ADİGEY CUMHURİYETİ (АДЫГЭ РЕСПУБЛИК)

HAPİ Cevdet Yıldız

Genel bilgiler:

Kuzey Kafkasya’da, Rusya Federasyonu (RF) devlet yapısı içinde yer alan ve Adigelerin yaşadığı üç cumhuriyetten (AC, KÇC, KBC) biri. Toprakları bütünüyle Krasnodar krayı sınırları içindedir. Yüzölçümü 7 bin 600 km. kare (200 km. karelik Krasnodar Barajı ile 7 bin 800 km. kare), nüfusu 447 bin109 (2002;2008’deki nüfusu ise 441 bin 200), başkenti Maykop (Mıyequape; 2002’de 156 bin 931). Nüfusun 234 bin 900’ü kentli (% 52.5), 212 bin 209’u da köylü (% 47.5); % 53. 5’i kadın (239 bin 090), % 46.5’i de erkektir (208 bin 019).
2002’de, nüfusun 108 bin 115’i Adige (% 24.18), 288 bin 280’i Rus (% 64. 48), 15 bin 268’i Ermeni (% 3.41), 9 bin 091’i Ukraynalı (% 2), 3 bin 631’i Kürt (% 0.8), 2 bin 904’ü Tatar (% 0.7), vd idi. Adige kökenli nüfusun 25 bin kadarı kentli, gerisi köylü idi.
Rus sayısı, Adige sayısının 2.6 katı olarak bildiriliyor ise de, bu nüfusun önemli bir bölümü, barışçı ve konuksever bir bölge olarak ünlenmiş olan  Adigey Cumhuriyeti’ne (AC) sağlık ve huzur içinde bir yaşam sürdürmek üzere,burayı seçen, başka yerlerden gönderilip yerleştirilmiş ve büyük çoğunluğu Rus olan hasta ve emeklilerden oluşmaktadır. Bu “konuk” nüfus sayılmadığında, temelde, birer ana kitle olarak, siyasal bir “etnik Adige” ve bir “Adigeyli Rus nüfusu” dengesi vardır.
Rus kolonizasyon siyasetinin kesintisiz sürdürülmesine karşın, Rus nüfus, yine de artmayan, yani 1989’da 293 bin 640 (% 68) iken, 2002’de 288 bin 280 (% 64.5)’e düşen; Adige nüfus ise, az da olsa artan, 1989’da 95 bin 439 (% 22.1) iken, 2002’de 108 bin 115 (% 24.2) olan bir nüfustur. Söz konusu 13 yıllık dönemde Adige nüfusu %13, 3 artarken, Rus nüfusu ise % 1,8 oranında azalmıştır.

Özerk yaşama geçiş, Adige ve Shapsugh topluluklarına özerklik verilmesi:

1922’de, Kuban ve Laba ırmaklarının orta sol ovalarında, Adigelerin yaşadığı 10-30 km genişliğinde ve 300 km uzunluğunda, yay biçimindeki bir şerit üzerinde, 27 Temmuz 1922’de oluşturulan Adige Özerk Oblastı’nın (AÖO) sınırları, ilkin 23 Mayıs 1923’te çizildi: İlk kuruluşunda yüzölçümü 2. 660 km. kare, yönetim merkezi de Krasnodar (Yekaterinodar) kentinde idi. Oblastın önce “Çerkes (Adigey) ÖO” olan adı, 24 Ağustos 1922’de “Adigey (Çerkes) ÖO” olarak değiştirildi, daha sonra, 13 Ağustos 1928’de de “Adigey ÖO” (AÖO) adını aldı. Kuruluşu döneminde Adige nüfus çoğunluğu vardı. Daha sonra Adige oranı düşmeye başladı: 1926’da 113 bin 481 olan genel nüfus içinde % 44.8 Adige (50 bin 821), % 25.6 Rus (29 bin 102), %23.3 Ukraynalı (26 bin 405) ve % 0.7 Ermeni (738) bulunuyordu.

AÖO, diğer Kuzey Kafkas etnik yöreleri dışında ve uzağında ve en kuzeyde, 1864 sürgünü sırasında, Rus dil denizi içine dağıtılarak oluşturulmuş bulunan Adige yerleştirme adalarının (rezervasyonların) çoğunu içine alan küçük bir yöre biçiminde kurulmuştu (şimdiki Ş’açe/Soçi metropoliten alanı, Tuapse,Uspensk ve o zamanki Anapa rayonları Adigeleri AÖO dışında kalmışlardı). Diğer Kuzey Kafkas bölgeleri ise, Rus dil denizinin güneydoğu  kenarında, kendi tarihsel etnik yörelerinde ve birbirleriyle sınır teması bulunan geniş bir etnik kuşak içinde yer almışlardı. Ancak “Adigey ÖO” ile 1924’te kurulan Karadeniz kıyısındaki “Shapsugh Ulusal Rayonu”, 1864 Rus dış ve iç sürgün uygulamaları sonrasında oluşan, tamamen izole (tecrit durumda) olan yerlerde bulunuyorlardı (Shapsugh rayonu 1922’de kurulan ve şimdiki Ş’açe ve Tuapse rayonu topraklarının tümünü kapsayan Shapsugh Özerk Cumhuriyeti topraklarının küçük bir bölümü üzerinde, daraltılarak oluşturulmuştu.Kuban ve Laba solundaki tecrit haldeki yerlerde ise, eski yerliler olarak Bjedugh, K’emguy, Kuban Kabardeyleri, vb Rus askeri denetimi altında yaşıyorlardı. 1864’te bu yörelere yeni Shapsugh ve Abzegh sürgünler de yerleştirilmişlerdi. 1861 yılında henüz egemen olan Çerkesya’nın diğer yöreleri, yani Maykop’tan geçen Byelaya Irmağı (Şhaguaşe) ile Karadeniz arasındaki yöre ise, Rus hükümetince alınan 10 Mayıs 1862 tarihli bir Rus hükümet  kararı gereğince, etnik temizlik ve Türkiye’ye sürülme biçiminde Adige nüfusundan bütünüyle boşaltılmış, Adigelerden boşaltılan bu yerlere de Rus kolonizatörler yerleştirilmeye başlanmıştı. Bir tek küçücük dağlık Hak’uç/Хьак1уцу yöresi birkaç yıl daha direnmişti). Kuban ve Laba ırmakları solundaki Adigelere ayrılmış bu küçük yerleştirme  alanlarında, 1864’te, ünlü Adige müzecilik uzmanı Dr. Almir ABREG’e göre toplam 80 bin, 1865’te de Adige tarihçisi Samir HATKO’ya (Хьаткъо Самир) göre, 51 bin Adige kalmıştı.

1920’lerde ise, Adige ve Shapsugh toplam sayısı 55-60 bin dolayında olabilirdi. Sayı azlığına karşın, katı Rus milliyetçiliğinin aşılarak, bu iki küçücük yöreye, özellikle de birkaç bin Shapsugh’a özerklik verilmiş olması, Sovyet devrimcilerinin, başlangıçta, en küçük etnik toplulukları bile gözeten adil ve demokratik siyasal ilkelere ve bir ahlak anlayışına sahip olduklarını, bunun bir benzerinin olsa olsa İsviçre’de bulunabileceğini; Lenin’in yıllar önce İsviçre’yi örnek alarak, geliştirmeye çalıştığı ulusal sorunu çözüm ilkelerine sadık kaldığını ve yeni etnik-ulusal yapılanmaya da önderlik ettiğini göstermektedir. Ancak Lenin’in ölümü sonrasında, Stalin ile birlikte,sözde parti önderliğinde  bürokratik bir diktatörlük ve  yozlaşmanın baskın hale geldiğini, bunu bir sonucu olarak da  çağdışı bir Rus milliyetçiliğinin yeniden hortlatıldığını görüyoruz. Nitekim bu gerici Rus milliyetçiliğinin bastırmasıyla küçücük Shapsugh ilçesi (rayon) bile, gelecek açısından “tehlikeli” bir oluşum sayıldı (“tehlike ideolojisi”, günümüzde de faşizmin kullandığı ve beslendiği ideolojilerdendir) ve 24 Mayıs 1945’te lağvedildi (bk. Shapsugh Ulusal Rayonu, Vikipedi, internet).

Adigey’in büyüme süreci ve beliren yeni sorunlar:

Adigey ÖO, ilkin  Rusya (RSFSC) içinde, aracısız Moskova’ya bağlı bir idari birim (il) idi; sonraları, statü indirimiyle, “daha üst statüdeki bir il (kray) yönetimine bağlandı, yani daha küçük bir idari alt birim -il ile ilçe arası bir birim-” yapıldı. Önce Kuzey Kafkas Kray’ına, ardından 1934’te de Azak-Karadeniz Kray’ına bağlandı. Sovyetler Birliği düzeyindeki 1936 anayasal düzenleme ve yapılanma sırasında, AÖO başkenti,sınır dışındaki Krasnodar kentinden,sınır içine alınan Maykop (Mıyequape) kentine taşındı ve ara yerdeki Giaginsk (Djadje/Cace) rayonu da AÖO’na bağlandı, böylece bir toprak genişlemesi gerçekleşti ve yüzölçümü 3 bin 900 km. kareye ulaştı (1. 240 km. kare ya da % 46. 6 oranında bir toprak artışı). Ertesi yıl, 1937’de ise, özerk  oblast, yeni oluşturulan Krasnodar Kray’a (il) bağlandı (ve 1991 yılına değin oraya bağlı kalacaktı). Daha sonra, güneydeki turistik Maykop (Mıyequape) rayonu da oblast sınırları içine alındı ve böylece yüzölçümü 7 bin 600 km. kareye (Krasnodar Barajı ile birlikte, 7 bin 800 km. kareye) çıktı (yeniden 2 misli kadar bir genişleme gerçekleşti).
AÖO, Maykop kenti ile iki rayonu (Giaginski ve Maykop) içine aldığından, AÖO’ndaki Adige oranı da  % 40’lardan % 20’lere düştü:1926’da % 44.8; 1939’da %22.8 (55 bin 048), 1970’de % 21.1 (81 bin 478), 1989’da % 22.1 (95 bin 439), 2002’de de % 24.2 (108 bin 115). Rus nüfus ise uzun bir sure % 70’ler düzeyinde (1939’da % 71.1; 1970’de % 71.7) seyrettikten sonra, 1989’da % 68’e, 2002’de de % 64.48’e düştü.
AÖO, M.Gorbaçov yönetiminin desteğiyle, 5 Ekim 1990’da, Adige Halk Kongresi ve yerel parlamentoların da olurlarıyla 5 Ekim 1990’da cumhuriyet kurma kararı aldı ve 3 Temmuz 1991’de de Moskova’nın (RSFSC Parlamentosu) oluru ile resmen bir özerk cumhuriyet oldu.

Rus ırkçı oklarının Adigelere çevrildiği zorlu bir dönem:

AC, halen ve tümüyle Krasnodar Kray sınırları içinde bulunmaktadır. Bu nedenle, AC, kuşatılmışlıktan kurtulmak ve daha güvenli bir ekonomik gelişme olanağına kavuşmak amacıyla doğal sınırlara kavuşmak istedi, bunun için sınırlarının doğuda Karaçay-Çerkesya Cumhuriyeti’ne (KÇC), güneyde de Abhazya Cumhuriyeti’ne değin genişletilmesi (ya da Mostovski rayonunun AC sınırları içine alınması); ayrıca Karadeniz kıyısı (Soçi ve Tuapse’deki) Shapsughlarına,1945’te  haksız olarak gasp edilmiş olan özerkliklerinin iade edilmesi isteklerinde bulundu (bk. Doç. Dr. Ufuk Tavkul, Kafkasya’da bir tehdit unsuru ”Kazaklar”, Birleşik Kafkasya Dergisi, sayı 6-7, s. 33). Rus liderlerin kendi aralarında neler konuştukları, çoğunca açıklanmaz ve gizli tutulur; alınan kararların öğrenilmeleri yüzyıl sonrasına da kalabilir. Biz Adige isteklerinin, üst düzeylerde nasıl karşılandığını tam olarak bilemeyiz ama öyle fazla bir zaman geçirilmeden, AC’nin lağvedilip topraklarının Krasnodar Kray’ı sınırları içine alınması içerikli sinsi ve dalga dalga kabaran bir kampanyanın yürürlüğe sokulduğunu gördük. Kampanya, birkaç yıl sürdükten ve ortalığı bulandırdıktan, RF’na güveni iyice sarstıktan  sonra, AC Devlet Başkanı Hazret Ş’OVMEN’in karşı çıkması (2004), Adigelerin sert tepkileri (21 Mayıs 2006) ve RF Devlet Başkanı Vladimir PUTİN’in Adigeleri dolaylı desteklemesi (2006) üzerine, şimdilik yatışmış durumda.

Adigey’in yeniden kolonize edilmesi:

1989-2003 yılları arasında, siyasal sorunlar yanında, genel bir ekonomik çöküş süreci de yaşandı, işsizlik felaket boyutunu aldı, asayiş bozuldu, rüşvet ve yolsuzluk yaygınlaştı, sonuç olarak, çoğu Rus 123 bin 900 kişi, AC’ni terk edip sanayi merkezlerine göç etti. Bu nüfusun çoğu, daha önceleri kolhoz (köy tarım kooperatifi) ve sovhozlara (devlet tarım işletmesi) devlet yardımı (politik destek), turizmde görevlendirme, Maykop kentinde de bedava konut tahsisi ve istihdam biçimlerinde sübvanse edilen politik bir nüfustu. Bu Rus nüfus çöküşü olgusu, boşalan devlet (RF) konutlarına, Maykop ve Tahtamukay’da devletçe inşa ettirilen yeni devlet konutlarına, dışarıdan, çoğu emekli ve üretici olmayan 155 bin 400 Rus nüfus getirilip “kapatılma” yoluna gidildi (Sonuç olarak nüfusta üçte iki oranında ve Ruslar yararına bir değişim gerçekleşti ya da şimdiki Adigey nüfusunun yaklaşık üçte ikisinin dışarıdan getirilip Adigey’e yerleştirilmiş olan bir nüfus olduğu söylenebilir).

Başlangıcından günümüze Çerkesler:

Adigeler, 1864 yılına değin ve tarih boyunca ve ana kitle olarak, hiçbir yabancı güce boyun eğmemiş olan, temelde demokratik yapılı ve barışçıl bir toplum idiler (Bu yapı sağlam gelenekleri sayesinde ayakta kalmanın temel nedeni olurken,bu tür bir yapının  saldırgan ve yayılmacı karakterde olmaması nedeniyle de,toplumun  zayıf tarafını oluşturuyordu). Karadeniz kıyısında, uzun bir süre, yani Ruslar Karadeniz’e inene dek Osmanlı İmparatorluğu’nun boyun eğdiremediği ve bağımsızlığını korumuş olan tek Karadeniz kıyı ülkesi, Bağımsız Çerkesya (Adigey) idi, yani Karadeniz’de egemenlik Türkler ve Çerkesler arasında paylaşılmıştı (Çoğu milliyetçi ve tek yanlı olan Türk ve Rus tarih atlasları, Çerkesya’yı 1829 yılı öncesinde Osmanlılara “bağlı” bir bölgeymiş (eyalet imiş) gibi göstermeye çalışıyorlar, ama yanlış. Batılı tarih atlasları ise, Çerkesya’yı, 1864 yılına değin Karadeniz kıyısında bulunan bağımsız bir ülke olarak göstermeye devam ediyorlar.Bu da tarihsel anlamda bir hak iadesidir. Örneğin, 1814 Viyana Kongresi konulu tarih atlaslarına bakılabilir; ayrıca bk. GROLIER International AMERİCANA Encyclopedia, Sabah, cilt 2, s. 307, 310, 312.

Maykop’taki Adige Ulusal Müzesi‘nde (AUM) Eski Taş Çağı yapıtları, MÖ III. binyılına ait, yani 4 bin 500 yıl, dahası 5 bin 500 yıl öncesine ait Adige Meot (Мыут1) yapıtları vardır (AUM için bk. Nuriyet Mamırıko, “Ulusal Tarih Koruma Altında”, internet;ayrıca bk. Aslanguaş Ş’avko, “Mıyequape/Maykop adının kökeni”, Jineps gazetesi, sayı sayı 19; Fatim Ç’are, “Vılape Höyükleri”, Jineps gaz. , sayı 21).
Çok eski Adige atalarının yazıları vardı. Örneğin 3 bin 300 yıl öncesine ait Maykop Taşı’nda bir Meot (Adige) yazısı bulunduğu gibi, M. Ö. V-IV. yüzyıllardaki Adige ataları olan Sind ve Meotlar’ın da alfabe ve yazıları vardı (bk. Adigey, Vikipedi Özgür Ansiklopedi). Adige uygarlığı, kentsel yaşamı ve Adige kent devletlerinin (Sind, Meot, Kerket, vb), MÖ III. yüzyılda büyük darbeler aldıkları anlaşılıyor. Meot topraklarında büyük bir kuraklık yaşandığı ve buğday üretiminin düştüğü, buna karşılık sulama tekniğinin gelişmesiyle de Mısır’da buğday üretiminin patlama yaptığı ve ucuz Mısır buğdayının Akdeniz buğday ticaretini ele geçirdiği biliniyor. Sonuç olarak Adige (Meot) ekonomisi çöktü ve savunma giderleri karşılanamaz oldu. Bu da, göçebe saldırılarına (İskit, Sarmat, Alan, Hun, vb) elverişli bir durum yarattı. Ardı arkası kesilmeyen yağmacı saldırılar karşısında, Adigeler  kentleri terk etmek ve dağlara sığınmak zorunda kaldılar.
Birbirini izleyen İskit, Sarmat, Alan, Got ve özellikle de Hun saldırıları sonucu Adige kentleri, kıyı ticareti ve Adige yazılı yaşamı (yazıyı da yaratan uygarlığın temeli olan kentsel yaşam), yani  Adige (Meot) uygarlığı tarihe karıştı; dağlara sığınan ve yüzlerce yıl oralarda  savunma durumunda kalan Adigeler de, doğal olarak yazılarını yitirdiler (Yazı, kentsel yaşam ve gelişmiş bir ticaret karşılığı olan bir olgudur). Ancak eski kültürlerini, kent uygarlığı düzeyinden düşmüş de olsa, Adige köy topluluk gelenekleri biçiminde günümüze değin sürdürmeyi ve yenileyerek korumayı başardılar ama şimdilerde asimilasyon politikaları ve  teknoloji (globalizm) çağının açmazları ile de karşılaştılar.
Adige Meotların tarihi henüz yeterince aydınlatılmış değildir, bu alanda bilim insanlarının, arkeologların  çalışmaları sürüyor. Meotlarda, çoğu toplumun aksine, saldırgan ve yayılmacı değil, savunma üzerine kurulu bir askeri strateji ve maaşlı askerler bulunduğu anlaşılıyor. Genişlemeci bir strateji izlemeyen Meotlar, bu yüzden, başka toplumların topraklarını ve kaynaklarını ele geçirip güçlenmeyi,yani saldırgan ve zalimce politikaları  benimseyemiyor olmalıydılar. Ayrıca kent devletlerinin  birleştirilmeleri, göçebe toplulukların yağmacı amaçlarla geçici birleşmeleri olaylarında olduğu gibi kolay bir şey değildi (Birleşme Ruslara karşı bile tam sağlanamamıştı, çünkü Adigelerin yerleşik,kimi bağımsız köy toplulukları sistemi,yapısı,ekonomik nedenlerle birleşmeyi zorlaştırıyordu. Örneğin bir yöre, başka yörelerden gelecek büyük bir savaşçı nüfusu uzun süre besleyecek kaynaklardan yoksundu. Adigeler çağdaş anlamda bir merkezi devlet oluşturamamışlardı).
Sonuç olarak güçten düşmüş olan Adige-Meotlar, MÖ III. yüzyılda başlayan ve günümüze değin süren bir çöküş süreci içine girmiş oldular. Çöküş sürecine karşın Adigelerin ayakta kalmış olmaları, yine de sağlam gelenekleri ve dağları sayesinde olmuştur (Adige Meot geleneği için ayrıca bk. Asker Hadeğal, “Nartlar”, Jineps gaz., sayı 20-27;ayrıca bk. Sindika, vikipedi, internet).
Meotlar döneminde Adigeler arasında şiir, masal, şarkı ve destan gibi sözlü anlatılar, özellikle de Nart kahramanlık destanları yaygındı.Örneğin Adige Nart destanında Mıvıt’ (Мыут1), Cırt, Çıt, Çınt (Sind) gibi sözcükler sık sık geçmektedir (bk. Nart destanları, vikipedi, internet).

