Prof. Dr. ĞIŞ Nuh
Adige Mak, 12/13 Şubat 2009
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Biliminsanının Gözüyle: “Doğruluk Dostluktan Daha Değerlidir”
Adigelerin kökeni üzerine açıklamalar
Adigelerin bir toplum olarak bir arada bulundukları ve ortak bir alanda yaşadıkları sıralarda hangi dili konuşmuş olduklarını bilmemiz kolay değildir, konu yazılı kaynaklarda yeterince belirtilmiş değil.
Kaynaklara göre Adigeler Hatlar‘dan (Хьатхэр) (*) türemişlerdir. Bu nedenle Adigece’nin Hat dilinden (Хьатыбзэ) türemiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu sözümüzü destekleyici nitelikte çalışma ürünleri vardır.
Peki Hatlar kimlerden türemiş olabilirler? Hatların Hananlar’dan (Хьананэ) türemiş olduklarını düşünebiliriz. Çünkü, İbrahim, Tanrı’nın kendisine vaat ettiği toprağı ararken Hatların yaşadığı yere geldi ve orada yaşayan Hatlarla karşılaştı ve o yerde kaldı. Bu açıklama İncil’den. İbrahim’in eşi Sara ölünce, Hatlara ricada bulunup yaşadığı Hanan toprağında eşini defnetti. Hananlar ayrı bir topluluk idiler, bu da İncil’de yazılı. Ancak Hananlar Yahudiler tarafından soykırım yoluyla ortadan kaldırıldılar (Günümüzde bile Hanan sülale adını /лъэкъуац1э taşıyan bir aile Adigey’in Koşhabl rayonu Fedz köyünde yaşıyor). Hananlar Etrüskler’den türemiş olmalılar. Ancak konu henüz yeterince açıklığa kavuşturulmuş değil.
Hat sonrasında Hatlar toplu bir halk olarak mı yoksa kendi içlerinde bölünmüş topluluklar olarak mı bir yaşam sürdürdüler? Kişisel görüşüme göre, Adigeler kendi içlerinde bölünmüş, gelenek-görenek ve dilleri de biraz farklılaşmış olarak yaşamlarını sürdürüyorlardı. Bu söylediklerim yazılı kaynaklarca da destekleniyor. Kral Mitridat’ın yazıcılarının tanıklığına ve MÖ I. yüzyılda yaşamış olan Strabon’un yazdığına göre, Mıvt’e Denizi (Хы Мыут1э;Meot Denizi/Azak Denizi) çevresindeki bir kuşakta Mıvt’eler (Мыут1эхэр/Meotlar) yaşıyorlardı. ”Mıvt’elerin” ayrı bir ulus oldukları yakıştırmalarında bulunanlar da vardır. Ama ben bu tür görüşlere katılmıyorum, ayrıca doğru da değildir. Bu, Kuban Irmağı dolaylarında yaşayan bütün insanlara Rusların toptancı bir anlayışla “Kubanlı” demeleri gibi bir anlam taşır sadece. Bu görüşüm kuşkusuz bir temele dayalıdır. Strabon’un yazdığına göre, o kıyılarda (Azak Denizi kıyılarında) Bospor ve Sind bölgeleri bulunuyordu. Bu iki bölgeye yakın yerlerde de Ahey (ахэй), Zih (зих), Genioh (гениох), Kerket (керкет) ve Sindler (синд) yaşıyorlardı…(“Geografiya”, 17 kitap, M. , 1964, II. Cilt, s. 468). Milattan 1200 yıl önce Hat (Hitit) Krallığı’nın yıkılmış olmasından sonra, Strabon’un sözünü ettiği topluluklar tarih sahnesine çıkmış durumdaydılar. V. S. Sergeyev’in yazdığı gibi, Kuzey Karadeniz kıyılarında yaşayanların Kimmerler oldukları belirtiliyor. Asur kabartma (щэнэбз) yazılarında (MÖ VIII. yüzyıl) karşılaşılan “Gimmirey” (“гиммэрей”/”K’emguy”-Ğ. N. ) sözcüğü de oraya bağlıdır. Grekler, birbirlerine komşu olan Ahey, Sind, Zih, Kerket, Genioh gibi birçok halkı Kimmerler ortak adı altında tanımlıyorlardı (Bkz. Sergeyev V. S. İstoriya Drevney Gresti/Kadim Yunanistan Tarihi. M. , 1963, s. 131). Strabon, “Bospor yönetimi, bir ara Kimmerlerin eline geçmişti. Bu nedenle Mıvt’e’ye (Azak Denizi’ne) açılan boğaza Kimmer Bospor’u denmiştir” diye yazıyor (Bkz. Strabon, s. 383). Sözünü ettiğim bu konuda daha çok bilgi edinmek için yayınlanmış kitabıma bakabilirsiniz (“Все об адыгах. Зэк1эри адыгэмэ яхьыл1агъ”, Maykop, 2002, s. 19-28).
