ADİGE ŞAİRLER

Hazırlayan: P. Feridun
Yazının kaynağı: ”Bahar Dünyanın Süsüdür.s, Tewune Hagim,  Elbrus Basımevi, 1972, Sayfa. 39-45.

Yamçı Dergisi, Mayıs 1977-Şubat 1978,
s. 388

Şevket Süreyya Aydemir’in ”Suyu Arayan Adam” adlı yapıtından alındı bu dizeler.

”… şu delikanlıları gümüş kordonlar içinde yüzen, fakat yazı yazacak alfabeleri bile olmayan Çerkesler ne olacak?

Günlerinin, gecelerinin çoğunu, kartal yuvası dağlarının üstünde hançer oyunları oynamak, yahut kız kaçırmakla geçiren şu gelin gibi süslü Kafkas delikanlıları ne yapacaklar?”

Yukarıdaki dizeleri yanıtlayıcı özelliği taşıyan bir yazı olarak hemen ekleyelim. Kafkasya’da tezlerini hazırlayan iki öğrenci ve Kafkas yazarlarından bin olan Teune Hapim’in birlikte izlenimleri sonucu Teune Hacim tarafından yazılan bir yazıyı.

”Kabardey Kafkasya’sında eskiden çok rastlanırdı ozanlara, koruyucuları olmayan sığınaksız şairlere. Gücünün yettiğince görevini açıklayan bunlardan biridir: O, ben bir sözcükle korkağı cesur yapar, topluma kazandırırım. Hırsıza alışkanlıklarını terk ettirir, onu doğru insan yaparım. Utanma bilmeyen insan karşımda duramaz. Kötülüğün düşmanıyım.”  Maksim Gorki

Büyük yazarı bu denli kendine bağlayan kimlerdir, diye ordu gençler.

Yazı yazacak alfabeleri olmayan halkın, bu gibi şairleri az değildir. Dilerseniz bir kaçını tanıtayım size.

Gençler yanıtımı ilginç bularak ”şaka mi ediyorsun yoksa, ciddi mi söylüyorsun?” dercesine yüzüme baktılar.

Nalçik Parkı’na girdik. Üç buçuk kilometre uzunluğundaki park, kentin ortasında uzanıp gidiyor. Otobüse binelim, diyorum. Binmek istemiyorlar. Yaya gidelim, diyorlar.

Nalçik Parkı’nı daha iyi tanımak için yola yaya koyulduk. Gidiyoruz, sağa sola ayrılan yolların arasında. Kafkasya’nın diğer yerlerinde ve Avrupa’da, Asya’da, Amerika’da ”yetişen” ağaçları ve diğer bitkileri, Nalçik Parkı’nı daha iyi tanımaya çalışıyoruz. Her birinin kendine özgü, ilginç yanı var.

İki yanı ağaçlarla donatılmış ana yol, dümdüz uzanırken dağ yamaçlarını çağırır gibidir. Gençler, kıyılarını kaplayan güzel bitkilere, gölgeleri uzanan dişbudak ağaçlarını, beyaz çiçekli yasemin dizilerine, halı örneği renk renk çiçeklere, suları on metreye dek fışkırtan fıskiyelere o kadar imrenmişlerdi ki. ”Ana yolun kendilerini nereye çağırdığını sezinleyemiyorlardı. Doğanın eşsiz güzelliğine, deniz gibi dalgalanan otlara, temiz havaya, güneşe doymak isteyen bir durumları vardı.

Yüksek palmiye ağaçları ile en büyük ve en güzel çiçekliğin karşısında iki anıt duruyordu. Birinin üzerinde ”Negume Şore” yazılı. Düşünleri açık çehresinden ve gözlerinden okunuyor. Dikkat edersen O’nun gözlerinde insani duygulandıran, bir hüzün okunuyor.

Heykeltıraş büste can katmış gibidir: Görüyorsun iyilik dolu kalbini, iyiliğe yönelik amaçlarını, kültürün değerini tamamen anlayabilen, sütunu içtiği halkı için yaşamını esirgemeyen, kültür, sanat, yaşam kavramlarını çağından önce bilen değerli insanın saygın çehresini.

Yaşamında kendini görüp, tanıyanların anlattığına göre, diyorum gençlere ve hemen anımsıyorum bir ara yazmış olduklarımı, Negume, Psihuabe’de Puşkin’le tanışmıştı. Burada yaşayan dağlıların kültür değerlerini derleyken ozana yardımlarda bulundu. Ozan, kendiside Negume’nin Rusça’ya çevirdiği türkülerin düzeltimlerini yaptı.

Negume ile Puşkin’in öyküsü bununla bitmiyor diye ekliyorum. Araştırmalara göre, ünlü Rus yazarının yarım kalmış destanında konu kahramanı Negume Şore’dir.