Meot (Adige)  yaşamı ve kültürü:
Ekonomik çöküş ve gerileme süreci içine girmiş olan Adigelere yönelik göçebe saldırıları da doğal olarak iyice yoğunlaşmıştı. Çünkü güzel, yetenekli ve çalışkan Adige kızları ile yakışıklı, çalışkan ve yürekli Adige delikanlıları esir pazarlarında büyük para ediyor ve aranıyordu.

Birbirini izleyen İskit, Sarmat, Alan, Got ve özellikle de Hun saldırıları sonucu Adige kentleri, kıyı ticareti ve Adige yazılı yaşamı  sona erdi. Adige ülkesinin en verimli toprakları adeta bir yol geçen hanına dönüşmüştü. Dağlara sığınan ve yüzlerce yıl oralarda barınan Adigeler, kendine yeterli (otarşik) bir tarım, hayvancılık, balıkçılık ve paralı askerlik (Mısır Memlukları gibi) gibi uğraşlarla yaşamlarını sürdürmek zorunda kaldılar. Bu da yer yer tembelleşmeyi getirdi. Yoksullaşan ve yazılarını da yitiren Adigeler, yine de geleneklerini, folklor ve inançlarını korumayı ve günümüze taşımayı başardılar. Ancak üstün kültürleri sayesinde bazı istilacıları (özellikle Sarmat-Alanları) asimile yoluyla Adigeleştirmeyi de başardılar. Şimdiki Alan-Osetler bile Adige karakteri taşımakta, dil dışında Adige özellikler göstermektedirler.
O sıralar Adigeler politeist (çok tanrılı) bir inanca sahiptiler, Tha ya da Thaşho’ya (Тхьашхо) ve ona bağlı gök, yer ve su tanrılarına inanıyorlardı (bk. Çerkesya’da değişik dinlerle ilişkili yer adları, internet).

Hun, Moğol ve Tatar saldırıları:

  1. S. IV-VI. yüzyıllar boyunca süren Hun saldırıları, 1864 Rus istilasında olduğu gibi dağları ele geçirememiştir, ama Adigelere öldürücü darbeler indirmiştir.Birkaç yüz yıllık bir karanlık dönemin ardından, Bizans ve batı ile yeniden ilişkiler kuruldu, Hıristiyanlık Adigeler arasında yayılmaya başladı ama tam bir toparlanmaya zaman kalmadan, Kuzey Kafkasya halklarına yönelik yeni saldırılarla karşılaşıldı. Özellikle Moğol (1223) ve Timur (1395) saldırıları ve bunu izleyen Tatar akınları, Adigelerin toparlanmalarını engelledi. Sınırboyu Adigeleri arasında dış baskılar sonucu feodalizm (köylü ve köleler üzerinde derebeyi -pşı- egemenliği sistemi) güçlenmeye başladı. Adigelerin kuzeyinde, sınır boylarındaki bazı Adigeleri vergiye bağlayan büyük bir Altın Ordu Devleti (1227-1502) doğdu, bu devlet içinde yaşayan Tatarlar, ileride Ruslar ile Adigeleri ayıran bir tampon halk konumu aldılar (Kırım ve Astrahan hanlıkları) ve bir yandan da Adigeler aleyhine genişlemeye başladılar. Örneğin, Kırımlı Tatarların baskıları sonucu, 14-15. yüzyıllarda Adige-Kabardeyler, Azak Denizi kıyılarını ve Kırım’ı tahliye edip şimdiki yerlerine çekilme süreci içine girdiler. 16. yüzyılda Kuban Irmağının kuzeyi Tatarların (Kırım’ın) eline geçti.

    Kabardeyler Kırım’a ağır vergiler ödüyorlardı. Bu durum karşısında, Adigeler (Kabardeyler) uzak bir ülke insanları olarak gördükleri Ruslarla ilişki kurdular. Bu yeni yakınlaşmanın kendileri için ileride bir tehlike oluşturabileceğinin herhalde farkında değildiler (Adigeler, küçücük ve zayıf topluluklara bölünmüş olmaları nedeniyle, İngilizler ve Ruslar gibi ileri görüşlü ve güçlü devlet adamları yetiştiremiyorlardı. Bu arada Osmanlı Devleti’nin büyük devlet adamları içinde bile Slaviyan kökenliler çoğunlukta olmalıdır, Sokollu Mehmet Paşa gibi, konulara bu açılardan da bakılmalıdır). Altın Ordu’nun parçalanması sonucu, Altın Ordu topraklarının bir bölümü üzerinde, Adigelerin kuzey  komşuları olmak üzere  Kırım (1441-1783) ve Astrahan (1466-1556) hanlıkları doğdu.

Rusya ile Kabardeyler arasında bir tampon Tatar devleti konumunda olan Astrahan Hanlığı 1554’te Rus koruması altına girdi,ancak  Han’ın sinsi davranışları ve ihaneti üzerine de, 1556’da lağvedilip toprakları Rusya’ya ilhak edildi. Böylece Kabardeyler ve onların doğusunda Hazar Denizi’ne uzanan bir alanda yaşayan halklar, yani şimdiki Oset, İnguş, Çeçen ve Dağıstanlılar da Ruslarla  komşu olmuş oldular. Sonunda  Kabardeyler, Altın Ordu yerinde kurulmuş olan öteki Tatar devleti olan Kırım Hanlığı’ndan koptular; görüşmeler yoluyla ve bir antlaşmayla, 1557’de Rus korumasını benimsediler. Büyük Kabardey derebeyi Pşı Temrıko İDAR’ın bir Müslüman olan kızı Goşevnay İDAR (1544-1569), Moskova’da bir kilisede vaftiz edilip Ortodoks Hıristiyan yapıldı ve Mariya adını aldı, ardından  ilk Rus Çarı İvan IV’e (Korkunç İvan) nikahlandı (1561). Böylece Rus-Kabardey antlaşması evlilikle de perçinlenmiş oldu ve birçok Kabardey soylusuna Moskova’da önemli devlet görevleri verildi, bunlar özveriyle çalıştılar, bazıları Hıristiyan da oldular ve Rusya’nın büyüme sürecine önemli katkılarda bulundular (1557 yılının 450. yılı 2007 yılı boyunca AC, KBC, KÇC ve Moskova’da kutlanmış ama Adigelerin çoğunluğu, herhalde pek de iyi bir şey getirmediği için olacak, kutlamaları buruk karşılamıştır. Ayrıca Adigelerin yaşadığı Krasnodar ve Stavropol krayları, her nedense kutlama dışı tutulmuştur). Kabardeyler bu yararlı ittifak ve balayı sayesinde Ruslara hayvan (at, sığır, koyun) satıyor, onlardan sanayi ürünleri alıyorlardı.
Sonuç olarak Eski Çerkesya, siyasal anlamda küçülmüş ve ikiye bölünmüş oldu. Batıda Bağımsız “Çerkesya” ve doğuda da Rusya ile bir dayanışma ve birliktelik içinde olan “Kabardiya” (ya da Doğu Çerkesya). Dört büyük derebeyi ailesi (pşı) ve bunların vasalları tarafından yönetilen Kabardiya 1739 Belgrad Anlaşmasına değin, siyasal anlamda Rusya’ya bağlı kaldı ve bu tarihte bağımsızlık elde etti. Büyük ve Küçük Kabardey bölgelerine, Osmanlılar ile Ruslar arasında bağımsız ve tarafsız bölge statüleri verildi.
1774’te Kabardiya ve Osetya, 1783’te de Kırım Hanlığı kesin olarak Rusya’ya ilhak edildi, ayrıca Doğu Gürcistan da Rus korumasını benimsedi. Böylece Bağımsız Çerkesya, 1783’te Kuban Irmağı boyunca Ruslarca karadan kuşatma içine alınmış oldu. İki yıl önce, Çerkesleri desteklemek, Rus yayılmasını durdurmak ve Kırım’ı kurtarmak için Osmanlılar 1781-1783  yıllarında Çerkesya’da Fransız mühendislerin yardımıyla Anapa Kalesini kurmuşlardı. Ancak Anapa,1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında 22 Haziran 1791’de Rusların eline geçti (Daha fazla bilgi için bkz. Ashad Ç’ırğ, Tehlike Kuzeyden Geliyordu, internet). Anapa 1792 Yaş Antlaşması gereğince Ruslar tarafından Osmanlılara geri verildi.
Rus yayılması durdurulamadı. Rusya 1801’de Doğu Gürcistan’ı (Kartlı ve Kaheti Krallığı) ilhak etti. 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında da Ruslar, Osmanlı korumasındaki İmereti Krallığı’nı (Batı Gürcistan) ve Mingrelya Prensliği’ni istila ederek ilhak ettiler. Bu arada Osmanlı korumasındaki Abhaz Prensliği ise,saf değiştirdi ve gönüllü olarak Rus korumasını benimsedi, Abhaz Prensi de din değiştirerek Rus Ortodoks Hıristiyan mezhebini benimsedi. Abhazya, okrug (ilçe) statüsünde bir feodal prenslik olarak, 1810’da Rusya’ya bağlandı (feodal ayrıcalıkları olan bu Abhaz Prensliği, 1861’de Rusya’da çıkarılmış olan,feodal ayrıcalıkları ve serfliği-toprak köleliğini  kaldıran demokratik reform programı gereğince, biraz gecikmeli de olsa, 1864’te lağvedilecek ve Kutaisi iline bağlı Sohum okrugu haline getirilecekti. Bu gelişme Abaza soyluları arasında büyük bir hoşnutsuzluk ve başkaldırılara da yol açacaktı).
Bütün bu oluşumlar 1812 Bükreş Antlaşması ile Osmanlılarca da resmen tanındı ve kalıcılaştı. Kuzeyde Kuban Irmağı ağzından güneyde Bzıb Irmağı ağzına (Pitsunda’ya) kadar uzanan yerler Osmanlılara, Bzıb Irmağından daha güneydeki Rioni Irmağı ağzına (Poti’ye) değin uzanan Karadeniz kıyıları da (Abhaz Prensliği toprakları da dahil) Ruslara bırakıldı.

Abhaz yazarı Hayri Ersoy‘a göre, Rus korumasındaki Abhaz Prensliği’nin nüfusu 1858’de 94 bin 023 idi. (Dili, Edebiyatı ve Tarihi ile Çerkesler, İstanbul, 1993, s. 44)
Savaş sırasında Rusların eline geçmiş olan Anapa Kalesi, 1812 Bükreş Antlaşması gereğince Osmanlılara geri verildi. Öte yandan Ruslar İran ile de savaştılar, 1813 Gülistan Antlaşması ile İran, Dağıstan ve şimdiki Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kuzey kesimi üzerinde Rus egemenliğini tanıdı. Böylece Ruslar, Kuzey Kafkasya halklarına karşı yayılmak için gerekli olan hukuki alt yapıları ve diplomatik kazanımları oluşturmakta, Kuzey Kakasya halklarını kıskaç içine almaktaydılar.
Anapa’nın 1792 ve 1812’de,Ruslarca Osmanlılara geri verilmiş, Çerkesya kıyılarında Osmanlı denetiminin de tanınmış olması, kuşkusuz Rusların, Çerkesya’yı bir biçimde Osmanlı Devleti ile ilişkilendirip ileride ele geçirme planlarının bir gereğiydi.Kurnazca ve ustaca bir taktikti. Rusların 100 yıllık yayılma planları yaptıkları bilinmektedir. Uluslararası hukuka göre Çerkesya bağımsız bir ülke statüsündeydi ve haritalarda bağımsız bir ülke olarak gösteriliyordu. Bu bakımdan bağımsızlık statüsünün birtakım antlaşmalarla sakatlanması gerekiyordu. 1828’de Osmanlıları her cephede ezip geçen Ruslar, 1829 Edirne Antlaşması sonucu, hedeflerine ulaşmış oldular.
1829’da Edirne Antlaşması ile, Osmanlılar Çerkesya kıyılarından çekildiler ve kıyı denetimini resmen Ruslara devrettiler. Böylece, Adigeler büyük bir diplomasi oyununun kurbanı oldukları gibi, karadan ve denizden tam bir Rus kuşatma ve ablukası içine alınmış oldular. Artık Adigeler nefes alamaz, geçerli bir hukuki tutamak ve yasal dost bulma olanağından yoksun duruma düşmüşlerdi (Çerkeslere karşı işlenmiş olan bu haksızlığa, Karl Marks başta olmak üzere dönemin ilerici demokrat aydınları karşı çıkmışlar, ancak etkili olamamışlardı).

Çerkesya’nın istilasının tamamlanması:

1829-1864 yılları arasındaki dönem, Çerkesya’nın bağımsızlığını korumak için verilmiş savaşlarla dolu,başlı başına  bir kahramanlık destanı niteliğindedir. Batılı devletler, haksız 1829 Edirne Antlaşması’nı tanıyarak, Adigeleri ciddi anlamda desteksiz ve bir başlarına bırakmışlar, ama bir yandan da Adigeleri Ruslara karşı savaşa kışkırtmaktan ve ajanlar göndermekten geri kalmamışlardı. 1840’da Adigeler, dışarıdan gönderilen ve Adigelere dış yardım geleceğini söyleyen bu Osmanlı (din adamları) ve İngiliz ajanlarının propagandalarına inanıp düzensiz biçimde Rus hatlarına saldırmışlar ve ağır kayıplar vermişlerdi. Adigeler sonunda bu ajanların yalancı ve güvenilmez kişiler olduklarını anladılar ve savunmaya çekildiler. Ayrıca Osmanlı ve Batılı kaynaklara olan eski güvenlerini de iyice yitirdiler.

Bu pasif duruma bir son vermelerini sağlama amacıyla, Çeçenya‘da Ruslarla çarpışmakta olan İmam Şamil, Adigeler arasına “naib” adı verilen yardımcılarını yollamaya başladı. Ayrıca 1846’da, Çeçenya ile Çerkesya’yı ayıran Kabardiya bölgesini safına çekmeyi ve mücadeleyi Kuzey Kafkasya boyutuna yaymayı denedi, ama başarılı olamadı. Bunun üzerine 1848’de, 30 yaşında güçlü bir kişi olan Muhammed Emin‘i, naibi olarak, kalabalık bir din adamı ve kadılar eşliğinde Çerkesya’ya gönderdi. Bir bölüm Adige (Abzeghler) Naib’in şeriat ve özgürlük vaatlerini benimsedi ve Rus karakollarına saldırmaya başladı (1849) ama yoksul köylü ve kölelerin desteğini yitiren Naib 1851’de yenildi ve diğer Adigeler gibi savunmaya çekilmek zorunda kaldı. Bir bölüm Adige de (Shapsugh, Natuhay, vd) Ruslara ve Muhammed Emin’e (dolayısıyla Şamil’e) karşı sürdürdükleri mesafeli davranma ve savunma stratejilerine bağlı kaldı.

