tahtası olması anlamında önemli bir bölge haline gelmişti.

Karadeniz kıyısındaki Müslüman halklar (Kırımlı Tatar, Adige ve Abhazlar), deniz yoluyla dışa açık bölgelerde yaşıyorlardı ve bunların varlığı Rus sömürge politikasının geleceği açısından tehlike oluşturuyordu. Rusların bunlara güvenmeleri olanaksız gibiydi. Nitekim bu halklar özellikle Osmanlılar tarafından ajanlar aracılığıyla Rusya aleyhine sürekli kışkırtılıyor, sık sık da kullanılabiliyorlardı.

Böylesine bir ortamda ve Rusya’nın kolonyalist yayılış süreci içinde Adige dili 1783’te Kuban Irmağı kuzeyindeki yerlerden bütünüyle, 1864’te de Kuban’ın güneyindeki yerlerden -büyük ölçüde (% 95)- silindi. Ardından 1920’lere değin ülke dışına yapılan göçler nedeniyle Adige dili, Kabardiya (Terek-Nalçik yöresi), Şerceskale (Çerkessk) kenti batısı, dağınık olarak da Laba ve Kuban ırmakları solundaki ovalarda, Maykop’ta, Karadeniz kıyısında Ş’açe (Soçi) ve Tuapse yörelerinde (Kıyıboyu Shapsughya) tutunabildi.

Kafkasya’daki Adige sayısı 1897’de 141 bin 500’e düşmüştü. Sayı 2002’de ise 700 bin dolayına yükselmişti (720 bin). Yani 105 yılda genel Adige nüfusu 5 kat kadar artmıştır. (Bu artışa göre, savaşlar ve göçler olmasaydı Adige nüfusu, bugün için 20 milyonu aşmış olacaktı.)

Göçe ya da Diasporaya gelince, Adigelerin sayısı konusunda ancak tahminlerde bulunabiliyoruz. Çünkü özellikle Türkiye’de, resmi anlamda sayıyı az gösterme gibi olumsuz bir asimilasyon politikasının sürdürülmüş olduğunu biliyoruz. Ayrıca 1965’ten beri de nüfus sayımlarında Türkçe dışındaki dillere sayım cetvellerinde yer verilmemektedir. Ancak bundan 8 yıl önce Milli Güvenlik Kurulu’nun bir talimatı üzerine, bazı üniversitelerin çalışmaları biçiminde ve akademik düzeyde yaptırılan bir araştırmaya göre, Türkiye kentlerinde 2 milyon 500 bin Çerkes bulunduğu, bu sayının % 80 kadarının anadilini artık kullanmadığı açıklanmıştır. (bkz. ”Vatan” gazetesi, 6.06.2008, internet) Ancak bu nüfusun ne kadarının Adige olduğu da belli değildir. Birçok Abaza (Abazin) ve Oset kendisini Çerkes olarak tanıtmakta, ayrıca Kuzey Kafkasya kökenlilerin hepsi için Çerkes adı da kullanılabilmektedir.

Adige Dili, Lehçeleri ve Günümüzdeki Durumu

Adige dili Adigelerin anadilidir. Adigece eskiden Wubıh dilini konuşmuş olan toplulukların da anadili haline gelmiştir. Adigece, Çerkesya ya da Adigey’de yaşayan topluluklar arasında da yayılmaktaydı. Örneğin anadili Adigece olan Ermeniler (Yermelkale/Armavir kenti Ermenileri) dışında, eski Çerkesya’da yaşayan Karaçay, Balkar ve Abazalar (Abazin) arasında da Adigece konuşulabilmektedir.

Adige dili kendi içinde iki kola ayrılır:

1) Batı ya da asıl Adigece (Адыгабзэ);lehçeleri iki alt gruba ayrılır, Karadeniz kıyısında konuşulmuş olan kıyı lehçeleri:
a) Natukuay,
b) Shapsughya (Шапсыгъ) ve
c) Hak’uç

Kuban ırmağı havzasında konuşulmuş olan bozkır lehçeleri:
a) Bjedugh,
b) Hatukuay (Хьатикъуай),
c) K’emguy,
d) Mamhıgh (Мамхыгъ),
e) Yegerıkuay (Еджэрыкъуай) ve
f)  Mehoş (Мэxъош)

Kafkasya’da bugün hala konuşulan Batı Adige lehçeleri ise: K’emguy (К1эмгуй), Bjedugh (Бжъэдыгъу), Shapsugh (Шапсыгъ), Abzegh (Абдзах) ve Hak’uç (Хьак1уцу) lehçeleridir. Adigey yazı dili ise, K’emguy lehçesine dayanır.

2) Doğu Adigece (Адыгэбзэ) ya da Kabardeyce (Къэбэрдэибзэ) 4 lehçeye ayrılır:

  1. a) Asıl Kabardeyce (Kabardeylerin büyük bir çoğunluğu tarafından konuşulur). Asıl Kabardeyce’nin de 4 ağzı vardır:
     aa) Baksan ağzı (Baksan ırmağı yörelerinde konuşulur),
                    ab) Terek ağzı (Terek ırmağı boyunda konuşulur),
                    ac) Malka ağzı (Malka ırmağı boyunda konuşulur),
                    ad) Kuban Zelençuk ağzı (Karaçay-Çerkesya’da konuşulur).
            b) Mozdok Kabardeyce (Kuzey Osetya-Alania’da küçük bir grup tarafından konuşulur),
            c) Besleneyce (Karaçay-Çerkesya’nın iki köyü ile Krasnodar Kray’ın iki köyünde daha konuşulur),
            d) Kuban Kabardeyce (Adigey Cumhuriyeti’nde Laba ırmağı solunda dört köyde konuşulur). Kabardey yazı dili, Asıl Kabardey lehçesinin Baksan ağzına dayanır.

Batı Adigece’nin Bjedugh lehçesi Adigey’de Kuban ırmağı boyunda, Shapsugh lehçesi ise Bjedugh’un batısında, Adigey’in dört köyü ile Karadeniz kıyısındaki Kıyıboyu Shapsughya’da (Soçi ve Tuapse’deki 13 köyde), Abzegh lehçesi Adigey’in iki köyünde (Hakurınehab ve Mefehabl), Hak’uç lehçesi ise Kıyıboyu Shapsughya’da Ş’açe/Soçi’ye bağlı Thağapş (Kirova) köyünde konuşulur. Ayrıca Adigey’de küçük bir Natukuay köyü daha vardır.K’emguy lehçesi Laba ırmağı solundaki köylerde konuşulur.Hatukuay,Mamhıgh ve Yegerıkuaylar da  artık K’emguy lehçesinde konuşurlar.

1920’den sonra oluşmuş olan Adige ve Kabardey yazı dilleri dışında, Shapsugh Ulusal Rayonu’nda Shapsughca da,1945 yılına değin bir yazı ve edebiyat dili durumunda idi. Ancak 1945’te, Rus bürokratik diktatörlüğü (Stalinizm) tarafından bir tehlike olarak değerlendirilip Shapsughların özerkliğine son verilmesiyle birlikte, diasporada halen yaygın olarak konuşulan Shapsughca artık bir yazı ve edebiyat dili olmaktan çıkmıştır.

Diaspora’da ve Kafkasya’da 1920’den önce Shapsughca ve Kabardeyce başlıca yazı dilleri idiler. Adigece Mevlit Shapsugh lehçesinde yazılmıştır, ayrıca Shapsughca bir ibadet dili idi. Bugün de bu son dönemde örgütlenmeye ve yeniden güçlenmeye başlayan Shapsughlar dillerini canlandırmak için uğraş vermektedirler, nitekim Adigece Mevlit yeniden yayınlanmış (2000) olup, İstanbul’un tanınmış emekli mevlithanlarından Hafız Fahrettin Abatay (Гусэр/Guser; d. 1934, Balıkesir, Susurluk ilçesi Demirkapı köyü) tarafından, eski Adige makamı dışında, Türk mevlit makamına da uyarlanarak Shapsughca mevlit yeniden okunmuş, kasetleri piyasaya çıkarılmış ve mevlitlerde de okunmasına başlanmıştır. Türkiye’deki 80 yıllık dil yasağının, fiilen de ortadan kalkması durumunda Adigece için de bir toparlanma ve bir gelişme olanağı doğmuş olacaktır. Bu tür bir toparlanma, kuşkusuz Kafkasya’da, Rus makamları ve işbirlikçileri eliyle halihazırda sürdürülmekte olan Ruslaştırma politikalarına karşı da bir güç oluşturma ve bir karşı önlem yerine geçecektir.

Adige Dil Alanının Küçülmesi

Tarihsel süreç boyunca Adige dil alanı küçülmüş, Adigece’yi konuşanların sayısı da azalmıştır.

TARİH BOYUNCA ADİGE YAZISI

1) Eski Adige yazıları bulunmuştur. Bunların en eskileri Meotlara (Мыут1) ait olan yazılardır. Bugünkü Adigey Cumhuriyeti ile 1864 yılı öncesinin eski Çerkesya coğrafyasında 50 bin kadar höyük (sintepe, kurgan), kent kalıntısı, eski kale ve bunun gibi ören yeri bulunmaktadır. Özellikle Adigey’in Maykop ve Adigekale (Adigeysk) kentleri ile Krasnogvardeysk ve Maykop (Мыекъопэ) rayonlarında yapılan kazılarda MÖ 3’üncü bin yıla ait (4 bin 500 yıl, başka bir görüşe göre de 5 bin 500 yıl öncesine ait) Meot (Adige)  arkeolojik yapıtları (саугъэт) ortaya çıkarılmıştır. Bu arada Adigekale kenti ile yakınındaki Neçerezıy köyü arasındaki (Neçerezıy şimdi baraj suları altındadır) bir alanda yapılmış olan kazılarda da bir Meot tabletleri kitaplığı bulunmuştur. Böylece Adigelerin binlerce yıl öncesinde kullanmış oldukları bir yazılarının bulunduğu kanıtlanmış oldu. Bu arada Maykop’ta bulunan bir yazılı taşta da (Maykop Taşı) bir Meot yazısı ve bir kent krokisi bulunmaktadır. (bkz. Adigey Cumhuriyeti, internet)

Uzmanlar yazılı olmayan dillerin her bir bin 400 yılda bir değişime uğrayabildiklerini kabul etmektedirler. Bu bakımdan eski Adigece (Meot dili) ile yazılmış olan bu tabletlerin okunması kuşkusuz zaman alacaktır. Bunları değerlendirecek uzman ekipmanların yetiştirilmeleri sorunu da vardır.

Şimdiki Anapa kenti yöresinde MÖ 5’inci yüzyılda Sind Krallığı‘nı kurmuş olan Adige Meotların da Grek belgelerine göre yazıları vardı. (bkz. Sindika, internet)

Daha sonra Adigelerin bir yazılarının bulunduğuna ilişkin bir bilgimiz yoktur. Örneğin Cenovalı İtalyan yazarı Georg İnteriano’nun 1502’de Cenova’da yayınlamış olduğu kitabında Adigelerin mektuplarını Yahudilere yazdırdıkları belirtilmektedir. Adigeler o zamanlar henüz Müslüman değildiler.

2) Adige (Kabardey)-Rus ilişkilerinin 16’ncı yüzyılda (1557) gelişmesi üzerine Hıristiyanlık Adigeler arasında yeniden yayılmaya, mezar taşı yazıları biçiminde Grek-Slav harfleri karışımı bir Adige alfabesi kullanılmaya başlanmıştı. (bkz. Адыгэ тхыбзэм и тхыдэ, s. 12)

Adigelere ve öteki Kuzey Kafkasya halklarına yönelik Rus kolonyalist politikalarının başlaması üzerine, Ruslardan alındığı anlaşılan Hıristiyanlık ve Adige yazısı da terk edilmiştir.

Söylenen bu yazı örnekleri dışında bazı yazılar bulunduğu da söylenmektedir. Ancak bunlara ilişkin yeterli bilgiler henüz elimize geçmemiştir. (Adige yazıları konusunda ayrıca bkz. “Adigey”, Vikipedi, tarih ve ekonomi bölümleri; Adigey Cumhuriyeti, ilgili bölümler, internet)

Adigelerin Müslümanlaşmaları ile birlikte Arap alfabesini kullandıklarını, köy okullarında Adigece’nin yardımıyla Arapça dini eğitim aldıklarını biliyoruz. O sıralarda Adigece’nin de kullanıldığı kuşkusuzdur. Çünkü Arapça’yı yeterince bilen din adamı sayısı azdı ve Adigece’ye gereksinim vardı. Adigeler üst dini eğitimlerini Dağıstan, Kırım, Buhara, Kahire, İstanbul, vb yerlerde alıyor olabilirlerdi.

Ancak İslamiyet döneminde Adigelerin oturmuş bir Adigece yazılarının bulunduğunu söyleyebilecek durumda da değiliz.

Bir köylü toplumu olan ve sık sık yer değiştiren Adigelerin İslamiyet döneminde Arapça ve Türkçe öğrenim gördüklerini biliyoruz ama bunların bir Adige yazısı geliştirdikleri konusunda henüz yeterli bir bilgi edinmiş de değiliz.

1864 etnik temizlik ve dış göçü öncesinde Adigeler arasında bir uyanış hareketi başlamıştı. Adigece alfabe ve yazılar belirmeye başlamıştı. Ancak o zamanlar Karadeniz kıyısında yaşayan Adigeler henüz tam Müslümanlaşmamıştı. Müslümanlık Türklerle sıkı ticari (insan ticareti) ilişkileri bulunan Wubıhlar arasında daha yaygındı. Bazı Adigeler de çoktanrıcı (politeist) ve Hıristiyanlık karması inançlar taşıyorlardı. (Bu konuda da bkz. Çerkesya’da değişik dinlerle ilişkili yer adları, internet) Bu gibi nedenlerle bir Adigece yazı oluşturacak etkili bir ruhban ya da din adamları sınıfının oluşmadığı, sınırlı Müslüman din adamları zümresini de Arapça’yı kullanmakla yetindiklerini söyleyebiliriz.

Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar sonucu, özellikle 19’uncu yüzyıldan günümüze değin uzanan bir zaman kesiti içinde hazırlanmış ya da kullanılmış Adige yazı ve alfabelerinin bulunduğu gerçeği de ortaya çıkmıştır. Bu gibi konularda en geniş bilgi Adige sözlük bilimcisi Fahri Huvaj’ın çalışma ürünlerinden sağlanabilir.

İLK ADİGE ALFABELERİ VE YAZARLARI

Biz yine de ilk alfabe ve yazarlar konusunda bazı kısa bilgiler sunalım. 19. yüzyılda ilk Adige alfabesi bir Shapsugh aydını olan Şeretlıko Netavko Hace (Шэрэл1ыкъо Нэт1аукъо Хьаджэ) tarafından hazırlanmıştır (tahminen 1820’li yıllarda), ancak bu alfabe egemen sınıftan gericilerin baskıları sonucu yaktırılmıştır. İkinci Adige yazısını Kaz-Geriy’in (Къаз-Джэрый; 1807-1863)  hazırlamış, ancak o da yayınlanmadığından günümüze erişememiştir.

Bilinen ve günümüze ulaşan ilk Adige (Kabardey) alfabesi Şor Negume’ye (Нэгумэ Шор; 1794-1844) aittir. Negume biri Kiril (1840), diğeri Arap-İran harfli (1843) iki el yazması alfabe bırakmıştır.

Adige aydını Vımar Bırsey (Бырсэй Умар) “Adigece Sözlük” (Адыгэбзэ псэлъалъэр) başlıklı ilk Adigece kitabını 14 Mart 1853’te yayınlamıştır, 14 Mart günü her yıl Adigece Günü olarak kutlanmaktadır. (bkz. Vımar Bırsey; İlk yazar ve yayıncımız, internet) Bırsey ayrıca 1850-1860 yılları arasında Stavropol Lisesi’nde Adigece okutmuştur.

Daha sonra gerek Kafkasya’da ve gerekse diasporada çok sayıda alfabe yayınlanmıştır. Bunların bazıları Arap, diğerleri Kiril ve Latin harfleri esas alınarak düzenlenmiştir.

Mart 1920’de Kafkasya’da Sovyet egemenliğinin kesin olarak kurulması üzerine, 4 özerk Adige biriminde (Kabardey, Çerkesya, Adigey ve Shapsughya) ve üç edebiyat dilinde (Kabardey, Adige ve Shapsugh) Adigece eğitime geçilmiştir.

Osmanlı Devleti topraklarında da yer yer Adigece eğitim başlatılmıştı. Buna göre Adigece Mevlit Shapsughca olarak hazırlanmış, Kabardeyce’nin yoğun olarak konuşulduğu yerler dışında Shapsughca bir yazı ve ibadet dili yapılmıştır. Bu süreç içinde, yalıtılmış yerler dışında Shapsughca’nın hızla yayıldığı ve öbür Adige lehçelerini özümlediği görülmüştür. Köy okullarında ve camilerde Arap harflerinden hazırlanan alfabe kullanılıyordu. Latin alfabesi ise İstanbul Beşiktaş’taki “Çerkes Numune Mektebi”  ve bazı yayınlarla sınırlı kalmıştır. Adigece eğitim, daha sonra cumhuriyet döneminde yasaklanmıştır.