Dağlılara sevgisi olan Puşkin, onların en büyük ozanını fark etmez olur muydu! Olanaksızdı ikisinin anlaşamamaları. Puşkin, toplumun efsanelerini, türkülerini, öykülerini derliyordu. Negume ise, kalbinde koruyordu bunların tümünü. ”Çeviriyordu Rusça’ya. Kalpten kalbe yol gider. Demiyorlar mı?

Gençler, ”yalan değil” diye aynı kanıda olduklarını söylüyorlar. Büstte yazılı sözcükler, kalbe isliyor. Düşünce, doğruluk ve güç dolu. Sözcükler karanlık çağları geride bırakarak bize dek ulaştı. Ozanın sıcak kalbinde sulanarak çelikleşmiş, düşüncelerle doludur. İşte, ölümünden bir yıl önce 1843 yılında söylediği ilginç sözler ve vasiyetnamesi:

‘İnanmıştım, çalışmalarıma başlarken. Bir gün dağlılar, yaşamın aydınlığına ererek uyanacaklardır. Bir zaman gelecek kendimizi bilime, kitaplara ve yazı yazacak alfabeye adayacağız. Çalışmalarımda beni umutlandıran, cesaret sağlayan, özlediğim, gelecek zamandır. Onun için kendimi her an feda edebilirim. Kim bilir? Çalışmalarımı yadırgayacak olanlarda vardır. Fakat bir gün bilim ve kültür için çalışan gelecek kuşak beni anımsayabilir. Buna inandım, otuz yaşında Rusça’yı öğrenmeye başladım. Umutluydum, anlaşılacaktı bir gün düşüncelerim. Özlediğim zamanın yakınlığına inanıyorum. Yurdumda bilime, kültüre önem verilecek çağı ben görmeyebilirim. Görebilsem yeryüzünde en mutlu insan bendim…”

Karanlık çağlar, söndüremedi o ateşli sözcükleri. Karanlığın, güçlüğün ve zalimliğin içinden sıyrılmasını bildi. Geldi ozanın özlediği zaman. Çağından önce bu konuşmayı yapan Negume Şore’nin büstünün yanından ayrılmak istemiyorlardı gençler. Uzun uzun beklediler de. 0’nun en büyük ürünü ”Adige Halkı Edebiyatı”nı zaman öldüremedi. Biliniyor şimdi dünyanın her yanında, çevirileri yapıldı çoğu dillere. Ünlüdür, değerlidir bizim için Negume Şore’nin eseri olan filoloji (dilbilim) çalışmaları.

Negume Şore’nin biraz ilerisinde, Kabardey’in ünlü ozanı Pas’e Becmirze’nin büstü duruyor. Becmirze, Şore’nin ölümümden on yıl sonra dünyaya geldi. Negume’nin düzenlediği alfabe ve grameri Becmirze’de bir işe yaramadı. Kendi bir alfabe düzenledi. Saklı olarak ozanın düzenlediği harfler, efsanelerle yazı dilini birbirine bağlayan bir köprü oldu. İkisi, yazı dili ile efsanelerin kökenini, sonraları, değer kazanan Kabardey Edebiyatı’nı oluşturdu.

Pas’e Becmirze durduğu yerde bakıyor, ağabeyi Negume Şore’ye. Becmirze’nin de cehresi aydınlıktır. Gözlerinde büyük bir düşünürün bakışIarı var. Fakat Şore gibi hüzünlü değil. Güç koşullar içinde yaşadı, çok eziyetlere katlandı. Yaşadı bunları, unuttuğu çağı da. Yaşamın acı ve tatlı anılarını birbirine bağlayarak sıralıyor siir dizelerini, ağabeyi Negume Şore ile konuşur gibi:

Yaşamın değerini bilen,
insan kanlarının akışını gören,
iyiliği özleyerek
Yaşamda can veren,
insanlığın mutluluğunu özleyerek
Bütün gücünü harcayan,
Halkını seven,
Emekçinin çocuğudur.
Rastlasam böylesi yiğide,
Katilinin en çetin uğraşılarına.
O, mezara gitmek için yaratılmışsa,
Giderim ben de birlikte…

Diğer yana geçiyoruz, biraz ilerlersen parkın en güzel yeri olarak kabul edilen ufak tepelerin yanında rastlıyorsun başka anıtlara. Bunlardan biri, Balkar ozanı, Balkar Edebiyatı kurucularından bin” olan ve Balkar Yazarlar Cemiyeti’nin başkanlığını yapmış bulunan, edebiyatımızı saygınlaştıranlardan biri olan Meciev Kazım’dir. Kendi halkının bağrında yetişmiş bir ozandır. Şiirlerinde açıklık ve doğruluk ilk kez göze çarpar. Ara vermeden yarım asır şiir yazdı o. Kendi halkına sadık kalmasını bilerek halkı için çalıştı. Şiirin ve güçlü deyimlerin etkinliğini çok iyi anlıyordu ve yazıyordu:

Düşündürücü söz,
Düşmana güç yitirir.
Destek olur,
Doğrunun yolunda.
Düşündürücü söz,
Kanadıdır iyiliğin.
Suçluyu yıkar,
Doğrunun kamçısıdır.