1853-1856 Kırım Savaşı sırasında Müttefikler (ve Osmanlılar), Çerkesya’yı bölünmüş buldular. Ayrıca Çerkesya’yı ve Şamil önderliğindeki İmamet Devleti’ni tanıma yerine, Osmanlılar Şamil’i Kafkasya Genel Valisi olarak ilan ettiler, Çerkesya’ya da Seferbey Zaneko’yu Çerkesya Askeri Valisi olarak gönderdiler. Bu durum, Çeçenya, Dağıstan ve Çerkesya’nın bağımsız ülkeler değil, işgal edilecek birer Rus toprağı oldukları anlamına geliyordu ve 1829 Edirne Antlaşması hükümleri de  bunu gerektiriyordu.Ayrıca savaşın amacı ve nihai hedefi, Karadeniz’deki Rus donanmasını yok etmek, Rusların Akdeniz’e, yani İngiliz ve Fransız çıkar alanlarına ve bir tampon ülke konumunda olan Osmanlı Devleti’ne yönelik bir Rus yayılmasını önlemekle sınırlıydı.
Ek olarak, Müttefikler,once  Kafkasya’yı işgal etmeyi düşündüler,ama orasını elde tutmanın, orayı ele geçirmekten de daha zor olacağını anlamış ve Kafkasya’yı işgal etmekten vazgeçmişlerdi. Çünkü Kafkasya, Türk Boğazları yoluyla açık denizlere kapalı olan bir iç bölgeydi, ayrıca Kafkasyalıların çoğu (Gürcü, Ermeni, Azeri ve bazı Kuzey Kafkasya toplulukları) Ruslarla barış içinde yaşamaktaydı.
Yanlış bir strateji olarak, Osmanlılar Kafkasya’yı Batı Gürcistan kıyıları üzerinden işgal etmeyi denediler, ama oralardaki bataklıklara saplandılar ve başarısızlığa uğradılar, Kafkasya’da Osmanlıları yenen ve  Osmanlı toprakları içinde ilerlemeye başlayan Ruslar ise, sonunda stratejik Kars Kalesini  teslim aldılar. Bu ağır Osmanlı yenilgisini telafi etmek ve Rusları barışa zorlamak için Müttefikler, nihayet 1855 sonbaharında şimdiki Anapa ve Novorossiysk yörelerine gecikmiş bir askeri çıkartma yaptılar ve “Çerkesya Valisi” Seferbey Zaneko’yu da destekleyici bir jest de bulundular ve Rusları şimdiki Krasnodar kentine doğru geri çekilmek zorunda bıraktılar. Ancak aradan çok fazla bir süre geçmeden ateşkes imzalandı ve savaş sona erdi.Adigeler yine yalnız idiler.
1856’da Paris Barış Antlaşması ile her iki taraf  (Müttefikler ve Ruslar) savaşta ele geçirdikleri  yerleri karşılıklı olarak geri verdiler. Bu arada Çerkesya’daki Müttefik askerleri de, barış gereğince ülkelerine geri döndüler.
Antlaşma gereğince Karadeniz Rus savaş gemilerinden ve donanma üslerinden arındırıldı. Çerkesya açısından ise, mevcut 1829 statüsünde bir değişiklik yapılmadı,Çerkesya bir Rus “toprağı” olarak kaldı.
Müttefikler, Kırım Savaşı süresince Adigeleri ve Şamil’i, süvari birlikleri oluşturarak Rus müstahkem hatlarına saldırmaya, Kırım ve Sivastopol üzerine  yürümeye çağırıyorlar, ama bu birimleri bağımsız devletler olarak tanımaya yanaşmıyor,topçu eğitimi,top ve modern silahlar verme gibi  ciddi yardımlarda bulunmuyor,ama olmayacak şeyleri istiyor ve atlatma yollarına gidiyorlardı.Müttefikler kılıçlı Adige birliklerini Rus topçularına saldırtmaya kalkışmak gibisine insafsız isteklerde bulunuyorlardı.
Savaş sonu serbest kalan Rus birlikleri önce İmam Şamil’in üzerine yürüdüler, Şamil ve Çerkesya’daki naibi Muhammed Emin 1859’da, birer anlaşma ile Ruslara teslim oldular ve Ruslarca maaşa bağlandılar. Artık sıra Adigelere gelmişti. Ruslar Adigelerin bir anlaşmaya yanaşmasını değil, dahası teslim olmalarını değil, bulundukları yerleri boşaltmalarını ve Türkiye’ye göç etmelerini istiyorlardı (Sivastopol yenilgisinin hıncını, Müttefiklere dolaylı yardım sağlamış olan Adigelerden çıkarmak istiyorlardı). 300 bin mevcutlu koca Rus Ordusu, sayısı hızla 1 milyona doğru düşmüş olan  savaş yorgunu Adigelerin üzerine çullandı (1859).

Üstün Rus güçleri karşısında tutunamayan Kuban ve Laba ırmakları boyundaki Bjedugh, K’emguy, Besleney, Kuban Kabardey ve Abazalar (Şahgiraylar), vb 1859’da, Karadeniz kıyısında, Anapa dolaylarında yaşayan Natuhaylar (1864’te yaklaşık 240 bin n. ) ise 1860’da, ardından üç yıl direnen Abzegh (Абдзах; 260 bin n.) ve Shapsughlar da (300 bin n.) 1863 yılı sonlarında (Temmuz sonu ve Ekim 1863’te), daha güneyde Karadeniz kıyı bölgesinde barınan Wubıh (y. 100 bin n.) ve Cigetler (Sadzlar; y. 17 bin n.) 24 Mart 1864’te, direnen küçük Aibga köy topluluğu (tek köy) ise 12 Mayıs 1864’te Ruslara boyun eğdi.

21 Mayıs 1864’te Mzımta Irmağı yukarısındaki Kbaada Yaylası‘nda (ateşe verilen “1аткъуадж”/Atquadj/Atkuac köyünde) bir askeri ve dini tören düzenleyen Ruslar, Rus-Kafkas Savaşı’nın kendi zaferleriyle sona erdiğini açıkladılar. Bu arada ülkeyi Adigelerden boşaltma işlemi de hızlandırıldı. Haziran ayı ortalarına doğru egemen Çerkesya toprakları (Karadeniz kıyıları ile doğuda Şhaguaşe ırmağına değin uzanan topraklar, direnen Hak’uç yöresi dışında) bütünüyle insansızlaştırılmıştır.
Ancak Karadeniz kıyısı boyunca uzanan dağların orta üst vadilerinde yaşayan ve tamamen kuşatılmış ve dış dünyadan izole (tecrit) edilmiş bir durumda bulunan Hak’uçların (Хьак1уцу) ve onlara katılan bazı Adigelerin direnişi, bir yıl sonra, 1865’te bile sürüyordu. Nitekim, Haziran 1865’te sayıları 8-9 bin olarak Rus askeri makamlarınca rapor edilen ve sert bir direnişte bulunan Hak’uçlar, 1865 yılı sonbaharında, Rus askeri birliklerince daraltılan bir çember içine alındılar ve 80 gün sürdüğü açıklanan bir tenkil (bastırma) harekatı sonunda da büyük çapta yok edildiler, ama 1870’li yıllara değin, Rus birlikleri, yine de, ara ara bazı küçük Hak’uç kalıntıları ile karşılaşabiliyorlardı (bk. T. V. Polovinkina, Çerkesya Gönül Yaram, Ankara, 2007, s. 281-288; Jineps, Eylül-Ek 1; ayrıca Vikipedi-“ Adigey”, “Hak’uç”, “Şahe”, “Aibga”, internet).
Hak’uç direnişi ve korku yüzünden Rusların Çerkesya’nın Karadeniz bölgesine yerleşmeleri (kolonizasyonu), en az 15-20 yıl gecikmiş, buna bağlı olarak da yağışlı bir iklimi bulunan bu bölgede  doğa vahşileşmiş ve eski ekili tarlaların yerleri saptanamaz olmuştur. Yani Çerkesya toprağı kolonizatörleri hiç de “dostça” karşılamamıştı. (1992’de, Ş’açe/Soçi’de bana anlatıldığına göre, sık sık Soçi’den havalanan helikopterler, hala, güzel manzaralı yerleri ve eski ekili alanları havadan saptamaya çalışmakta, saptanan yerler de, hemen yeni siteler oluşturularak Rus yerleşimcilere tahsis edilmektedir.)

1864 sürgünü ve Büyük Adige nüfus çöküşü:

1864 yılındaki Rus istilası sonucu, 2 milyon dolayında olan Adige nüfusu içinden (bk. İslam Ansiklopedisi, madde “Çerkesler”, Mirza Bala; T. V. Polovinkina, Çerkesya Gönül Yaram, s. 137, Prof. Dr. A. H. Şeugen 2 milyon nüfusu doğrulamaktadır; Prof. Dr. K. Karpat’a göreyse, Adige nüfusu 2 milyondan da fazlaydı), Adige tarihçisi Dr. Almir Abreg’e göre 1864’te 80 bin (eski nüfusun % 4’ü), bir başka Adige tarihçi Hatko’ya göre de 1865’te 51 bin (eski nüfusun % 2. 5) kadarı, eski yurdunda ya da o yerde oluşturulan “Kuban oblastı”’nın bir bölümü olan şimdiki Adigey bölgesi dolaylarına yerleştirilmişti. Bir miktar (%1-2 kadarı) Kabardey, Besleney ve Abaza (Abazin) da, 1830’lardan beri Batalpaşinsk (Şerceskale/Çerkessk) yöresinde yaşıyordu (1864’te Türkiye’ye gönderilmeyip eski Çerkesya topraklarında ya da onun yerinde oluşturulan Kuban oblastında kalan Adigelerin – şimdiki Karaçay-Çerkesya yöresinde yaşayan Adige ve Abazalar da dahil – toplam sayısı, bu durumda, en iyimser sayıyla 100 bin kadardı.)
Kuzeyde Kuban Irmağı ağzından başlayıp güneyde, 1896’da Kutaisi oblastına bağlı Sohum okruguna eklenen (Gagra yöresi),şimdi Abhazya’da bulunan  ve Bzıb Irmağına (Pitsunda’ya) değin uzanan Çerkesya’nın Karadeniz kıyılarında ve Kuban Irmağı havzasında yaşamakta olan Adigelerin tümü, ya Türkiye’ye sürülmüş ya da insan kasaplarının elinde ya da sürgün yollarında can vermiştir. Çerkesya’nın 1861 yılı sonrasında Ruslarca işgal edilen kesimi, bütünüyle (Gagra yöresi de dahil) insansızlaştırılmış ve “Kuban Rus Ordusu Yönetimi Bölgesi” içine alınarak uzunca bir sure sivil yerleşime kapalı tutulmuştur (1783’te Kuban Irmağı kuzeyinde de aynısı yapılmış, buradaki Nogay ve Adigelere soykırım ve sürgün uygulanmış, buraları da 10 yıl süreyle sivil yerleşime kapalı tutulmuş, direnen yerli kalıntılar yok edilmiş, ardından da Kazak yerleşimine tahsis edilmişti. Bkz. Ashad Ç’ırğ, Tehlike Kuzeyden Geliyordu, internet.)
1864’teki 2 milyonluk Adige nüfusunun yarıya yakınının savaş ve göç yolunda yok olduğu söylenebilir (Bu arada bazı Rus yazarları ile yerli işbirlikçilerinin, Adigelerin sayılarını kasten düşük göstermeye ve Ruslara hoş görünmeye çalıştıkları da bilinmelidir). Adigelerden boşaltılan yerler Rus nüfusun yerleşimine tahsis edildi.
Orta Kuban ve Orta Laba solundaki (yani Şhaguaşe Irmağı ile Laba Irmağı arasındaki) sıtma yatağı ve bataklık yerlerde yaşayan 80 bin (1864) ya da 51 bin (1865) Adige’nin, genel nüfus artışına göre, 1897’de en azından 200 bine yükselmesi beklenebilirdi. O zamanlar Adigeler doğurgan ve çok çocukluydular. Ancak sayı, yeni göç ettirmeler nedeniyle, 200 bine yükselecek yerde 30 bine düştü. Çünkü Türkiye’ye göç etmemiş olan Adigelere de ikinci bir etnik temizlik uygulanarak, planlı olarak ve aşama aşama yurt dışına, Türkiye’ye gitmek zorunda bırakılmışlardır.
1897’de Batalpaşinsk (Şerceskale/Çerkessk) yöresinde 13 bin Çerkes (Adige) ve 12 bin 500 Abaza (Abazin), Kabardiya’da da, 100 bin dolayında (98 bin 500) bir Adige (Kabardey) nüfus bulunduğunu da belirtmeliyiz (Bu durumda, 1897’de Kafkasya’daki bütün Adigelerin sayısı ancak 150 bin kadardı). Adigece’de “Deli hele bir peşine düşmeye” (Дэйлэм ерыщэу уерэмыш1) diye bir deyim vardır. Rus yöneticiler de, neredeyse her şeyi bırakıp bir avuç Adige ile uğraşmayı ‘meslek’ edinmişlerdi.
Çerkesya’nın iskanı sırasında Kuban oblastına yerleştirilen Adige ailelerine 7 desyatin (70 dönüm kadar), Rus yerleşimcilere ise 33 desyatin (330 dönüm üzeri) toprak veriliyordu (Kadircan Kaflı,Şimali Kafkasya). Bu nedenle birçok Adige ailesi düşük ücretle ya da boğaz tokluğuna Kazakların işlerinde çalışıyordu. Ancak birçok enerjik Adige ailesi de, imece dayanışmaları yoluyla bataklıkları kurutarak topraklarını genişletmeyi de başarmıştı.
(1864’te, Kuban ve Laba solunda ve Batalpaşinsk (Şerceskale/Шэрджэскъалэ) yöresinde yaşayan Adigeler, 1864 yılı sonrasında yeniden göçe zorlanmış olmasalardı, Kabardiya Kabardeyleri dışında,şimdiki terminolojiyle Adige-Çerkes-Shapsugh ve Abaza sayısı, 2002’deki  240 bin nüfus yerine, büyük bir olasılıkla, yeniden 1 milyonu bulabilecekti. Sayı Kabardeylerle birlikte 1. 8 milyona yaklaşacak, eski Çerkesya’nın Karaçay, Balkar vd Adige kültürlü kardeş topluluklarla birlikte sayı, 2 milyonu aşmış olacaktı (Bunu hesaplayan Ruslar, 100 yıl öncesinden önlemlerini almışlardır. Konunun uzmanlarınca daha ayrıntılı ve derinliğine incelenmesinde yarar vardır). Bugünkü (2002’deki) toplam Adige sayısı 720 bin, diğer kardeş topluluklarla -Abaza, Karaçay, Balkar- birlikte 1, 1 milyon dolayındadır (Bütün Kuzey Kafkasya halklarının RF’ndaki toplam sayısı da 6 milyon dolayındadır). Buna göre, 1864 sürgünü bittikten sonraki Adige nüfus kaybı ise, zamana yayılarak değerlendirildiğinde, en az 1 milyondur).

Adige nüfusunun azaltılış biçimi:

1897’de, 200 bin olması beklenen şimdiki “Adigey” ve Karadeniz kıyısındaki “Shapsughya” (Ş’açe/Soçi ve Tuapse) yöreleri Adigelerinin sayısının 30 bine düştüğünü söylemiştik. Orta Kuban ve Orta Laba ırmakları boyunda, yay biçimindeki bir şerit üzerinde, 300 km boyunca uzanan ve kimselerin beğenmediği ve sıtma yatağı bir ölüm tarlası olan bu yeni Adige yerleştirme alanlarındaki bataklıkların bazı kesimleri, çağına göre tarımda ileri, yetenekli, güçlü ve çalışkan kişiler olan Adigeler tarafından, imece (hafı) dayanışmaları yoluyla kısa sürede kanallar kazılıp kurutularak ve su bentleri yapılıp tarlalara su götürülerek, sağlıklı ve verimli tarlalara dönüştürülmüşlerdi (Böylece birçok Adige ailesi, Rusların ırgatı, yarıcı ya da kiracıları olmaktan kurtulup Kazaklarla eşit bir ekonomik düzeye erişmeye başlamışlardı. Adigelerin Kazak ve Ruslarla araları iyiydi. Ayrıca Adigeler, askeri denetimden çıkıp Kazaklarla birlikte aynı yönetime bağlanmışlar ve böylece  nefes almışlardı.)
Bu başarı ve gelişme üzerine,gerici Kuban oblastı yöneticileri, Adigelerin yeniden toparlanmalarını önlemek için, karşı önlem almayı ve tarıma kazandırılmış verimli toprakları el koyarak almayı kararlaştırdılar. Tarihçi T. V. Polovinkina’nın da belirttiği gibi, Karadeniz kıyılarından sürülerek Kuban ve Laba ırmakları boylarına yerleştirilmiş olan bu Adigeler (Shapsugh, Wubıh, Abzegh, vb), önceleri Türkiye’ye göç etme yanlısı da değildiler. Ancak üst yönetim bu insanlara Kazak paramiliterlerini “musallat” etti, dahası bu kişilerce öldürülen Rus cesetleri bile, Adige köy sınırları içine atılıp cinayetlerden Adigeler sorumlu tutulmaya başlandı.

Sonuç olarak, bu topraklar, Adigelerin elinden alınıp, emekli Rus askerlerine ve Kazaklara dağıtılmaya, Adigeler de, aşama aşama Türkiye’ye gönderilmeye başlandı. Kanallar kazıp toprağı ıslah eden Çerkesler, “tembel, yerine ısınamamış, akrabaları Türkiye’de olan, Türkiye’ye gitmek için can atan, bu yüzden de Rusya yönetimini benimsemeyen, Türkiye’ye göç izni verilirse rahatlayacak olan kimseler” imişler biçiminde daha üst makamlara raporlar gönderiliyor ve propaganda ediliyordu.
Sonunda Orta Laba yöresine yerleştirilmiş olan demokratik yapılı, örgütsüz ve korunmasız Abzegh ve Shapsughlara yönelik ikinci bir etnik temizlik kararı alındı. Kasım 1889’da, Laba kıyısında ve Maykop ilçesinde (otdel) yerleşik 24 bin Adige’nin (Adige nüfusun yarıya yakınının) 230 bin desyatin (yaklaşık 2, 5 milyon dönüm) tutarındaki toprağına el konulmasına, bunların birkaç aşamada Türkiye’ye gönderilmelerine, el konulan toprakların emekli Rus askerlerine ve Kazaklara dağıtılmasına ilişkin bir Rus Hükümet kararı yürürlüğe sokuldu (Ali Kasumov-Hasan Kasumov, Çerkes Soykırımı, s. 294-298). Göç sonrası, Orta Laba yöresinde ya da Kafkasya’da sadece bir tek Abzegh köyü (Hakurnehabl) kaldı. Orta Kuban yöresinde de iki ya da üç Shapsugh köyü (şimdi 4 köy) kaldı. Karadeniz kıyısında da, sonraları (1870-80’lerde) Kuban oblastından dönmüş olan Adigelerce kurulan birkaç küçük Shapsugh köyü (şimdi 14 köy) oluştu (Karadeniz guberniya’daki
-ilindeki- Shapsugh nüfusu 1897’de 1.939 idi; şimdi 12 bin), Wubıh köyü ise hiç kalmadı. Wubıhlar diğer Adige köylerine dağılarak yerleştiler ya da ikinci kez, Türkiye’ye yapılan göçlere katıldılar Wubıhlar, 1864 sürgününden önce, Karadeniz kıyısında, Ş’açe-Soçi- merkezli bir yörede yaşıyorlardı. Bu arada Wubıhların güney komşuları olan Ciget, Ahçıpsı, Aibga ve Pshular ise tamamen silindiler.
Orta Kuban ve Orta Laba solundaki yarı feodal topluluklar (Bjedugh, K’emguy ve Kuban Kabardeyleri, vd) ise, o yerlerin daha eski yerleşikleri oldukları, belki de kendi derebeylerinin (pşı) Rus makamlarıyla “iyi ilişkiler” kurmuş olmaları sonucu, ekonomik ve demografik varlıklarını, daha fazla koruyabilmişlerdir.
1864 yılını izleyen “göçler” sonucu, Kubanlı Adigelerin nüfusu gibi, tarım toprakları da azaldı, toprağın çoğu Adigelerin elinden alındı (1920’lerde, şimdiki Adige, Shapsugh, Abaza ve “Çerkeslerin” elinde fiilen 1. 400-2000 km. kare ya da 1, 4 ile 2 milyon dönüm kadar tahmin edilebilecek bir arazi kalmıştı: eski Çerkesya topraklarının % 2’si kadarı).