Diaspora’da Fransız Manda yönetimi sırasında Suriye Adigelerinin Fransız harfleriyle hazırlanmış bir alfabeleri vardı ve okullarda okutuluyordu. Arap yönetimi ile birlikte Adigece eğitime son verilmiştir.

İsrail Adigeleri (bir belde ve bir köy, toplam 4 bin kişi) devlet okullarında ve bazı sınıflarda haftada 2 ders saati tutarında Adigece eğitim almaktadırlar. İsrail Adigelerinin radyo internet yayınları da vardır.

Yugoslavya (Kosova) Adigeleri de (350 kişi), Adigey’e dönmeden önce Adigece eğitim görüyorlardı.

Adigece Ürdün’de bir özel okulda ikinci bir seçmeli ders statüsüyle okutulabilmektedir, devlet okullarında ise okutulmamaktadır. Ürdün’de NART TV adlı bir uydu yayını 2008 yılında yayına başlamış bulunmaktadır.

Türkiye ve diğer diaspora ülkelerinde, kurslar dışında Adigece eğitim verilememektedir. Bu arada Shapsughca’nın da 1945 yılından beri Kafkasya’da kullanılmadığını belirtmeliyiz.

ADİGE DİLİNİN ÇEŞİTLİ ÜLKELERDEKİ  TEMSİL DURUMU

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi, Shapsugh Adigece’si, Türkiye’de 1923 yılına değin, Kabardeyler dışında Osmanlı Adigeleri arasında bir yazı ve ibadet dili olarak kullanılıyordu.

1923’ten sonra, rejimin yasaklaması nedeniyle, Adigece bir yazı (basın) ve okul dili olmaktan çıkmış, sadece bir konuşma, gizli bir eğitim (köylerdeki hoca okullarında) ve ibadet dili olarak varlığını sürdürmüştür.

Adigece yayın 1960’ların sonlarında, kitapçık, kaset ve plaklar biçiminde yeniden belirmeye başlamıştı. Bu gelişme 12 Mart 1971 faşist darbesiyle bastırıldı. Ardından 12 Eylül 1980 faşist darbesi gelmiş, berbat bir ortam oluşmuş, daha sonra, özellikle Ecevit ve Erdoğan hükümetleri dönemlerinde, demokratikleşmeler çerçevesinde yeniden çalışmalar başlamıştır, örneğin CircassianCanada internet sitesi Adigece ve diğer Kafkas dillerinde yazılmış yazılara, birçok site de öykü, roman, müzik ve şarkılara yer vermektedir.

Ayrıca Türkiye’de Adigece sözlük, gramer, şarkı, öykü ve masal derlemeleri, vb yapılıp yayınlanmakta, göstermelik de olsa Kabardeyce Radyo-TV yayını da verilmektedir. (Perşembe günleri, saat 6. 30 Radyo-1; saat 7:30 TV-3) Ürdün’de Adigece NART-TV yayını başlamıştır, İsrail Adigelerinin zaten yayınları ve seçmeli ders düzeyinde anadilinde eğitimi bulunmaktadır. Kafkasya’da da sınırlı ölçekte bir RADYO-TV yayını vardır. Kabardey-Balkarya’dan uydudan test yayını başlatıldığı söylenmektedir. Ancak Yeltsin döneminden beri, terörizmle mücadele adı altında özgürlükler hayli kısılmıştır.

Adigece Rusya’da 1920 öncesinde okullarda isteğe bağlı olarak okutulan seçmeli bir ders idi. 1920 yılı ya da Sovyet iktidarının kurulması ile birlikte, diğer Sovyet halkları dilleri gibi, Adigece de (Adige/Kabardey, Adige/K’emguy ve Adige/Shapsugh lehçelerinde) eğitim müfredatına alınmış ve resmi dil (diller)  kapsamına alınmıştır. Adigece 1920-24 arasında Arap harflerini kullanmış, aynı yıl Kabardeyler, 1927’de de Adige ve Shapsughlar Latin alfabesine geçiş yapmışlardır. 1936’da Kabardeyler, 1937’de de Adige ve Shapsughlar halen kullanılan Kiril (Rus) alfabesini kullanmaya başlamışlardır.  (Bu arada bütün küçük Sovyet halklarının alfabeleri Kirile dönüştürülmüş, Shapsugh yazısı ise 1945 yılına değin sürmüştür. Bu konuda bir bilgi eksikliği vardır.)

SOVYETLER DÖNEMİNDE VE SONRASINDA  DİL VE EĞİTİM POLİTİKALARI

1977 Brejnev dönemi Sovyet Anayasa’na değin, ikiye düşürülmüş olan Adige yazı dilleri (Kabardey ve Adige/K’emguy), kağıt üzerinde de olsa birer resmi dil sayılıyorlardı. 1977 Brejnev dönemi Anayasası ise, resmi dil kavramına yer vermemiştir.

Kruşçev döneminde, Stalin döneminden de berbat bir yol seçilmiş,
1958-1960 yıllarında hemen bütün küçük halkların, bu arada Adigelerin anadili eğitimi ya tamamen kaldırılmış ya da bazı köy okullarında tek derse (gramer-edebiyat dersi) düşürülmüştü. Ruslaştırma politikasına, kolonizasyon yoluyla da büyük bir destek sağlandı. Bu da “komünist” şefler olarak tanınan Kruşçev ve Brejnev gibi kişilerin aslında Rus milliyetçileri olduklarını göstermektedir.

Kruşçev’i izleyen Brejnev dönemi anayasasına göre,  “bütün Sovyet dilleri eşitti ya da eşit haklıydı. Yine de Sovyet dış propagandası gereği Maykop, Şerceskale (Çerkessk) ve Nalçik‘te Adigece ve Kabardeyce birer gazete ve dergi yayınlanıyor, kitaplar basılıyor, ara sıra Radyo yayınları da veriliyordu. Vitrin süslenmişti, ama mağazanın içi, şimdilerde olduğu gibi boştu, her şey kılıfına uyduruluyor, dünya kandırılmaya çalışılıyordu. Örneğin dışarıdan gelen ziyaretçilere mükellef sofralar kuruluyor, dans, şarkı ve tiyatro temsilleri sunuluyor, bir programa göre öncesinden belirlenmiş yerler gezdiriliyordu. Bu gezilere katılan bir tanıdık, sorulan her yere “gittik” diyormuş, ”Peki, Oşhamaho’da ne gördün” gibisine sorulan her soruya, “Bir içtih, bir içtih” diye yanıtlar veriyormuş. Anlaşılan bu delikanlımız yiyip içmekten bir şey görememişti ve çok güzel de uyutulmuştu.

Okunsun okunmasın rejimi öven her kitap, gazete ve dergi için yazarlara para ödeniyor, susmaları sağlanıyordu.

Bir başka örnek: Yargılamanın bir cumhuriyet, özerk oblast ya da özerk okrug dilinde ya da o yerde konuşan dilde yapılacağı bir anayasa hükmüydü. Ancak Rusça dışında, sözgelişi özerk birimler dillerine bu hüküm uygulanmıyordu.

Günümüzde de yerel cumhuriyet parlamentolarda,  yerel dillerin kullanılması serbesttir, ama her nedense 17 yıldan beri hiçbir yerel parlamentoda tek bir üye olsun Adigece bir konuşmayı başarmış değildir. Kuşkusuz buna izin verilmiyor olmalı, yoksa gerisi gelebilir. Nasreddin Hoca’nın sakal örneğindeki gibi: Hoca ocak ateşi karşısında pöstekisine uzanmış yatıyormuş, bu sırada farenin biri sakalını yalayıp geçmiş. Hoca durmadan sakalını karıştırıp duruyormuş. Bunu gören karısı, “Hoca, kaygılanma, fare sakalında değil, gitti” demiş. Hoca da “Gitmesine gittiğini ben de biliyorum ama yol olmasından kaygılanıyorum” demiş.

Rus’un kaygısı da öyle bir şey olmalı.

DİL POLİTİKALARI

Sovyetler Birliği dönemindeki dil politikalarında karşılaşılan değişiklik ve uygulamaları, özetle şöyle sıralayabiliriz:

1) Lenin dönemi: 1917-1924 yılarını kapsayan, Büyük Rus ulus milliyetçiliğinin (yani Rus gericiliğinin) bastırıldığı, küçük topluluklara koruyucu ve destekleyici kararlarla yaklaşıldığı bu dönemde çok sayıda cumhuriyet, özerk oblast, ulusal okrug, ulusal rayon birimi, vb oluşturulmuştur. Bu çerçevede Adigeler için de 4 özerk yönetim birimi (Kabardey, Çerkesya, Adigey ve Shapsughya) ve 3 edebiyat dili oluşturulmuştu (Kabardey-Şerces, Adige ve Shapsugh). Adigece üzerindeki her türü ulusal ve sömürgeci baskı kaldırılmıştı. Lenin özetle şöyle diyordu: Küçük ulus ve halklara ve bunların dillerine büyüğün aleyhine olacak biçimde daha fazla haklar tanınmalı ve küçük dillerin kullanımı ciddi biçimde desteklenmelidir. Böylece küçükler aleyhine zaten var olan eşitsizlik bir ölçüde de olsa dengelenebilir ve bu yöntemle eşitlik sağlanabilir.

Lenin döneminde toplumda gelecek umudu ve demokratik bir atmosfer vardı, işçi, köylü ve aydınlar yerel meclisler (Sovyetler) yoluyla yönetimde etkili ve söz sahibi idiler, devrimi inançla ve silahla savunuyor ve üretime de var güçleriyle katılıyorlardı. Bu sayede Sovyetler onca iç ve dış düşmanın üstesinden gelmişlerdi. Ayrıca Türkiye’deki milliyetçi (Kemalist) hareketi de başarıya götürücü ölçekte desteklemişlerdi. Yerel birimlerde yerel dillerde basın, kamu yaşamı ve okul eğitimi bulunuyordu. Örneğin Karadeniz kıyısındaki küçücük Shapsugh rayonu’nda (1924-1945)  Shapsughca (Шапсыгъабзэ) gazete yayınlanıyor, anadilinde okul eğitimi sürdürülüyor ve radyo yayını yapılıyordu.

2) Stalin dönemi: 1924-1953 yılları arasındaki Stalin döneminde, işçi, köylü ve aydın kitlesi yönetimden dışlandı. Meclisler (Sovyetler) parti güdümünde onay makamlarına dönüştürüldüler. Şef (Stalin) ve adamları ne derse o oluyordu. Yetkiler bürokrasinin (polis, asker, yargı ve sivil bürokrasinin) elinde toplandı. Aynen Almanya (Hitler), İtalya (Musolini), Türkiye (İnönü), İspanya (Franko), Portekiz (Salazar) ve benzeri yerlerde olduğu gibi.

Ancak azınlıklar Rusça’yı bilmedikleri ve “devrimci görünme kaygısıyla”, yerel diller kullanılabiliyordu. O dönemde Türkiye’de Şef’in öncülüğünde Güneş-dil Teorisi türetilmişti, buna göre uygarlığın ve dillerin kökeni Türklere ve Türkçe’ye dayanıyordu. Yarışmada Stalin ise, Türk meslektaşlarından “farklı” bir yol tutturuyor, bütün dillerin günün birinde, Rusça değil de, Rusçadan ve birçok dilden yararlanacak daha üst  bir dünya dilinde birleşeceğini söylüyor, o güne değin de, bir alt geçiş dili olarak  Rusçanın Sovyetler çerçevesinde  birleştirici bir dil olması gerektiğini “benimsetmeye” çalışıyordu. Hitler ise sadece dile değil,  ırka da öncelik veriyor, Ari ırkı (Alman-Germen ırkı) için bin yıllık bir “gelecek” hazırlamaya çalışıyordu. Doğu’ya (Sovyetlere) doğru yayılmayı (yani savaşı) hedef olarak gösteriyor, aşağı ve pis ırklardan (Yahudi, Roman/Çingene, vb) yeryüzünü temizlemenin bir görev olduğunu açıklıyordu. Musolini de eski Roma İmparatorluğu’nu yeniden diriltme uğraşıları veriyor, zavallı Afrika ülkesi Etiyopya’ya  (Habeşistan’a) zehirli gaz attırıyordu. Garibim Arnavutluk’u istila ediyor, Yunanistan’dan ise beklenmedik bir tekme yiyordu.

Stalin döneminde din, dil ve geleneklere karşı amansız bir savaş açıldı ve hayli mesafe de alındı. Ulusal yapı büyük ölçüde yıkıma uğratıldı, içki belası yaygınlaştırıldı. Almanlarla savaşta (1941-1945) Adigey ve Shapsughya Adige erkek nüfusunun büyük çoğunluğu kırılmış (50 bin nüfusun 15 ya da 17 bini ya da nüfusun yaklaşık üçte biri), kadınlar dul, çocuklar babasız ve korunmasız kalmıştı. Bu da Adigeleri kolay bir av haline getirdi. Bu arada 10 Sovyet halkı toprağından toplu bir biçimde sürülmüş (etnik temizlik), Shapsughlar da aralarında olmak üzere 50 küçük Sovyet halkına zulüm uygulanmıştır.  Bu berbat duruma karşın, yine de savaş sonu yetişen Adige gençleri, bir ölçüde de olsa geleneklerine bağlı kalmayı başardılar. Bugünkü Adige, Şerces ve Kabardey bölgeleri Adige yazar ve sanatçılarının çoğu, o günlerde doğmuş olan savaş ve kıtlık döneminin acılı çocuklarıdır.

3) Kruşçev ve Brejnev dönemleri: 1953’ten 1964 yılına değin süren Kruşçev döneminde, bir öncekinin katı Stalinizm’i, düzmece yargı, siyasal infazları ve terör sona erdirildi, 5 halk üzerindeki sürgün cezası da kaldırıldı ve hakları iade edildi: Karaçay, Balkar, Çeçen, İnguş ve Kalmık. Ancak sürgünde olan ya da baskı uygulanan diğer 45 halkın (ve bu arada Shapsughların)  durumlarında bir değişiklik (iyileştirme) yapılmadı.

Bu kısmi yumuşamaya karşılık Rusluk (imparatorluk) hayalleri canlı tutuluyordu, çünkü Stalin’den beri Sovyetlerde Rus milliyetçiliği fiilen bir devlet ideolojisi getirilmişti: Ruslar büyük birader (ağabey ulus), diğerleri de küçük biraderler idiler. Herkes büyüğün (ağabeyin) sözünü dinlemeli ve onu örnek almalıydı. Bu anlayış çerçevesinde, devlet tarafından ulusal bölgelere, ”kalkındırma ve kalkınmaya destek amaçlı” Rus yerleşimciler götürülüp yerleştirildiler. Bunlar için konutlar yapıldı, milyarlarca Ruble para kolonizasyon uğruna harcandı.

Faşist ve sömürgeci Portekiz de Afrika Mozambik’te 1 milyon beyaz göçmenin yerleştirilmesi için büyük bir baraj inşa etmişti. Onun gibi bir şeydi Rusların yaptığı bu gibi şeyler de. Gerekçesi de çok “mükemmeldi”: Buralardaki boş arazi ve otlakların tarıma kazandırılması, böylece refah düzeyinin yükseltilmesi ve Sovyet ekonomisinin her alanda güçlendirilmesi idi. Kentlere yerleşen Ruslar ise, oralara “uygarlığı ve kent kültürünü” götüreceklerdi. Ulusal bölgelerin kentleri, giderek Rus kentlerine dönüşmeye başladı. Ancak tarımsal alanda tam bir ekonomik iflasla karşılaşılmış, dağ fare doğurmuş, milyarlarca Ruble ziyan edilmiş oldu. Kruşçev başarısız bulunarak, emekli edildi. Ancak tarımdaki bu iflas, Rus “geleneğine”  bağlı kalınarak kamuoyundan gizlendi. Ekonomik iflasa karşın, Rus olmayan bölgelerin ve bu arada Kuzey Kafkasya’nın çoğu yerlerinin Rus yerleşimcilerle doldurulması programı başarıyla tamamlandı. Birçok ulusal cumhuriyet ve ulusal bölgede (region), yerliler artık azınlık durumuna düşmüş, denetim Ruslara geçmişti: Kazakistan,  Kırgızistan, Yakut, Buryat, Başkırt, Hakas, Altay, Kuzey Osetya, Karaçay-Çerkesya, Adigey ve daha başka birçok yerde. Ancak yapılan onca iş ve dökülen onca para, Mozambik’te beyaz sömürgecilere kalmadığı gibi, buralarda da, kime niyet kime kısmet Ruslara kalmayacaktı. Birliği oluşturan ve Rus baskısı altında inleyen 14 cumhuriyet sonunda Rusya’dan kopacaktı. (1991)

1964-1982 yıllarını kapsayan Brejnev döneminde demokratik görünümlü yeni bir anayasa hazırlandı. (1977)  Ancak anayasa lastikli ifadelerle doluydu. Bu ifadelerin Ruslaştırma yönünde uygulamaya konmasıyla, yukarıda değinildiği gibi, anadilinde eğitim kent ve beldelerden kaldırıldı, bazı köylerde ise, tek ders (haftada bir ya da iki ders saati) biçiminde bırakıldı, buna anayasal gerek de vardı, ayrıca anadili çocuklara Rusça’nın öğretilmesinde bir yardımcı ders olma işlevi de görüyordu. Çünkü ulusal bölgelerde küçük çocuklar genellikle Rusça bilmiyorlardı, televizyon ve elektrik gibi şeyler henüz köylere tam ulaşmamıştı.