Hatlardan geriye kalan topluluklar-ахэй/ahey, зих/zih, синд/sind, керкет/kerket, гениох/genioh’lar- Adige, Kabardey, Abhaz ya da Wubıhlar mı idiler, o gibi konularda kesin bir bilgiye ulaşmış değiliz, ancak bu toplulukların aynı kökten türeme oldukları biliniyor. Bu halk topluluklarına ortak ad olarak Gimmirey/Kimmerler dendiğini de görüyoruz. Sonradan bunlara Çerkes denmeye başlandı. Kişisel görüşüme göre, “Çerkes” adı kişi adından geliyor olmalı. Strabon’un yazılarına dayanarak böyle düşünüyorum. Strabon şöyle yazıyor: “Geniohların Krekas ve Amfistrat adlı iki yöneticisi/komutanı vardır”, “Geniohlar, kendilerini sanırım bu iki kişinin adıyla tanıtıyorlar” (Strabon, s. 470). Geniohların komutanının adı, Strabon’un yazdığına göre, (ya da Rusça’ya çevirisine göre), “Krekas”tır, ancak Adige ulusal dilinde “k” (-Türkçe’deki “ka” sesi-) denilen bir ses ve “kr” biçiminde de bir söyleyiş yoktur. Bu nedenle Krekas denilen büyük şefe/komutana Geniohların (“Adigelerin”) dilinde “К1элэк1ас” (K’elek’as;Son oğul, Sevgili oğul) ya da “Джэрэкъэс” (Cerekas;Naralar atarak, haykırarak gelen) deniyor olabilirdi. Bu Adige (“Genioh”) sözcüğünü, başka halklar kendi dillerine uydurmuş olmalılar. Böylece K’elek’as ya da Cerekas sözcüğü Krekas olmuş olmalı. Ad, ardından Kerket, en sonunda da Çerkes oluyor. Adın sahibi olan halkın yazısı olmadığından (ya da var idiyse bile yitirilmiş olduğundan) böylesine durumlarla karşılaşabiliyoruz.
Ortaçağ’da Adigeler
Konuyu en eski zamanlardan başlatmış olmamızın elbette bir nedeni vardır. Günümüz Adigelerinin bazıları Sovyet yönetiminin Adigeleri bölmüş olduğunu söylüyorlar ve bu bölünme sonucu, aslında tek bir dil olan Adigece’nin de bölündüğünü, aynı ulustan olan kişilerin, sonunda birbirleriyle anlaşamaz durumlara düştüklerini söylüyorlar. Adigelerin tarihsel yazılara göre bilindikleri zaman, MS IX. yüzyıl olmalı, o dönemde yaşayan İbn Haluin (Ибн-халуин), yazılarında “Çerkesler herkesten daha güçlüdürler” diyor. Ondan önce, V-VI. yüzyıllarda yaşamış olan Prokopiy Kesariyski’nin yazılarında Meotidya’da (Меотид) Zih, Sagid ve Abashlar (Абасххэр) yaşıyorlar, deniyor. Yani V-VI. yüzyıllarda Abashlar (“Abazalar” ya da “Abhazlar”) öteki Hat (Adige) toplulukları içinde henüz belirmeye başlаmışlardı. Mesudi’nin yazılarında (MS 943 yılı, X. yüzyıl), bildiğimiz kadarıyla, ilk kez “Adige” (“Адыгэ”) sözcüğünün kullanıldığını görüyoruz. Mesudi şöyle yazmıştı:O ırmak boyunda (adını söylemiyor, ama Kuban Irmağı olmalı) Ademfiyeler (“адемдхат “ ya da “адемхэр”/Ademler) oturuyorlar, balıkçılıkla geçiniyorlar, başlarında kral ya da başkanları bulunmuyor…Keşeki (Kaşaki, Kasogi-Adıgi xaraktera krotkogo…)”.
Kabardey, Besleney gibi Adige topluluklarının tarihte belirişi XI-XII. yüzyıllara rastlıyor. Wubıhların ayrı bir halk olarak belirişi durumu ise aydınlatılamamıştır. Diğer Adige toplulukları-Abzegh, Bjedugh, Jane, K’emguy, Mehoş, Natuhay/нэтыхъуай, Shapsugh ve diğerlerinin beliriş tarihleri de aydınlatılamamıştır. Bunların hepsini tek bir ulus/halk ve tek bir dili konuşan insanlar olarak ele alamayız. Günümüzde bile her bir topluluğun konuştuğu dil (diyalekt/ağız/жэры1уабз), hala her bir topluluğun kendi ulusal dilidir: Kabardeyce, Besleneyce;Abazaca, Abhazca, Wubıhca, Abzeghce, Bjedughca, K’emguyce, Shapsughca ve diğerleri. Abaza, Abhaz ve Wubıh dilleri dışındakiler Adigece adı altında tanınıyorlardı, şimdi de öyledir.