Sovyetler dönemi:

Sovyet iç savaşı sırasında, Bolşeviklerle çarpışmak üzere, soylular komutasında Adige süvari birlikleri kuruldu. Toprak sahipleri ve etkiledikleri köylüler gerici Kazaklarla birlikte Bolşeviklere (komünistlere) karşı verilen iç savaşa katılmışlardı. Bu birliklerin askerleri ve aileleri, savaşı Bolşeviklerin kazanması üzerine ülkeyi terk ettiler. Ayrıca 1918’de, sadece kızıl (Bolşevik) teröre 4 bin dolayında yetişkin insan kurban verildi, özellikle küçük bir etnik halk için bu tür rakamlar, yıkım anlamındadır. (Bkz. Kim Şibzuh, “Çerkesya Dehşet İçinde”, internet). Ayrıca Beyazların (Bolşevik karşıtlarının) öldürdüğü Adige sayısı da az değildir.
Bir başka açıdan Kafkasya’daki bu 80 bin  (Bkz. Dr. Almir Abreg, “Geçmişten Günümüze Kafkasların Trajedisi”, İstanbul, 2006, s. 43) ya da 51 bin Adige nüfusu (Samir Hatko), 1864’ten 2002’ye uzayan 138 yıllık uzun bir süreçte, en azından 1 milyon olacak yerde, 140 binde kalmış ve sadece 1. 5-2 kat kadar artmıştır. Oysa aynı dönemde sayıları 40 bin olan Kabardeyler (13 kat) ve 10 bin olan Balkarlar -1944 sürgünü trajedisine karşın- (11 kat) 10 katın üzerinde artmışlardır. 1897 yılı ile 2002 yılları arasında, yani 105 yılda ise, Adige nüfusu 4. 6 kat artmıştır: 30 binden 140 bine (128 bin Adige+ 12 bin Shapsugh).
2002’de, RF içindeki 128. 528 Adige (AC) ve 12 bin Shapsugh nüfusuna, 519 bin 958 Kabardey (KBC) ve 60 bin 517 Çerkes (KÇC) nüfusu da eklendiğinde 720 bin dolayında bir rakam elde edilmektedir.

Özerklik dönemindeki nüfus oynamaları:

1926’da 50 bin 821 olan Adigey’in Adige kökenli nüfusu, 33 yılda, yani 1959’da ancak 65 bin 908’e yükselebilmiştir (15 bin 087 kişilik ya da % 29.68 artış). Nüfus artış hızındaki bu önemli düşüşün bir nedeni, kolektifleştirme ve çok sayıda kişinin çalışma kamplarına sürülmesi ve oralarda telef olması ve politik infazlar ise, bir nedeni de İkinci Dünya Savaşı sırasındaki büyük Adige nüfus kaybıdır. Büyük çoğunluğu topraksız ya da az topraklı yoksul köylü ya da topraksız ve devrime açık eski köle ailelerinden gelme olan Kabardey, Abaza, Karaçay ve Balkar köylülerinin aksine; oldukça gelişmiş bir tarıma, iç iskan yapılmış olması nedeniyle, zaten azatlı olan  köle sınıfına da toprak verilmiş olan, bu nedenle de bazıları çok geniş aile arazilerine, aile başına ise ortalama 100 dönüm dolayında araziye ve otlaklara sahip olan tutucu, dindar ve devrim karşıtı Adigey Adigeleri, yöredeki, yine arazi sahibi dindar  komşular olan  Rus ve Kazaklar ile birlikte, kolektivizasyona, yani toprak ve hayvanlarının alınıp kolhoz çiftliklerine verilmesine ve kendilerinin de, fiilen toprak ırgatları konumuna düşürülmelerine, kuşkusuz sert tepkiler göstermişlerdi. Büyük Adige yazarı Tembot K’eraş’ın (bk. internet) “Nasıpım yığogu” (Mutluluk Yolu; bu romanın Türkçe çevirisi için bkz. Tembot K’eraş, Mutluluk Yolu, internet) adlı romanı, Adigelerin bu oluşuma (kolhozlaşmaya) karşı gösterdikleri sert tepki ve direnişleri, sanatsal bir ustalıkla sergilemektedir.
Öte yandan Adigelerin Alman işgaline karşı verilen savaşta, en azından 15 bin kayıp verdikleri de bilinmektedir, ki bu da, o zamanki erkek nüfusunun yarıdan çoğu (bk. Kafdağı dergisi, Ankara, 1991, sayı 49-50, s. 27) ve küçük bir halk için katliam boyutunda bir yıkım demektir. Slaviyanlar Birliği mensuplarının kulakları çınlasın, küçücük Adigey, İkinci Dünya Savaşı’nda koca cumhuriyet ve krayları aşacak sayıda SSCB kahramanı çıkarmıştır.
Bu arada toplu sürgün, tutuklama ve politik infazların çokluğu ve bunların yol açtığı yıkımlar da unutulmamalıdır. (Sadece bir örnek: Stalin döneminde, Şovgenovski rayonunda, yani Karadeniz kıyısına 150-200 km uzakta olan ve topu topu 50 bin kadar bir Adige nüfusu bulunan “Adige Özerk Oblastı’nı Türkiye’ye ilhak etmeye çalışmak” gibi bir “gerekçeyle” çok sayıda eğitimli genç yönetici idam edilmiştir.)
Daha sonra, 1959’dan 2002’ye değin, yani 43 yılda, Adigey’in Adige nüfusu, 65 bin 908 ‘den 108 bin 115’e ulaşabilmiştir: % 64 artış. Oysa aynı dönemde Balkar nüfusu 34 bin 088’den 104 bin 951’e (% 208 artış), Karaçay nüfusu 67 bin 830’dan 169 bin 198’e (% 149 artış), Kabardey nüfusu da 190 bin 284’ten 498 bin 702’ye (% 162 artış) yükselmiştir. (Bu da Adige halkının, yaşadığı ağır travmaları hala atlatamamış olduğunu göstermektedir.)

Cumhuriyet’e geçiş, ırkçı Rus dalgalanmaları ve yeni sorunlar:

1988’de patlak veren Azerbaycan’a bağlı “Dağlık Karabağ ÖO” sorununa barışçıl bir çözüm modeli oluşturması için, “Ruslarla sorunu bulunmayan bir toplum oldukları” değerlendirmeleriyle ve deneme amacıyla, ilkin “Adigeler’e bir cumhuriyet kurdurulması” ve modelin başarılı olması durumunda, öteki küçük halklara, bu arada Karabağ’a da cumhuriyet kurdurulması, böylece Sovyetler Birliği düzeyinde bütün etnik sorunların kökten çözülmesi görüşü, o zamanki Sovyet üst yönetimince, bir çıkar yol (strateji) olarak benimsenmişti. Bu konsept içinde, Rusların güvendiği bir toplum olan Adigelerin “cumhuriyet (devlet) kurmaları” sağlanacaktı. Yani şimdiki ekstremist (ırkçı Rus) çevrelerin, örneğin Slaviyanlar Birliği’nin iddialarının aksine, cumhuriyet, etnik Adigeler düşünülerek ve onlar adına kurulmuştu.
Durumu, daha 1988’de, İsrail Başbakanı Yitzak ŞAMİR’den bize aktaran da, Şamir’in partisinden İsrail  Kfar-Kama Belediye Başkanı Yahya NEPSEV idi (Daha çok bilgi için bk. Jineps gazetesi, sayı 19).

Plan gereğince, Adigey, ilkin, Krasnodar Kray’dan çıkarılıp doğrudan Moskova’ya bağlı bir “bağımsız” özerk oblast yapıldı, yani il statüsüne yükseldi. Bu arada, konjonktürün zorlamasıyla, ilkin sadece Adigeler için düşünülmüş olan program genişletildi ve kapsama, Adigey yanında, Rusya’daki diğer 4 özerk oblastdan 3’ü  dahil edildi: Karaçay-Çerkesya, Altay ve Hakasya da Adigey ile birlikte, bir paket halinde, 3 Temmuz 1991’de resmen cumhuriyet yapıldılar (Doğu Sibirya’daki Yahudi Özerk Oblastı’nın statüsü ise değiştirilmedi).

Ancak, sıra Karabağ’a gelmeden Sovyetler Birliği dağıldı ve kararlaştırılmış olan program tamamlanamadı. Daha sonra Adigey, bir Federasyon Sözleşmesi ile RF’na egemen bir devlet birimi olarak katıldı. Daha sonra, “konjonktürün değiştiğini”, artık Adigey Cumhuriyeti’ne de, Adigelere de gereksinim kalmadığını, Adigelerin “zayıf” ve korunmasız olduğunu, üstelik bindirilmiş kıtalar halinde, Moskova tarafından Rus diasporasından Adigey’e getirilip yerleştirilen 155. 400 yeni yerleşimci ile Rus nüfus çoğunluğu sağlandığını gören ve fırsatı kaçırmak istemeyen bazı aşırı sağcı Ruslar, merkezdeki bazı üst yetkili destekçilerine de güvenerek, Adigelerin öz topraklarının küçücük bir bölümü üzerinde kurulu olan bu minyatür devletini, referandum oyunlarıyla ortadan kaldırmaya kalkıştılar.
Ancak Adigeler ve Adigeleri destekleyen Adigeyli Rus nüfus çoğunluğu, ancak bir bela üretebilecek olan bu tuzağa düşmedi. (Referandumlar çoğu kez güçlünün isteği doğrultusunda sonuçlandırılabilen tartışmalı oylamalardır; bu arada, bir halkın geleceğine ilişkin olarak ve o halkın kazanımlarını elinden almaya yönelik negatif bir oylama yapmak; bir halkın geleceğine ve devletine ilişkin bir oylamaya, o halktan olmayanların da katılmaları, bu tür sakıncalı bir oylama asla adil ve demokratik bir oylama olamaz; sadece negatif bir ayrımcılık olur. Böylesine sakat bir yol izlendiği takdirde, hiçbir küçük yeryüzü halkı varlığını sürdüremez.)

Adigeler, bu çağdışı Slav dalgasına karşı gerekli önlemleri almakta gecikmediler.
21 Mayıs 2006’da toplanan Adige Halk Kongresi  Adige halkının haklarını kesin bir güvence altına alan bir anayasa değişikliği yapılmasını talep etti.

AC Devlet Meclisi-Khase’deki demokrat Rus üyelerin de desteği ile anayasa değişikliği kabul edildiğinde ya da Khase’de Adigeler aleyhinde büyük bir çoğunluk oluşmadığı ve demokrasi geçerli kaldığı takdirde, anayasal olarak, zaten bir referanduma da gidilemez.

Krasnodar Kray yönetiminin çıkardığı  güçlükler ve bazı oportünist davranışlar:

Krasnodar Kray’ı yönetiminin zaman zaman Adigeylilere karşı olumsuz tavırlar içine girdiği, bazı Rusları (özellikle ekstremist ve lümpen Kazakları) Adige ve Shapsughlara karşı kışkırttığı bilinmektedir. Ayrıca, Tahtamukay ve Tevçoj rayonlarına 10-20 km mesafede bulunan Krasnodar kenti hastaneleri,söylendiğine göre, Adige ya da değil, Adigeyli ağır hastaları bile, kray dışından gelme yabancılar sayıp zaman zaman kabul etmemekte, acil durumlarda bile, 200 km uzaklıktaki Maykop hastanelerini adres olarak göstermekte ya da yüksek ücret talep etmekte;ayrıca ticari, vb gibi ekonomik ve ticari engeller  konulabilmektedir. Bütün bunlar AC’nin Krasnodar Kray’a eklenmesi isteklerini özendirmek için yapılmaktadır. (Bu arada eski AC Devlet Başkanı Hazret Ş’ovmen’in, kendi kişisel parasıyla Krasnodar kenti yakınındaki Afıpsıp beldesinde bir tıp merkezi ve hastane yaptırdığı,ardından bunu bağışladığı ve  böylece  bir rahatlama sağladığı bilinmektedir.)
Öte yandan Ahıska (Mesheti) Türklerine karşı hırçın kedi tavrı sergileyebilen AC yönetimi, Rus yerleşimciler sözkonusu olduğunda ise, uysal kuzuya dönüşebiliyordu. Bu da AC’yi işlevsiz (güdük) ve işbirlikçi (kukla) bir ‘kuruluşa’ dönüştürüyordu. Bu bakımdan yöneticilere güven (цыхьэ) iyice zayıflamıştı. Nitekim 1992’de Krasnodar’a komşu Tahtamukay’da bir köylüye, “AC’nin kurulmuş olması size ne gibi bir yarar sağladı?” (Адыгэ республикэм сыд къышъуфихьыгъ?) diye sorduğumda, “Bir yarar sağlayacağını umuyorduk, ama sadece sırtımızdaki yükü daha da arttırdı” (Иш1уагъэ къэк1он, зыгорэхэр къытфихьын т1огъагъ, ау ти тамэ тэлъ хьылъэм нахь къыхигъэхъон пэмыч1 зи къытфихьыгъэп) yanıtını almıştım (Bu arada1992’de tanık olduğum bir olayı da yansıtmalıyım: Bir Cumartesi günü, resmi Adigeya Oteli resepsiyonu, Otel’de Ürdün’den otobüsle gelmiş bir turist kafilesi kalıyor. İçlerinden bir delikanlı sancılanıyor. Kafile başkanı tüm giderleri kendisine ait olmak üzere, çocuğun tedavisi için kendisine yardımcı olunmasını, bir taksi olsun çağrılmasını, orta yaşlı resepsiyon memuresinden rica ediyor. Memure de “Bugün Cumartesi, hastane, doktor ya da taksi yok, size yardımcı olamam” (Нэпэ мэфэзакъо, сымэджэщи, азэрэ машинэри щы1эштэп, сыкъыпдэ1эпы1эн слъэк1ыщтэп) diyerek ricaları geri çeviriyor. Bunun üzerine yaşlı kişi “Peki kızım, bu güzel geleneği kimden aldınız?” (Адэ сипшъашъэ, мы хэбзэ дахэр хэты къышъухилъхьагъ?) diye sorunca da, azarlayıcı bir ifadeyle, “Rus’tan, gavurdan aldık” (Урысым, джаурым къытхилъхьагъ, и1уи Иордание къик1ыгъэ купым итхьаматэ л1ыжъ хьак1эм 1эе дэдэу тэкууагъ) yanıtını almıştı. Bu da yozlaşmış “sosyalist” sistemin insanları ne hale getirebilmiş olduğunu da gösteriyordu, ayrıca bu durumu gören insan Kafkasya’ya dönmeyi hiç ister mi?)
Bu arada A. Tkaçev’in Krasnodar Kray’ı valiliği döneminde, bazı olumlu adımların atılmaya başlandığı, örneğin Adigey Devlet Üniversitesi’nin 10’u aşkın fakültesinin Krasnodar Kray’ın Ş’açe/Soçi (Lazarevsk), Novorossiysk, Yeysk vd kentlerinde açılmasına izin verildiği de söylenmektedir.
Küçük bir cumhuriyetin, topu topu 140 bin dolayında nüfuslu bir ulusun, ekonomik anlamda RF’nun en yoksul kenar köşelerinden birinde barınan ve çoğunluğu halen köylü, çiftçi (%78) olan bir topluluğun, ağır politik baskı altında ve maddi olanaksızlıklar içinde, biri teknoloji üzerine, iki üniversiteyi ve birçok fakültesiyle Tembot K’eraş Sosyal Bilimler (Gumanitar) Enstitüsü’nü kurabilmiş, birçok fakülteyi de sınırları dışına yayabilmiş, nüfusuna göre bilim adamı ve aydın insan sayısını olağanüstü düzeyde çoğaltmış, sanat ve edebiyat alanında da ileri adımlar atmış, Tembot K’eraş’ın Adigece yazmış olduğu “Mutluluk Yolu” romanının 1948 SSCB Devlet Ödülü’nü almış olması, usta yazarın kaleminde Adigece’nin gelişkin bir dil olduğunu öğretmekte ve bütün bu olumlu gelişmeler, bize, Adige kültürünün ne denli eski, ileri ve sağlam bir tarihsel temelden kaynaklanmakta olduğunu da göstermektedir. Bu başarı, kuşkusuz, en başta, kökü Taş Çağı’na -binlerce yıl öncesine- değin uzanan, büyük bir uygarlık yaratmış, kentler ve devletler kumuş olan, o zamanlardan beri arınarak ve gelişerek varlığını sürdüren, kirlenmemiş, Adige zekasının ve geleneğinin parlak bir yaşam ürünü olan ve Adigelerce korunmuş bulunan Adige dilinin hızlı ve kolay öğrenmeyi sağlayan; üst düzeyde bilimsel ve teknik konuları kavratmaya yatkın olan dil yapısının yardımından ve bu sayede Rusça’nın da en iyi bir biçimde kullanılabiliyor olmasından kaynaklanıyor olmalıdır ama kendine yabancılaştırılmış olan nice Adige bu gerçeğin farkında bile değildir; şair boşuna dememiş, “Ol mahiler ki derya içredirler deryayı bilmezler” diye. (“А пцэжъыехэр хым хэсых, ау  хым гу лъатэрэп”).
Ancak, bazı gerici-sağcı Rus çevreleri, çağdışı “Büyük Rusya” ütopyası ve yağmacı güdüleri gereği, AC’ni “Rus bedenine batmış bir diken” olarak görmekte ve ondan kurtulmak istemektedirler.
Nitekim Oleg Tsvetkov’un  “Jineps” gazetesindeki (Ekim 2006) bir yazısından da öğrendiğimize göre, 2006’da yapılan bir toplantıda, Putin’in Güney Rusya Okrugu temsilcisi Dimitriy Kozak, AC’nin lağvedilerek topraklarının Krasnodar Kray’a katılmasını ısrarla istemiş, AC Devlet Başkanı Hazret Ş’ovmen’in (Шъэумэн Хьазрэт) karşı çıkması, Putin’in ise Ş’ovmen’e destek vermesiyle konunun yatıştığı söylenmektedir.

