HAPİ Cevdet Yıldız
Ocak 2008’de yayınlanan Jineps’in 24. sayısında, Elena Kutarba’nın “Abazalığın Abazaca’sız olmayacağını bilmemiz gerekiyor. Anadilini biliyor musun?” başlıklı yazısının çevirisi yayınlandı. Yazıyı, konuya ilgi duyan herkesin okumasını öneririm.
Yazı, Abhazya Cumhuriyeti’nde Abazaca’nın şimdiki durumuna ilişkin, birkaç öğrenci ve öğretmenle yapılmış olan söyleşilere, ayrıca yazarın kendi görüşlerine ayrılmış. Bunların hepsi, aslında bilindik şeyler. Ancak, yine de, konu üzerinde durmakta yarar var, konu sadece Abazaları değil, diğer halkları ve küçük dilleri de ilgilendiriyor.
Söylenenlerin bazılarını şöylesine vurgulayabiliriz: “Atalarımız Abazaca okuyup yazma bilmiyorlardı, ama yine de dilimiz yaşayabiliyordu” diyor Sayın Kutarba. Bir öğrenci de “Konuşmadığımız için dilimiz yok oluyor, yaşlılar Abazaca konuşmadığımızı öne sürerek bizi suçluyorlar” diyor. Kuşkusuz, bunlar, bireysel söylem ve yakınmalar. Bu bakımdan konuya daha fazla eğilmekte, konuyu mercek altına almakta yarar var.
Yazıdan anlaşıldığına göre, bir bölüm Abaza öğrenci, seçmeli tek dersle sınırlanmış bir Abazaca eğitimi (!) alıyor, üniversite eğitimi ise, filoloji bölümü dışında, tamamıyla Rusça. Bir bölüm Abaza öğrenci ile Abaza olmayanlar (Rus, Ermeni, Gürcü, vb) ise, Abazaca hiçbir eğitim almıyorlar. Bu durumda Abazaca eğitim, azınlığın azınlığı ya da etnik Abazaların azınlığı, yani çok az bir öğrenci tarafından alınabiliyor. Maşallahı var, Abaza dilinde eğitim veremeyen 16 yaşında, genç ve bağımsız bir “Abaza Devleti” ile karşı karşıyayız. Bu arada genç diyorsak da, Abhazya’nın 71 yıllık bir Sovyet cumhuriyeti ‘evveliyatı’ da var.
İstanbul’da, 1923 öncesinde Ermeni Ortodoks Kilisesi’nde kayıtlı olmuş olan Ermeni ailelerin çocukları Ermeni azınlık okullarında okuyabiliyorlardı. Diğerleri ya da Anadolu’dan İstanbul’a gelen Ermeniler ise kiliseye yeniden kaydolamıyorlar ve Ermeni okullarına yazılamıyorlar, bunlar Türk sayılıyorlar ve Türk okullarında okuyorlar. (Ancak Ermeni oldukları da bilindiğinden, yine de ikinci sınıf insan muamelesi görmekten kurtulamıyorlar. Bu yüzden birçokları korkudan aslını gizlemeye, Türk adları alıp Türk görünmeye çalışıyorlardı, tıpkı SSCB’nde olduğu gibi; Türk okulunda Ermeni öğrencilerim olduğu gibi, görev gereği Ermeni okulunda da bulunmuşluğum var). Şu durumda, azınlık sayılan Türk Ermenileri bile, bir yönüyle, bağımsız Abhazya Abazalarından daha “avantajlılar”, daha çok dersi kendi anadillerinde okuyabiliyorlar.
Dilin gerilemesinde, karma evliliklerin de payı var. Dil, ailede, özellikle eşler arasında konuşulduğu sürece yaşar. Anadilinin gerçek anlamda resmi (baskın) dil olduğu bir yerde karma evlilikler anadili (baskın dil) lehine işler. Ancak RF’nda, Türkiye ve Arap ülkelerinde süreç, anadili aleyhine işliyor. Abhazya’da da olan bu.
Peki, çözüm ne olabilir?
Elena Kutarba‘ya göre çözüm, “devletin konuya eğilmesi, ilgi göstermesi (…) ve Abazacanın gereken ölçüde okullarda okutulmasıdır”. Aynen katılıyorum ama bunlar kemiksiz sözler, yeterince açık değil, ayrıca okul da yetmez, yaşaması için Abazaca’nın kamu yaşamına taşınması da zorunlu. “İlgi gösterilmesi gerekir” demek de yetmez; bu sözler açık ve ayrıntılı sözler değil (Şeytan ayrıntıda gizlidir). Sorun, ‘büyük birader’ (Rusya ve Ruslar) olabilir mi? Bilemiyoruz. Abhazya’da Abaza, Rus, Ermeni, Gürcü, vb bileşiminden oluşma bir karma nüfus var. Abaza çıkarları yanında, bu bileşke de kuşkusuz dikkate alınmalı. Ancak, her ne olursa olsun, Abhazya’nın bir Abaza devleti olduğu da unutulmamalı.