Adige geleneği/xabzesi ve dil
Yukarıdaki ilk sırada yer alan bu üç halk da -Abaza, Abhaz, Wubıh- içlerinde olmak üzere, Adigelerin hepsinin geleneği/xabzesi (h’abze/хабзэ) birbirine benziyor denebilir, türedikleri Hat kavmi geleneği/xabzesi de bu öbeğe girer. Adigelik/Adige geleneği (Адыгагъэ, адыгэ хабзэ) ile Abhaz geleneği/xabzesi (Apsuara), günümüze değin benzerliklerini korumuşlardır, ayrıldıkları noktalar önemsizdir, sözünü etmeye bile değmez. Güneydeki yerler (к1эхэ;ыхэрэ) Adigeleri ile kuzeydeki yerler (ыпшъэрэ) Adigelerinin (Kabardey ve Besleneylerin) geleneği/xabzesi farksızdır denebilir. Gelenek/Xabze üzerinde biraz fazla durmam, geleneğin ulus açısından taşıdığı önemi/değeri vurgulamayı istemem nedeniyledir. Dil ulusun ruhu (pse/псэ) ise, gelenek/xabze de ulusun aklı ve değer yargısıdır (Бзэр лъэпкъым ыпсэмэ, хабзэр лъэпкъым иакъыл, ыуас). Dil ile aklı ayıramayız, o zaman ortada doğru/düzgün bir ulus (лъэпкъ тэрэз) kalmaz. Adigeler dilin karşılığı olarak “söz” (“гущы1/guşı’” ya da “псалъ/psatl”) derler. Burada “gu” (kalp) ile “pse” nin (ruh) nerede bulunduğu, “ruhun/pse’nin” neyin içinde yer almış oluğu vurgulanıyor. Kalbin ve ruhun bir araya geldiği yer, gelenek ve görenekler (шэнхабзэхэр/”адыгагъэр”/Adigelik) ile akıldır. Buradan hareketle, dile fazlaca bir anlam/işlev yüklersen geleneği/xabzeyi zorlamış, geleneği daha üstte tutarsan, dildeki güzelliği (tadı), bir başka dile aktarman güçleşmiş olur. Ancak Adige geleneğinden daha fazla etkilenmiş olduğumu ve onlara daha fazla bir anlam/önem yüklemek istediğimi de belirtmek isterim. Kanına, ruhuna Adige geleneği/xabzesi girmiş olan biri, Adigece’yi öğrenmek için hiçbir zorluktan kaçınmaz. Adige geleneği ile yetişmiş ve donanımlı olan bir kişi, konuşmasa bile davranışından onun bir Adige, eğitimli ve donanımlı bir kişi olduğunu hemen anlayabilirsin, ancak Adigece konuşsa bile, o kişide Adigelik ruhu, Adige gelenek ve terbiyesi yoksa, onun için bir Adige’dir de diyemeyiz. Kişi dil ile geleneği birlikte içselleştirmişse, işte ondan daha mükemmel, ondan daha güzel ve ondan daha iyi olan birini aramaya gerek de kalmaz. Buradan hareketle ve kesin bir inançla şunu söyleyebiliriz:Adigelik/xabze ulusu eğitiyor, dil de ulus bireylerinin iletişimine aracı oluyor (зэрещхых).
Anadili konusu
Dil için anadili (nıdetlfıbz/ныдэлъфыбз) deyimini kullanıyoruz, ama soruna daha gerçekçi eğildiğimizde, dil ile gelenek/xabzenin anadan gelme şeyler olmadığını, bunların bebeğe verilen eğitim ve öğretimden kaynaklandığını da anlıyoruz. Doğrudur, düşünceme göre, kanın (лъы) da bir anlamı olmadığını söyleyemeyiz. ”Tlepk”/ulus (“лъэпкъ”/ulus/kan birliğinden gelme) sözcüğü de oradan/kandan kaynaklanıyor. İnsanın yaşamsal gücü/vücudu, taşıdığı kana bağlıdır, ancak hangi kanı taşıyor olursa olsun, en önemli olan etken kişiye verilmiş/kazandırılmış olan eğitim/terbiyedir. Diller biraz farklılaşmış olsalar da, Adigeliğini sürdüren biri, Adige geleneği/xabzesi ile donanmış olan bir kişi, Adigece’yi de terk etmez, yüzyıllar boyunca atalarımızın geliştirerek bugünlere getirmiş olduğu, ilginç yönleriyle çok zengin bir dil olan Adigece’yi öyle biri terk etmez, kişinin içindeki Adigelik ruhu terk etmeyi kabullenemez, çünkü kalp ile akıl o noktada bütünleşecektir. Bireyi olduğun ulusunun yüzyıllardan bu yana yaşatarak bugünlere getirmiş olduğu dili, ilgiyle karşılamak ve onu geliştirmek bir görev olarak algılanmalıdır. Bunu anlamayı hiçbir gerekçe önlememeli.