Bu arada stratejik önemdeki Adige müziği devre dışı bırakılmıştı. Müzik, okuldan atılmış ve kendi haline terk edilmiş biçimde, folklorik nitelikte ve sıradan bir dans müziği (sözsüz müzik) düzeyine düşürüldü ve danslar da Rus danslarına (Kazaska) benzetildi. Bunlar okul dışı düzenlemelerdi ve toplumun çoğunu kapsamıyordu.  Bütün bunlar Ruslaştırma programı kapsamında usta ellerce sahneye konuyordu. Okul kaynağı kurutulduğundan, 50 yıllık bir zaman dilimi içinde halk ulusal müziğinden kopartıldı ve ulusun ruhu çalındı. Şimdiki cılız sözlü müzik ise, daha çok Rus müziğinin bir kopyası biçimindedir ve bu nedenle diasporada tutulmamıştır. Alkışlama vardır ama bu bir Adige nezaketi gereğidir. Çepay Murat ve Aslan Derbe gibi yeteneklerin adı ve sanı kayıplara karışmıştır. Diasporaya kopyalar ve bağıranlar gönderilmektedir. Kafkasya’dan gelme ekip dansları da birbirinin kopyası ve bir elden çıktığı izlenimi veren Sovyetik danslardan başkası değildir. Amaç uyutma olduğundan, tekrarlarla yetinilmekte, bir geliştirme durumu yaşanmamaktadır.

Buna karşın M. Kemalpaşa ilçesinin Karaorman köyünde düzenlenen 2008 yılı Güney Marmara Kafkas Şöleni sırasında, özellikle Bandırma Jöğobzıy (Жъогъобзый) ekiplerinin çocuk oyunlarını canlandırdıkları ve Nart savaş danslarını sahnelemeyi başararak programı yaratıcı yönlerden katkılarıyla zenginleştirdikleri, Düzce, ayrıca Bursa, Blane grubu, Gönen ve diğer katılımcı ekiplerin de şahane oyunlar çıkarabildikleri görülmüştür. Bu başarının Kafkasya’daki benzerlerinden geri kalır yer yoktur. Şöleni akşam saat 20:00’den gece yarılarına değin 5 binin üzerinde her yaştan, çocuklar dahil bir kitlenin coşkuyla ve ilgiyle izlemiş olması da oluşan beğeniyi ve ulusal ruhun diriliğini ayrıca gözler önüne sermiştir. Bu, aynı zamanda halkın ruhunun henüz çalınamamış olduğunun da bir işaretidir. Ne yazık ki, bu tür folklor programlarında yerel müzik, şarkı ve danslara (tleperüş/лъэпэрышъу) çok az yer verilmektedir, bu çok hatalı durumun da acilen düzeltilmesi gerekir.

Son söz olarak, Brejnev dönemi de bir Ruslaştırma dönemi olmuştur.

4) Gorbaçov dönemi: Gorbaçov Kafkasyalı demokrat bir Rus’tur ve Kafkasyalı (Kabardey) dostu Andropov’un ardılıdır. 1985-1991 yılları arasını kapsayan Gorbaçov dönemi, özgürlüklerin çiçek açtığı  bir dönemdir. Bu dönemde müzik ve matematik dersleri de dahil ilkokul eğitimi (1-4 sınıflar) yeniden ve bütünüyle anadilinde verilmeye başlandı. Halklar üzerindeki prangalar kaldırıldı ya da gevşetildi, çok partili bir demokrasiye de geçildi.

5) Yeltsin dönemi: 1991 yılından 1999 yılı sonuna değin uzayan bu süreçte, Yeltsin vermiş olduğu sözleri bir bir çiğnedi. Gorbaçov öncesinin Ruslaştırma politikalarına dönüş yapıldı. Anadili eğitimi seçmeli tek bir ders düzeyine düşürüldü (okul ve sınıfına göre değişmek üzere haftada 1 ile 4 ders saati tutarında). Başlatılmış olan Adigece müzik eğitimi de kaldırıldı, yerine Rus müziği kondu. Böylece ulusun ruhu çalınması amaçlandı. Bu arada Adigey Cumhuriyeti (AC) topraklarına büyük bir Rus nüfusu  da (155 bin 400 kişi) getirilip yerleştirildi.

6) Putin dönemi: Bu dönemde petrol ve doğalgaz satışı gelirleriyle ekonomi canlanmıştır. Bu gelirler bölgelere ve halka çok az bir oranda yansıtılmış, para merkezde (Moskova’da) ve zenginlerin kasalarında biriktirilmiştir. Sonuç olarak Rusya’da varolan çifte standart iyice belirgin hale gelmiştir.

Şöyle ki; Türkiye’de çoğunluğu oluşturan yoksul kesim bir kentten ötekine, dahası bazıları çok yakınlarının cenazesine bile gidemiyor. Sayıca çok daha az olan orta halliler ise, taksitle ve banka kredisiyle ya da bir şeylerini (arsa, tarla gibi) satarak ev ve otomobil alabiliyor ya da tatile çıkabiliyor. Azınlıktaki zenginler ise ceplerinde pasaportları istedikleri an dünyayı turlayabiliyor ve çocuklarını seçkin İngiliz okullarında okutabiliyorlar.

Rusya’da ise orta halli kesim silinmiş, sadece iki kesim kalmıştır. Büyük çoğunluğu oluşturan emekçi kesimin hali bitiktir: Günlük ücretler 2 YTL, aylık gelirler de 60 YTL dolayındadır. (Ücret yönünden yoksul bir Afrika ve Asya/Bangladeş standardı.) Bu nedenle sadece Türk memuru değil, Rus memuru da işini bilmek durumundadır. Türk çalışanı, bir Rus’tan çok daha fazla kazanabilmektedir: Günde 25-50 YTL, ayda da 500-1.000 YTL ve üzeri. Rus yoksulları, tıpkı Türk benzerleri gibi, ülke içinde hapis durumundadır. Adigeler de öyledir. Taşlar Moskova’dan bağlanmıştır. Yerel yönetimler kımıldayamaz konumlara düşürülmüştür. Durum böyle olduğu halde, sıradan bir Rus ya da Türk, hala “dünyanın kendisine hayran olmasını” bekliyor, çünkü öyle koşullandırılmıştır. Çetin Altan’ın “Türk’e Türk propagandası” işe yarıyor anlaşılan. ”Türk’e Türk propagandasını” iplemeyen Rus zenginleri, ötekiler gibi ahmak değildir, dahası Türk benzerlerine taş çıkartıyorlar. Bunların Akdeniz sahillerinde (Türkiye, Fransa, vb) yazlıkları, turistik otel ve mağazaları var, çocuklarını da İngiliz okullarında okutabiliyorlar.

Tüm bu olumsuzluklara karşın Putin, ırkçılar tarafından Adigey Cumhuriyeti’nin yok edilmesi için açılmış olan kampanyaya destek vermeyerek ve 2002 sel felaketi üzerine Adigelere büyük bir yardım sağlayarak, diasporadaki Adigelerin de gönlünü kazanmayı başarmıştır. Ayrıca 2014 Kış Olimpiyatları’nın Ş’açe/Soçi’de yapılmasını da başarmıştır. Böylece terk edilmiş ve unutulmuş eski Adige topraklarını yeni bir yaşama kavuşturma doğrultusunda adımlar atmıştır.

Ancak Adigey’de Adigece’nin Adige kökenli öğrenciler için zorunlu bir eğitim dili olmasını sağlayan 2006 tarihli AC Eğitim Yasası’nın iptal edilmiş olması, Putin döneminin eksilerinden biridir. Hemen ardından, 2007-2008 eğitim-öğretim yılında Kabardey-Balkarya’da, 20 kadar okulun birinci sınıflarında derslerin Kabardey-Çerkes ve Karaçay-Balkar dillerinde okutulması doğrultusunda bir ön adım atıldığı, Adigey’de yeni bir dil politikası arayışlarının belirdiği görülmektedir.

Putin, ırk, din, dil ve milliyet ayrımı olmaksızın herkesin eşit olacağı bir Demokratik Rusya vaadinde bulunmaktadır. Bu vaat çağdaş normlara da uygundur. Ancak vaat (Ortak Evimiz Rusya Projesi) henüz gerçekleşmiş de değildir. (Rusya’da iktidar içinde demokrasiyi frenleyen bir muhalefetin bulunduğu anlaşılmaktadır.)

Yeni Devlet Başkanı Medvedev’in Putin’e tam destek vermesi durumunda demokratikleşme yolunda mesafe alınabilir.

ADİGECE’NİN ŞİMDİKİ DURUMU

Adigece Adigey’de, Kabardey-Çerkesce de Karaçay-Çerkesya ve Kabardey-Balkarya’da birer resmi dildir. Rusya Federasyonu (RF) Anayasası’na göre, RF bütününde geçerli olan resmi dil sadece Rusça’dır ve herkes bu dilde eğitim almaktadır. RF’na bağlı 21 cumhuriyet, 1 özerk oblast (Doğu Sibirya’daki Yahudi Özerk Oblastı) ve 10 özerk okrug’a ait diller de Rusça’nın yanında resmi dil sayılmışlardır. RF’nda ilkin 38 olan resmi dil sayısı, 2008 yılı ve öncesinde 6 özerk okrugun kaldırılmasıyla, şimdilerde 27’ye düşmüştür (Temmuz 2008). Bilindiği gibi bazı okrugların birden çok resmi dili vardı. Okrugların tasfiyesi süreci ise, henüz tamamlanmamıştır.

Adigece ve Kabardeyce, bugün okullarda haftada 1 ile 4 ders saati arasında değişmek üzere seçmeli ders olarak okutulabilmektedir. Ancak yaratılan olumsuz atmosfer nedeniyle Adigece’den Rusça’ya doğru bir kayış (yönelme) vardır. Kabardey-Balkarya’da anadili yanlısı girişimler söz konusu iken, Adigey ve Karaçay-Çerkesya’da henüz bir hareketlilik görülmemektedir.

Cumhuriyetlerde yazışma dili Rusça’dır. Rusya’da 1991 ve 1992 yıllarının özgürlük atmosferi kalmamıştır. Adigece’ye ve Kabardeyce’ye çok sayıda Rusça sözcük ve terim sokulmuştur ve sokulmaya da devam edilmektedir. Karşı önlemler vardır, bunlar yerel yönetimlerce engellenmemeli, aksine desteklenmelidir.

Adigece ve diğer yerel diller kağıt üzerinde geniş hak ve özgürlüklere sahiptirler. Örneğin cumhuriyetler kendi istekleriyle RF içinde yer almış “egemen” devletler olarak tanıtılmaktadır. Ancak yukarılarda da belirttiğimiz gibi, temel politika, yine de Ruslaştırmadır. Bu alanda hayli mesafe alınmıştır.

İşin burasında Rus yöneticilerin unuttuğu  şey, dünyanın artık demokrasiye doğru gitmekte, ırkçı ve gerici siyasetlerin aşılmakta olduğu gerçeğidir. Bir halkın daha zayıf olan bir başka halk üzerindeki  baskı politikaları artık dünyadan destek bulamamaktadır. Rus politikası Kosova’da iflas etmiştir. Geçmişte gerici politikaları sömürgeci Batı Avrupa ülkeleri (İngiltere, Fransa, vb)  ve ABD desteklemekteydi. ABD Başkanları Clinton ve izleyicisi Bush’un Rusya’ya sağladıkları destek sayesinde Ruslaştırma siyasetine yeniden dönülebilmiştir. ABD ve AB’ni karşısına alacak bir RF’nun yapabileceği pek bir şey yoktur. Afgan örneği de ortadadır, yani ABD ve AB’nin belirleyici üstünlüğü vardır ve RF’nun hareket alanı kısıtlıdır. RF, demokrasisini ilerletmediği takdirde, aynı desteği Barack Obama’nın olası başkanlığı döneminde de alabilecek midir? Kuşkulu…

Bu bakımdan bizim de dikkatli olmamız, dolduruşlara gelmememiz ama kötümser de olmamamız gerekmektedir. Bu arada diaspora, RF ve onun cumhuriyetlerine bağlı çizgilere takılı kalmamalı, kendi bağımsız çizgi ve lobilerini oluşturmalıdır. Ülkeler arası ilişkiler ise, işbirliği, karşılıklı güven ve eşitlikçi temeller üzerinde kurulmalı ve yürütülmelidir.

ADİGE DİLİ İLE İLGİLİ ÇALIŞMA YAPAN KURULUŞLAR

Daha yukarıda açıklandığı gibi, Rusya Federasyonu’nda (RF) Adigece ile ilgili çalışmalar devlet kuruluşlarınca ya da devlet desteğiyle sürdürülmektedir.

RF’nda Adige dili üzerine çalışmalarda bulunan bazı resmi kuruluşlar vardır. Bunlardan bazılarını şöylesine sıralandırabiliriz:

1) Moskova’da RF Bilimler Akademisi’ne bağlı Dilbilimleri Enstitüsü’nün Kafkas Dilleri Bölümü‘nde Adige dilinin bütün lehçeleri ve edebiyat dilleri (Adige, Kabardey) incelenmektedir. Ayrıca St. Petersburg‘da da benzeri çalışmaların bulunduğu söylenmektedir.

2) Nalçik’de Kabardey-Balkarya Devlet Üniversitesi‘nin ilgili bölümlerinde ve Kabardey-Balkarya Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü‘nde, Adige dili lehçeleri, özellikle Doğu Adigece ya da Kabardey dili lehçeleri ve Kabardey-Şerces (Çerkes) edebiyat dili incelenmektedir.

3) Şerceskale’de (Çekessk)  Kabardey-Balkarya’dakine benzeyen kuruluşlarca Kabardey-Şerces dili üzerine inceleme ve çalışmalar yapılmaktadır.

4) Maykop’ta Adigey Devlet Üniversitesi (ADÜ), Maykop Teknoloji Üniversitesi ile Adigey Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü‘nün (eski Adige Bilimsel Araştırma Enstitüsü) ilgili bölümlerinde Adige dilinin özellikle Batı lehçeleri ve Adige edebiyat dili üzerine inceleme ve çalışmalar yapılmaktadır.

5) Kıyıboyu Shapsughya’nın Ş’açe/Soçi metropolitan alanı içindeki Psışuape (Псыш1уапэ/Lazarevsk) beldesinde bulunan ADÜ’nin bir bölümünde okullardaki Shapsugh öğrencilerin Adigece dersi öğretmenleri yetiştirilmekte ve Adigece işlenmektedir.

Dil ve edebiyat üzerine bilimsel incelemeler, daha önceleri bilimsel araştırma enstitülerinde yapılmaktaydı, çünkü Maykop ve Şerceskale’de cumhuriyet öncesi Adigelerin üniversiteleri yoktu. Adigece öğretmenleri pedagoji (eğitim) enstitülerinden mezun oluyorlardı. Cumhuriyetle birlikte pedagoji enstitüleri üniversitelere dönüşmüşlerdir. Şimdi üniversitelerin ilgili bölümleri dil ve edebiyat ile ilgili çalışmalara katılmaktadırlar. Üniversiteler öğretmen ve eğitim elemanlarını yetiştirmekte, enstitüler de kadrolarını bu elemanlardan yararlanarak oluşturmaktadırlar.

Nalçik’te Oşhamaho (1уащхьэмаъуэ) adlı bir edebiyat dergisi (iki ayda bir yayınlanır) ile Adige Psatle (Адыгэ псалъэ)  adlı bir gazete (Cumartesi ve Pazar günleri dışında, haftada 5 gün yayınlanır) Kabardey-Şerces dilinde yayınlanmaktadır. Şerceskale‘de de benzeri etkinlikler bulunduğu (haftada 5 gün Çerkes pej/Шэрджэс пэж gazetesinin yayınlandığı) söylenmektedir. Maykop’ta da Zeqoşnığ (Зэкъошныгъ) adlı bir edebiyat dergisi (üç ayda bir yayınlanır) ile Adige Mak (Адыгэ макъ) adlı bir gazete (haftada 5 gün yayınlanır) yayınlanmaktadır.

Kuşkusuz daha küçük boyutlu (rayon) yayın organları da vardır, ancak bunlar genellikle Rusça yayınlanmaktadırlar. Kıyıboyu Shapsughya Ş’açe’de (Шъачэ/Soçi) 10 yıldan uzun bir süre yayınlanmış olan Shapsughya (Шапсугия) gazetesi ise kapanmış, Shapsughlar yayınsız kalmışlardır.

Adige dillerinde olmak üzere Nalçik, Şerceskale ve Maykop kentlerinden kısıtlı birer radyo-televizyon yayını verilmektedir. Diğer yayınlar da sınırlı süreli olup devletçe katı bir biçimde denetlenmektedir. Özgürlükler kısıtlıdır. Shapsughların (Ş’açe ve Tuapse’nin tamamında ancak 12 bin kişidirler) başlattıkları radyo-televizyon test yayınları ise,  parasızlık nedeniyle sürdürülememiştir.