Sorun, somut bir biçimde, yani neyin ne olduğu ve nerede ne yapılması gerektiği de belirtilerek, masaya yatırılmalıdır. Yoksa muğlak (açık olmayan) sözlerle çözüm getirilemez ve kitlelere de güven telkin edilemez. Güven, günümüzün en temel sorunlarından biridir.
Adigelerin dilinde bir atasözü ya da deyim vardır: “Sızlat ama iyileştir” biçiminde (Ğeuızi ğexuj/”Гъэузи гъэхъужь”). Burada çıban gösteriliyor ama neşterin (лъао) nereye indirilmesi gerektiği söylenmiyor. Bir Adige masalında anlatıldığına göre; dişi aslanın çıbanı irin toplamış, acı içinde, bir neşter vurulup aslanın acısının dindirilmesi gerekiyor, o zaman aslan süt verecek, bu süt de prensesi iyileştirecek. Ancak aslana yaklaşmak da yürek işi. Sonunda gencin biri neşteri indiriyor, acısı dinen aslan yatışıyor ve süt veriyor, prenses iyileşiyor ve yürekli genç de prensesle evlenmeyi hak ediyor… Bizde de, şimdilerde sorunlara neşteri indirecek cesur ama aynı zamanda akıllı ve bilinçli kişilere, gençlere gereksinim var.
Sonuç olarak, sorunlar, bilimsel ve demokratik düzlemlerde özgürce ele alınmalı, çözüm yolları da ona göre aranmalı, ürkeklik ve korku duvarı aşılmalıdır. Düzgün girişimlerin inandırıcılığı ve başarı şansı daha fazla olur.
RF ve oraya karılmış cumhuriyetler anayasalarına göre, Rusça dışındaki dillerde eğitim, seçmeli dersler biçiminde verilebilir. Şu durumda, okullarda birden çok dersin anadilinde okutulması, RF federal eğitim yasasına aykırı görünmüyor (tabii bilmediğimiz durumlar söz konusu değilse).
Bu çerçevede Abhazya ve Kabardey-Balkarya’da anadili yanlısı bazı olumlu adımların atıldığı ya da atılacağı söyleniyor. Bekleyip göreceğiz.
Çok yönlü araştırma yapmak, örneklerden ve deneyimlerden yararlanmak gerekir
Bu son dönemde, özellikle Türkiye’de hızlı bir bilinçlenme ve toparlanma durumu yaşandığını görüyoruz. Kuşkusuz Kafkasya’da da benzeri gelişmeler vardır. Belki de üstümüzdeki ölü toprağını atıyor olabiliriz. Bağımsız bir demokratik çizgide yayın yapan Jineps gazetesi ile Uzunyayla.com, CircassianCanada ve birçok yeni yayın organının bu yeni oluşumda, kuşkusuz birer onur payı var. Demokrasinin gelişmekte olduğunu gösteren son derece sevindirici bir durum bu. Gelişmeyi daha da ilerilere taşımak için demokratik ve başarılı örnekleri incelemeli ve bunlardan da yararlanmalıyız.
İki örnek
Burada bildiğim ve gördüğüm iki örneği sunmak isterim: 1960 öncesi, İngiliz sömürge yönetimi dönemindeki Kıbrıs Türk toplumu. O dönemde Rum-Türk karması köy sayısı çok. Nüfusun % 18’i olan Türkler -tıpkı Türkiye Çerkeslerinin Türkler içine dağılmış olması gibi- Rumların içine dağılmış. Türklerin önemli bir bölümü Türkçe’yi unutmuş, Rumca konuşuyor, damadı ya da gelini Rum, çocukların kiminin adı Yorgo Mehmet, kiminin de Richard Hikmet… Türkçe okul var ama sayısı az ve yetersiz. Türk çocuklarının birçoğu Rum kilisesince de desteklenen Rum okullarında okuyor.