Diaspora’da durum
Türkiye ve diğer dış ülkelerde yaşayan Adige gençlerinin Adigece’yi bırakmakta/unutmakta oldukları söyleniyor, buna çok üzülüyoruz. Peki, o gençlerin kulağına dede ve ninelerinin, ana ve babalarının temiz Adigece konuşma sesleri hiç ulaşmamış mıdır? Gençlerin babalarının Adigece konuştukları için baskı ve cezalarla karşılaştıkları dönemler de yaşanmıştır, yine de onlar korkmamışlar ve Adigece konuşmayı sürdürmüşlerdi (**). Şimdilerde, bildiğimiz kadarıyla o tür kötü uygulamaların (хэбзэ емык1ухэр) azaltıldığı/kaldırıldığı söyleniyor, ama gençler Adigece bilmiyorlar ve öğrenmek de istemiyorlar. Sonuç olarak, gençler, sadece dili değil, Adige geleneğini, Adigeliği de yitirmiş oluyorlar. Günümüzde Adigelerin bütün bir yeryüzü düzeyinde iletişim ve buluşma olanakları çoğaldı, teknoloji sayesinde, Adigece’yi gün boyunca, gece ve gündüz duyma olanakları da arttı, ama bu olanaktan yararlanmıyorlar, yararlanmak için de bir çaba göstermiyorlar (***). Okumak ve yazmak isteyenler için kitap ve öğretmen sağlama olanaklarına kavuştuk. İşi devlet düzeyinde ele alsak bile, ”durun” diyecek birileri çıkmaz diyebiliriz artık. Bakın, Adigece’yi yaşatmak için Ürdün’de düzenlenen uluslar arası konferansın düzenleyicileri arasında Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı ilgili bölümü de yer almıştı.
Hangi yöne dönsek bile, Adigelerin artık oldukça umut verici olanakları var. Şimdiki gençler eskiden dede ve ninelerinin, ana ve babalarının yaşadıkları baskılar gibisine uygulamalarla da karşılaşmıyorlar (****). Ortada ağır/büyük engeller değil, kişisel engeller vardır. Gençlerimizin ulusumuzu yaşatma isteklerinin bulunması, ulusun binlerce yıl boyunca yarattığı değerlere, kültürel mirasa sahip çıkmaları, bu mirası derleyip geliştirmeleri gerekiyor. Kendimize gelmenin tam sırasıdır, içinde bir Adige onuru olsun kalmış olan kişi, adam gibi adam olmalı ve bir Adige gibi davranmasını bilmelidir!Önemsemeyeceğimiz Adigelik ile Adigece, gözbebeklerimiz gibisine tertemizdirler, atalarımız bu değerleri seller gibi kanlarını akıtarak bugünlere getirmişlerdir, bunlar bizlere atalarımızdan kalma bir namus borcu, bir onurlu mirastır. İnsanlık onurunu (xabzeyi) da içselleştirerek, ataların bize bıraktığı bu mirasa, bu vasiyete sahip çıkmalıyız.
Şimdilerde dil ve gelenek
Üzülsek de, aramızda Adigece’yi ve Adigeliği terk etmek için bahaneler bulan ya da uyduran, gerekçeler sıralayanlar da az değildir. Şöylesine gerekçeler öne sürüyorlar:Biri şimdiki alfabemizi beğenmiyor, bir başkası Latin alfabesine dönmeliyiz diyor, bazıları Arap harflerini savunuyor. Kiril alfabesini uygun karşılayanlar içinde bile, bir ses için iki üç harf (işaret) kullanılıyor, bu da okuma hevesini kırıyor, diyenler de var. Ancak bütün bu söylenenlerin hepsinin temelsiz birer bahaneden başkası olamayacağını, araştırmalarım sonucu öğrenmiş bulunuyorum. Bu konuda bizler büyük çalışmalar ortaya koymuş kişileriz, ama öğrendiğimiz kadarıyla Adigece yazılmış şeyleri okumuyor ve onlardan yararlanmıyoruz. Adige Cumhuriyeti’nde yüz bin Adige yaşıyor, bunun onda biri bile “Adige Mak” gazetesine abone değil, sayfalarını açıp bakmıyor bile (*****). Adigece kitapları ücretsiz dağıtsan bile, açıp okuyan yok. Oralarda iyi bir şeyler yazılı olmadığı için değil, okumayı istemedikleri için okumuyorlar (******).
(Devamı var)
DİPNOTLAR
(*) Hatlar, Hatti/Hititler olmalı. -HCY
(**) Türkiye’de Adigeler ve diğer küçük diller, kendi ayrı köylerinde dillerini 100 yılı aşkın bir süre boyunca (1970’lere değin) korumuş, kentlerde de dillerini konuşabilmişlerdir, belli bir süreç sonunda asimilasyon olayı başlamıştır. Olayda devletlerin asimilasyoncu politikaları belirleyici olmuştur. İsrail ve Yugoslavya’da asimilasyon politikaları uygulanmadığından Adige dili korunmuş, ırkçı/faşist rejimlerde ise asimilasyon olayı yaşanmıştır. -HCY
(***) 1992’de Maykop’ta bir Rus kızı, ”Türkiye’den Adigece okutacak öğretmenler istenecek olursa, işte o zaman ben de Adigece öğrenir, gelir çocuklarınıza Adigece ders veririm” demişti bana. Yani dilin bir işlevi ve getirisi olmalı, içi doldurulmalıdır, diye düşünüyorum. Sorun, söz ve öğütle değil, devlet uygulamalarıyla (politik yolla) çözülebilir. Her yerde bu böyledir. -HCY.