Geçmişteki ihmaller:

AC’nin kuruluşu ve yapılanması aşamasında, ılımlı bir kişi, usta bir diplomat ve Ruslarca da desteklenen deneyimli bir yönetici olan ilk Devlet Başkanı Aslan CARIME’nin, AC’nin yapılanması sürecindeki başarısını, ekonomik ve sosyal alanda devam ettiremediği ve yönetiminin de giderek iyice yozlaştığı söylenmektedir. Ekonomideki reel gerileme, en çok da sanayi ve tarıma yansımış, tarım ürünleri para etmez olmuş,sanayi kuruluşlarının çoğu kapanmış, işsizlik yaygınlaşmış, büyük bir ekonomik çöküş yaşanmış, zaten bozuk olan kamu düzeni de büsbütün bozulmuş ve suç örgütleri patlama yapmış, halk fakirleşmiştir. Bu olumsuz oluşumun bir sonucu olarak, 1989-2003 yılları arasında, 123 bin 900 kişi (nüfusun % 28 kadarı) bölgeyi (AC’yi) terk edip sanayi merkezlerine göç etmiş, büyük bir nüfus açığı yaşanmıştır (Bk. Nart dergisi, sayı 36, s. 86).
13 Ocak 2002’de Hazret Ş’OVMEN’in (Шъэумэн Хьазрэт) AC Devlet Başkanı seçilmesiyle, felaket boyutuna ulaşan ekonomik ve toplumsal (etik) çöküş, zorlukla durdurulabilmiştir.Kuşkusuz Ş’ovmen de,Carıme gibi,temelde Rus çoğunluğun  oyu sayesinde seçilmişti.
Bu arada, yönetim, aynı dönemde, çoğu emekli ve üretici olmayan büyük bir yerleşimci Rus nüfusunu (155 bin 400 kişi) kabul ederek (Age, s. 86), Rus nüfusun çoğunlukta kalmasını sağlama bağlamıştır.
Bu yeni oluşumdan “vazife çıkaran” Rus milliyetçileri (Slaviyanlar Birliği) de hemen harekete geçip AC’ni yok etme içerikli kampanya ve girişimlerini yoğunlaştırmışlardır.
Kuşkusuz şurası da bilinmelidir: Adigey Cumhuriyeti’ni, bölgenin etnik kimliğini, siyasi temsil eşitliğini (paritet), Adige dilini ve onu öğrenmeyi benimseyen, Adigelere karşı saygılı olan, bütün bunları güvence altına alacak demokratik düzenlemelere karşı olmayan bir Rus nüfusu, RF ölçeğinde demokrasinin güçlenip oturması, Adigey’de de Anayasal garantilerin (derogasyonların) konulması durumunda, sorun olmaktan çıkabilir (örneğin 4 resmi dili olan İsviçre’de dört dil de tam koruma altındadır, bir öğrenci kendi anadili dışında ikinci bir resmi İsviçre dilini de okumak zorundadır. Bu nedenle bir İsviçreli en az iki dil bilir. RF’nda ise,İsviçre’deki uygulamanın tam tersine, bir Rus öğrenci,Rusça dışında herhangi bir resmi dili okumak zorunda değildir, ama herkes şu ya da bu biçimde Rusça okumak zorundadır). İsviçre’de herhangi bir kantonun etnik yapısı bozulamaz, bir kantonun dili üzerine başka bir dil geçirilemez. Kanton meclisi, o kantonun dil, kültür, din ya da mezhebini koruma konusunda katıdır ve hiçbir ödün tanımaz. Bu sayede kurulduğu günden bu yana İsviçre’de ırkçılık, dil, etnik ya da dini çatışma durumları görülmemiştir. Ancak RF’nda, 108 bin Adige’nin yaşadığı AC’ne 155 bin Rus’un yerleştirilmesi, ardından AC’nin lağvını ön gören bir referanduma gidilmesi için üst düzey bazı Rus yetkililerce desteklenen son derece iğrenç bir kampanya açılması durumu yaşanmıştır. Bunun iyi niyetlilikle karşılanabilir bir yanı olabilir mi?
Demokratik ülkelerde, RF’ndaki uygulamaların tam tersi bir durum vardır, örneğin Yeni Zelanda’da yerli Maori topluluğu ve dili, sayıya bakılmaksızın devletin siyasal anlamda eşit haklı bir topluluğu ve nüfusun % 3 kadarının (100-150 bin) konuştuğu Maorice de İngilizce ile birlikte devletin iki resmi dilinden biridir. ABD’nin çok etnili Hawaii eyaletinde de yerli Hawaii dili, İngilizce ile birlikte eyaletin iki resmi dilinden biridir. Devletler artık asimilasyon politikalarına son vermekte, ırkçılığı terk etmekte ve yerli dilleri tanıma ve bütün dilleri koruma altına almaya doğru adımlar atmaktadırlar.İnsani değerler gelişmektedir. Örneğin ABD’nde Barack Obama gibi azınlıktan gelme siyahi bir ABD yurttaşı başkanlık yarışında Demokratik Parti’nin Başkan adayıdır ve büyük bir olasılıkla, Kasım 2008’de çoğunluktaki beyaz nüfusun da oyuyla ABD Başkanı seçilebilecektir.
Avustralya ve Kanada gibi ülkelerde ırk ve dil baskıları, RF, özellikle de Türkiye örneklerinin tam tersine, tarihe karışmıştır ve durum giderek, dünya düzeyinde daha da iyiye gitmektedir. Örneğin Kanada’da bütün yerli dilleri devletçe tanınmış ve koruma altına alınmıştır (bk. Anadili Sorunu, internet). Bu arada Afganistan, Çin ve İtalya’da 10’ar adet resmi dil kabul edilmiştir, sayı Almanya ve Avusturya’da 7’şer, İsveç’te 6, ABD’de 8, İngiltere’de 12, Filipinlerde 16, Hindistan’da 35’tir. Toplam 239 dil konuşulan RF’nda ise sayı 38 idi, ama 10 özerk okrugun yarısı şimdiden tasfiye edildiğinden sayı 27’ye düşmüştür. (Bk. List of official languages by state,Russia,Wikipedia, internet.)
Bütün bu olumlu gelişmelere karşın, AC’nde, “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali, yöre topraklarının tarihsel halkı olan Adigelerin müze konumundaki ve kuşatma altındaki minyatür devletini bile yok etmeye çalışan; AC’ni Rus ağırlıklı bir “il”e (Krasnodar Kray’a) katma politikası güden, dışarıdan transfer, tehlikeli ve kışkırtıcı bir eğilim, son derece utanmaz, ırkçı ve gerici bir politik akım söz konusudur. Örnekleri RF düzeyinde de yaygın olan bu çağdışı hareketler (faşist dazlaklar, vb) durdurulmadıklarında ya da sırtları sıvazlanmaya devam edildiğinde, Türkiye’de de zaman zaman görüldüğü (Ermeni, Rum, Alevi, demokrat yazar ve aydınlara, vb yönelik saldırılar) gibi, bir virüs gibi yayılarak, zaten zayıf olan demokrasiyi büsbütün zehirleyecek, iç çatışmalar biçiminde RF’ndaki bütün bölgeleri ve her tarafı sarabilecek ve Rusya’yı, tıpkı Yugoslavya ya da Irak gibi bir cehenneme çevirebilecek ve bu işten en başta da Rusların kendileri zararlı çıkabileceklerdir.
Önlem alınmadığı takdirde, özellikle maddi çıkarlar da söz konusu edildiğinde, az kültürlü, yoksul ve sıradan insanların ırkçı, dinci ve milliyetçi saldırılara yönlendirilmeleri zor olan şeylerden değildir. Tarihte örneği bol olan milliyetçi ya da dinci saldırı, katliam ve gasplar bu kategorilerdendir. Bugünkü birçok maddi zenginliğin temelinde de bu tür katliamlar ve yağmalar yoluyla edinilen mülkler ve maddi kaynaklar yatmaktadır. En çarpıcı örneklerden biri de 1864 yılı ve sonrasında % 99 oranında halkından temizlenmiş ve yağmalanmış olan 1864 yılının Bağımsız Çerkesya’sıdır.

Adigey Cumhuriyeti’nde etnik ayrımcılık ve oportünizm:

AC, Rus yerleşimcilere ayrımsız kucak açarken, öte yandan, 1990’larda Maykop’a kadar gelen Stalin sürgünü ve Özbek saldırıları mağduru bir tren dolusu korunmasız Ahıska (Mesheti) Türkü, söylendiğine göre, çocukların feryatları ve yalvarmaları seyredilerek, Maykop tren garından alelacele ve utanç verici bir biçimde gönderilebilmiştir. Yani ortada bir çifte standart ve negatif (zayıfın aleyhine) bir ayrımcılık vardır. Bu bakımdan, sadece ırkçı Rus ile değil, onunla işbirliği içindeki çirkin ve adi (oportünist) Adigey bürokratları ile de mücadele edilmelidir.

AC Devlet Başkanı Hazret Ş’ovmen’in böylesine bürokratlardan neler çektiğini öğrenmek için veda mesajını bir okumak yeterlidir (Hazret Şovmen’in Veda Mesajı, internet).
1992’de Tahtamukay’da, bir grup ziyareti sırasında, “Sibirya ve Kazakistan’dan getirilen” ama iş yeri, yakındaki Krasnodar kentinde olan Rus yerleşimciler için, geniş Krasnodar topraklarında değil de “Tahtamukay rayonunda konutlar inşa edilmekte olduğunu” rayon başkanı Nikolay Demçuk’un karşılama brifingindeki konuşmasından öğrenmiş, bir köylüye de “Rayon başkanını seviyor musunuz?” (Район тхьаматэр шъуик1аса?) diye sormuştum. Köylü de, “İstemiyoruz, Rusları getirip rayonumuza yerleştiriyor” (Tыфэяхэп, урысхэр районым къырeщэх) diye yakınmıştı. Aslında sorun, kaliteli ve demokrat bir aydın olduğu kuşkusuz olan Nikolay Demçuk’tan değil, Moskova’daki Rusçu kesimlerden kaynaklanıyordu. Yerel yönetim onca yetki ve parayı nereden bulacaktı ki? Görüştüğüm AC Meclisi Başkanı Adam Tliuj da (Л1ы1ужъу Адам; şimdi RF Devlet Başkanının Rostov’daki “Güney Federal Okrugu” temsilcisinin AC’ndeki federal baş müfettişi ve bilge bir kişidir) “Adige olmayanlara oturma izni verilmediğini, Tahtamukay’daki yerleşmelerin de durdurulduğunu ama yasa dışı yollardan yapılan yerleşmeler olduğunu” (Хабзэм къыдырауахьэу къет1ысхьах) söylemişti. (Sorduğum güvenilir ve demokrat  bir kültürlü bayan ise, “Burada yönetimin izni olmadan kuş bile uçmaz, kimse de bu topraklara yerleşemez. Her söylenene aldanma, herşeyi bilerek yapıyorlar” demişti. Ancak o bayan, yönetim karşıtı biriydi. Her şeye karşın, o sıralarda AC’nde sömürge tipi bir kolonizasyon politikası uygulanmakta olduğu, yerel yönetimin ise,bu durumu gizlemeye çalıştığı kuşkusuzdu. Bütün bunları o zamanlar,gelişimden  tam emin olmadığım ve bir balayı dönemi de yaşandığı için, ayrıca daha kötü gelişmelere de neden olmaması kaygısıyla ve şimdiki kadar geniş bir boyuta yayılabileceğini de ummadığımdan, açık açık yazmamıştım ama gerekli gördüğüm yerlere söylemekten de kaçınmamıştım. Danıştığım bir kişi “O evlerin hepsi sonunda bizim olacak”, biri de “Birkaç bin Rus yerleşsin, o kadar da önemli değil” demişti.
Bu arada Maykop’taki bir dönüşçü de özel olarak, “Maykop’taki Ruslar politik” demekle yetinmişti. Yazdıklarımın ve kaygılandıklarımın hemen hepsi, maalesef zaman içinde aynen gerçekleşmiştir.
Bu arada AC’nde yasa dışı yolların çoktan aşılmış olduğu, ikircikli davranıldığı, 155 bin 400 yerleşimci olayının gizlenmeye çalışıldığı, on yıl sonra ortaya çıkmış, dönüşçülerimiz ise, bu konuda hiç de iyi bir sınav vermemiş, gelişmelerden diasporayı haberdar etmemişlerdir. Kötü gelişmeler gizlenerek değil, sergilenerek ve deşifre edilerek etkisizleştirilebilir.
Getirilen bu yeni nüfus sayesinde, çoğunluğu garantilenen Slaviyan (Rus) nüfus, “Slaviyanlar Birliği” tarafından kışkırtılıyor, “Çoğunluktaki Rusların azınlıktaki Adigeler tarafından yönetilmekte oldukları” gibisine ırkçı iddialar öne sürülüyordu. Aslında, ortada olanı, çirkin bir “tezgah”tan başkası değildi.
RF’nda bugün, Vladimir PUTİN öncülüğünde “yurttaşlığa dayanan demokratik bir toplumun oluşturulmasına” çalışıldığı iddiaları vardır. Dileriz gerçekleşir. Gerçekleşebilirse, Adigelerin, bütün bölgesel toplulukların, tüm  RF halkının ve herhalde her demokrat kişinin isteyebileceği şey de bu olmalıdır. (Bk. “Jineps, Eylül 2006 Ek:1”; Adige Halk Kongresi’nin 21 Mayıs 2006 günlü tarihsel kararının Türkçe çevirisi, s. 23.)

Rayonlar ve Etnik Yapı:

Tahtamukay rayonu

Adigey Cumhuriyeti’nin kuzeybatısında, Kuban Irmağı solunda bulunan Tahtamukay rayonunda (Тэхъутэмыкъуай; eski adı “Oktyabrski rayonu”) Rus nüfus yanında, Shapsugh (Yerleşim: Afıpsıp, Pseytuk, Penehes, Haştuk), Natuhay (Нэтхъуай; 1 yerleşim: Natuhay) ve Bjedughlar (Бжъэдыгъу) da (4 yerleşim: Tahtamukay, Bjıhakoyaç, Bjıhakoyej, Kozet) yaşamaktadırlar. Rayon merkezi Tahtamukay beldesidir . (5 bin 117 nüf.) Yüzölçümü 440 km. kare, rayon nüfusu 65 bin 474’tür (2002).
Rayonun iki belde (kent) tipi yerleşimi vardır: Yablonovsk (Кощхьабл) ve Enem (Инэм). Okrug (bucak) birimleri de Afıpsıp, Kozet, Şındjıy, Bjıhakoyej, Tahtamukay’dır.
Shapsughlar, aradaki kuzey-güney doğrultulu eski Rus yerleştirme koridorunun batısına, Bjedughlar da doğusuna yerleşmişlerdir. Anapa yakınındaki Natuhay kökenli Hatramtuk (Хьатрамтыку) köyü de Anapa yakınındaki yerinden kaldırılarak, 1924’te, Natuhay köyü adı altında Tahtamukay rayonunun Bjedugh yöresine yerleştirilmiştir. Geçmişte stratejik nedenlerle Adige nüfusundan arındırılmış olan şimdiki Shapsugh ve Bjedugh yöreleri arasındaki Krasnodar-Novorossiysk kara ve demiryolu hattı (eski stratejik Rus koridoru) üzerinde Yablonovsk (25 bin 063) ve Enem (17 bin 654) gibi Rus-Adige karma nüfuslu beldeler vardır. Bu son dönemde, bu iki beldeye yönelik Adige köylü göçlerinin yoğunlaşmaya, yeni semt ve yerleşimler oluşmaya başladığı bildirilmektedir. AC’nde Krasnodar-Novorossiysk kara ve demiryolu dışında gelişmiş otoyollar yoktur.
Ancak bir proje olarak, Krasnodar’dan Maykop’a, Maykop’tan da Karadeniz kıyısındaki Shapsughların yaşadığı Ş’açe (Soçi) metropoliten alanında, Ş’açe’nin 10 km. kuzeyindeki “Tığemıps” (Тыгъэмыпс; Rusça Dagomıs) limanına uzanacak ve Adige bölgesi ile yakın çevresini de kucaklayacak ve Ş’açe (Soçi) metropoliten alanı ile ekonomik ve turistik bir bütünlük oluşturacak olan yeni bir otoyol yapılması konusunda RF Devlet Başkanı (şimdi başbakan) Vladimir Putin’in destek sözü verdiği, yol inşaatının Maykop’a ulaştığı bildirilmektedir. 2014 Kış Olimpiyatlarının Ş’açe’de yapılacak olması, Maykop Havalimanı’nın genişletilmesini ve söz konusu otoyol yapımının, dahası AC’nin güney ilçesi Maykop rayonunu kapsayacak geniş bir turistik dağ yolları ve tesisleri yapımının da tamamlanmasını zorunlu hale getirmiştir.

Ünlü şair Kırımız Jane (1919-1983) Tahtamukay yöresinden olup Afıpsıp köyü doğumludur. AC’nin ikinci Devlet Başkanı Hazret Ş’ovmen de (d. 1937, Afıpsıp) bu yöredendir.
Tevçoj rayonu

Doğudaki komşu Tevçejski (Tevçoj/Тэуцожъ) rayonu Bjedugh nüfusludur. (Toplam 13 yerleşim: Askalay, Djedjehabl, Ğobekuay, Kunçıkohabl, Tlevstenhabl, Neşükuay (Нэшъукъуай), Veçepşıy, Ponejıkuay, Pçıhatlıkuay, Tığurığoy, Tevyehabl, Hatlekuay, Şıncıy) Ayrıca yeni oluşmuş küçük yerleşimler de vardır. Rayonun yüzölçümü 710 km. kare, nüfusu 19 bin 951’dir, Adigeysk (Адыгэкъалэ) kentinin 12 bin 209 nüfusu da dahil edildiğinde,yörenin  toplam nüfusu 32 bin 160’dır (2002). Rayonun tek beldesi ise Tlevstenhabl’dır . (Лъэустэнхьaбл; 4 bin 961). Okrugları ise, Askalay, Djedjehabl, Ğobekuay, Pçıhal’ıkuay (Пчыхьал1ыкъуай), Ponejıkuay, Veçepşıy (Очэпщый).