1960 sonrası, yani Rum-Türk birlikteliğine dayalı bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti yönetimi dönemi. Türk toplumunun eğitim işleri, artık “Türk Cemaat Meclisi”ne bırakılmış, Rum okuluna gitme durumu sona ermiş. Yaşlı bir Türk, Rum aksanıyla zar zor Türkçe konuşuyor:“Çocuklar okulda Türkçe okuyorlar, biz de Türkçe’yi mecburen onlardan öğrendik” diyor. Düzce’de komşumuz Eski –Çerkes– Taşköprü (Шыхэл1эхьаблэ) köyünde, çok sevdiğimiz ve saydığımız, şimdi rahmetli olan İstanbullu bir Rum gelinimiz (ablamız) vardı (mekanı Cennet olsun); “Üç çocuğum var, çocuklarım sokağa çıkınca Çerkesce konuşmaya başladılar, ben de mecburen onlardan Çerkesce’yi öğrendim” demişti yanımda rahmetli anneme. Yani dil anne tarafından çocuğa öğretildiği gibi, çocuk tarafından da anne ve babaya öğretilebiliyor. Ancak bunun için gereken koşulların (zorlayıcı bir ortam ya da bir tür mahalle baskısının) oluşması gerekiyor.
Geçmişte Abazaca ya da Adigece konuşma durumu, anadilinin egemen ve rakipsiz (baskın) olduğu geleneksel (etnik) köy (cemaat) ortamında sürdürülebiliyordu, orada başka bir seçenek de yoktu. Ancak artık bu ortam yok, cemaat (topluluk) de yok. Artık küçükleri ve zayıfları ezip süpüren ve dünyayı eşitsiz bir biçimde bütünleştirmekte olan bir globalizm (küreselleşme) çağını yaşıyoruz. Globalizme, bir tek, küçük de olsa gerçek resmi diller ve gerekli önlemleri almasını bilen topluluklar uyum sağlayabilir, ayrı bir öğe olarak yaşayabilir ve gelişime entegre olabilirler. Bunu başaramayan dil ve kültürler artık yaşayamazlar. Bu, bütün bir dünya için geçerli, bunu böyle bilmeliyiz ve bunun değiştirilemeyeceğini de kavramalıyız.
Kafkasya’daki yerel yönetimlerin, anadili adına aldıkları şimdiki önlemler şu durumda Sayın Kutarba’nın da söylediği gibi yetersizdir (güdüktür) ve asimilasyonu asla durduramaz. Kafkasya’da anadillerinde (birkaç dakikalık, yaz gününde yağmur çiselemesi gibi) bir radyo-televizyon yayını var ama bunlar 24 saat yayın yapan Rusça, Türkçe ve Arapça sayısız karşı yayınla kuşatılmış. Yani anadiline yaşam hakkı tanımayan eşitsiz bir ‘fırtına’ içinde savruluyoruz. O halde ona göre, ciddi ve etkili önlemler alınması gerekiyor. Yani sıradan, kalitesiz, “dostlar alışverişte görsünler” kabilinden çalışma ve yayınlarla önlem alınamaz ve rekabet yapılamaz. Ayrıca kalitesizlik kendine güveni de yok eder (Uzunyayla.com’da, Ergun Yıldız, “Acaba-2”de konuya çarpıcı biçimde değinmiş, mutlaka okunmalı). Bu da bilinmelidir.
Siyasal baskılar ise işin cabası. Bu konuda da bir örnek: Anadilini kuşatan kanallar İsrail’de de var. İsrail, RF ve Türkiye’ye oranla çok daha gelişmiş bir ülke, asimilasyon için koşullar, orada daha da gelişmiş durumda ama asimilasyon olmuyor. Çünkü orada kötü niyetlilik yok, devlet bir asimilasyon politikası gütmüyor (İsrail, 4 bin kişiden oluşan Adige toplumunun dil ve kültürünü koruması için yılda 6.5 milyon Dolar ayırıyor. Rusya ise, 12 bin nüfuslu Karadeniz kıyısı Shapsughları -Soçi ve Tuapse’nin yerli halkı olan Shapsughlar- için yılda sadece 80 bin Dolar gibi bir “para” ayırıyor). İsrail’de gelişmiş bir demokrasi var, yani siyasal baskı değil, tam tersine siyasal ve kültürel bir destek var. Adige olmak İsrail’de aşağılanan değil, normal ve saygıyla karşılanan bir şey, bir Yahudi neyse, bir Adige de o. İsrail’de Çerkesce ya da başka bir dilde konuşana kimse dönüp yan gözle bakmaz bile. Türkiye’de ise, Çerkesce ya da Kürtçe konuşana, çok kişinin pis pis baktığını bol bol görebilirsin. Oluşturulan bu pis ve ırkçı atmosferden cesaret alıp başka dilde konuşanlara saldıranlara, cinayet işleyenlere ve katillerle gurur duyarak, bayraklı hatıra fotoğrafı çektiren resmi görevlilere rastlayabilirsiniz…