(****) Şimdilerde, eskiden olduğu gibi açık baskılar uygulanmıyor olsa bile, örtülü ve sinsi politika ve baskıların sürdürülmediğini de kimse iddia edemez. -HCY
(*****) “Adige Mak” (Адыгэ макъ) gazetesinin tirajı 7 bin 400’dür. -HCY
(******) Adigece kitaplara ve Adigece’ye karşı olan bu ilgisizliğin nedeni, bize göre, alfabe falan değildir, alfabe konusunda Ğış Nuh’a katılıyorum. Dilden uzaklaşmanın asıl nedeni, Adigece’nin işlevinin daraltılması ve en alt düzeylere düşürülmüş olması, Adigece eğitime son verilmiş, Adigece televizyon yayınının haftada 50 dakika gibi göstermelik düzeye düşürülmüş olması, vb dir, diye düşünüyorum. Yani sorun bireysel ya da region yönetimlerince çözümlenecek bir sorun değildir, tamamen politiktir, çözüm Federal Merkez’in yerel dilleri gerçek anlamda desteklemesine ve bu doğrultuda politik düzenlemeler yapmasına, korku duvarlarını kaldırmasına bağlıdır. -HCY
Not:Ara başlıklar ve tire içindeki yazılar çevirmene aittir. -HCY
Diasporanın ilgisizliği ve alfabe sorunu
Diaspora (хэхэс) Adigeleri gazete ve kitap bulma olanağına kavuştular, ama kitap edinmek için çaba göstermiyorlar. İlk önemli sorun bu. Ardından Adigece (к1эхабзэ/ыхэрэ адыгабзэ) ile Kabardey-Şercesce (ышъхьэрэ адыгабзэ) tek bir alfabede birleşmedikleri takdirde, Adigece’nin yok olacağını, Adigece’nin öğrenilmesinin duraklamış olmasının da buradan kaynaklandığını söyleyenler var.
Bu da geçerli bir neden olamaz. 80-100 yıl öncesinde alfabe ve yazımız yoktu, kitap da okumuyorduk, ama-19. yüzyıl ünlü Adige aydını- Han Girey’in (Хъан-Джэрый) yazdığı gibi, eski Adigeler bizlerden çok daha mükemmel ve çok daha güzel bir Adigece ile konuşuyorlardı, dilimizi de şimdikine göre çok daha canlı bir biçimde kullanıyorlardı. Dil, bir konuşma dili olarak da varlığını sürdürebilir, şimdiki gibi yazılı olsa da. Dilin zenginliği yazılı olup olmaması ile ölçülemez, asıl önemli olanı kullanılma durumu, ölçüsüdür. Kabardey harfleri ile Adige harfleri birbirine benziyor (Her ikisi de Kiril harflerini kullanıyor), ama alfabelerdeki harf sayıları farklı, Adige alfabesinde 66 işaret/harf (тамыгъэ), Kabardey-Şerces alfabesinde de 59 işaret/harf var. İşaretlerin 54’ü ortak, birbirini tutuyor. 12 Adige harf/işareti Kabardey-Şerces alfabesinde bulunmuyor (жъ, жъу, п1у, т1у, цу, чъ, шъ, шъу, ш1, ш1у, дзу. . . ). Kabardey-Şerces/Çerkes alfabesindeki 5 işaret de Adige (к1эхэ) alfabesinde yok (кхъ, кхъу, ф1, ху, щ1). Kabardey-Şerces dilinde 7 sesli (ünlü) bulunduğu varsayılıyor (э, ы, а, о, у, е, и), iki işaret de diftong (ikili ünlü) sayılıyor (ю, я). Adigece’de ise, esas olarak 3 ünlü bulunduğu biliniyor (а, э, ы); bunlara yarım ünlü sayılan “й” , “у” ekleniyor ve şöylesine bir ünlü tablosu görülüyor:o, y, я, е, и. Bunlara ikinci diftong (ikili ünlü) sayılan ю<йу da ekleniyor.
Kabardey-Şerces alfabesindeki beş işareti, yani жь, ж, ш, щ, щ1 işaretlerini, beş Adige işareti, ж, жь, щ, шъ, ш ile değiştirilebilir olarak görüyorum. (”Bkz. Сравнительный анализ адыгских языков”. Maykop, 2003, s. 30). Çünkü bu işaretlerin aynı sesleri verdikleri kanısındayım. Komefe Muhadin’in (*) bakış açısına göre, жь, щ ve щl gibi Kabardey-Şerces işaretleri, жъ, шъ ve ш1 Adige işaretleri (тамыгъэ) ile değiştirilirse daha yerinde olur. Birbirinin aynı olan sesler aynı/benzer işaretlerle gösterilmelidir. Bunun doğruluğu tartışma götürmez, ancak Adigece ile Kabardey-Şerces dilindeki ses sayıları aynı değil, farklıdır, işaretler de ona bağlı olarak farklı oluyor. Bu nedenle iki alfabeyi teke indirmenin yararlı olacağını sanmıyorum. Telaffuz biçimi (зикъэ1уак1) ve kuruluşu (зиъэпсык1) farklı olanları birleştirirsen/bir araya getirirsen (зэхэбгъахьэмэ) yararı olmaz, sadece zarar verir. Ardından geleneğin (alışılmışın) gücünü de unutmamalıyız. Yararlı bir sonuç vermeyecek, aksine zarar verecek şeylerin peşinden koşmamalıyız. Hazır olan ve yüzyıldan beri insanların kullandıkları ve alıştıkları her iki alfabeyi kullanmaya devam etmeyi daha yararlı buluyorum. Bu gibi sorunları Maykop ve Nalçik’te de görüştük, Komafe Muhadin başkanlığında toplandık, yöneticileri bilgilendirmek ve bir karara varmalarına yardımcı olmak üzere projeler hazırlayıp ilgili makamlara sunduk, ama bir sonuç alamadık.