Adigeysk (Адыгэкъалэ) kenti (eski adı “Tevçejsk”; 12 bin 209) Bjedugh nüfusludur. Bu kent, köyleri Krasnodar Barajı suları altında kalan 8 Adige köyü (Yedepsıqoyezh, Yedepsıqoyaçv, Laxhşıquay, Leninehabl, Neçerezıy, Qezeneqoyezh, Qezeneqoyaçv, Şebenehabl) halkı için bir işçi kenti olmak üzere 27 Temmuz 1976 tarihli bir kararla kurulmuş, ama yerinde istihdam amacıyla Moskova’dan gönderilen paranın tamamı, o zamanlar bir üst yönetim birimi olan Krasnodar Kray yönetimi tarafından bloke edilip “başka amaçlar için kullanıldığından” bu eski köylüler, hak etmedikleri halde, yıllardan beri, her gün, uzaktaki Krasnodar kentine giderek çalışmak zorunda bırakılmışlardır.
“Pşı-vork zav” (Пщы-оркъ зау;Derebeyleri ile Savaş; Bir özeti için bkz.Hapi C.Y., “Kafkasya Kültürel Dergi”,sayı 39-42,s.185-187) adlı, yoksul köylülerin Rus ordusunca da desteklenen derebeylerine karşı verdiği mücadeleyi anlatan şiirsel destanı ile ünlü büyük Adige halk ozanı Tevçoj Tsığo (1855-1940); öykü ve roman yazarı müteveffa Hazret Aşın, (ki, ”Hasit’u” – “İki Tarla” adlı uzun öyküsü “Bir Avuç Toprak” adıyla ve son bölümü özetlenerek tarafımdan Türkçe’ye çevrilmiştir, HCY,  “Kafkasya KD”, sayı 19-25) ; edebiyat bilimcisi ve eleştirmen Kazbek Şeş’e (uzun bir eleştiri yazısı yine tarafımdan N. Karbeç imzasıyla çevrilerek yayınlanmıştır, aynı dergi, sayı 44); yazar, edebiyat bilimcisi, eleştirmen, Nartlar ve Adige kahramanlık destanları üzerine çalışmaları bulunan bilge kişi Prof. Dr. Abu Şhalaho da (d. 1931) bu yöredendir. (Kahramanlık üzerine bazı öyküleri “Kuban Kahramanları” adı altında Fahri Huvaj tarafından Türkçeleştirilmiştir.)
Bu yörede, 1955’te Adigeysk kenti ile Neçerezıy köyü arasındaki yerlerde milat öncesine ait Adige (Meot/Мыут1) yazılı tabletleri kitaplığı bulunmuştur. (Ayrıca bk. Necmettin Karaerkek, ”Yazı”, Nart dergisi, sayı 44, s. 22-24)
Krasnogvardeysk rayonu

Daha doğuda, Laba Irmağı solunda K’emguy (К1эмгуй; 2 yerleşim: Ademıy, Djambeçıy), Hatukay (Хьатикъуай; 1 yerleşim: Hatukuay), Bjedugh (1 yerleşim: Bjedughhabl) ve Kuban Kabardeyler (1 yerleşim: Vılap ) yanında Rusların da yaşadığı Krasnogvardeyski rayonunda Milat (4 bin 500 yıl) öncesine ait Adige kent yerleşimi kalıntıları bulunmuştur. Rayon merkezi Krasnogvardeysk (9 bin 065) beldesidir. Rayonun yüzölçümü 700 km. kare, nüfusu 31 bin 536’dır. Okrugları: Beloselski, Bolşesidorovski, Hatukuay, Krasnogvardeyski, Sadovıy, Vılap, Yelenovski.

Adige Nart destanının derlenmesi, incelenmesi ve tanıtılmasında büyük emeği geçen dilbilimci ve bilge kişi Prof. Dr. Asker Hadeğal (Хьадэгъэл1э Аскэр;doğ. 1922, Hatukuay) bu yöredendir, Hadeğal ünlü bir şair, yazar ve araştırmacıdır da (A. Hadeğal’ın Nartlar adlı bilimsel yazısının Türkçe çevirisi Jineps gazetesinin 20. sayısından başlatılmış olarak yayınlanmaktadır). Ayrıca ünlü yazar, araştırmacı ve eleştirmen Dmitriy Kestan (1912-85) da bu yöreden olup Bjedughhabl köyü doğumludur. AC’nin yeni Devlet Başkanı Prof. Dr. Aslançerıy THAK’UŞIN da (d. 1947) Vılap (Улап) köyü doğumludur.
Şevgen rayonu

Laba Irmağı boyunda güneye doğru Şovgenovski (Şevdjen; Шэуджэн) rayonu K’emguy (4 yerleşim: Djırakıy, Kabehabl, Pşıjıhabl, Hatığujıkuay), Abzegh (1 yerleşim: Hakurınehabl) ve Mamhığ (Мамхыгъ; 1 yerleşim: Mamhığ) nüfusludur. Hakurınehabl (Хьакурынэхьабл) köyünde doğup ABD’nin Paterson kentinde, sürgünde ölen ünlü edebiyat bilimcisi, araştırmacı, Adige folkloru ve Nartlar üzerine geniş derlemeleri bulunan bilge kişi Şaban K’ube (К1убэ Шэбан; 1890-1974) bu yöredendir. Rayon merkezi Hakurınehabl (3 bin 828) beldesidir. Rayonun yüzölçümü 530 km. kare, nüfusu 16 bin 388’dir. Okrugları: Djıraqıy (Джыракъый), Dukmanovski, Hakurınehabl, Hatığujıkuay, Mamhığ, Zarevski.
Koşhabl rayonu

En güneyde Kuban Kabardey (3 yerleşim: Koşhabl, Leşepsın, Fedz), K’emguy (1 yerleşim: Haç’emzıy) ve Yegerukay (1 yerleşim: Yedjerıquay) nüfusun ve Ruslar’ın da yoğun olduğu Koşehablski (Koşhabl) rayonu bulunur. Rayon merkezi Koşhabl ‘de (Кощхьабл;7. 309) Adigey Devlet Üniversitesi’nin bir kolu bulunmaktadır. Rayonun yüzölçümü 607 km. kare, nüfusu 29. 766’dır. Okrugları: Leşepsın ya da Blaçepsın, Dmitriyevski, İgnatiyevski, Fedz ya da Hodz, Koşhabl, Mayski, Natırbovski (Natırbıy), Volnenski, Yedjerıkuay.
Adige edebiyat dilinin kurucusu, “Nasıpım yığogu” (Mutluluk Yolu) adlı, ilk bölümünde, bir Adige köyünde demokratik bir yaşama doğru atılan adımları; ikinci bölümünde de kolektivizasyona (kolhozlaştırmaya) geçilmesi sırasında karşılaşılan zorlukları, bir aşk ekseni etrafında (Bibolet ile Nafset’in aşkı) sergileyen ünlü romanın yazarı, bir bilgin ve bilge kişi olan Tembot K’eraş (К1эрэщэ Тембот; 1902-1988;bk internet) bu yöreden olup Koşhabl beldesinde doğmuştur (Tembot K’eraş’ın “Şıu zaqu” (Tek Atlı) romanı Yenemıko Mevlüt Atalay, “Shapsughe Pş’aş’e” (Шапсыгъэ пшъашъэ;Shapsugh Kızı) adlı uzun öyküsü de “Çerkes Kızı Gulez” adıyla Fahri Huvaj tarafından Türkçeleştirilmiştir; Mutluluk Yolu romanı çevirisi için de bkz. “Tembot K’eraş,Mutluluk Yolu”, internet). Ayrıca İbrahim Keraş’ın kızı müteveffa Zeynep K’eraş (1923-1998) da ünlü bir Adige dilbilimcisi idi ve kendisinden değerli çalışmalar kalmıştır. (Ancak adına düzenlenen plaket yazısı, çok sevdiği Adigece ile değil, sadece Rusça yazılmıştır.)
Tembot K’eraş’ın çabaları sonucu, günümüzün Adige edebiyat dili, “ge”, “ke”, “k’e” (к1ьe) gibi sesleri olmayan ama çift ya da üç değişik tandansta “ç” (ч, чъ), ”ç’” (ч1, к1), ”j” (ж, жь), “ş” (ш, щ) gibi algılanması ve ayırt edilmesi  zor olan sesleri bulunan bir lehçe olan K’emguy lehçesi temelinden oluşturulmuştur. Ancak çift “ş”,  “ç”, “ç’” ve   “j” gibi sesleri nedeniyle aydın kesim dışında fazla yaygınlaşamamış, diğer lehçelerin direncini kıramamıştır. Sonuç olarak Adigey Adigece’sinin (K’emguy)  şimdilerde Kabardeyce içine alınması  gibi değişik öneriler de ortaya sürülmeye başlanmıştır.Kabardeyce’de de “ke”, “ge” gibi sesler yoktur. Örneğin her iki lehçede de “Kemal” yerine “Çemal” denir. Oysa sözkonusu çift seslerin tek ses olduğu ve K’emguyca’da olmayan “ge”,  “k” ve “к1ь” gibi sesleri de içeren eski edebiyat dili Shapsughca (Шапсыгъабзэ) çok daha pratik ve öğrenilmesi çok daha kolay bir lehçe idi. Bu sayede Shapsughca Türkiye’de birçok yerde öbür Adige lehçelerini yutarak bir doğal birleşme sağlamıştı. (Düzce, Sakarya, Ege yöreleri, Samsun, vb.) .

Ancak AC’nde Shapsugh nüfusun çok az olması (5-6 bin), K’emguyca’nın benimsenmesine yol açmış olmalıdır.
AC’nin ilk Devlet Başkanı Aslan CARIME de (d. 1939) Yedjerıquay köyü doğumludur.
Giaginski rayonu

Bu son iki rayonun batısındaki Giaginski (Djedje/Джaджэ) rayonundaki Adigeler 1880’lerde Türkiye’ye göç ettirilmiş, bir kısmı da, 1864’ten sonra cangıla dönüşen ve sonunda yeniden sivil yerleşime açılan Karadeniz kıyısındaki eski toprakları olan Shapsughya’ya (Küçük ya da Kıyıboyu Shapsughya; şimdi Ş’açe ve Tuapse) geri dönmüş ve orada, günümüzdeki Karadeniz kıyısı “Adige-Shapsugh toplumu”nun oluşumunu sağlamıştır. (Shapsugh dönüşüne,bölge için geçerli olan model tarımı Rus yerleşimcilere göstermeleri için de izin verildiği anlaşılmaktadır.) Rayon merkezi Giaginsk (Djadje; 15 bin 160) beldesidir. Rayonun yüzölçümü 790 km. kare, nüfusu 33 bin 458’dir. Okrugları: Ayrumovski, eski bir Shapsugh köyü olan  Dondukovski (Hacemıkohabl), Giaginski (Djadje), Kelemerski, Sergiyevski.
Rayonda bir şeker fabrikası da vardır.

Maykop kenti ve Adige Halk Kongresi’nin 21 Mayıs 2006 tarihli kararı:

Güneydeki başkent Maykop (Mıyequape/Мыекъуапэ; 2002’de 156 bin 931 nüfus), Rus ve Adige karma nüfusludur. Ayrıca bir Ermeni azınlığı da vardır. Son dönemde, köyden kente göçler nedeniyle, Maykop’taki Adige sayısı giderek artmaktadır. Maykop kentsel alanı içinde, 1999’da, Kosova’dan getirilen Adige-Abzeghlerin yerleştirildiği Mafehable (Uğurlu Köy) adlı küçük bir köy kurulmuştur. Maykop kenti ile kentsel alanında Rus nüfus çoğunluğu bulunduğundan ve belediye yönetimi Rus ağırlıklı olduğundan, meydan, park, cadde ve sokaklara, bölge ile ilgili olmayan Rusça adlar verilmiştir.
Ancak, Adigey Cumhuriyeti ile Adige etnik varlığını tehdit etmeye başlayan milliyetçi-yayılmacı Slaviyan dalgası karşısında harekete geçen ve konuyu görüşmek üzere, 21 Mayıs 2006’da toplanan Adige Ulusunun en temel (kurucu) örgütlenmesi olan Adige Halk Kongresi,“Adige dilini ve kültürünü gelecekte de yaşatma isteğini” vurgulayarak; Adigey Cumhuriyeti’nin hukuksal devlet yapısını değiştirme içerikli bir referandum düzenleme yetkisinin, Adigeler dışındaki etnik kökenlileri de kapsamak üzere bütün bir Adigey nüfusuna ait bir hak olmadığını, bu hakkın sadece etnik Adige halkına ait bir hak olduğunu; Adige olmayanların da oy kullanacağı ve Adigey Cumhuriyeti’nin geleceğini belirleyecek bir referanduma gidilmesi durumunda, böylesine bir referanduma etnik Adigelerin katılmayacağını da vurgulayarak; Adige ve Adigey Cumhuriyeti varlığının Anayasal bir temele oturtularak kalıcılaştırılmasını;bunun için Adige varlığını ve Adigey Cumhuriyet’inin geleceğini güvence altına alan bir Anayasa değişikliği yapılmasını Adigey Cumhuriyeti Devlet Meclisi-Khase’den; Maykop’un meydan ve cadde adlarının Adigey Cumhuriyeti’nin özelliğine yaraşır bir biçimde yeniden düzenlenmesini de Maykop kent meclisi ile kent yönetiminden talep etmiştir (bk. 23 Mayıs 2006 günlü “Адыгэ макъ” gazetesi; Türkçe tam bir çevirisi için de bk. “Jineps” gazetesi, ‘Eylül 2006 Ek:1’, İstanbul).

Maykop, yazarlar,sanatçılar ve müzeler kenti:

Adigey dışı doğumlu olup “Bziyko Savaşı” (Бзыйкъо зау) ve “Şhalmıjö” (Шъхьалмыжъо;Türkçesi “Taşdeğirmen”) gibi romanların da yazarı olan ünlü şair, yazar ve bilge kişi İshak Meşbaş da (doğ. 1931, Şhaşefıj köyü, Uspensk rayonu, Krasnodar Kray) Maykop’ta yaşamaktadır (Yazarın bu yapıtları Yenemıko Mevlüt Atalay tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir).

Bu arada, “Koç’as” (Къок1ас) adlı dört perdelik dramın (Türkçe’si için bk. “Kafkasya KD”, sayı 21-26, Ankara, 1969-1970) yazarı İbrahim Tsey (1890-1936; bk. internet), Ahmed Hatko (1901-1937), Murat Perenıko (1912-1970), Asker Yevtıh, Yusuf Tlevsten, Hüseyin Andruhay, His Dıhu, Şamsuddin Hut, Yunıs Tharkoho, Pşımaf Koşbay, Kadırbeç Kumpıl, His Şhaptleko (1918-1982), Kasım Meretıko, Hamid Beretar (d. 1931) ve daha başkaları da anımsanmalıdır.
Bütün bu sayılanlar, küçücük bir Adige aydın kitlesinin bu unutturulmuş yoksul-kırsal yöreyi, sanatsal ve kültürel alanlarda, 1860’larda, bataklıkları kurutup sağlıklı ve bereketli bir yaşam alanı haline getiren becerikli ve çalışkan dedeleri gibi ya da 4 bin 500 yıl, dahası 5 bin 500 yıl öncesinin kentler kuran yetenekli ataları gibi, yeniden ne denli bereketli bir ‘kültür bahçesi’ne dönüştürmüş olduklarını göstermekte, ama bir avuç ekstremist (aşırı sağcı-milliyetçi) Rus, dünya kültürü bakımından da bir örnek ve övünç kaynağı oluşturan bütün bu güzellikleri, bayağı,çirkin, gerici, ırkçı ve yağmacı histerilerle, tıpkı 1864’te Adigey’e, 1865’te de Hak’uçlara uyguladıkları vahşet benzeri bir yöntemle (bk. “Hak’uç”, internet), toprağa gömmeye kalkışmışlardı (Bu kişilerin düzenledikleri Maykop’taki 4 Kasım 2006 aşırı milliyetçi (faşist) Rus yürüyüşüne demokrat Ruslar destek vermemişlerdir (bk. “Jineps” gazetesi, Aralık, 2006). Demokrat Ruslar, her zaman için, Adigelerin demokratik hak ve kazanımlarını desteklemişlerdir.

Maykop’ta kazısı yapılan Veş’ade (Ошъадэ) adlı yığma mezardan (kurgan;къэгъэсэй ya da 1уашъхьэ) MÖ III. binyılına ait taş ve altından yapılma, Dünya kültür ve arkeolojisinde seçkin bir yer tutan 4 bin 500 yıllık heykel ve eşyalar çıkarılmıştır. Ayrıca bu yerde bulunan Maykop Taşı üzerindeki bir krokiden 3 bin 300 yıl önce, şimdiki Maykop kenti yerinde bir Meot (Adige) kenti bulunduğu da anlaşılmıştır. Şu durumda Maykop’un (Mıyequape) en azından 3 bin 300 yıllık bir kentsel tarihi geçmişi vardır. Adigey’de henüz kazısı yapılmamış 10 bin (eski Çerkesya toprakları tamamında ise 50 bin) dolayında yığma mezar (1уашъхьэ;höyük), eski kale kalıntısı, ören yeri, vb bulunmaktadır. Bu da geçmişteki, olasılıkla kuraklıktan kaynaklanma bir ekonomik kriz ve dış saldırılar sonucu yıkılmış olması düşünülebilecek Adige (Meot) kentsel uygarlığının ne denli görkemli ve köklü bir temele dayanmış olduğu gerçeğini de göstermektedir.

Maykop’taki Rus nüfusun önemli bir kesimi emeklidir (Adigey’deki emekli nüfus, Adige kökenli toplam nüfusun 20 bin kadar üzerine çıkarak, 1998’de 128 bine ulaşmıştı, 2008’de ise 10 bin azalma ile sayı 118 bine düşmüştür).
Güneydeki tarihi ve turistik Maykop (Mıyequape) rayonu

En güneyde, 3 bin 730 km. kare yüzölçümlü ve 58 bin 485 nüfuslu dağlık Maykopski (Mыекъопэ) rayonu bulunur. Rayon topraklarında, 1864 öncesinde, cesaretleriyle ünlenmiş Abzeghler (Абдзахэхэр) yaşıyorlardı. İki beldesi vardır: Kamennomostski (2002’de 7 bin 580;1989’da 8 bin 292) ve Tulski. Okrugları: Abadzehskaya (Абдзэхэхьаблэ), Dahovskaya (Дахъо ya da Асрэтхьаблэ), Krasnooktyabrski, Krasnoulski, Kujorski, Pobedenski, Timiyazevski.
Rayonda tarım toprağı az, sanayi gelişmemiş ve istihdam (iş verme) olanağı da kısıtlı olduğundan işsiz nüfus, benzeri yerlerde görüldüğü gibi, ücretlerin daha yüksek olduğu sanayi merkezlerine göç etmektedir.