Dış ülkeler olarak AB ülkelerinden bazılarında, yabancı bilim adamları eliyle bazı kısıtlı bilimsel çalışmalar yapıldığı görülmektedir. Bu arada Türkiye’de Jineps (Жынэпс) gazetesi (aylık) dışında, Kaf-Der’in yayın organı Nart dergisi de (aylık) Adigece ve diğer Kafkas dilleri üzerine yapılan çalışmalara destek vermektedirler. Bağımsız CircassianCanada ve Uzunyayla.com internet siteleri ile Kaf-Der’in internet sitesi ve daha başka birçok Kafkas internet sitesi Adige dili ve edebiyatı üzerine yapılan çalışmaları yayınlamaktadırlar (Adigece, Türkçe, İngilizce ve diğer dillerde). Bu son dönemde yayınlarda bir artış olduğu gözlenmektedir.

Ürdün’de NART-TV adlı bir özel televizyon, uydudan Adige dillerinde yayınlar vermeye başlamıştır. İsrail’den de Radio Adiga adlı bir internet radyosu da günlük kesintisiz Adigece yayın yapmaktadır. Bu arada İsrail hükümetinin Adigelere olan desteğini artırma kararı aldığı da söylenmektedir.

Türkiye’de de daha yukarıda belirtildiği gibi, Adigece şarkı ve öykülerin (masalların) sunulduğu birçok özel internet sitesi dışında, göstermelik de olsa, resmen bir Kabardeyce radyo ve televizyon yayını da verilmektedir. Bu yıl (2008’de) yapılan yeni bir yasal değişiklikle devlete ait bir televizyon kanalının Türkçe dışında geleneksel olarak konuşulan dil ve lehçelere tahsis edilmesi kararı alınmıştır. Ancak bu devlet kanalının sadece Kürtçe, Zazaca ve Arapça yayınlarla sınırlı tutulacağı söylenmektedir. Böyle olması durumunda Adigece, Kabardeyce, Abazaca, Abhazca, Lazca ve diğer dillerde konuşan milyonlarca insanın dilleri ve kültürleri bir kenara itilmiş ve yeni bir sorun kaynağı yaratılmış olacaktır. (Türkiye’deki Çerkes nüfusu, kentler üzerine iki milyon 500 bin biçiminde bildiriliyorsa da, bazı gözlemci ve araştırmacılar, sayının bunun iki katından da çok olduğu konusunda birleşmektedirler. Aslında korkmakta ya da iyi bir konumda olan birçok Çerkes, birçok durumda gizlenmekte ve etnik kimliğini belli etmekten kaçınabilmektedir. Bu da ortada bir demokratik güven sorunu bulunduğunu da göstermektedir.)

Adigeler, Kafkasya’da bu yakın zamanlara değin folklor derlemelerine öncelik vermişlerdi. Ayrıca bir deneyim ve uzmanlık gerektiren dilbilimi üzerine çalışacak yeterli bilimsel kadrolar da yetiştirilememişti. Bu nedenle dilbilimi üzerine çalışmalarda yabancı araştırmacıların payı önemliydi. Artık yabancı dilleri de bilen yeni bilimsel kadrolar oluşmuş durumdadır. Bu nedenle, bu son yıllarda dilbilimi üzerine çalışmalarda bir artış görülmektedir.

Yabancı dilbilimcilerin önemli uğraş alanı, Adige, Wubıh ve Abhaz dillerinin en eski biçimlerini ortaya çıkarma ve o yoldan yürüyerek ortak kök dile ulaşma ve eski Batı Kafkas ya da Nart dilini, bilimsel anlamda yeniden inşa etme işidir. Doğu Kafkas dilleri (Çeçen-Dağıstan) ile Güney Kafkas dilleri (Gürcü, Svan, San ya da “Megrel”-“Laz”) de yeniden inşa edildiklerinde, sıra Kafkas dillerinin ortak kökenini bulmaya gelecektir. Bilimsel çevreler ve bütün Kafkas cumhuriyetleri bilimsel kuruluşları bu doğrultularda çalışmaktadırlar. Örneğin, Hollanda Leiden Üniversitesi Shapsug (Шапсыгъ) ve Bjedugh (Бжъэдыгъу) sözlükleri üzerine çalışmalar yürütmüştür. Sönmüş bir dil durumundaki Wubıh dili üzerine de Fransız Prof. G. Dumézil çalışmalarda bulunmuştur. Benzeri bir çalışma Norveç Oslo Üniversitesi ve başka çevrelerce de sürdürülmüştür.

Adigelerin dil çalışmaları, daha çok kendi dillerinin teorik ve pratik sorunlarına yeni çözümler bulma, bu son yıllarda hızlanan küreselleşme sonucu kullanım olanağı kısıtlı hale gelen ve zayıflamakta (sönmekte) olan, ayrıca egemen ulus yönetimlerince uygulanan asimilasyon politikalarına* karşı alınabilecek olası önlemler üzerinde yoğunlaşmıştır.

Adigece üzerine çalışmalar merkezi yönetimce sağlanan tahsisatların azlığı gibi nedenlerle yeterli düzeylere erişememiştir. Yerel bütçe gelirleri ise göstermeliktir, merkezin sıkı bir kısıtlaması vardır ve yerel yönetimlerin eli kolu bağlı gibidir. Bu gibi nedenlerle 86 yıllık uzun bir devlet yaşamına karşın doğru düzgün ve gelişmiş bir Adigece Sözlük bile yayınlanamamıştır. Yayınlanmış olanları ise, en çok 10 bin dolayında bir sözcük dağarcığıyla yetinen küçük ve yetersiz sözlüklerdir. Bunu özellikle Tembot K’eraş’ın ölümsüz başyapıtı “Mutluluk Yolu” (Насыпым игъогу) romanını Türkçe’ye çevirmeye başladığımda daha iyi kavramış bulunmaktayım. Eskiden Adige kolhozları (köy tarım kooperatifleri), sözgelişi sözlük yayını gibi parasal getirisi olmayan kültürel çalışmalara, yıllık gelirlerinin bir bölümünü bağışlamak biçiminde maddi destekler sağlıyorlardı.

Türkiye’de ise Mehmet Yasin Çelikkıran (Т1эшъу М. Ясин), Fahri Huvaj (Хъуажъ Фахъри)  ve ABAZE İbrahim Alhas (Абазэ Ибрэхьим Алъхъэс) tarafından Adigece üzerine yayınlanmış sözlükler bulunmaktadır, ayrıca BER Hikmet’in dil üzerine geniş çalışmaları da vardır. Özellikle sözlük bilimcisi Fahri Huvaj’ın çalışmaları oldukça geniş kapsamlıdır.

Bütün bunlar, kuşkusuz diaspora açısından birer gurur ve umut kaynağı oluşturmaktadırlar.

Not:
(*) Yadsınmalarına karşın, Türkiye ve Çerkes nüfus barındıran gerici Arap yönetimleri dışında, RF’nda da küçük ulusal birimler halklarını asimile ederek Ruslaştırmak gibi bir politik amaç güden çağdışı, ama güçlü bir ırkçı-faşist eğilim vardır. Küçük cumhuriyetlerde de bu eğilimin lobilerinin bulunduğu, bu lobilerde görev almış yerli halktan kişilerin (işbirlikçilerin) merkezden desteklendiği ve bu gibi satın alınmış kişilerin Rus milliyetçilerinin hizmetinde çalıştıkları söylenmektedir. Örneğin bazı “Adigeler”, 2006 yılı ve öncesinde Adigey’in Krasnodar Kray tarafından yutulması içerikli kampanyalara destek vermişlerdi. Buna karşın RF Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rus demokratları Adige aleyhtarı bu tür gerici kampanyaları desteklememişlerdi.  Bu bakımdan gerici ve faşistlerin ve bunların işbirlikçilerinin politik oyunlarını sık sık deşifre etmek gerekmektedir. Türkiye ve RF, Avrupa’da faşisti en bol olan son iki ülkedir. Arap ülkelerinde ise ırkçı ve faşist sayısı az ama gerici ve çağdışı insan sayısı çoktur. -HCY

 

BÖLÜM: II
TANIM

Adige edebiyatı, Adige dilinde ya da herhangi bir lehçesinde yazılmış olan ve sanatsal değeri bulunan yazılardan oluşmuştur.

Bu tanımın kapsamına Adige/Kabardey, Adige/K’emguy, Adige/Shapsugh vb gibi lehçelerde yazılmış olan bütün ürünler girer. Ancak Kafkasya’da, 1945’ten beri Shapsughca, artık bir edebiyat dili olmaktan çıkartılmıştır.

Uzun bir süre, Rusya Federasyonu (RF) bağımsız bir devlet haline gelene değin (Aralık 1991), Kafkasya’da yazılı Adige edebiyatı (edebiyatları), 1917 Ekim Devrimi’nin bir ürünü sayılmak istenmişti. Bu nedenle de, Adige edebiyatının Sovyet dönemi öncesi sise gömülerek, bu edebiyat 1920 yılı ile birlikte başlamış gibi gösterilmek isteniyordu.

1920 sonrasında üç lehçede (Kabardey, Adige/K’emguy ve Shapsugh) yazılan dört bölgesel edebiyat (Kabardey, Şerces, Adige ve Shapsugh) doğdu. Bu dört edebiyattan ikisi, yani Kabardey ve Şerces (Шэрджэс/Çerkes) bölgesel edebiyatları (bazı önemsiz sözcükler dışında) Kabardey edebiyat dilini benimsemiştir. Bu dört edebiyat 1945 yılına değin sürmüş, aynı yıl Shapsughların özerkliğine son verilmesi ile birlikte, Shapsugh edebiyatı ve yazılı yaşamı da son bulmuş, geriye sadece  iki edebiyat dili (Kabardey ve Adige) ve üç bölgesel edebiyat kalmıştır: Kabardey, Şerces (Çerkes) ve Adige.

Günümüzde Kabardey edebiyat diline Kabardey-Çerkesce (Къэбэрдэй-Шэрджэсыбзэ) denildiği gibi, her iki edebiyata da birlikte Kabardey-Çerkes ya da Kabardey-Şerces edebiyatı da denmektedir. Bu iki edebiyat kendisi söz konusu olduğunda Adige edebiyatı (ve dili) adını,  Adigey Cumhuriyeti (AC)  edebiyatı (ve dili) terimini kullanmaktadır. Bundan da bölgecilikten bir uzaklaşma eğilimi bulunduğu anlaşılmaktadır.  Nitekim bu son yıllarda, iletişimin gelişmesiyle birlikte, her üç edebiyat da kendisini Adige edebiyatı içinde ve onun bir kolu olarak görmekte, her üç edebiyat, herhangi bir bölge yazarını dışlamamakta, aksine sahiplenmekte ve hepsine de Adige yazarı denmektedir. Örneğin, yazar İshak Meşbaş, AC yazarı olduğu gibi, Kabardey-Balkarya (KBC) ve Karaçay-Çerkesya (KÇC) bölgeleri yazarı da sayılmaktadır.

Ancak bir karışıklığa yer vermemek için, her biri birer ayrı Adige bölgesel edebiyatı olan bu edebiyatları bölgelere göre tanıtmanın daha anlaşılır olacağı düşüncesindeyiz. Her üç bölge edebiyatı, dahası üstündeki sis perdesi aralanmamış olan Shapsugh edebiyatı ve diğer lehçelerdeki yazılar da Adigelere aittir ve tüm Adigelerin bir kültürel birikimi ve zenginliğidir.

Bölgesel anlamda Kabardey edebiyatı adı KBC, Şerces (Шэрджэс) edebiyatı adı KÇC ve Adige edebiyatı adı da AC Adigelerinin edebiyatlarını tanıtmak için kullanılmaktadır. 1945 öncesi ürünlerini bilemediğimiz ve bu konuda hiçbir yazıya ulaşamadığımız Shapsugh edebiyatı ise, Karadeniz kıyısındaki Shapsugh Ulusal Rayonu (ŞUR; 1924-1945) ya da şimdiki Kıyıboyu Shapsughya Adigelerinin edebiyatı idi.

Yaşayan bu üç Adige edebiyatını, bilimsel anlamda tanımlamak için, Adige edebiyat dilleri teriminde olduğu gibi, Adige edebiyatları terimi kullanılmaktadır. Her üç edebiyatın her biri kendisi için Adige adını kullanabiliyor, böylesine durumlarda öteki edebiyatlar bölge adıyla anılıyor. Örneğin AC Adige edebiyatı kendisi için sadece Adige ya da Adigey adını kullanıyorsa, diğerlerine de Şerces (Шэрджэс) ve Kabardey (Къэбэртай) adlarını verebiliyor; Kabardey edebiyatı da, diğerlerini Şerces ve Adigey diye tanımlayabiliyor.

1917 Ekim devrimi öncesinde Adige edebiyatı bölgesel anlamda bölünmemiş ya da kollara ayrılmamıştı. Bu bakımdan, o dönemde yazılmış olan yazılanların tümü Adige edebiyatı tanımı içine girer.

Adige edebiyatı, daha farklı diller kullanan diğer Kuzey Kafkasya halkları edebiyatları ya da daha geniş bir çerçevede de RF halkları edebiyatları içinde yer alır.

Özetlersek, bugün bölgesel anlamda Adige ve Kıyıboyu Shapsughlar K’emguy (К1эмгуй) lehçesine, Şerces ve Kabardeyler de Asıl Kabardey lehçesinin Baksan (Бахъсэн)  ağzına dayanan birer edebiyat dilini kullanmaktadırlar. Şu durumda Adigelerin iki edebiyat dili (Adige, Kabardey) ve üç bölgesel edebiyatı (Adige, Şerces ve Kabardey) bulunmaktadır. Ancak Diaspora bu tanımın dışındadır, Diaspora’da Kabardeyce yanında Shapsughca da halen kullanılmaktadır (*).

Adige edebiyatının beslendiği ana kaynak, başlangıçta Adige folkloru olmuştur. Bu nedenle Adige edebiyatını (edebiyatlarını) tanıtma işine Adige folklorunu tanıtmakla başlamak istiyoruz.

ADİGE HALKBİLİMİ VE EDEBİYATLA İLİŞKİSİ

Adigelerin tarihöncesi (prehistorya) ve tarih çağları boyunca ağızdan ağıza ya da kuşaktan kuşağa aktararak günümüze getirdikleri maddi ve manevi sanatsal ürünlerin (yaratıların) toplamı Adige halk biliminin (folklor) oluşturur. Biz ise, burada edebiyatla ilgili olarak sözlü ürünler üzerinde durmakla yetineceğiz. Adige sözlü edebiyatı, Adige yaşamının ve bu yaşam süresince oluşmuş olan Adige kültürünün paha biçilemez değerdeki ürünlerinden oluşmuştur.

Adige halk bilimi karşılığı olarak, kimi durumlarda sözlü halk ürünleri, halk geleneği, sözlü ürünler ya da halk yaratısı gibi terimler de kullanılabilmektedir. Bunların hepsi Adige halk bilimi karşılığı olarak kullanılmaktadır.

Bugün sözlü ürünlerin en az bir bölümü söz kaydı, film, yazı ve daha başka yollarla derlenmiş ya da yazıya geçirilmiş ve yayınlanmıştır. Adige edebiyatlarını bilimsel anlamda inceleyen akademik kuruluşlar da vardır (Bkz. Adige Dili bölümü).

Biz yukarıda değindiğimiz gibi, halk biliminin edebiyat (sözlü ürünler) bölümü üzerinde duracağız.

Önce şu noktayı belirtmek gerekiyor: Adige halk bilimi şu şu Adige topluluğunun ya da şu şu bölgenin değil, yeryüzüne dağılmış olan ve bugün sayıları milyonlara ulaşmış bulunan bütün Adigelerin ortak malıdır. Bu zenginlik, dar anlamda bütün Adigelere, daha geniş ve kültürel bir anlamda da bütün bir insanlığa aittir. Hangi lehçe ya da ağızda söylenmiş olursa olsun, bu gerçek değişmez.

ADİGE HALKBİLİMİNİN NİTELİĞİ

Anadilinde okuma yazması olmayan halklar gibi, Adigelerin de 1920 yılı öncesinde oturmuş ve genel bir kabul görmüş bir yazılı yaşamları yoktu. Gerçi Milat öncesinin Meot (Мыут1)  toplulukları arasında bir Adige yazısı da vardı (Bkz. Adige Dili bölümü). Ancak dış saldırılar sonucu Meot uygarlığının yıkılması ve Adigelerin dağlara çekilmeleri nedeniyle, Adige kent uygarlığı son bulmuş, buna bağlı olarak da Meot (Adige) yazısı unutulmuş, ekonomik ve toplumsal yaşamda da bir gerileme dönemine girilmiştir (Gerileme dönemi halen devam etmektedir). Bu nedenle Adigelerin sanatsal yaratıcılık konusunda ellerinde bulunan biricik olanak halk bilimiydi. Adige halkının geçmişteki zorlu yaşamı ve mutluluğa yönelik özlemleri, Adigeler arasında anlatılan masal, öykü ve türkülerde (vered/орэд)  ortaya konuyordu.