İki Adige dilinin birleştirilmesi sorunu ve gerçekler
Üçüncü sorun ise, sorunların en ağırı, en zorlusu. Bu da Güney (ыхэрэ) Adigece’si ile Kuzey (ыпшъэрэ) Adigece’sini/Kabardeyce’yi birleştirme ya da başka bir anlatımla iki Adige edebiyat dilini teke, tek bir Adige edebiyat diline dönüştürme isteğidir, yani varolan iki Adige dilini birleştirmediğimiz takdirde Adigelerin ayakta kalamayacakları biçimindeki görüşlerdir. Bu tür söylemlerde bulunanlar, bu konuda dilbilimcileri eleştiriyor, sorumlu tutup kınıyorlar. Dilbilimcilerin görevi, dil kurallarını (бзэм ихабзэхэр) bilimsel açıdan araştırıp ortaya koymaya çalışmaktır, yoksa dil yaratma ve bu gibi konularda düşünce üretme, dilleri birleştirme ya da ayırma gibi işler değildir. Bu gibi konularla ilgilenen ya da tarihte böyle bir şeyi başarmış olan bir kişi, tek bir örnek bile bulunamaz, bundan sonrası için de bulunacağını sanmam. Bunun böyle olduğunu biz biliyoruz, ama bazıları tribünlere oynuyorlar, bütün Adige dillerinin birleştirilmesinin artık zamanının geldiğini, bu konuda biz dilbilimcilere büyük görev ve sorumluluklar düştüğünü söylüyorlar;böyle şeyler söylediklerinde, kulağa hoş geliyor ve dinleyici coşkuyla ayağa fırlayıp onlara alkış tutuyor, bizlere de (“biz suçlu olanlara da”) yan gözlerle (набжъэк1э) bakıyorlar. Bu da biz Adigelerin eğitim düzeyinin ve dünya görüşünün öyle pek fazladan bir yol alamamış/gelişememiş olduğunu gösteriyor. Dil, bizi çevreleyen dünya, Tanrı tarafından bize/insanlara verildi. Dil sesleri fazla değildir (20 ile 79 arasında değişiyor), ama bu az sayıdaki ses üzerinden, konuşma ve iletişimi sağlayan on binlerce sözcüğü kurgulayabiliyoruz. Kullanılabilecek sözcük olanakları da göz önüne alındığında, halen kullanmakta olduğumuz on binlerce sözcük sayısı bile azdır diyebiliriz. Böylesine bir kurgulamayı yapabilecek tek bir kişi bile bütün bir yeryüzünde yoktur. Dil kurallarını iyi öğrenmenin, insanların birbirlerini anlamaları anlamında büyük bir önemi vardır. Dilbilimi de, sonuç olarak, bununla/insanların birbirlerini anlamaları konusuyla ilgileniyor. Dil kurallarının öğrenilmesi (бзэ хaбзэхэм язэгъэш1эн) işi tamamlandığında, insanların anlaşmalarının da tamamlanacağına, korkunç savaşların sona ereceğine, anlaşmazlıkların kalkacağına inanıyorum ve o günleri içtenlikle özlüyorum.
Sizleri bıktırmış olmalıyım, bu nedenle yazı başlığına döneyim ve sonuç bölümü üzerinde durmaya çalışayım.
Prof. Komafe Muhadin ile T’eşu Murdin alfabe ve dil konularında neler söylediler, oysa gerçek durum nedir?