Rayon merkezi Tulskiy (10 bin 502) beldesidir. En güneyde 3 bin 238 m yükseklikteki Çuguş (Ç’ığuş’;Ч1ыгъушъ) doruğu bulunur. Kamennomostki yakınında M. Ö. III. binyıldan kalma (4 bin 500 yıllık) Maykop “Meşoko” (Мышъэкъо) kültürü kalıntıları, eski Abzegh Köle (Esir) Pazarı yeri, Hamışki (Хьамыщк1эй ; Хъымыщк1эй) köyü yakınlarında “Hörgüçlü Yaban Öküzü Parkı”, Guzerıpl (Гъoзэрыплъ) köyünde “Kafkas Doğa Koruma Alanı Müzesi”, “Leğo-Naqe” (Lago-Naki) yaylası, Avl (Aулъ) ve Huko tepeleri arasında güzel manzaralı Huko Gölü bulunur. Leğo-Naqe Yaylası 165 km. kare genişliğinde bir yöredir, kalıcı karları ile çok sayıda akarsuyu besler, yazın eteklerindeki çayırlarda hayvanlar otlatılır, arı kovanları yayılır. Berrak akarsularında ve küçük göllerinde alabalık avlanır.

Aziş Yer altı Mağaraları Kompleksi (Adigece: Джынэ ун;Cin Evi), 1. 520 m yükseklikte, bir eşi sadece İsviçre’de bulunan, oksijen oranı % 38 olan, hasta ve turistlerin rağbet ettiği bir yerdir. Ancak Leğo-Naqe, 1994’te, AC Devlet Başkanı tarafından Aslan Carıme tarafından “Kafkas Doğa (Biyosfer) Koruma Alanı”na bırakılmıştır. Bunu fırsat sayan Krasnodar Kray yönetimi de, Leğo-Naqe’yi AC’nden koparmaya ve buraları Adigelere kapatmaya kalkışmıştır (bk. Nefiset Hut, “Leğo-Naqe yaylalarının gerçek sahibi kimdir?”, Jineps, sayı 21).

Tarım ve Turizm:

Adigey’de, güneydeki dağlık Maykopski rayonu dışında, kuzeyde kalan toprağın hemen tamamına yakını tarıma elverişli olup sulama ile mısır, buğday, ayçiçeği, şeker pancarı, kenevir, tütün, çay, kavun, patates ve sebze yetiştirilir. Meyve bahçeleri ile dağ eteklerindeki bağlar da geniş bir yer tutar. Kuban Irmağı boyunda pazara yönelik bahçecilik yapılır, domates, salatalık, biber, vd yetiştirilir. Esans elde edilen Kırım Gülü ve lavanta başta olmak üzere çiçek, bölgenin özel ürünüdür.

Hayvancılık ve arıcılık yanında berrak akarsu ve göllerinde alabalık avlanır. Yaban yaşamı (hayvan varlığı) koruma altına alınmıştır. Özellikle dağlık güney bölgesi bir tatil, atlı gezinti, dağcılık, yaya yürüyüşleri, kampçılık, kayak, su sporları (rafting), kültür ve sağlık (tedavi) merkezi durumundadır (Ancak turizm Ş’açe, Karaçay-Çerkesya ve Kabardey-Balkarya ölçülerinde henüz tam gelişmemiştir). Çarpıcı güzellikteki bir doğa, yazları serin, kışları sissiz, kuru ve güneşli bir iklim, şifalı suları ve bol oksijeni ile buraları, Adigey’e gelecekte bir turistik zenginlik vaat etmektedir. Ayrıca yer yer tarih öncesinin dolmen (yisp vıne/исп унэ) kültürü kalıntıları ve kazı bekleyen çok sayıda (binlerce) yığma mezar da vardır. Buralardaki eski Rus ve Kazak yerleşimciler, Adigelerle eskiden beri bir arada yaşayan, Adige Ermenileri gibi dost ve barışçı olan kişilerdir.

Güney bölümünde değerli kereste elde edilir. Bu dağlık yöre konutlarının bir bölümüne su ve doğal gaz bağlanmıştı. Aslan Thak’uşın başkanlığındaki yeni yönetimi eksikleri tamamlaya çalışmaktadır.

Maykop kenti ve çevresi:

Maykop yakınlarında zengin petrol (ч1ыдагъ) ve doğal gaz (гъэстыныпхъэ шъухъуант1э) yatakları vardır. Koşhabl rayonunda da değerli seramik toprağı bulunur. Ayrıca Maykop kenti, kaplıcaları, mineral suları, doğal güzelliği, kışları sissiz, kuru ve güneşli havası ile hastaların ve emeklilerin rağbet ettiği bir sağlık ve dinlenme merkezidir. Ancak bir ekstremist (aşırı milliyetçi) azınlığın yarattığı huzursuzluklar nedeniyle, geçmişte sıkıntılı durumlar yaşanmıştır. Bu tür sorunlara çözüm, her ulusal bölgede olduğu gibi, kuşkusuz, yeni bir nüfus alınırken daha dikkatli davranmak, konukların ev sahibini (Adige kimliğini) bastırmasına asla meydan vermemek, en başta da, Rus’a gerdan kıran değil, hakkını koruyan, kişilikli ve dik durmasını bilen sağlam bir demokratik yönetim oluşturmaktır. Devletin buna hakkı ve yetkisi olmalıdır, bu gibi konularda ödün verilmemelidir.
Maykop ve çevresi, ayrıca bir hafif sanayi merkezidir.
Maykop’ta Türkiye’den gidip yerleşmiş bazı Adigeler (Çerkesler), ayrıca öğrenim için gitmiş Türkiyeli öğrenciler de vardır.

Maykop adının kökeni:

Maykop (Mıyequape) adı “Mıyeqo-pe” (Мыекъо-пэ;Mıyeqo -önü) adından gelme olup; güneyde Abadzehskaya (Абдзэхэхьаблэ) köyünden başlayan, kuzeyde de şimdiki Maykop kentinin bulunduğu düzlük yere değin uzanan Belaya Irmağı (Шъхьагуащэ/Şhaguaşe) vadisine Adigeler “Mыекъо к1эй” ya da “Мыекъо хъуатэ” (Mıyeqo/Mıyeko vadisi) diyorlardı. Maykop, Mıyeko vadisinin sona erdiği ya da bu vadinin ovaya açıldığı ve soykırım yoluyla Adigelerden temizlenmiş olan ovalık bir yerde, 1857’de bir Rus askeri kalesi olarak kurulmuş, sonradan da (1870’de) kent olmuştur (Maykop, “Mıyequape” sözcüğünün başka bir söyleniş biçimidir. Yineleyelim, Adigeler, güneyde Şhaguaşe Irmağı boyunda bulunan Abadzehskaya köyünden başlayıp, kuzeyde şimdiki Maykop kentine değin uzanan oluk biçimli bir uzun vadiye “Mıyeqo k’ey, Mıyeko huate” (Мыекъо к1эй, Мыекъо хъуатэ)= “Mıyeko vadisi” diyorlardı.

Vadinin sona erdiği, yani düzlüğün ya da geniş ovanın başladığı yere de “Mıyeqo-yıpe” ya da “Mıyequape”= Mıyeko vadisi önü” diyorlardı (Daha geniş bilgi için bk. Aslanguaş Ş’avko, “Mıyequape/Maykop” adının kökeni, Jineps gazetesi, sayı 19). Ruslar Mıyequape adının, Adigece “Mıye” (elma) sözcüğünden geldiğini ve  “Elma vadisi” anlamı içerdiğini, Türk ve Tatarlar da “May”+ “kop” (Yağ+çok) = Maykop= “Yağı çok vadi” anlamına geldiğini öne sürmüşlerdir.

Maykop rayonunda ekonomik durum ve turistik çalışmalar:

Maykop rayonundan değerli kereste elde edilir. Hayvancılık yapılır  ve mineral suları çıkarılır. Rayondaki köy ve mezralara en son 2007 yılında doğal gaz verilmesi işi büyük ölçüde tamamlanmıştır. 2014 Ş’açe (Soçi) Kış Olimpiyatları nedeniyle rayonda alt yapı çalışmaları yoğunlaştırılmıştır. Bu bağlamda Dahovskaya (Asrethable) ve Guzeriptl‘den Leğo-Naqe‘ye uzanan dağ yolları yapıları sürmekte  olup yol kenarlarına da irili ufaklı haç’eş (otel) ve dinlenme tesisleri yerleştirilmesi planlanmaktadır. Ayrıca başkent Maykop‘tan kıyıdaki Tığemıps (Dagomıs;Soçi) beldesine uzanacak bir otoyol yapılması da planlanmış olup otoyol yapımının Krasnodar’dan Maykop’a ulaştığı söylenmektedir. Bütün bu işler eski devlet başkanı ve yeni Başbakan Vladimir Putin‘in desteğinde sürdürülmektedir. Maykop-Dagomıs otoyolu tamamlandığında Karadeniz yeni bir ihracat kapısına ve turistik limana kavuşmuş olacaktır. Ayrıca burada Ş’açe 2014 Kış Olimpiyatları nedeniyle “Adige Evi” adı altında turistik bir kompleks kurulması da düşünülmektedir (Bkz. “Adige Evi”, internet).

Yönetsel, kültürel kurum ve etkinlikler:

Maykop’ta AC Devlet Başkanlığı, AC Devlet Meclisi-Khase (Хасэ), Bakanlıklar,değişik kültürel kurumlar, son dönemde büyük bir atılımda bulunan Adigey Devlet Üniversitesi, ikinci bir üniversite olarak Maykop Devlet Teknoloji Üniversitesi, birçok fakültesi ile AC Tembot K’eraş Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü, 70 bin müze eşyasının (yapıt/ sauğet/ саугъэт) sergilendiği Adigey Ulusal Müzesi, Moskova’daki Doğu Halkları Müzesi’nin bir bölümü olarak da Kuzey Kafkasya Müzesi vardır. AC’nde 8’i devlet (büyük), 23’ü de yerel düzeyde olmak üzere toplam 31 müze bulunmaktadır. Adigey müzeleri dünyaca ünlenmiş birinci sınıf müzelerdendir. Bu arada Almir ABREG‘in ünlü bir müzecilik uzmanı, Aslan TEV‘in de tanınmış bir arkeoloji uzmanı olduğunu belirtmeliyiz.

AC’nde 4 tiyatro, Adigece ve Rusça Radyo-TV yayınları, folklor ekipleri, vb bulunmakta, resmi diller olan Rus ve Adige dillerinde devletçe birer günlük gazete (Adigece:Адыгэ макъ), bir edebiyat (Zeqoşnığ/Зэкъошныгъ), bir de çocuk dergisi (Jöğobın/Жъогъобын) yayınlanmaktadır. Ancak bunlar sınırlı sayıda ve dar bir kitleye hitap eden yöresel yayınlardır (Radyo ve televizyon yayını ise, sık sık yayın saatleri değiştirilmek üzere, çok kısıtlı olarak, adeta yaz yağmuru çiselemesi gibi verilmektedir.Bu da Rus baskısının sürmekte olduğunu belli etmektedir).
Cumhuriyette, Rus ve Adige dillerinde konuşanların “siyasi temsil eşitliği ilkesine (paritet) dayanan” bir yönetim anlayışı vardır. Cumhuriyette ikisi kent ve yedisi de rayon olmak üzere 9 seçim çevresi (okrug) vardır. Adigeler 6 küçük okrug, Ruslar da 3 büyük okrug içinde daha yoğundur. Her okrugun 3 üye ile temsil edildiği 27 üyeli Parlamento üst kanadında Adige üyeler çoğunluğu sağlar. Her okrugun nüfusuna göre üye seçtiği 27 üyeli alt kanatta da Rusça konuşan üyeler çoğunluğu oluşturur. Böylece Khase’de eşitlik (denge/paritet) sağlanmış olur, ancak paritet aritmetik eşitlik demek değildir. Paritet’den her iki dilde konuşan nüfusun uzlaşmayla ortaklaşa  kararlar alması gereği anlaşılmalıdır.

Ancak AC’nin kuruluşundan bu yana geçen 17 yıl süresince,AC Devlet Meclisi-Khase’de Adigece bir konuşma yapılamadığı,sadece Rusça konuşulabildiği görülmektedir.

 

Adigece eğitimi sorunu:

Rusya’da Sovyetlerden önce de Adigece eğitim vardı, dahası Türkiye’den gitme öğretmenler şimdiki Adigey ve Kabardiya topraklarında Adigece eğitim sunan okullar açmışlardı. O zamanlar Adigece Arap harfleriyle yazılıyordu.
Sovyetler döneminde, 1920’de Arap harfleriyle resmen Adigece okul eğitimine başlandı. Lenin döneminde (1920-1924) Adigece, okullarda, kamu yaşamında ve devlet dairelerinde kullanılıyor, Ruslar da Adige okullarına yazılıyor ve Adigece öğreniyorlardı. Bu sayede tutucu ve sıkı gelenekçi Adigeler, bir nebze olsun yönetime ısınır olmuşlardı. Ünlü dramaturg İbrahim TSEY (bk. internet) 1933’te Adige Tiyatro Okulu‘nu kuruyor ve onun önderliğinde köylerde Adigece tiyatro temsilleri veriliyor, büyük bir ilgiyle karşılanıyorlardı. Ama Stalin yönetimi (1924-1953) ile birlikte, giderek baskı, terör ve Ruslaştırma faaliyetleri yoğunlaştırılmaya, Rus olmayanlar aşağılanmaya başlandı. Arap harfleri yasaklandı, 1927’de Latin, 1937’de de Kiril alfabesine geçiş yaptırıldı.
Giderek Rusluk yüceltilmeye, Rusça dışındaki diller önemsiz ve kıytırık diller olarak sunulmaya başlandı. Din ve geleneklere savaş açıldı, camiler yıkıldı ya da kapatıldı. Direnenler acımasızca cezalandırılmaya başlandı. “Küçük dillerin büyük bir dil içinde erimesinin kaçınılmaz olduğu, Sovyetler’de büyük dilin Rusça olduğu, Rusça içinde erimenin ilericilik anlamı taşıdığı, bütün dillerin zaten tek bir dünya dilinde birleşeceği, o zamana değin, bir geçiş dili olarak Rusçanın benimsenmesi gerektiği” biçiminde bilim dışı (faşist) görüşler yaygınlaştırılmaya başlandı. Ulusal yapı büyük ölçüde yıkıma uğratıldı.Ancak okuma yazma oranı da yüzde yüze yaklaştırıldı.
Stalin’i izleyen Kruşçev ve Brejnev dönemlerinde Ruslaştırma çalışmaları yoğunlaştırılarak sürdürüldü. Rus nüfus Kazakistan ve Kırgızistan gibi yerlere devletçe götürülüp yerleştirilmeye başlandı. 1959’da Kazakistan’da Kazak oranı % 29.6’ya düştü, Rus oranı ise % 43.1’e yükseldi, 1989’da bile Kazak oranı % 36, Rus oranı % 42 idi. Yine de Kazaklar ülkelerine ve ulusal kimliklerine sahip çıktılar ve yönetimi dışarıdan getirilen politik yerleşimcilerin eline teslim etmediler (Çünkü onlar bilinçlenmişlerdi ve ulusal yapılarına yönelik saldırılara kitleler halinde sert karşılık veriyorlardı. Ancak bağımsızlıktan sonra Rus ya da Alman başbakanlar seçmekten de kaçınmadılar). Bütün bunlar, o zamanlar geri düşünceli (ırkçı/Rusçu) yöneticilerin SSCB yönetiminde etkili makamlarda bulunduklarını gösteriyordu. Bu arada Adigey’e, Kuzey Kafkasya bölgelerine ve diğer ulusal bölgelere de, aralıksız Rus nüfus takviyeleri yapıldı (Amaç, kuşkusuz büyük bir Rusya, tek bir dile dayanan bir ‘ırk devleti’ yaratma hayali olabilirdi, ama çağ, artık bu gerici anlayışa izin vermiyordu).

Bu arada çocukların Rusça adlar almaları ve karma evlilik yapmaları özendiriliyor, Kazakistan gibi “bakir (tarıma açılacak) bölgelere gideceklere ve özellikle oralarda karma evlilikler yoluyla yuva kuracak olanlara” büyük destekler sağlanıyordu…
Sonunda, Adigece, bazı köy okullarında haftada tek saatlik, aslında Rusça’yı öğretme işinde yardımcı olması için kullanılan bir yardımcı ders durumuna düşürüldü. (Anadili eğitimi, SSCB ve Rus SFSC anayasaları gereği tamamen kaldırılamıyor ama iyice etkisizleştiriliyordu. Amaç bir an önce Ruslaşmayı gerçekleştirmek idi.) Çoğu okulda ve bu arada kent ve belde okulları tamamında Adigece eğitime son verildi. Ancak Ruslaştırma programı henüz tamamlanamadan Sovyet propaganda vitrini patladı ve SSCB dağıldı.
Gorbaçov döneminde (1985-1991), Brejnev patentli “iki dünya” ve “komünist toplumun kurulması aşamasına ulaşıldığı” gibi uydurma görüşler  de iflas etmişti.İlk görüşe göre sosyalist ve kapitalist system biçiminde iki ayrı dünya vardı ve bu iki dünya yan yana yaşayabilecekti. Ancak gerçekler, iki  değil, tek bir dünya bulunduğunu gün ışığına çıkardı: Silahlanma masrafları, Sovyetlere,teknolojik gelişme ve rekabet için gerekli parayı bırakmıyordu.Sonunda Sovyet sistem ve ekonomisi için için çürümeye başladı. Üst düzey bürokratlara hak edilmemiş paralar ödeniyor, rüşvet ve yolsuzluk başını almış gidiyordu (1992’de bana üst bir düzey bürokrat işaret edilerek “Bu adamın en az on metresi var” denmiş, bir güzel kadın da işaret edilerek “Henüz genç bir Adige kızı iken Moskova’dan gelen üst düzey bir parti yetkilisinin yatağına verildi, bu yüzden onu kimse almıyor” denmişti). Artık çalışanlar emeğe ve kaliteye göre ücret, ayrıca girişim özgürlüğü talep ediyorlardı.
Afganistan yenilgisi, Sovyet siyasetinin yanılmazlığı ve Sovyetlerin yenilmezliği efsanesinin de sonunu getirmişti. ABD ve Çin’in eğitip silahlandırdığı Afganlılar Sovyet askerlerine dünyayı dar etmişti.