1920 yılında Sovyet iktidarı tarafından, ilke gereğince Kuzey Kafkasya halklarına özerklik verilmesi kabul edildi. Kasım 1920’de Rusya’ya bağlı Dağıstan ve Dağlı Özerk Cumhuriyeti (DÖC) kuruldu. DÖC içinde birer okrug (**) birimi olarak Kabardey, Balkar ve Karaçay yöreleri de yer almıştı. DÖC’nin bölünme süreci içinde, 1922’de Kabardey-Balkarya ve Karaçay-Çerkesya özerk oblastları, yine daha batıda Kuban oblastında 1922’de Adige Özerk Oblastı da (şimdi AC) kuruldu ve Karadeniz kıyısında  (şimdiki Ş’açe/Soçi ve Tuapse rayonu tamamında) kuruluşu  ilan edilmiş olan Shapsugh Özerk Cumhuriyeti ise, 1924’te statü indirimi biçiminde, en alt düzeyde bir özerk birim olmak üzere, yani bir ulusal rayon (***) birimi olarak tanındı: Shapsugh Ulusal Rayonu.

Böylece Adige dilleri de (Adige/Kabardey, Adige/K’emguy ve Adige/Shapsugh) Sovyet Rusya’nın devlet dilleri arasında yer almış, dört özerk Adige regionu (bölgesi) doğmuş oldu. Bu diller kamu yaşamında (devlet dairelerinde), okulda ve basında kullanılmaya başlandı. 1920’lerde Adigece Arap harfleriyle yazılmaktaydı. (Alfabeler için Bkz. Adige Dili bölümü)

Bu yeni oluşum içinde, birer ulusal edebiyat yaratma göreviyle yükümlü olan Adige yazarları, bir yandan yazılı edebiyatları bulunan komşu ve dünya edebiyatlarının yapıtlarını inceleyerek ve onlardan örneklenerek yazmaya ve ustalaşmaya çalışırken, öte yandan da Adige halk biliminden yararlanmaktaydılar. Adigelerin binlerce yıl öncelerinden başlayan, binlerce yılın birikimiyle zenginleşmiş ve öylece günümüze gelmiş olan büyük bir folkloru bulunmaktaydı. Yeni Adige edebiyatlarının gelişmelerinde bu büyük folklorik zenginliğin payı önemli ve büyük olmuştur. Bu zenginlik sağlam bir ulusal kök üzerinde hızla gelişme anlamında bir dayanak olmuştur.

Adige ülkelerinde emekten yana yönetimlerin iktidara gelmiş olmaları, yeni bir sanatsal anlayışla yaşamın ele alınması ve Adige halk biliminden de o çerçevede yararlanılması kuşkusuz gelişime bir canlılık katmıştı. Bu nedenle, en ileri ve en uluslararası nitelikli özellikleri içeren yeni Adige edebiyat ürünleri, aynı zamanda bir ulusallığı da yansıtmaktaydılar.

Adige halkının yüzyıllar, binlerce yıl boyu süren yaşamı süresince yaratıp biriktirmiş olduğu Adige sözlü ürünlerinde, Adige emekçilerinin gerçek özlemlerini sergileyen özellikler ve Adige emekçi insanına özgü söz ustalığının parıldadığı üstün sanatsal öğeler vardı. Ayrıca Adige sözlü ürünleri toplumsal ve siyasal yönlerden de açık (anlaşılması kolay), anlamlı ve çarpıcı kuruluşlara sahiptiler. İşin burasında Adige yazarlarına düşen görev, bitmez tükenmez bir hazine konumundaki bu sözlü kültürde bulunan demokratik ve toplumcu öğeleri bulup almak (devşirmek) ve bunları toplumun hizmetinde olacak bir biçimde yeniden yoğurmak ve sanatsal anlamda düzenleyip geliştirmekti. Bu çalışmalar sırasında, yeni edebiyatı, geçmişin gerici feodal ve burjuva kültürlerinin karşısında emekçilerin hizmetinde bir ideolojik silah haline getirmek de gerekiyordu, yani edebiyat politik görevler de üstlenmek durumundaydı.

Toparlarsak yeni Adige edebiyatı emekçi sınıfların çıkarlarını savunmayı görev edinmiş bir politik edebiyattı ve başka türlüsü de olamazdı. Bu yeni edebiyat anlayışı, en başarılı örneğini büyük Adige yazarı Tembot K’eraş’ın (К1эрэщэ Тембот) Mutluluk Yolu (Насыпым игъогу) romanında vermiştir. (Romanın çevirisi için Bkz. CircassianCanada, internet) Yazar, romanını, basit bir övgü kolaycılığına kaçmadan, karakterleri yaşamdan almış, öğeleri ve bağlantıları gerçekçi bir biçimde ortaya koymayı başarmıştır.

Adige edebiyatları ve bu edebiyatların yaratıcıları (yazarları), Sovyetler Birliği’nde yeni yaşam içinde oluşmakta olan toplumsal ve bireysel görevleri üstlenmişlerdi. Amaç kitleleri devrim yönünde eğitmek ve bilinçlendirmek idi. İlk yazılı yapıtlarda politik bir tutarlılık olmasına karşın, sanatsal anlamda başarı düzeyleri fazla gelişmemişti. Bu noktada Adige yazarlarının yardımına, yabancı edebiyat örnekleri yanında,  Adige folkloru yetişti. Tembot K’eraş’ın ve İbrahim Tsey’in yazdıkları bu başarılı örnekler arasındadır. (Her iki yazarın biyografisi için Bkz., internet)

Adige folklorik yapıtları, şarkılardan (vered) hayvan masallarına değin toplumsal konuları işlemekteydiler. Bu da Adige halkının temelde bir demokratik bir toplumsal yapısı bulunduğunu gösteriyordu. Nitekim Adige folkloru, üst sınıf çıkarlarını yansıtan bir kuruluşta değildi, tam aksine emekçi halktan (фэкъол1/лъхукъол1) yana bir özle donanmıştı. Adige emekçileri, sık sık düşman güçlerden (Tatar, Rus, vb) destek alabilen sömürücü (derebeyi/пщы-оркъ) sınıflarla savaşmış, sonunda onları geriletmeyi ve yer yer yenmeyi de başarmışlardı. Örneğin, Adige Spartakus’u sayılan Dameley ve başka önderler öncülüğünde Kabardey emekçileri sert direnişlerde bulunmuş, sonunda, 1767’de Malka (Balk) ırmağı boylarında özgür topluluklar oluşturmayı, 1797’de de Shapsugh ve Abadzehlerden (Абдзах) destek gören Bjedugh emekçileri, Ruslardan destek alan kendi köy derebeylerini topraklarından kovmuşlardı. Bu olayların anıları tazeliğini korumaktaydı. (Bu konuda Tsığo Tevçoj’un “Pşı-verk zav” adlı destanı ve İshak Meşbaş’ın Türkçeye de çevrilen  “Bzıyko-zav” adlı romanı vardır.)

Rusça’sından bir Adige masal kitabını okuyup değerlendiren büyük Rus Sovyet demokrat yazarlarından Maksim Gorki şöyle yazmıştı: “Bu okuduklarımdan anladığım kadarıyla, Adige masallarını ilginç ve değerli kılan şey, bu masalların başka halkların masallarında bulunan motifleri (örgeleri) taşımakta olmalarıdır… Tavşan, tilki ve başkan yardımcısı kurt üzerine olan masal gerçekten ilginç, hayvanlar üzerine olan masallarda bulunmayıp da  onda bulunmakta olan özellik, hayvanların insanlara özgü  toplumsal işleri yapmakta olmalarıdır… Adige masallarının değerini artıran bir başka nokta da, iyinin daima kötüye üstün gelmekte olmasıdır. Bu özellik halkın umutlu ve sağlıklı olduğunun bir kanıtıdır”. (Адыгэ таурыхъхэр/Adıghe taurıxhxer, Maykop, 1947, A. M. Gorki’nin mektubu)

Adige folkloru alınteri karşılığı helal yaşamlarını sürdüren Adige köy emekçilerinin (фэкъол1, пщыл1ы) sürekli bir düşünsel ve ideolojik silahı olma durumundaydı. Bu silah, artık, yazılı Adige edebiyatlarının doğuşu ile birlikte daha etkili ve bilinçli bir konuma ulaşmış oldu.

Adigeler arasında özerklik öncesinde de, bir yazı dili yaratmak için uğraş veren kişiler çıkmıştır. Bu yurtseverler, Adige halkının bu çok değerli evlatları, Adige halkı tarafından her zaman için büyük bir saygıyla anılmaktadırlar: Bırsey Vımar, Şor Negume, vb. Ancak bu aydınlar, diaspora dışında, yüce özlemlerinin hiçbirini gerçekleştiremediler. Bu arada bazı Adige aydınları da Adigeler üzerine Rusça, Türkçe ve daha başka dillerde yazılar yazdılar, kitaplar bastırdılar: Kafkasya’da Hangerıy, Sultan Kaz-Bek, diasporada da Hağur Ahmet Mithat Efendi, Baj Jebağı, Çunatıko Met İzzet, vb.

Bu aydınlardan Hangerıy’ın, 1840’larda Adigelerin yaşamı, gelenekleri ve toplumsal ilişkileri üzerine yazdığı yazılar büyük bir ilgi uyandırmıştı. Ayrıca Sultan Kaz-Bek’in yazdıkları da yayınlanmış, dönemin şairi Puşkin ve eleştirmeni Belinski, kendisinden övgüyle söz etmişlerdi. Kuşkusuz benzeri başka yazarlar da vardır ama bütün bunlar oturmuş bir yazılı Adige edebiyatının oluşması için yeterli değildi. Çünkü Adige halkı tutsaklık prangaları ile bağlıydı ve kımıldama olanağından yoksundu. Sadece diasporada Shapsughca yazılmış olan, okullarda okunan ve halk arasında okutulan Adigece Mevlit’ten söz edilebilir. Bu ve Shapsughca’nın bir İslami ibadet dili olması da kuşkusuz büyük bir kazanımdı. Bu sayede diasporada Shapsughca lehinde bir dil arınması, tek bir lehçede bütünleşme olayı yaşandı.

Kafkasya’daki ezilen Adige halkları ise okumasız, yazmasız, modern eğitimden uzak, sömürgeci Rusların ve gerici sınıfların boyunduruğu altında soluyamaz durumdayken, böylesine bireysel uğraşlardan kalıcı bir sonuç elde edilemiyordu. Halk kendi karanlık durumu içinde yaşayıp gidiyordu.

Ancak Adigelerin özerklik kazanması üzerine, Adige dilleri devlet tarafından okullarda okutulmaya, bu dillerde kitaplar, dergi ve gazeteler yayınlanmaya başladı. Böylece, giderek, özüyle (içeriğiyle) toplumcu (sosyalist), biçimiyle de ulusal olan yeni bir kültür anlayışı oluştu ve bu anlayış çerçevesinde yeni Adige edebiyatları da doğmuş oldular.

NOTLAR
(*) Shapsughca, Türkiye’de,  Kabardeyce dışındaki Adige lehçelerini şu ya da bu ölçüde etkilemiş ya da eritmiştir. Bu da şimdiki Adigey dili (K’emguy) ile Diaspora arasındaki kopukluğu daha da derinleştirmiştir. Örneğin Kafkasya’da ikişer adet ç (ч, чъ), ç’ (ч1, к1), j (ж, жь), ş (ш, щ) sesi, vb vardır. Bu sesler Türkiye’de tek sese inmiştir, bu nedenle Kafkasya’da kullanılan, ama Türkiye’de kullanılmayan bu farklı sesler Diaspora’da anlaşılamamakta ve sorun oluşturmaktadır. Bu arada Kafkasya’da bulunmayan “ge”, ”ke” ve “k’e” (к1ьэ)  gibi sesler Türkiye’de vardır ve halen kullanılmaktadır. Örneğin Türkiye “Kabe”,  “kitap”,  “Kemal” derken, Kafkasya “Çabe”,  “Çıtap” ve “Çemal” demektedir.
Kafkasya’ya yerleşmiş dostlardan Dr. Necdet Hatam, Türkiye’de kullanılan, ama Kafkasya’da kullanılmayan sesler üzerine Kafkasya’da akademik düzeyde bir çalışma yapıldığını, Türkiye’de olan, ama Kafkasya’da bulunmayan bu tür sesler için yeni işaretler konarak yeni harfler önerildiğini 26. 07. 2007’deki CC Yazarları toplantısında açıklamış ve bu konuda bir yazı göndermeye çalışacağını da söylemiştir. Yazı ulaştığında gerekli bilgilendirmeyi sizlere sunmaya çalışacağız. -HCY
(**) Okrug, Rusya’da değişik dönemlerde değişik biçimlerde algılanan bir bölge birimi. Çarlık döneminde ilçe karşılığı kullanılıyordu. Şimdi bir özerk birim olarak okrug, oblast’dan küçük, rayon’dan büyük özerk bir idari birimi gösterir. Daha büyük idari ve askeri okruglar da vardır. Örneğin 13 regionu (bölgeyi) içeren bir Güney Rusya Okrugu da vardır, Kuzey Kafkasya cumhuriyetleri de bu okrug içindedir. Okrug adı, ayrıca AC’nde bucak birimi karşılığı olarak da kullanılmaktadır (Bkz. Adigey Cumhuriyeti, internet).
(***) Rayon, Rusya’da bulunan ve ilçe karşılığı olarak Batı dillerine çevrilen bir yönetsel birim. Örneğin, kray (büyük il), oblast (il), özerk oblast ve cumhuriyetler alt birimler olarak rayonlara bölünürler. Sözgelişi, Adigey Cumhuriyeti 7 rayon ve iki kentsel alana ayrılır. Maykop kentsel alanı da kendi içinde kentsel rayonlara bölünür.

ADİGE FOLKLORUNUN DERLENMESİ ÜZERİNE BAZI BİLGİLER

Öncelikle şu noktayı üzülerek belirtmek durumundayız: Biz Kafkasya’daki Adige varlığını, öteden beri abartmış, olduğundan fazla göstermiş ve çok şey ummuş durumdayız.

Bunun bir sonucu olarak, folklorumuzun tamamının Kafkasya’da da bulunduğu, gerekli derlemelerin zaten orada yapıldığı ve yapılmakta olduğu, bizim ayrıca derlemeler yapmamızın fazlaca bir önem taşımayacağı gibisine yanlış sanılara (zehaba) kapıldık ve derleme çalışmalarında edilgen (pasif) kaldık. Oysa Kafkasya’da, ülkenin boşaltılmış olması nedeniyle, Adigelerin, dolayısıyla folklorun sadece bir bölümü kalmıştı. Çünkü bazı Adige toplulukları, neredeyse toptan Türkiye’ye transfer olmuşlardı. Abzegh, Natuhay, Shapsugh, Wubıh, Besleney, Mehoş, Abaza, vb. Diğer topluluklar da, küçücük Kabardey ve Bjedugh yöreleri dışında, iyice ufalanmış ve birbirinden kopuk tek köy ya da küçük köy kümeleri biçiminde dağılmışlardı. Şimdiki terimlerle, 1897’de Kafkasya’da 98 bin 500 Kabardey, 13 bin Şerces, 30 bin de Adige ve Shapsugh, 12 bin 500 de Abaza kalmıştı. Bu küçücük kümeler, nüfus azlığı nedeniyle, önemli kültürel sorunların altından kalkamıyorlardı. Kuzey Kafkasya kültürleri, 1864 yılı öncesinde 2 milyonu bulan büyük Adige nüfusundan ve onun ürettiği kültürel kaynaktan yararlanıyorlardı. Politik (dini) nedenlerle, son dönemlerde bazı topluluklar (Dağıstan gibi) Adige kültüründen oldukça uzaklaşmış, Arap ya da İran, kısmen de Gürcü etkisi (örneğin Abhazlar) altına girmişlerdi.

Böylesine küçük ve zayıf toplulukların (nüfusu en azından 1 milyon dolayında olmayanların) devletleşmedikleri ya da güçlü bir devlet desteği almadıkları sürece, kültürlerini, dahası dillerini yeniden üretmeleri ve geliştirmeleri olanaksızdı.

Diaspora’da da (Türkiye, Suriye, Ürdün, İsrail, vb) benzeri bir durum vardı. Ancak din birliği (Sünni/Hanefi İslam) nedeniyle diğer topluluklarla karışma ve asimilasyon durumu, daha erken bir tarihte gündeme gelmiştir. Türkiye’de ustaca politik taktiklerle halkın modern anlamda kendi kültürel sorunlarını ele alması önleniyordu.

Bütün bu olumsuzluklara karşın, Kafkasya’da yetişmiş, çok değerli bir öncü edebiyat bilimcisi ve derlemecisi olan Şaban K’ube (К1убэ Шэбан), diasporaya, bir Hızır gibi erişti. Şaban K’ube (1890-1974), 1950’lerde Suriye ve Ürdün Adigeleri arasından çok sayıda folklorik ürünü derledi ve yayınladı. Böylece Adige-Kafkas kültürüne büyük bir hizmette bulundu ve çok sayıda ürünün yok olmasını da önlemiş oldu. Bu, dünya kültürüne de büyük bir hizmetti. Ancak Türkiye’ye gelmesine karşın, buradaki antikomünist ve ırkçı/faşist atmosferin engeline takıldı, korkudan Türkiye’de kimse ona sahip çıkamadı ve sonunda ABD’ne göç etti. (O dönemlerde Adige sorunu ile ilgilenmek bölücülük ve komünistlikmiş gibi algılanabiliyordu.)