1990’lı yıllardan beri saygı duyduğum ve yaşıtım olan birçok kişi ile önemli konuşma ve görüşmelerim olmuştur. Gazete ve dergilerde, ‘Adige de, Kabardey de olsak, sonunda hepimiz Adige’yiz, o halde tek bir dilimiz olmalıdır’ diyenlerle olan görüşmelerimdir söz konusu olan. Yaptığım açıklamaları kavrayanlar çıktığı gibi, bir yerlere takılı kalmış olanlar ve kendi görüşlerinde ısrar/inat edenler de çıkmıştır ve böyleleri az da değildirler. Böylelerinin sayıları azalmıyor, aksine durmadan artıyor. Bir süre önce, saygı duyduğum T’eşu Murdin’in (Т1эшъу Мурдин) (**), 16. Aralık 2008 günlü “Adige Mak” gazetesinde “Alfabe üzerindeki bukağıyı kaldıralım!” (Алъфавитым лъахъэр тетэжъугъэхыжь!) başlıklı bir yazısı yayınlandı. T’eşu Murdin’in ele aldığı sorunlar, yukarıda sözünü ettiğim şeylerdir, ancak kendisini yanıtlamamam halinde biz dilbilimcileri kınayabileceğini düşünerek, çok saygı duyduğum bu dostuma yanıt vermeyi bir görev saydım. Sonuç olarak, sorunu tüm çıplaklığıyla masaya yatırmaya karar verdim. T’eşu Murdin, sözkonusu yazısında, Dünya Çerkes Birliği (Дунэе Адыгэ Хасэ) örgütünün “Yeryüzündeki bütün Adigelerin tek bir alfabede birleşmeleri, başlangıç olarak da iki Adige edebiyat dilinin teke indirilmesi…” yönünde alınmış bir kararının bulunduğunu söylüyor. Bu büyük soruna bir çözüm yolu bulmak/araştırmak için de “En ünlü Adige dilbilimcilerinin katılımıyla bir kurul oluşturulmuştu. Kurul Başkanlığına da ünlü dilbilimcimiz Komafe Muhadin (Moskova) getirilmişti”. Ama “Kurul alfabe hazırlama işini bile yerine getirmedi. Görevini yerine getirmeyene bir şey denmemiş olması şaşılacak şey. Ulusun dili böylesine orta yerde kalacak mı, kalmayacak mı, anlaşılan iş bir kenara itilmiş, çalışmalar da durmuş” diyerek yakınıyor.
T’eşu Murdin’i tasalandıran ve kongrelerde görüşülen bu tür konular çok sayıda kişiyi de kaygılandırıyor, ancak durum T’eşu Murdin’in söylediği gibi değil, söyledikleri de gerçeklerle bağdaşacak şeyler değil. Söz konusu dil kuruluna alınanlar arasında ben yoktum, ama Komafe Muhadin’in öylesine bir sorumluluğun altına gireceğini sanmam, bundan eminim. Komafe artık aramızda değil (Mekanı Cennet olsun), ama onun dilbilimi alanındaki sorumluluk ve görevlerini yeterince yerine getirmeyen biri olduğunu söyleyemeyiz, yanlış olur. Onun alfabeler üzerinde çalışmadığını, değiştirilmesi gerekecek bazı küçük noktalar üzerinde durmadığını söylersek, o da uygun olmaz. Ancak dili tek bir Adigece’ye dönüştürmek için çalışmayı, bilimsel açıdan uygun bulmuyordu, o görev ona verilmiş olsa bile, o görevi yerine getirmemiş/yapmamış olması da anlaşılır bir şeydir, yapmaya çalışsa da başaramazdı. Çünkü Komafe Muhadin, Adige dilleri konusunda ne denli yetkin bir uzman olsa da, dil yaratma, dilleri birleştirme ya da ayırma gibi şeyleri üstlenecek, yani kendisini Tanrı yerine koyacak biri değildi. Komafe Muhadin’e duyduğum bu güveni, onun sözleriyle de pekiştirmek istiyorum. Söz ve yaklaşımlarını Rusça olarak yazmıştı, yoruma/anlam sapmasına yer bırakmamak için, yazısını aynen, Rusça olarak veriyorum:(Ğış Nuh, burada Komafe Muhadin’den Rusça uzun bir alıntı yazısı sunuyor. -HCY, ilgilenenler için bkz:”Kabardino-Çerkesskiy yazık”-“Kabardey-Şerces/Çerkes dili”, cilt I, Nalçik, 2006, s. 35).
Eski Bakan ve araştırmacı yazar Çemışo Ğazıy ne diyor?
Komafe Muhadin gibi bilginlerin bakış açıları, dilbilimci olmayan kişiler tarafından da anlaşılmaya başlandı. Örneğin 4 Aralık 2008 tarihli “Adige Mak” gazetesinde Çemışo Ğazıy’in (***) “Adige Dilbilimi…” (Адыгэ бзэш1эныгъэр) başlıklı bir yazısı yayınlandı. Şöyle yazıyor Çemışo Ğazıy: “Alfabenin temeli değiştirilirse, daha kolay bir okuma olanağına kavuşulacağını, Adigelerin anadillerinde daha kolay okumaya ve yazmaya başlayacaklarını söyleyenler var…Bana göre bu büyük bir yanılgı. Adige alfabelerinin temeli ile oynandığında, eldekini de yitiririz, tutunacak dalımız da kalmaz. Bu bir, ikincisi, bir ulusun iki ayrı edebiyat dilinin bulunduğu gerçeği, kuşkusuz istenir bir şey değildir, ama bu durum, bizim açımızdan, ortadan kaldırılması/yok edilmesi olanaksız olan bir olgu, bir gerçek.