Böylesine bir ortamda sistem sürdürülemez oldu. Sovyet parti sistemi ve devlet cihazı çürümüş ve halktan kopmuştu. Ekonomik birikimler, halkı oyalamak için, Brejnev döneminde hoyratça harcanmış, hiçbir iyileştirme de yapılmamıştı. Sovyetler artık sanayi ürünü ihraç edemiyorlardı (Sanayi ürünlerinin yeri çöplüktü), bu bir ekonomik iflastı.
Rus yöneticiler paniğe kapıldılar, Brejnev sonrasında sistemi ve devleti yenilemeye ve liberalleştirmeye karar verdiler (glasnost ve perestroyka). Bu bağlamda Rus olmayan uluslar,diller ve kültürler üzerindeki baskılar da gevşetildi (Cehennem’deki Gayya kuyusunun kapağı aralanmıştı ya da Pandora’nın kutusu açılmıştı). Sonunda çürümüş parti tekeline de son verildi ve çok partili parlamenter sisteme geçiş kararı alındı. Rusya krizi az bir zararla atlatmayı amaçlamıştı. Artık SSCB “sosyalizmi” (aslında faşizmi) tasfiye ediyordu. Sonunda SSCB de ömrünü tamamladı ve dağıldı (Aralık 1991 sonu).
Bu bağlamda Adigece’nin kullanım alanı da genişlemiş oldu; radyo ve televizyonlar, kısıtlı da olsa Adigece yayınlar sunmaya başladılar. Matematik dersi de dahil temel dersler ilkokulda Adigece okutulmaya, bazı Rus öğrenciler, Adige sınıflarına yazılmaya ve Adigece öğrenmeye başladılar. Daha önce bir Rus öğrencinin bir Adige okuluna yazılması olmayacak,attan inip eşeğe binmek gibi bir şeydi. Ancak bu bahar havası uzun sürmedi. Dünya çapında petrol ve doğal gaz fiyatlarının yükselmekte olması, RF’nu yeniden canlandırdı, Çeçen Savaşı’nı bahane olarak kullanan RF yöneticileri, demokratik istekleri bastırmaya ve Rus olmayan halklar üzerindeki baskıları yeniden yoğunlaştırmaya başladılar.Bu arada şeriatçı Çeçenlerin sakat ve bindiği dalı kesecek tipteki çirkin ve küstahça davranışları da iyi incelenmeli ve gerekli dersler çıkarılmalıdır.
Sonunda Ruslaştırma politikası yeniden diriltildi, küçük halkların (ulusların) özerk okrugları bir bir kaldırılmaya, toprakları Rus illerine (kraylara) katılmaya, dahası gözdağı anlamında AC ve bazı cumhuriyetlerin de kaldırılmaları için kampanyalar açılmaya başlandı. Adigece eğitim 1-10 sınıflarda seçmeli tek derse düşürüldü. Şu sıralarda anadilinde ders saatleri Krasnodar krayda haftada 1 ile 2, AC, KBC ve KÇC’nde de 2 ile 4 arası bir ders saati tutarındadır. Adigece dersi, Rusça üzerinden öğretilmeye çalışılan, tekme yiyen, tırpan çekilen ve son ders saatlerine atılan iğreti bir dil haline getirildi (Sömürge tipi bir uygulama söz konusu edilebilir).
Osmanlı Padişahları, gözden çıkardıkları gözde ve cariyelerini Topkapı Sarayı’ndan, Beyazıt’taki “Gözyaşı Sarayı’na” (Eski Saray) sürer, Saray rezaletlerini ortaya dökmemeleri için oraya kapatırlardı. Adigece de şimdi o duruma düşmüş gibi. Artık Adigece ve diğer yerel diller, ölü dillerden olan Sümerce ve Hititçe gibi, Rusça olarak anlatılarak “işlenen” diller durumuna düşürüldüler. (Bilemiyoruz, yaşayan diller için, bu tür bir ölü dil eğitimi uygulayan başka bir yeryüzü ülkesi daha kalmış mıdır? Adige öğretmen ve profesörler bile, artık Adige kameraları karşısında, Adigece değil de, Rusça konuşturuluyorlar, Adigece’nin en büyük araştırmacılarından Zeynep Keraş’ın resimli tanıtım plaketi bile alay eder bir  biçimde sadece Rusça yazılıyor, ilginç mi ilginç.)
Bu arada okullarda, kamu yaşamında Rusçanın, radyo ve televizyonlarda da Rus müziği ile Rus şarkılarının ortalığı kapladığını,ulusallığın alabildiğinin bastırılmakta olduğunu ayrıca belirtmeye gerek de yok. Adigece ve Adige müziği can çekişiyor, sanki Stalin’in ruhu  dirilmiş gibi.
Bu olumsuz gelişme karşısında, AC Devlet Meclisi-Khase (Хасэ), Devlet Başkanı Hazret Ş’OVMEN‘in öncülüğünde, 2006 yılı başlarında cesur bir adım attı; Adige kökenli öğrencilerin Adigece eğitim almalarını zorunlu hale getiren bir eğitim yasasını kabul etti. İzleyen 2006-2007 eğitim-öğretim yılında, Adige kökenli öğrencilerin, tek dersle sınırlı da olsa, ilk ve orta dereceli okullarda zorunlu bir Adigece eğitim almaları sağlandı. Ancak ırkçı ve asimilasyoncu çevreler (Ruslar) hemen ayağa kalktılar ve yeri göğü inletmeye başladılar. Sonunda söz konusu yasa, Rus asıllı AC Başsavcısı’nın açtığı bir dava sonucu, “Anayasaya ve ‘insan haklarına aykırı’ sayılarak”, yargı yoluyla iptal ettirildi. Böylece 2006 yılı öncesinin berbat durumuna yeniden dönülmüş olundu.Kendi dilini okutma yetkisinden bile yoksun olan  “egemen bir Adigey Cumhuriyeti” ya da cumhuriyetlerle karşı karşıyayız…

Bu utanç verici durum, beraberinde bazı olumlu sonuçları da getirdi: Önce, Ruslaştırma kıskacına alınmış olan Adige öğrenciler bir eğitim yılı boyunca, tek dersle sınırlı da olsa, Adigece bir eğitim almış oldular, ayrıca gizlenmiş ve bastırılmış birçok sorun da gün yüzüne çıktı, yani Cehennem’in kapağı aralanmış, RF’ndaki berbat-ırkçı uygulama, demokratik kamuoyunun bilgilerinden saklanamaz oldu. Bu arada, RF’nda bir hak tecavüzü olduğu,Rusça dışındaki dillerin birçok derste isteğe bağlı olarak okutulmasının yasalara aykırı düşmediği de anlaşıldı. Nitekim, bir ilk adım olarak, 2007-2008 eğitim-öğretim yılında Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde 20 kadar okulun ilk sınıflarında Kabardey-Çerkesce (Adigece) ve Karaçay-Balkarca (Türkçe) eğitim kararı alındı (bk. Kabartayca,Vikipedi, internet).

Dönüş sorunu:

1864 sürgününden bu yana Diaspora Adigeleri ve Abazaları arasında yoğun bir Kafkasya nostaljisi ve Anayurda dönüş düşüncesi var olmaya devam etmiştir. Güzel bir şeydir bu. Ancak Rus Hükümetleri hiçbir dönemde bir Adige ya da Kafkaslı dönüşünü sıcak karşılamamış,daima önleme yoluna gitmiştir (Lenin dönemi dışında). 1905 Rus Meşrutiyeti ile birlikte, Rusya’da nispi bir özgürlük ortamı oluşmuş, karşılıklı ziyaret amaçlı Kafkasya’ya gidip gelmeler çoğalmıştır. Bu arada Türkiye’den giden bazı idealist gençler de eğitici ve aydınlanmacı çalışmalara katılmışlardı: Yusuf Suat Neğuç ve Nuri Tsağo (Ц1агъуэ Нурий) gibi.
Stalin döneminde Kafkasya yolu kapandı. 60 yıllık yasaklı bir korku döneminin ardından, Brejnev döneminde kapılar aralanmaya başlamış, Gorbaçov döneminde de, Kafkasya’ya gidip gelmeler çoğalmış ve bir balayı dönemi yaşanmıştır. Bu arada Kafkasyalıların Türkiye’deki akrabalarını arama yarışmaları, bir ara bir patlama yapmıştı. Ancak Türkiye’nin RF yurttaşlarına vizeyi kaldırması üzerine, akraba arayışlarına gerek kalmamış ve balayı dönemi de sona ermişti.
1998’de Kosova’dan 174 kişilik bir Adige grubu,savaş koşulları ve can güvenliği gibi nedenlerle, RF Hükümeti’nin iskan garantisiyle AC’ne yerleştirilmiştir. Bu yerleştirmenin, yoğun bir Rus nüfusunun (155. 400), aynı sıralarda AC’ne, Adigey’e yerleştirilmekte olması olayını perdelemek ve gizlemek amacıyla yaptırıldığı, çok geçmeden gün yüzüne çıkmıştır (Rus tarihinde bunun bol örneği vardır, örneğin isteğe bağlı göçlerle perdelenmek suretiyle, 1864’te Adigelerin toptan yurt dışına sürülmeleri, yani koskoca bir ülkenin boşalttırılması ve Adige Ülkesi’nin çalınması olayı gibi. Bugün RF’nda birey haklarından çok, ırk esasına dayalı bir Rus milliyetçiliği anlayışının daha egemen durumda olduğu görülebiliyor.Rus, herhalde kendinde, diğer topluluklarda  bulunmayan  bazı “üstün özellikler” olduğunu sanıyor olmalı. Vladimir Putin ise, ırk esasına değil, yurttaşlığa dayalı, değişik kökenli yurttaşların eşit haklı olacakları demokratik bir devlet vaat etmektedir. (Adige Mak, 23. 05. 2006, Adige Halk Kongresi kararının Türkçe’si için bk. Jineps gazetesi, ek-1). Demokratik bir RF, o zaman,yetiştirdiği büyük devlet ve sanat adamlarının kişiliğine yaraşır bir yapılanmayı yakalamış olacaktır. RF’nda aklı başında devlet adamı sayısı, kuşkusuz az değildir. Bunu Federasyon’un varlığını hala koruyabiliyor olmasından da anlıyoruz. Bu, çok önemli bir olgudur.)
Bu arada, 1989-2003 yılları arasında, Ruslar, dönüşçü dostlarımızın uçurdukları birtakım balonları da ciddiye almışa benziyorlar. Rus makamları Adigey’de Adige nüfusunun, bir biçimde çoğunluk ya da belirleyici bir ağırlık oluşturmasını önlemek için ciddi önlemler alma ve yoğun bir Rus nüfusu Adigey’e getirip yerleştirme ve para harcama gereğini duymuş olmalılar. Nitekim ortalıkta Rusların kaygılanmalarına yol açacak türden  iddialar da uçuşmaktaydı: Örneğin emekli bir asker dostumuz, Samsun’a gidip kollarını sıvayacak olursa, halkın %80’ini Kafkasya’ya dönüşe ikna edebileceğini basına pompalıyor, bir diğer rahmetli ağabeyimiz de Kuzey Kafkasya kökenli Türkiyeli işadamlarının inşaat malzemeleri üretecek fabrikaların temellerini atmaya hazırlandıklarını ve Kuzey Kafkasya’ya yerleşecekler için konutlar inşa edeceklerini açıklıyordu, vs. Bütün bunlar basında ciddi ciddi yer alıyordu. Kendilerine sanki “Acem mülkü” bağışlanmıştı…

Çökmüş bir ekonomi ve işsizlik içinde kıvranan bir kırsal tarım bölgesi olan Adigey’e yaptırılan bu akıl almaz Rus yerleştirmeleri, büyük bir sessizlik ve gizlilik içinde gerçekleştirilirken,yerel yönetim ve dönüşçüler dut yemiş bülbül gibi susmuş iken, bir avuç Kosovalı Adige’nin dönüşü göklere çıkarılıyor, büyük karşılama, törenler ve gösterilerle ekranları dolduruyordu. Yerel yönetim ve bürokrasi bu “büyük başarıdan” ötürü, ziyadesiyle “memnundu”. Dahası jet hızıyla Türkçe’si de yayınlanan bir kitap bile yazdırılıyor, Rus diplomatlara övgü üstüne övgü yağdırılıyordu. (Gazi Çemişo, Dönüşün İlk Adımları). Ama Rus yerleştirme programı tamamlandıktan sonra, sahte Kosovalılar sevgisi de ansızın sona eriyor ve birçok Kosovalı aile parya muamelesi görmeye başlıyordu, gelenlerin bir bölümü, bunu gururuna yediremeyip bırakıp ayrıldığı Kosova’ya boynu bükük geri döndü, bir bölümü de, on yıldır “konut” bekliyor. Büyük kızı evlenip ayrılan Kosovalı dul bir kadın ile kızına, “Biz bu evi size üç kişisiniz diye tahsis etmiştik,bir kızınız evlenip ayrıldı, şimdi iki kişiye düştünüz,bu ev artık sizin için fazla, boşaltın evi” deniliyor, ardından ailenin elektrik ve doğal gazı kış ortasında kesiliyordu (RF’nin iskan garantisi, Kafkasya’dan ve Diaspora’dan Kosovalılara ev yapılmasına katkı için toplanan paralar ne olmuştu ki?Ayrıca Adige insanlığına da ne olmuştu ki?)
Kosovalılar dışında, diasporadan AC’ne ve Kabardey-Balkarya’ya dönmüş bazı perakende  kişilerin bulunduğunu da biliyoruz, sayıları çok değil bunların. Bunların bazıları, Kosovalılar gibi tahsisli (devlete ait) değil, kendine ait (özel) ev sahibi, bazıları da kirada.
Oturma izni alma ve RF yurttaşlığına geçme koşulları, şu sıralar hayli zorlaştırılmış, cumhuriyet yurttaşlığı ise kaldırılmış durumda. Bu nedenle AC’ne ya da Kabardey-Balkarya’ya yeni yerleşmeler pek görülmüyor; pişman olup Kafkasya’dan diasporaya dönenler ise daha çok.

Bildiğimiz kadarıyla, şu koşullarda bir oturma izni almak için Kafkasya’ya davetli olarak gitmek ve oradan güvenilir bir kefil bulmak gerekiyor. Yönetim başka türlü oturma izni vermiyor.Ayrıca yönetim karşıtı eleştiride bulunanların hemen kapı dışarı edildiği de biliniyor, yani tepede Demokles’in Kılıcı asılı…
2006’da RF Devlet Başkanı Vladimir Putin‘in imzaladığı ve bütün yerel birimlerin dönüş programlarının istendiği bir RF Hükümet kararı (ukaz), 2007’de yasalaştırılmış ve bu yasa Adigeler arasında da bir umuda yol açmıştı. Ancak, çok geçmeden, bu yasanın, Kazakistan ve Kırgızistan gibi ülkelerde kalmış olan eski RF yurttaşlarının (Rusların) RF’na dönmeleri için çıkarıldığı ve Diaspora Adigelerini kapsamadığı, çok geçmeden anlaşılmıştır.
Adigeler ve diğer Kuzey Kafkas kökenliler için radikal çözüm, bireysel değil, toplu dönüş hakkının kısıtlamasız olarak elde edilmesidir. Dönüp dönmemek ise ayrı bir konudur.

Bu arada diaspora’da dilin yitirilmekte olması olayı, etnik kimliğin de bütünüyle yitirilmekte olduğu biçiminde aceleci kaygılara da yol açmamalı. ABD ve Kanada İrlandalıları arasında anadilini bilen kalmamış gibi, ama İrlanda’ya destek, en çok da onlardan geliyor (Para yardımı, İrlanda’yı ziyaret gibi). Ayrıca dil bilenlerimiz hala çok sayıda, örneğin Düzce’de Çerkes Taşköprü (Шыхэл1эхьаблэ) köyünde ve bazı yerlerde çocukların hala Adigece (Shapsughca) konuştukları bana iletildi, çok sevindirici bir durum. Yüz binlerce Türkiyeli Çerkes, dilini bilmese bile, etnik kimliği ile gurur duyuyor (Milli Güvenlik Kurulu’nun talimatıyla 8 yıl önce yaptırılan bir araştırmaya göre değişik kentlerde yaşayan Çerkeslerin sayısı 2.5 milyon kadar, bunu iki milyon kadarı artık Çerkesce’yi kullanmıyor. bkz. Vatan, 6.06.2008, internet). Bunu, 1864 öncesinin bağımsızlık ruhunu günümüze taşıyan on iki yıldızlı Adigey (Çerkesya) Bayrağı’nın, her görüldüğü yerde coşkuyla alkışlanıyor olmasından da anlayabiliyoruz. Çok önemli bir ulusal bilinç yansımasıdır bu. Bu, Adige Diasporası’nda (Türkiye’de) önemli bir toplumsal bozulma, bir yozlaşma olmadığını, aksine ulusal ruhun diri olduğunu gösteriyor. Buna inanmamız gerekiyor, küller henüz soğumamış. Sessiz çoğunluk, Adigelik ve Kafkaslılık ruhunu taşıyor. Ulusal davamızı yitirilmiş bir dava olarak görmemek gerekir.
Ancak, yine de, zaman geçirilmeden tarih, edebiyat ve kültür yapıtları hızla Türkçeye çevrilmeli, folklorik ürünlerin derlenmesi, bütün bunların, uzman ellerce süzgeçten geçirilerek Türkçeye aktarılması, topluma sunulması, kültürel boşluğun bir an önce doldurulması ve sağ sol kavgalarına girmeden sıkı bir dayanışma kurulması gerekiyor. O zaman bir güç, uluslararası kamuoyu ve RF karşısında etkili bir etnik lobi de oluşmuş olur.
Toplu dönüş için, her şeyden önce, RF güvenceli bir dönüş izni, çifte vatandaşlık hakkı,hileli ve düzenbaz değil, dürüst bir RF demokratik yönetimi ve bağımsız yargı güvencesi gerekir. Bunlar, işin olmazsa olmazlarıdır.

UNPO tarafından da kabul edilip desteklenen Çerkes talebi, özet olarak budur (bk. Unpo, Çerkes Ulusunun Durumu Üzerine Karar, internet).

Not: Bu inceleme yazısı 9 Haziran 2008’de güncellenmiştir. HCY.