Sonuç olarak, folklorun asıl gövdesinin bulunduğu Türkiye’deki kültürel varlık, yeterli derlemeler yapılmadığı için, büyük çapta mezara gömülmüş oldu, bu büyük bir kayıptır. Sadece 1930’larda Fransız Prof. G. Dumézil’in, şimdiki Kocaeli ve Sakarya illeri ile sınırlı Adigece ve Wubıhça derlemelerinden söz edebiliyoruz. Şimdilerde derleme yapmak ise, eskisine göre çok zorlaşmıştır, bunun birçok nedeni vardır, folklorik ürünler azalmış ya da iyice sise gömülmüştür; özellikle televizyon kültürü folkloru öldürmüş gibidir. Bu koşullarda uzman kişiler tarafından, yine de bazı derlemeler yapılabilir. Kafkasya’dan gelen bazı ekipler derlemelerde bulunmuşlardır. Derleme için destek ve uygun ortamlar yaratmak, bilen kişilerle disiplinli olarak bir araya gelmek gerekir. Bu gibi yöntemlerle, Kafkasya’da bulunmayan ve boşluğu doldurmaya yarayacak olan bazı folklorik kırpıntılar yaşlılar arasından derlenebilir. Ancak Adige toplumu hala soğuk savaş dönemi etkilerinden tam kurtulabilmiş değildir, CHP gericiliğini, emekten yana bir görüş olan “sol” görüşle karıştırmakta ve özdeşleştirebilmektedir. Bu da Adige kültür emekçilerinin başarıya ulaşmalarını, özellikle ekonomik kaynak (finansör ya da sponsor) bulmalarını zorlaştırmaktadır. Diaspora,  kendi aydınları ile yeni yeni tanışmaya başlamış gibidir.

ADİGE FOLKLORU, YARATICI ve UYGULAYICILARI

Adige folkloru, daha yukarıda da değindiğimiz gibi bütün Adigelerin ortak malıdır. Hangi lehçede ya da ağızda söylenmiş olursa olsun, Abzegh, Kabardey, Besleney,  Bjedugh, Shapsugh ya da K’emguy, bu gerçek değişmez. Bu nedenle bütün bölgesel ya da diaspora kökenli Adige edebiyatlarının çıkış yeri, bütün bunların kaynaklandığı yer de Adige folklorudur. Adige folkloru, Adige ulusunun ruhunu yansıtmaktadır.

Yazılı edebiyatları bulunan ulusların edebiyatlarının ve basının gördüğü işleri ve görevleri yerine getiren ve Adige ulusunun güçlü bir ideolojik (korunma) silahı olan sözlü halk yaratıcılığı, yazılı Adige edebiyatlarının ortaya çıkışı dönemine ulaşmıştır. Edebiyata adım atan genç ve deneyimsiz Adige yazarları, var olan bu sözlü gelenekten alabildiğine yararlandılar. Bu gelenek Adige halkına ataların bıraktığı bir varlıktır.

Tarihsel boyutuyla Adige halk geleneği, tarihöncesinden (prehistorya), Taş Çağı’ndan, Meot (Мыут1), Sind, Zih, Kasoglardan, dış istilacılarla ve istilacı Ruslarla savaşan yurtseverlerden 20’nci yüzyıla değin uzanan geniş bir zaman dilimini içeriyordu. Anlaşılacağı gibi, bu geleneğin yaratıcısı ve sürdürücüsü halktır, özellikle de halkın kendi sanatçıları olan “Geguak’o-Vısak’o toplulukları” (Джэгуак1о-усак1о купхэр), yani “Halk Şarkıları ve Dansları Toplulukları” idiler. Adige Ülkesi’nde böylesine yüzlerce topluluk bulunuyordu. Bu topluluklar erkeklerden oluşurdu. Ancak eğlentilerde (gegu/джэгу), duruma göre değişmek üzere, her yaştan insanlar ve kızlar da yer alabilir, danslara katılabilirlerdi. Bu arada kadın şarkıcı ve çalgıcıların da bulunduğu, birçok beste ve şarkının kadınlara ait olduğu da bilinmelidir.

Bizim burada sözünü ettiğimiz topluluklar yöresel olmayıp bütün Adige yörelerini, sözgelişi Abzegh (Aбдзах) yöresinden çıkıp diğer Adige yörelerini, K’emguy’u, Kabardiya’yı, Abazaları, dahası Nogay, Karaçay, Balkar, vb gibi Adige/kültür eklemli yöreleri de gezebilen profesyonel topluluklardır. Bunlar köy köy bütün ülkeyi (Çerkesya’yı), çoğunca mevsimlik olarak dolaşıp dururlardı. Yaz ya da kış fark etmezdi. Topluluklar her taraftan çağrı alırlardı ve armağanlarla ödüllendirilir, çoluk çocuklarının geçimi sağlanırdı. Yani sanatçı için kuru bir teşekkürle (Adige parası ile) yetinilmez, ciddi destekler sağlanırdı.

Bir toplulukta değişik enstrümanları (çalgıları) en iyi bir biçimde çalan çalgıcılar (pşınave/пщынао), ozanlar ve besteciler (vısak’o/усак1о ya da ğıbzevıs/гъыбзэус), şarkıcılar (veredao/орэда1о) ve dansçılar (qyecvakvo/къеш1ак1о, qecuakvo/къэшъуак1о, qefakvo /къэфак1о) yer alırlardı. Nefesli enstrümanları çalanlara sırınapşe (сырынапщэ;borucu, flütçü), kamılapşe (къэмылапщэ;kavalcı), karakamılapşe (къэрэкъэмылапщэ;başka bir kaval türü çalan, gırnata gibi) ve nakırapşe” (нэкъырапщэ;dilsiz kaval-ney çalan) gibi adlar verilirdi. Darbuka ya da davula da ş’ont’ıp’ (шъонт1ып1) denirdi, ayrıca yardımcı enstrüman olarak ph’eç’ık (пхъэк1ыч; şakşak; elle çırpılan ve bir yerinden birbirine bağlı küçük tahta demetler ya da küçük sopalarla vurularak ses çıkarılan üst üste büyükçe iki tahta) kullanılırdı.

Adige halkı, bu sanatçılarına paha biçilemez bir ölçüde değer verir ve onları el üstünde tutardı. (Bu tür bir topluluk örneği derlememiz için Bkz. “Geguak’o-vısak’o toplulukları ve bir şarkı şöleni”, internet.)

Adigeler arasında sanata ilgi, yaşamın vazgeçilmez bir parçası gibiydi ve bu ilgi geguak’o-vısak’o toplulukları ile de sınırlı değildi. Yukarıda da değinildiği gibi, kadınlar başta olmak üzere, her yöre ve her köyde çok sayıda sanatçı kişi ve sanatla ilgilenenler bulunurdu. Bu kişiler ustalaştıkça topluluklara alınırlardı ya da kendileri yeni topluluklar oluştururlardı ve sürekli bir yenilenme olayı yaşanırdı. Bu böyle devam edip giderdi. Sanki zaman durdurulmuştu.

GEGU* (ДЖЭГУ)

Adigeler arasında düzenlenmekte olan en büyük sanat gösterilerinden birine gegu  (dans gösterisi) denirdi. Gegu bazan at gösterileri, savaş dansları, pehlivan güreşleri ve sportif yarışmalar da eklenerek şölene (ещхэ-ешъо) dönüşebilirdi. Gegu törenleri düğünlerde (nısaşe/нысащэ), savaşlarda, at yarışlarında, güreşlerde, konuk ağırlamada, iş esnasında ve yaşamın birçok değişik alanında, örneğin İslamiyet öncesi dinsel törenlerde (thatlevu/тхьэлъэ1у) düzenlenirdi. Yörelere göre farklılıklar içermelerine karşın, gegu’yu yönetene hatıyak’o (хьатыяк1о;yönetmen)  ya da geguak’o (джэгуак1о), dansçılara yine geguak’o (oyuncu, dansçı), qecuakvo/kaşüak’o (къэшъуак1о/dansçı) ya da qyecvakvo/kyaşak’o (oyuncu/къеш1ак1о) gibi adlar verilirdi. Halka açık olan b u oyunları herkes oynayabilirdi, ancak oynayacak olanları, bir disipline, bir sıraya göre, erkek ve kız hatıyak’o seçerdi, oyunu da o yönetirdi. Kimse kendi dilediğince davranamaz, karşı oyuncuyu kendi belirleyemezdi. Oyunlar o an orada en uygun durumdaki kişi tarafından yönetilirdi, bunun için profesyonel bir hatıyak’o olmaya da gerek yoktu.

Profesyonel dans ve şarkı toplulukları ülkeyi köy köy dolaşır, bildikleri en güzel şeyleri öğretir, gittikleri yerlerde gördükleri her güzel şeyi de öğrenmeye çalışırlardı. Bu gezginci topluluklar aracılığıyla, sanat tüm ülke boyutuna yayılmış ve çeşitlenmiş olurdu. Örneğin Kabardiya’da söylenen bir şarkı (vered/орэд), kısa bir süre sonra Shapsugh ya da Bjedugh yörelerinde, o yerlerin lehçelerine dönüştürülmüş olarak söylenmeye başlanırdı…

ADİGE SANATÇILARININ VE ADİGE FOLKLORUNUN NİTELİĞİ

Bu tür profesyonel sanatçı toplulukları dünyanın pek az ülkesinde görülmüştür. Türkiye’de yerel çalgıcı ve şarkıcı topluluklardan, gezginci ve saz çalıp şarkı söyleyen tek tek ozanlardan söz edilebilir, davul, keman ve gırnata eşliğindeki köçekli topluluklar ve saz çalan gezginci şarkıcılar,  Karacaoğlan gibi.

Kafkasya dışında,  çoğu durumlarda sanatçı, genellikle halkın hizmetinde değil, egemen sınıfların hizmetindeydi. Bu nedenle, o tür öykü ve destanlarda halktan yana öğeler hep ikinci planda kalmış; edebiyat ve sanat,  aşk konulu öykü ve şarkılar, üst sınıftan ya da din adamlarına ilişkin övgülerle (ilahilerle) sınırlı kalmıştır. Bu nedenle, özellikle doğulu toplumlarda başkaldırı edebiyatı diye bir şey yoktur ya da gelişememiştir. Kırgızların Manas destanı vardır,  ancak bu destan yabancı (İranlı) istilacılara karşı Kırgızların verdiği mücadeleye odaklıdır ve Kırgız yerelliğini yansıtır. Manas’ta istilacılara karşı bir başkaldırı niteliği vardır. Ancak Manas, Adige Nart destanı gibi evrensel anlayışta bir beğeniyi değil, dar bir çevre (ulus) yerelliğini ve Manas’ın şahsında Kırgız kahramanlığını yüceltmekte, ulusa moral vermektedir. Nart destanında böylesine ulus (ırk/milliyetçilik) övgüleri bulunmamakta, sadece kötülerle iyileri ve bunların karşılıklı mücadelelerini konu edinmektedir. Ya da temelde sınıfsal bir bakış yatmaktadır. Bu bakımdan bütün iyi ve duyarlı insanlara hitap etmekte ve herkes tarafından ilgi ve beğeniyle izlenmektedir, enternasyonalisttir (uluslarüstüdür).

Doğulu gezginci ozanlar (aşıklar), yönetimi açıktan eleştiremez, yönetime ve egemen sınıflara övgü düzmek, aşk ve kahramanlık şiirlerini dile getirmekle yetinirlerdi. Çünkü eleştiriyi ya da kurallara karşı çıkmayı engelleyen çok sert kural ve yaptırımlar vardı. Örneğin, Babil yasalarına göre, birinin kölesini öldürmenin cezası, yerine bir köle vermekti, ama birinin kölesinin kaçmasına yardım etmenin cezası idam idi. Yani üst sınıfın politik çıkarı konusunda ödün yoktu. Sınıf çıkarı söz konusu olduğunda esneklik diye bir şey kalmıyordu. Bu kural, doğu ve batı (Roma) “hukuk” kurallarının çıkış noktası (esprisi) olarak kabul edilebilir. İnsanlık bu katılığı yumuşattığı ölçüde rahatlamış ve en sonunda da demokrasiyle tanışmıştır. Adigelerde ise, demokrasi, en başından itibaren vardı.

Sözünü ettiğimiz o tür toplumlarda kısıtlayıcı ve yasakçı kurallar geçerliydi. Adige ülkesinde ise, yasaklar kamu vicdanına aykırı düşmemek zorundaydı. Yani diğerlerinin tersine, hem bireyi ve hem de toplumu gözeten gelişmiş ve dengeli bir anlayış vardı, özgün biçimiyle kimseye ayrıcalık tanınmıyordu.

Bu söylediklerimizden Adige dışı toplumlarda özgürlük savaşçıları bulunmadığı gibisine bir anlam çıkarılmamalıdır. Zulmün olduğu her yerde adalet arayışı daima var olmuştur ve pek çok kahramanlar çıkmıştır. Bu bir doğa ve toplum kuralıdır. Örneğin Roma’da Spartakus, Türkler arasında da Pir Sultan Abdal, Köroğlu ve Dadaloğlu gibi özgürlük savaşçıları görülmüştür. Ancak bunlar çok ağır bedeller ödemişlerdir.

Despotizmin hüküm sürdüğü eski doğu ve batı toplumlarında, sanatçı toplulukları, daha çok saraylarda ve varlıklı kişilerin konaklarında ve üst sınıfların emrinde hizmet görmüşler, oralardan beslenmişler ve ona göre de yapıtlar ortaya koymuşlardır. Bu tür sanatçıların yapıtları uzlaşmacı ve edilgendirler, öze, içeriğe değil, söze ve süse öncelik verir, kişileri övgü niteliğinde yüceltirler, ırkçı, milliyetçi ya da din ayırımına dayanan özellikleri yansıtırlar.

Anlaşılacağı gibi, Adige sanatçı toplulukları, bazı istisnalar dışında, üst sınıftan kişilerin ve yöneticilerin değil, emekçi halkın (фэкъол1/лъхукъол1) hizmetinde olmuşlardır. Çünkü Adigelerde halk egemenliği vardı. Herkes halk çoğunluğunu dikkate almak zorundaydı. İslami toplumlarda nasıl şeriat  hükümleri (dinsel hukuk kuralları) geçerli idiyse, Adigelerde de geleneksel kurallar ya da khabze (Хабзэ;yasa)  kuralları geçerliydi. Derebeyleri de Adige geleneğini çiğneyemezlerdi, o güç onlarda yoktu. Kavgalar ve iç savaşlar derebeylerinin gelenek/хабзэ kuralları dışına çıkma eğilim ve davranışları yüzünden patlak verirdi, örneğin Kabardiya’daki birçok ayaklanmanın temelinde, derebeylerinin köylüleri (лъхукъол1/фэкъол1) köleleştirme (пщыл1ы yapma) ve Adige geleneğine aykırı olarak insan ticaretini, Tatarlar dönemindeki gibi, yeniden başlatmaya kalkışma nedenleri, vb yatmaktaydı. Shapsugh, Natuhay, Hak’uç, Wubıh ve Abzeghler arasında derebeyi (пщы) sınıfı yoktu ve bu topluluklar Adige nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturuyorlardı. Ayrıca feodal bölgelerde de emekçiler (köle olmayan köylüler/фэкъол1 ve köle köylüler/пщыл1ы) çoğunluktaydı ve bunlar dayanışma içindeydiler, gerektikçe birlikte baş kaldırıyorlardı. Yarı feodal yörelerde, derebeyleri, emekçileri kızdırmama politikaları uygularlardı. Aksi takdirde yakın bölgelerin emekçileri de -ki aralarında akrabalık ve kardeşlik (ныбджэгъугъэ) bağları vardı ve böyle şeyler Adigeler için çok önemliydi- derebeylerine ve zulme karşı birleşip baş kaldırabilirler ve derebeylerini (пщы-оркъ) kovabilirlerdi. Bunu önlemek için adil davranmaya çalışmak ya da tersine, fırsat çıktığında hileli yollarla emekçileri bölmek, onları birbiriyle çatıştırmak ve bir bölümünü egemen sınıfın yanına almak gibi yollara başvururlardı. Özellikle ana Adige topluluklarından uzağa düşmüş ve izole kalmış olan Kabardey emekçileri daha zayıf ve daha zor durumda idiler, çünkü yardım bulma şansları çok kısıtlıydı. Kabardey derebeyleri, emekçilere karşı olan politik entrikaları Tatar ve Ruslarla ilişkileri sonucu ve onlarla dayanışarak daha da çeşitlendirmişlerdi. Bu tür konular Adige folklorunda geniş yer tutmaktadır. Sözün kısası, derebeyleri halktan çekiniyor,  dalavere ve entrikalar çeviriyorlar, en acımasız cinayetleri işleyebiliyorlardı. Aydemirkan (Андэмыркъан)  destanı derebeyi acımasızlığını konu edinmektedir. Kim olursa olsun, halk ve halkın içindeki yiğitler haksızlık karşısında sessiz kalmazdı, boyun eğme anlayışı Adige karakterinde ve folklorunda yoktu ve Adigelerin Ruslar karşısında yok olmalarının ana nedeni de budur: Boyun eğmeyi bir türlü kabullenememek. Nitekim Adigeler arasında, bazı istisnalar dışında, boyun eğme ve üst sınıfa övgü düzme biçiminde edebiyat (folklor) yapıtları yoktur.