Kişisel düşünceme göre, tek bir edebiyat dili oluşturmak için, tarihimizde elverişli iki dönem yaşanmıştı. İlki bütün Adigelerin anayurdu henüz terk etmedikleri, birbirleriyle ilişki içinde oldukları -1864 öncesi- dönem, ikincisi de Sovyet iktidarı sırasında edebiyat dillerinin oluşturulmaya başlandığı dönem. Her iki dönemi de kullanamadık.
Şu durumda iki edebiyat dilimiz var, her ikisinin de birer geleneksel oturmuşluğu var. Bize düşecek olan görev, her iki dili de kullanmayı sürdürmek ve ikisini birbirine yakınlaştırmaya çalışmaktır. İki yazı dilinden birini seçmeye kalkışırsak, ulusun bir kolunu- bir bölümünü- yazısız bırakmış, ulusun birliğini bozmuş oluruz”.
Yerinde ve derinlikli sözlerdir bunlar.
Adige dilleri üzerine çalışmalarım ve tepkiler
Bu yazımda/makalemde ele aldığımız ana soruya ilişkin bir kitap da yayınlamış bulunuyorum “Сравнительный анализ адыгских языков” (Maykop, 2003, 282 sayfa, -Rusça-). Kitabın sayfalarında her bir ses (макъэ) ve işaret (tamığe) üzerinde ayrı ayrı duruyor ve toparlamalar/sentezler (зэфэхьысыжьхэp) yapıyorum. Alfabe konusu üzerinde de duruyor, daha açık ve birbirine daha yakın hale gelme yolları üzerinde çalışmış bulunuyorum. Ayrıca daha kısa ve daha düzenli Adigece ve Kabardeyce alfabeler hazırlamış bulunuyorum. Morfoloji (biçimbilim), sentaks (sözdizim) ve leksik (söz dağarcığı) benzerlik ve farklılıkları gösteriyorum. Ardından sonuç değerlendirmelerimi veriyorum. Söz konusu kitap üzerinde çalışırken ulaştığım görüşleri Komafe Muhadin’in de doğrulamış/teyit etmiş olması, biraz da olsa içime su serpmiştir, çünkü toplum arasında yaygın olan kanıların dışına çıkıp yazı yazmaya kalkıştığında, kişilerin beklenmedik tepkileri ile karşılaşıyorsun. Biri ötekine söylüyor, derken sonunda dile düşüyor, kınanmaya başlıyorsun. Biz bilimi esas alarak, içtenlikli olarak sorunun üzerine eğilmiş bulunuyoruz, kitleler ise, bunu anlayamıyorlar, kendi isteklerinin ya da olmayacak şeylerin olmasını bekliyorlar, sorunu çözmeye ve dikte etmeye kalkışıyor, biz biliminsanlarını da sorunun önündeki engellermiş gibi görmeye/göstermeye ve suçlamaya kalkışıyorlar. Böylesine girişimlere alkış tutanlar, üzülsek de, az değildir.
Sonuç olarak, sorunun üzerinde tüm çıplaklığıyla durdum, bundan yadırganacak/negatif (гузэгъабэ) bir sonuç çıkacağını sanmam. Bizler, biz bilimi rehber edinenler, eski Yunanlıların dediği gibi, “Doğruluk/gerçek, dostluktan/ahbaplıktan daha değerlidir” (“Истина дороже дружбы”-“шъыпкъэныгъэр ныбджэгъугъэм нахь лъап1”) deyişinden hareketle yola devam ediyoruz.
Sorusu olanlara açığım, tüm soruları üşenmeden yanıtlamaya da hazırım. T’eşu Murdin ve dilimiz üzerine kaygılar taşıyan herkese saygılıyım, biz öyleleri ile ciddi ve içtenlikli çalışmalar yürütüyoruz. Ancak sizlerin de, bir olanağınız olursa, dillerimiz üzerine yayınlanmış olan kitapları edinmenizi/okumanızı öncelikli olarak salık veririm.
ĞIŞ Nuh
Dilbilimleri uzmanı, Prof. Dr., AC ve RF kıdemli bilim çalışanı, AMAN akademisyeni, ARİGİ (Adigey Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü) Bölüm Başkanı.
DİPNOTLAR:
(*) Komafe Muhadin (Къомафэ Мухьадин;Kabardeyce yazılışı- “Кomaho Muhadin”), ünlü akademisyen ve Adige dili bilgini, ”Komafe/Komaho”-“Uğurlu, aydınlık evlat, oğul” anlamındadır. -HCY
(**) T’eşu Murdin, Karadeniz kıyısı (Ş’açe ve Tuapse) Adige-Sahpsughları “Adige Xase” örgütü ilk başkanı ve şimdiki onursal başkanı. -HCY
(***) Çemışo Ğazıy (Чэмышъо Гъазый), Adigey Cumhuriyeti’nin şimdiki Kültür Bakanı Adam Tletser’den önceki kültür bakanı, araştırmacı ve yazar. “Dönüşün İlk Adımları” (Ankara, 2000) başlıklı kitabı Türkçe olarak yayınlanmıştır. -HCY
Not: Ara başlıklar, alt çizmeler ve tire içindeki yazılar çevirmene aittir. – HCY