Çok haklıdır Kuliev Kaysin, büyük ozanın yapıtları için bunları söylerken: ”Halk türküsü ve deyişlerinde olduğu gibi Meciev’in şiirleri, Balkar halkının özelliklerini yansıtır. Bu şiirlerde dağlının sevincini, yasını, yiğitliğini, samimiliğini, türkülerinin makamını, ağıtlarını bulmak çok kolaydır. Kgulam-Bizinci vadisi gibi, onun şiirleri de unutulamaz. Atasözleri gibi etken, toplumun yüzü gibi temizdir. Orada, derenin akışındaki olgulara, yaşam ve ölüm için usunu harcayanın düşünlerine rastlayacaksın…”

Yazlık kütüphanenin önündeki anıtın yanına gittik. Konuşacakmışçasına duruyor. Çağırıyor sanki ”Yanıma gelin, size yeni şiirler okuyacağım” diye. Neşelidir, çalışkandır, yaşlıdır ve de düşüncelidir… Başını göğe kaldırmış, bakışının nedeni bu olmalı. Kendi, Kabardey Edebiyatı’nın klasiği Şocentsiku Aliy’dir.

Açık kalpli şair, anlıyordu yurdumuzun güzelliğini, halkımızın çağlardır oluşturduğu efsanelerin tatlılığını. Görüyordu o, köylerdeki sınıf kavgalarını, oluşturuyordu şiirlerini yeni dünyanın kurucularından aldığı güç ile. Bir türküyü söylenirken duysa, gururla dinlerdi bitinceye dek. Türkülerin güftesi ve makamı işlerdi kalbine. Türkünün güçlü koşukları, geniş kırlardaki çiçeklerin tatlı kokusu, halkını kalbinden makamını ve kanatlanan sözcükler sevinç kaynağı oluyor, bunlardan cesaret alıyordu. Onun için, dünyanın güzelliklerini yansıtan doyumlu sözcükler, kişi üzüntülerini dile getiren, paylaşan ve yarasını desen sözcüklerin değeri büyüktü.

Diğer şairler gibi o da zamanın acı darbelerini yedi, tatlı anılarını yaşadı. Uzak, yad yerlerde güçlükler yıldırmadı Onu, yitirmedi yaşam umudunu. İnanıyordu bir gün özlediği yaşama kavuşacağına ve yazıyordu:

Altın anacığım dövünme, acınma,
Yumruklar, adam eder oğlunu…

Güçlükler adam etti kendini, her turlu çaresizliği yendi. Klasik Kabardey Destan Türü’nün kurucusudur. Toplumun kalbine girmesini çok iyi bildi. ”Kambot ile Latse”, ”Madina” güçlü eserlerinin ikisidir. Düşünlerindeki derinlik; denizlere, sözlerindeki güç; sellere, şiirlerindeki etkinlik ve kesicilik; kamanın dişlerine benzer. ”Madina” destanı ile oluşturulan dramatik temsil opera durumuna getirildi ve tiyatrolarda oynandı. Şairin, güçlü yedi destanı, birçok şiiri, öyküleri ve makaleleri vardır.

Kabardey Edebiyatı’nda insanların kalbine işleyen, onları duygulandıran ilk eserler Şocentsiku Aliy’indir. İnsanların katlandığı eziyetleri, kalplerindeki ezikliği, çekilen ıstırapları, kısacası insanı insanlaştıran etkileri yazılı eser durumunda ilk kez önümüze serebilen bir şairdir Aliy.

Şocentsiku’n eserlerinde Kabardey’in iki-üç asırlık yaşam öyküsü işlenir. L’akuel’eslerin hakim olduğu çağdan bu yana dek. Şair, açıkça gözler önüne seriyor toplumun yaşantısındaki umutları, özlemleri, gücü ve yaşam sistemini, köleliği yıkarak bugünkü yaşamını kuran toplumun   yolunu…

Yanılmıyorsam bu sözler Andre Mora’ya aittir: ”Sağ olanlar tarafından unutulmayan bir insan, ölmemiş sayılır.” Negume Şore, Pas’e Begmirze, Megiev Kazım, Socentsiku Aliy için biz yeni kuşak, gururla söyleyebiliriz: ”Ölmediniz sizler, unutmadık sizleri. Bugün de değerlidir eserleriniz.” Doğru, durum böyle olunca, ölmedi onlar, sağ ve içimizdedirler… Teune Haçim

Öyle sanıyorum ki, Teune Haçim’in yukarıdaki yazısı bir zamanlar yazı yazacak alfabeleri bile olmayan Çerkeslerin ne olduğunu belirgin olarak anlatmaktadır. Ne olacağını da yazıda adı geçen şairler bilerek öğretmeye çalışırlarken yeni kuşakta boş durmadı, çalıştı. Bunların yanı sıra Çerkes Edebiyatı hakkında birçok örnekler verilebilir. Burada adı geçenler sadece başlangıç çalışmalarını yapanlardır.