Atatürk’ün “Türk ulusuna uşaklık yaptırmayı başaramadım” gibisine bir deyişi vardır, bu deyiş tam da Adigeleri, Adige emekçi halkını (feqolv/фэкъол1 toplumunu) tarif etmektedir. Adige emekçi halkı uşak değil, kendi kendisinin efendisi idi.

Despotik doğu toplumlarında ülkeyi yöneten sultanı ulu orta eleştirmek, eğer o sultan başta ise, sanatçı için çok zor, dahası olanaksızdır. Buralarda olsa olsa, kişisi (süjesi) belirsiz bir hiciv (yergi) edebiyatından söz edilebilir. Darbe günlerinde Evren Paşamız eleştirilebilir miydi?

Adige sanatçısı içinse, korkma gibi bir kaygı ve eleştirememe gibi bir sorun yoktu, çünkü Adige yörelerinde kitleler haklının ve doğrunun (adaletin) yanında daima yer alırdı, ülke boyutunda tam bir eşitlik anlayışı vardı, derebeyinin köle olmayan köylüleri (feqolv) bile, diledikleri yerlere yerleşme özgürlüğüne sahiptiler. Demokratik toplum bireyleri ise, derebeylerini kendilerinden üstün olarak görmezlerdi. Yarı feodal ve ataerkil köleci topluluk ve ailelerin varlığına karşın, bütün bir Adige ülkesi (Çerkesya tamamı) düzeyinde, egemenlik halk çoğunluğuna aitti, halk eşit haklı bireylerden oluşuyordu ve sanatçının arkasında da özgür halk (fekol’/фэкъол1’lar) gücü vardı, zulüm, yapanın yanına kar olarak pek bırakılmazdı. Derebeyleri bu yüzden, yani kendi çıkarlarını koruma ve güvenlikleri bakımından, sık sık dış güçlerle (düşmanla) işbirliği yapma ve dayanışma gereği duyuyorlardı. Örneğin Kabardey derebeyleri çıkarları gereği, birçok dış güçle, en son olarak da Tatarlarla, ardından Ruslarla (1557) çıkar ilişkileri kurmuş, 1739’da Büyük ve Küçük Kabardey bölgelerinin bağımsızlaşmaları üzerine de Ruslar geri çekildiklerinden, derebeyleri açık Rus desteğinden yoksun düşmüşlerdi, bunu bir sonucu olarak emekçi başkaldırıları başlamış, biri 1754’te (Dameley Mamsırıko), diğeri de 1767’de (Kalebek Kip, Musa Pşığotıj ve Marem Bıç’e/Быщ1э Марэм önderliğinde) olmak üzere, iki önemli emekçi ayaklanması yaşanmış, hemen ardından, 1774’te Kabardiya’nın Rusya’ya ilhakı ile derebeyleri yaslanacak bir “ağabey” (Rus) bulmuşlardı. 1796’da da Shapsugh ve Abzegh köylülerin desteğiyle Bjedugh emekçileri, Ruslardan yardım alan kendi derebeylerini yenip topraklarından kovmuşlardı. Böylece Adigeler özgürlük doğrultusunda büyük bir adım atmışlardı.

Bu arada Adige sanatçıları, yolculukları boyunca, her olasılık düşünülerek asla bir başlarına bırakılmaz, yeterli sayıda refakatçi eşliğinde uğurlanırdı, yerli dilde buna dek’oten (дэк1отэн/uğurlama) denirdi. Çünkü derebeyleri halkın sanatçılarını hiç sevmezler, öç almak için gizlice fırsat kollarlardı. Halk bunu biliyordu. Tehlikeli durumlarda, bir topluluk, başka bir dek’oten grubu bulunup güvenli ellere teslim edilene değin yalnız bırakılmazdı. Ayrıca sanatçıya uzanacak el de hemen kırılır, asla bağışlanmazdı. Bu sert kurallar gereği,  hem derebeyi zulmüne geçit verilmez ve hem de sanatçıya saygı ve koruma sağlanırdı. Sanatçı, bu sayede gerçek bir sanatçı olurdu: Zalimleri, korkakları ve kötüleri, ister derebeyi (пщы-оркъ), ister özgür köylü (фэкъол1), kim olurlarsa olsun, hiç çekinmeden yaptıkları ile birlikte ve ad da sayarak şarkıya (vered ve ğıbze’ye) katarlardı. Böylesine bir duruma düşmekten derebeylerinin, kötülerin ve korkakların ödleri kopardı. Çünkü böyle kişilere kimse konuk olarak gitmez, kapısına ayak basmaz, kimseler onları çağırmaz, arasına almaz ve öyleleri bir tür afaroza uğramış olurlardı. Öylelerine yaklaşmak kişinin saygınlığını düşürürdü. Sanatçının duracağı yeri ve sınırı, kamu vicdanı ve oluru belirlerdi. Böylesine bir özgürlük ortamında, sanatçı,  düşmanı da nesnel (objektif) bir anlayışla ele alırdı. Örneğin, düşman safındaki yiğitleri, örnekçe davranışları yüceltir, Adige safındaki hataları, varsa yenilginin nedenleri bir bir sayılır, bütün bunlar ders alınması ve daha dikkatli olunması için ortaya dökülürdü. Yani Adige sanatı, dar bölgeci ya da milliyetçi, bir ulus yerelliğinin övgücüsü değil, bütün düzgün insanlara hitap eden, gerçekçi ve enternasyonalist (evrenselci) karakterde bir akademi çalışanı gibiydi. Bu nedenle Adige folkloru komşu halklar tarafından da kolayca benimsenmiş ve evrenselci yapısı nedeniyle de beğenilmiş ve hızla yayılmıştır. Örneğin Adige Nart destanları ** bütün Kuzey Kafkasya halkları ve Gürcistan’ın Svan (Сонэ) halkı arasında da bulunmaktadır.

Az sayıda da olsa,  derebeylerinin konaklarında (haç’eş/хьак1эщ) barınan besleme şarkıcılar da vardı. Bunlar ciddiye alınmaz, alay konusu yapılır ve arkalarından gülünürdü.

Bir de işin başka bir yanı vardır.

(*) Gegu ve geguak’o’daki “ge” sesi, Kafkasya’daki Adige edebiyat dillerinde “ge” sesi bulunmadığından  “ce”  (ceguak’o) biçiminde okunur. ”Ge” sesi, 1945 öncesi Shapsugh edebiyat dilinde bulunuyord, şimdi dilbilimi çalışmalarında ve Diaspora’da (Türkiye’de) kullanılıyor. -HCY
(**)
Nart destanları için Bkz. Vikipedi-Nart destanları, ayrıca “Nartlar”, internet, ”Asker Hadeğal, Nartlar”, Jineps gazetesi, sayı 20-30.

SÖYLENTİLERİN TARİH SIRALAMASI

Uçan atların (алъп), kahin ya da bilicilerin (усэрэжъ), deni dibi at ve canlıların yer aldığı bir dünyayı da kapsayan Adige söylentileri, tarih sırasıyla Adigelerin “avcılık ve toplayıcılık”, ardından ” yerleşik yaşam, tarım ve evcil hayvancılık” çağlarını dile getirmektedirler.

Bunları ise tarih çağlarında gerçekleşmiş olan olaylar, toplumsal çalkantılar ve aile yaşamına ilişkin konular izlemektedir.

Sözlü geleneğimizin başlıca türleri şarkılar (vered/орэд) ve türküler (пщыналъ) ile bimece (хырыхыхь;къоджахь-къоджэщх), atasözü (гущы1эжъ), masal (пшысэ, тхыдэ, тхыдэжъ), öykü (хъишъэ), tekerleme (къебжэк1), vb’dir. Anlatımlarda sık sık mecaza (ч1эгъч1элъыбзэ) başvurulur.

Sözlü ürünler içinde en geniş yeri Adige Yiğitlik Destanı “Nartlar” tutmaktadır. (Daha çok bilgi için Jineps gazetesi, sayı 20-31 ve izleyen sayılar;ayrıca “Nart destanları”-Vikipedi;”Nartlar”, CircassianCanada, Uzunyayla. Com, internet.) Nart destanı, 1946-1968 yılları arasında derlenen ve biriktirilen 705 tekstin bir araya getirilmesiyle 1968-1971 yılları arasında Maykop’ta yayınlanmıştır. Destan yeni derlemelerle bu yıllarda 8 cilde ulaşmıştır. Destan 31 bölüme ayrılmaktadır. Her bir bölüm ayrı bir Nart kahramanını yaşamına ayrılmaktadır.

Nart destanı çok eski, yani sınıfsız ilkel toplum dönemi yaşamını, anaerkil aileden ataerkil aileye geçiş sürecini ve daha sonraki demokratik yaşayış dönemlerini konu edinmektedir. Setenay-guaşe ve oğlu Savsırıko (Kabardey söyleyişiyle “Sosrıko) destanın ana kişilerindendir. Savsırıko bir taş içinden kızgın bir oğlan biçiminde çıkmış, Demirciler Piri Nart Tlepş tarafından yedi kez suya daldırılarak soğutulmuş, ancak Tlepş’in maşa ile tuttuğu dizleri su değmediğinden yumuşak kalmıştır. Bu yöniyle topukları dışında kendisine silah işlemeyen Grekleri Aşil’ine benzemektedir. Savsırıko’nun teyze çocuğu Şebatınıko ise salt bir kahramanlık örneğidir. Yeme içme ya da kız ve eğlence peşinde dolanıp duran biri değildir. Diğer bir kahraman olan Peterez’in babası, aha anne karnındayken öldürüldü, onu cüce bir toplumdan gelin alınmış olan İsp-guaşe büyüttü. Ona da silah işlemiyordu. Savsırıko gibi bir bilici (kahin) kadının yardımıyla Peterez’in de sırrı öğrenildi ve öldürüldü. Nebgırıyeko Ş’evay (Нэбгырыекъо Шъэуай), Nebgırıye ya da Naribgen adlı dev bir kadından doğmadır ve Kanc’ın (Къандж) oğludur. Atı Cemıdej (Джэмыдэжъ), yiğit olmyan bir biniciyi istemediği için tipsiz görünmektedir, ama ateşle oynayan bu delikanlıyı görünce onun atı olmayı kabul etmiştir, akıllıdır ve konuşur. Nart Aşemez ise güzeller güzeli Laşın’ın sevdiğidir. Nart Adıyıf ise, dirseklerinden ışık saçılan ve geceleri seferden dönen Nartların yolunu aydınlatıp keten köprüden geçmelerini sağlayan bir kadındır. Anaerki ve ataerkil çatışması Adıyıf üzerine tekstlere yansımıştır.

Adige Yiğitlik Destanı Nartlar, anlaşılacağı gibi, Milat ya da daha ileri bir anlamda tarihöncesinin (prehistorya) sınıfsız toplumunu anlatmaktadır, yani binlerce yıl öncesini, Kafkasya’nın en eski dedelerinin ve ninelerinin yaşamını günümüze getirmektedir. Dili de çekicidir, ama birçok Adige lehçesinde söylenmiş tekstlerden oluşmaktadır. Şarkı, türkü ve düzanlatım karması biçimindedir. Destan’daki birçok öğeler eski Grek destanlarını anımsatmaktadır.

Destan hakkında en geniş bilgi yukarıda gösterilen kaynaklardan edinilebilir.

Adige folklorunda tanrılar üzerine geniş halk anlatımları da bulunmaktadır. Adigeler tanrılar içinden en çok Mezıtha, Thağeleg, Amış (Yemış), Akhın (Ахын) gibi yer tanrılarını kendilerinden biriymiş gibi sever ve sayarlardı.
Tha (Baş tanrı), Zevatha (Savaş tanrısı) ve Şıble’den (Yıldırım tanrısı) çok korkarlardı. Ayrıca Su (ırmak) ve Deniz tanrıları da vardı. (Bu konuda bkz. Çerkesya’da değişik dinlere ait yer adları, internet)

Adige bilmeceleri genellikle insanlarca evcilleştirilmiş ev hayvanlarını, iş aletlerini ve ev eşyalarını konu edinmişlerdir. Adige atasözleri ise, toplumsal yaşamın bütün kesitlerini konu edinmektedir.

Adige halk öyküleri (хъишъэ, хъыбар, таурыхъ) birer düzyazı örneği olup belli bir geleneğe bağlıdırlar;öykülerin kaynağı “insan yaşamına ve insan özlemlerine” dayanmaktadır. Bir sınıflandırmaya göre, öyküler farklı beş bölüme ayrılmaktadır:
1. Bitki ve hayvan öyküleri,
2. Masallar,
3. Serüven, evlenme ve mal-mülk edinme,
4. Tarihsel konulu ve söylence (efsane) tipi öyküler,
5. Toplum yaşamı üzerine öyküler (Daha çok bilgi için bkz. Adige Edebiyatı, Kafkasya Kül. Der. , sayı 39-42).

Öyküler içinde ev yaşamına ya da toplum yaşamına ilişkin öyküler en geniş yeri tutar. Bu hazır öyküler, 1920 sonrasında doğan genç Adige edebiyatlarının (Kabardey, Şerces, Adige ve Shapsugh) düzyazı türlerinin hızla gelişmelerinde yardımcı olmuşlardır.

Çok çeşitli ve değişik konulara değinen sözlü türler, bir tarih sırasını da (kronoloji) izlemektedirler. Gerçek dışı ve fantastik (düşsel) yanları ayıklandığında, bu öyküler tarihsel geçmişe ve birçok olaylara ışık tutacak gerçekçi ve güçlü bir özü yansıtmaktadırlar. Bu öyküler Adige halklarının tarihsel geçmişini gerçeğe en yakın bir biçimde dile getirmektedirler. Bu öyküler sosyalist eleştirmenlerin de vurguladığı gibi, yalancı değil, gerçekçidirler (Bkz. A. Şorten, Къэбэрдей литэратурэм тэухуа очеркхэр, Nalçik, s. 33).

“Adige folklorunda savaşa çağrı yapan ve savaşmayı öven tek bir örnek bile yoktur. Bu durum halkın barışçı ve insanca duygular taşıdığını, hasta düşünceleri dışladığını sağlam bir biçimde gözler önüne sermektedir” (Daha çok bilgi için bk. Age, s. 45). Adige sözlü anlatımlarında, egemen sınıfın ideolojisini yansıtan bazı istisnalar dışında, ırk ve ulus ayırımı yapan ve insanlık dışı sayılabilecek öğeler de bulunmamaktadır.

Adige sözlü ürünleri, özellikle 10’uncu yüzyıldan başlayarak bulanıklıktan çıkmakta ve duruluğa kavuşmaktadırlar. Kahramanlık üzerine anlatımlar arasında  “Aydemirkan” (Kab. Андэмыркъан) ve Koç’as (Къок1ас) üzerine olanlar ünlüdür.

Birkaçı dışında şarkılar, öyküleri de eklenmeden sırf şarkı (şiir) yoluyla olayları anlatamamaktadırlar. Bu nedenle sözlü ürünler daha çok birer şarkı (şiir) ve öykü karmaları biçimindedirler.

18 ve 19’uncu yüzyıllarda Çarlık Rusya’sının Adigelere karşı başlattığı istila, etnik temizlik ve soykırım hareketine karşı, Adigelerin sürdürmüş olduğu Kurtuluş Savaşını anlatan sözlü ürünler çok üstün bir demokratik anlayış ve örnek insancıl özelliklerle donanmışlardır. Sözgelişi büyük Adige/Kabardey yazarı Askerbi Şorten (Шэрт1анэ Аскэрбый) şunları yazmaktadır: “Önce şurasını belirtmeliyiz:18 ve 19’ncu yüzyıllarda oluşturulmuş olan halk şarkıları Adigeleri Kabardiya, Şerces (şimdiki Karaçay-Çerkesya) ve Adigey gibi yöre adlarına dayandırarak bölmüyorlardı. Ulusa yönelik bir saldırıyı, bir felaketi anlatan herhangi bir şarkı Kabardey, Şerces (Kabardey ve Besleney) ve Shapsugh yörelerinde aynı biçimlerde söyleniyor ve karşılanıyordu. “Felaket karşısında bütün Bjedughlar kardeştir” özdeyişini anımsatırcasına, folklorumuz da ulusumuzu oluşturan bu toplulukların tümüne tek bir yürek, tek bir çehre ve tek bir ulus biçiminde yaklaşmıştır. Halk geleneğimiz her zaman için insanca  bir anlayışa (hümanizme) ve evrenselliğe (enternasyonalizme) öncelik vermektedir. Sözgelişi “Elmıshan Ağlıyor, Hanıy Psığo da Gözyaşlarını Döküyor” adlı şarkı Kabardey, Bjedugh, Abaza (Abazin) ve Şerceslerde (şimdiki Karaçay-Çerkesya’daki Kabardey ve Besleneylerde) bulunmaktadır. Şarkının öyküsü de öz bakımından birbirine uymaktadır” (Age, s. 45 ;parantez içindekiler ve yazı koyulaştırmaları, vb bize aittir. -HCY).

Şimdi yukarıdaki insancıllık ve evrenselciliği kanıtlayan ve ünlü Adige yazar ve derlemeci Şaban K’ube tarafından Ürdün’den 1950’lerde Kual Hatko’dan (Хьаткъо Къуал) Abzegh (Абдзах) lehçesinde derlenmiş olan iki örnek şarkı sunalım. Şarkıların ilki “Halkların Kardeşliği”, ikincisi de  “Yurt Sevgisi” konularını işlemektedir. İlki “Thavyeğ-mez”/”Тхьэ1егъ-мэз” (Thaçağ Ormanı)* adını taşımaktadır:

“Rus ordusu, bizi, Thaçağ ormanı yöresindeki topraklarımızdan çıkarıyor/Bu koca ordunun başındaki subaylar, askerleri üstümüze yürütüyorlar… /Birer emir kulu durumundaki bu erleri korku salarak  (kılıç zoruyla) denetim altında tutuyorlar/Birliğinden kaçabilmiş çok sayıda asker (er) saflarımıza katılıyor…/Bize sığınanları, kötü gözle değil, kardeşçe karşılıyoruz/Bizler aynı soydan (ulustan) olmasak da, onlar bize karşı kardeşçe görevler üstleniyorlar/Başlarındaki komutanlarını yakalamamıza yardımcı oluyorlar/Bizden yakalanmış olanları da esir kamplarından kaçırıyorlar”.

Şarkı, ezilenlerin saldırganlara karşı nasıl kardeşçe bir enternasyonalist (uluslarüstü) dayanışma kurabilmiş olduklarını dile sergilemektedir.

Anayurt Şarkısı (Хэкужъым ыгъыбз/Xekuzhım yığıbz) adlı ikinci şarkının sözlerinin o zamanki Kurtuluş Savaşı dönemi Adige/Vıbıh önde gelenlerinden Berzeg Gerandıko Hace’ye (Бэрзэдж Джэрадыкъо Хьаджэ) ait olduğu söylenmektedir:

“Bu şarkı söylenmeye başlandığında, susun ve kulaklarınızı dört açın, duyduklarınızı da kalbinizde saklayın.

Kurtuluş Savaşı’nı yitirdik, ama insanlığımızı yitirmedik.

Savaşı düşman ordusu kazandı, ama kazandıranlar içimizden çıkmış olanlardır.

‘Odun küskünün paraladığı odundur’  derler, bizi de paralayanlar bu içimizden çıkanlardır.

Yurdumuzu terk ediyoruz, ama onu sonsuza değin yüreğimizde taşıyacağız.

Kaderimize boyun eğip o yerlerde kalacak olursak, düşmanın bize yapacağı işlem (kötülükler) bellidir.

Bize uygulanacak onca aşağılık işlemden sonra, asla başımız dik gezemeyiz.

Ülkemizi şimdilik terk ediyoruz, ama amaçlarımızı asla terk edemeyiz.

Bir anne gibi sevdiğimiz öz ülkemizi gözümüz gerilerde terk edip gidiyoruz.

Gemideki gençlerin birçoğunun gözlerinden yaşlar dökülüyor.

Yurdu terk etmeyi kendine yediremeyen birçok genç koca denize atlıyor.

Dalgalarla boğuşarak Kafkas toprağına yeniden ayak basıyorlar.

Ve Thaçağ Ormanı’na varıp son direnişe (**) katılıyorlar.

Kaynak: Şaban Kube, Adighe Folklor, NewYork, ABD, 1963, No. 3, s. 55).
(*) Thaçağ-mez (Kutsal Orman)-Adigey’de her yörede Orman ve Avcılar Tanrısı Mezıtha‘nın orada yaşadığına ve onun tarafından korunduğuna inanılan orman. -HCY
(**) Son direniş ya da Hacret Zav-1870’li yıllara ya da yok edilmelerine değin Adige/Hak’uçların (Хьак1уцу) ve onlara katılan Adigelerin sürdürdüğü direniş (Daha çok bilgi için Bkz. Hak’uç, internet).

Adige toplumu, kendi dünya görüşünü (ideolojisini), en özgün ve en açık  biçimiyle kendi folklorunda yansıtmıştır. Adige folkloru, daha yukarılarda da değinildiği gibi SSCB döneminde ve sonrasında devletçe, Diaspora’da da özel kişiler eliyle toplanmıştır. Bunlar arşivlendiği gibi, önemli bir bölümü de yayınlanmıştır.

ADİGELERDE YAZI

Adige ataları Sind ve Meotların (Мыут1эхэр) Milat öncesinde yazıları vardı. Daha yukarıda da değinildiği gibi (Daha çok bilgi için bkz. Adige dili bölümü), bu yazılar henüz inceleme aşamasındadır. Adigelerin (Kabardeylerin) MS 16’ıncı yüzyılda yeniden yazıları oluşmaya başlamıştı. 1557’de Kabardeyler ile Ruslar arasında Kırım Tatar egemenliğine karşı bir dayanışma kurulmuştu. Kabardeylerin Ruslarca koruma altına alınmış olmaları sonucu Rus Ortodoks mezhebi Kabardeyler arasında yayılmaya başlamıştı. Bu gelişimin bir ürünü olarak da mezar taşlarına Adigece olarak ölü adları ve yazılar yazılmaya başlamıştı (Bu bir Hıristiyan dini geleneği idi). Ancak, daha sonra, herhalde Rus baskılarının yoğunlaşması üzerine, Hıristiyanlığın yeniden terk edilerek politeizme ya da İslama dönülmesi sonucu mezar taşlarına yazı yazılmasına son verildi (Хь. Ш. Урыс, Адыгэ тхыбзэм и тхыдэ, s. 6, 12). Bazı Müslüman kesimlerinde mezar yeri işaretlenmemekte ve yazı yazılmamaktadır. Adige Müslümanlar da mezarlara ölünün kim olduğunu belirten yazılar yazmıyorlardı.

Daha sonra Adigeler arasında Arap harflerinin kullanıldığı ve daha çok dinsel içerikli Adigece yazılar (dualar) yazıldığı bilinmektedir. Ancak yüzyılları bulan bu uzun döneme ilişkin yeterli bilgi sunacak durumda değiliz. Bu tür konulardaki bilimsel çalışmalar halen sürmektedir.

Kişisi belli yazılar 19’uncu yüzyılda belirmeye başlamıştır. Söylentilere göre ilk Adigece yazı ve alfabe, Adigelerin en aydın ve en demokrat topluluklarından biri olan Shapsughlar arasından yetişmiş Şerel’ıko Net’avko Hace’ye (Шэрэл1ыкъо Нэт1аукъо Хьаджэ)  aittir. Ancak bu bilinen ilk Adige alfabesi baskılar üzerine bizzat yazarı tarafından yakılmıştır. Yazara ait olduğu sanılan bir şiirin Rusçası günümüze erişebilmiştir (А. Хь. Хьак1уащэ, Япэрэ адыгэ тхак1охэр/İlk Adige Yazarları, Налшык, 1974, s. 184).

Daha sonra değişik kişilerce hazırlanan Adige alfabeleri çoğalmaya başlamıştır. Bu da ulusal uyanışın artmakta olduğunu işaret ediyordu. Bu alfabeler genellikle Arap harfleri, az sayıda da Rus harfleri, daha az sayıda da Latin harfleri esas alınarak hazırlanıyorlardı.

Ekim 1917 Sovyet Devrimi öncesinde Adigece artık okunup yazılan bir dil haline gelmişti. Bu konuyu başka bir bölümde ele almaya çalışacağız.

İLK EDEBİYAT ÜRÜNLERİ

Sovyetler öncesinde yayınlanmış ürünleri tanıtıcı ve değerlendirici çalışmalar Adige enstitüleri, özellikle Kabardey-Balkar bilimsel enstitüsü tarafından yapılmış ve yayınlanmıştır. Çalışmalar halen  devam etmektedir. Bu türde edebiyat ürünlerinin ortak özelliklerini de şöyle sıralayabiliriz:

1) Edebiyatın kaynaklandığı yer folklordur ve ona sıkıca bağlıdır.

2) Edebiyat ürünleri değişik yerlerde, değişik lehçe ve ağızlarda ve değişik alfabelerle yazıldı (Arap, Kiril ve Latin harfleriyle). Yazılanların sadece bir bölümü yayınlanabildi.

3) Bu dönem Adige yazarları, sadece edebiyatla değil, folklor, dil, tarih ve politika gibi konularla da ilgilendiler.

4) Edebiyat yapıtlarının bir bölümü emekçi halktan (feqolv/фэкъол1/лъхукъол1), diğer bölümü de sömürücülerin (pşı ve verk/пщы-оркъ) ve sömürgecilerin (Rus yönetimi) dünya görüşünü (çıkarını) yansıtmaktadır.

5) Bu dağınık edebiyat ürünleri okullarda okunan, kitleler arasına yayılmış olan ve örgütlü olarak işlenen bir oturmuş edebiyatın yapıtları olma durumuna, tam anlamıyla  erişmemişlerdi.

Sadece Shapsugh lehçesinde Adigece Türkiye’de bir ibadet (İslam) dili haline gelmişti. Bu gelişimin bir ürünü olarak “Adıghe Meulıd/Адыгэ Мэулыд) (Çerkesçe Mevlid) 1906’da Düzceli din bilginleri Abdurrahman Efendi, H. Zekeriya Efendi ve Yusuf Efendi tarafından Adigece’nin Shapsugh lehçesinde yazılmıştır.

Shapsughca, dinsel içeriği ağır basmakla birlikte, yazılan ve okullarda okunan bir dil haline gelmiştir. Adigece Mevlid, Türkleştirme içerikli faşist baskıların giderek yoğunlaştırılmasına karşın, 1950’li yıllara değin, gizlice okunmuş ve öğretilmiştir. Adigece Mevlid’in ikinci baskısı ise 2000 yılında yapılmıştır (*).

SOVYETLER ÖNCESİ ADİGE EDEBİYATI

Sovyetler ya da 1920 yılı öncesi Adige edebiyatı üzerine çok yönlü çalışmalar sümektedir. Bu konuda okul kitaplarında, edebiyat tarihi üzerine yapılmış araştırmalarda, dergi, gazete ve bilimsel yayınlarda yer almış makale ve yazılara rastlanmaktadır.

Bu son yıllarda konu ile ilgili yayınlarda bir artış vardır. 1974’te Nalçik’te yayınlanan A. H. Hak’uaşe’nin “İlk Adige Yazarları”  adlı yapıtında ilk Adige yazarları Kaz-Geriy (1807-1863), Han-Geriy, Adil-Geriy (1821-1876), Net’av oğlu (Net’avko) Şerl’ıko Mıhamet Hace, Wumar Bırsey (bkz. internet) ve Yuri Kazbek tanıtılmaktadır. Daha başka yayınlar da vardır, örneğin Prof. Abu Şhalaho’nun “Gerçekçilik, Bir Ölçüttür” (Шъыпкъыгъэр-Шэтапкъэ:Maykop, 1990) adlı yapıtında da  önemli bilgiler sunulmaktadır: Net’av oğlu  Şerel’ıko Mıhamet Hace’nin alfabesi (19’ncu yüzyıl başları), ayrıca Wumar Bırsey (Бэрсэй Умар;1853), Ançoko Hacebek (Анцокъо Хьаджэбэч;1878) ve daha başkalarının Arap harfleri, Gratsilevski (1829), Hangerıy (Хъанджэрый;1830), Lyule (Люлье;1840) ve Uslar’ın (Услар) alfabeleri (1887) Rus harfleri üzerinden düzenlenmişti.

Daha yukarıda değinildiği gibi, halk söylentilerine ve bazı Rusça belgelere göre, bilinen ilk Adige yazarı Shapsughyalı Net’avko Şerel’ıko Mıhamet Hace ya da kısa adıyla Netavko Hace’dir. Adige aydını Sultan Kırım-Geriy‘in (Султ1ан Къымчэрый) sunduğu 1865 tarihli bir bilgiyi aktaran  Rus yazarı N. D. Pomandruyko‘nun kayıtlarına göre, Net’avko Hace, Shapsugh soylusu Zaneko Sefer Bey‘in* muhalifi idi. . . ve Zaneko’ya yönelik “farklı görüşler öne sürdüğü için köyünde onu sevmeyenler vardı” (İlk Adige Yazarları, s. 184). Burada, hemen her eski Adige aydınının başına gelen zorluklar ile Net’avko Hace’nin de karşılaştığı anlaşılmaktadır. Nitekim Net’avko Hace, hazırlamış olduğu ilk Adigece alfabe ve okuma kitabını (1814 yılı), anadilini değil de Arapçayı savunan din adamlarının ve sömürücü (pşı-verk) sınıftan kişilerin baskıları sonucu kendi yakmak zorunda kaldı. (age, s. 184-185; ayrıca bkz. Адыгэ советскэ литэратурэр я VII-VIII классхэм апае, Мыекъуапэ, 1969, н. 20;Адыгэ тхыбзэм итхыдэ, Налшык, 1968, н. 93)

Ancak Net’avko Hace’nin 1858’de ölen Zaneko Sefer Bey’in mezarı başında okuduğu söylenen Adigece bir yergi şiirinin Rusça çevirisi, 1865’te Sultan Kırım-Geriy tarafından da yayınlanmıştır. (age, 184-185) Bu çeviri şiir dışında yazardan günümüze erişen bir yapıt kalmadığı düşünülmektedir.

İkinci yazar Rusça olarak “Hajıtığoy Vadisi” ve “İran Vecizesi” adlı öyküleri 1835-1836 yıllarında yayınlanan Kaz-Geriy‘dir (Къазджэрый). 19’uncu yüzyıldan kalma el yazılarından anlaşıldığına göre, Adige yazılı edebiyatı, aynı yüzyılın ilk döneminde başlamıştır. Ancak bu yazılar anadilinde yazılmış olmaktan çok, Rusça yazılmışlardır. Örneğin Kaz-Geriy’in “Hajıtığoy Vadisi” adlı uzun öyküsü 1836’da Puşkin’in yayınladığı bir dergide, Puşkin ve Gogol’un yapıtları ile birlikte yayınlanmıştır. Bu demokratik girişim, monarşist Rus yönetiminin sert tepkilerine yol açtı ve bir daha böyle yazılar yazmaması konusunda uyarıldı.

14 Mart 1853’de Wumar Bırsey’in Arap harfleri ile yazdığı ilk Adigece Okuma Kitabı yayınlandı. Bu kitap Adigece yazılmış olan ilk kitaptır. Bu nedenle 14 Mart günü Adigece Günü olarak bütün Adigeler (Kabardey, Şerces, Shapsugh ve Diaspora) tarafından kutlanmaktadır. 1908-1912 yılları arasında Adige aydını Tambıy Pago, L. G. Lapitinski ile birlikte Rus harfleri üzerinden Adigece yazılmış çok sayıda sözlü  şiiri derleyip yayınlandı.

Bunları ve Rusça yazmış olan diğer yazarları bir yana bıraktığımızda, Adigece yazılmış el yazıları günümüze kalmış olan Adige yazarları içinde en tanınmış olanı Bekmirza oğlu Şor NEGUME (1794-1844)’dir. Şor Negume’den, günümüze Adigece ve Rusça yazılmış el yazmaları kalmıştır. Bunlar ulusal ve tarihsel anlamda Adige tarih, kültür ve edebiyatının, tarihsel anlamda paha biçilemez değerdeki yapıtlarındandır. Çünkü bu yapıtlar sömürgeciliğin, feodal baskı ve bağnaz gericiliğin birleştiği kapkaranlık bir dönemde ulusunun aydınlık yarınları uğruna uğraş vermiş özverili ve bilinçli bir ulus evladının yetişmiş olduğunun bir kanıtıdır. Şor Negume, 1840’da Rusça olarak bir “Adigece Dilbilgisi” kitabı ile “Adige Halkının Tarihi” adlı yapıtını yazdı. 1843’de “Aydemirkan”,  “Tatartup Savaşı” ,  “Kulkujın Savaşı”,  “İdar Oğlu Temrıko’nun Şarkısı” (Идар икъо Темрыкъо иуэрэд) ve “Şegem Mahzeni” (Шэджэм иш1ыт1ыр) gibileri de dahil 20 kadar halk şarkısını derledi ve Adigece el yazması olarak yazıya aktardı. Ayrıca Adigece olarak yazdığı “Hohu” (Хъохъу;Saygınlama) adlı bir şiirini, Adige kültürü üzerine çalışmalarda bulunan bir bilgin olan A. M. Şegren’e ithaf etti. Yazar 1840’da Rus harfleri, 1843’te de Arap-İran harfleri üzerinden iki ayrı Adige alfabesi hazırlamıştır. Ne yazık ki, yazdıklarının hiçbiri sağlığında yayınlanamamıştır.

(*) Zaneko Seferbey-Önce bir Rus subayı idi, sonradan Rus karşıtı bir politik tavır aldı ve Türkiye’ye gitmek zorunda kaldı. 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında Sefer Paşa ünvanı adı altında Osmanlıların Çerkesya Askeri Valiliğine atanmıştı. -HCY