Çözüm: Özgürlük ve Demokrasi
Abhazya’da Abazaca’ya, şu günlerde bazı öncelikler tanınacağı, Abazaca ders saatlerinin artırılacağı, bazı koruyucu yasalar da çıkarıldığı söyleniyor (Kabardey-Balkarya’da da bazı olumlu adımlar atılıyormuş). Dileriz doğrudur ve gerçekleşir, dileriz Adigey’deki duruma düşülmez. 1992’de Adigey Devlet Meclisi Başkanı Sayın Adam Tliuj ile görüşmüştüm. Görüşmeyi birçok yerde de yazdım (Л1ы1ужъу Адам/Adam Tliuj;şimdi RF devlet başkanının Rostov’daki ‘Güney Federal Okrugu’ temsilcisinin Adigey’deki federal baş müfettişidir). Adam Tliuj, Adigece eğitimin Adigece konuşulan yerlerde uygulamaya konduğunu, 1992-1993 eğitim-öğretim yılında Adigece ve Rusça’nın bir arada konuşulduğu yerlerde de Adigece eğitime geçileceğini, ardından sıranın Rusça konuşulan yerlere geleceğini, bu işin 10 yıllık bir takvime bağlandığını söylemişti. Kuşkusuz hedef öyle olmalıydı. Ancak, “büyük birader”den (Ruslardan) zılgıt yenmiş olmalı, program kağıt üzerinde kaldı. Bu ve benzeri durumlar, beraberinde büyük bir düş kırıklığını, RF ve oradaki cumhuriyetlere karşı bir güvensizliği de getirdi. Üstelik dürüst bir açıklama ve özeleştiri olsun yapılmadı, gizlilik ya da ikircikli bir yol tutturuldu.
Güvensizlik nedeniyle Kafkas cumhuriyetlerine dönüş de yok ya da marjinal düzeyde. Kafkasya’ya gidip gelenler aptal değil, çok şeyi görüyor ve muhakeme ediyor. İnsan bir yerden başka bir yere daha iyi, daha güzel bir yaşam umuduyla gider. Bu bir “Altın Kural”. Bunu herkesin bilmesinde yarar var. Birçok etkili Rus’un (özellikle Slaviyanlar Birliği kafasındakilerin) bir Adige dönüşünü istemediğini de biliyoruz, dahası bazı Ruslar, hala emperyal hayaller (Büyük bir Rus İmparatorluğu yaratma hayali) peşinde, bunu da anlıyoruz (bizde de benzeri “büyük” hayaller kuranlar mutlaka vardır ama asıl hayalimiz, özgürlük ve demokrasi , ata mirasını yeni kuşaklara taşımak, boş laf dışında, kültürümüzü tanıtma ve geliştirme, RF ve Kafkasya’daki demokratik gelişmeleri destekleme olmalıdır).
Abazaların -de facto da olsa- fiilen bağımsız konumda olan bir devletleri var. Ancak diasporadaki Abazalar Abhazya’ya dönmüyorlar, bunun nedenleri iyi araştırılmalı ve sonuçları açıklanmalıdır. En başta dürüstlük ve dostlar arası dayanışma gerekir. Örneğin Abhazya, diasporaya yönelik, Abaza, Abazin, Adige ve Kabardey lehçelerinde Radyo-TV yayını yapabilirdi ama yapamıyor. Oysa güven tazelemeyen, umut yaratamayan ve yeni dostlar kazanamayan bir yönetim başarılı olamaz (Bu arada diasporadan Abhazya’ya dönenlerin soyuldukları ve saldırılara uğradıkları iddiaları vardır. Bu bindiği dalı kesmek olur. Bu tür iddialar araştırılmalı ve sonuçları dürüstçe açıklanmalıdır. Abaza yönetiminden beklenecek olan şey, en başta dürüstlük olmalıdır). Diaspora’ya güven aşılandığında, bu kadarı bile Abhazya’yı ayakta tutmak için yeterli olacaktır. Son dönemde büyük bir güven erozyonu oluşmuş durumda. Bu giderilmelidir.
Anayurt ve Diaspora’da en büyük tehlike umudun, Adige, Abaza ve Kuzey Kafkas halkları arasındaki dayanışma ruhunun yitirilmesi olabilir. Diasporadaki küçük topluluklar, ana kitle olan Adigelerden kopma ve tek tek etkisizleşme süreci içindeler. Daha üst düzeyde bir birliktelik sağlanmalıdır. Yozlaşma büyük ama yine de umut yitirilmemelidir. Can ve mal güvenliği devletin başta gelen ödevlerindendir. RF ve Kafkasya’da bu, ivedilikle sağlanmalıdır. Örneğin, ne denli eleştirsek de Türkiye, dönüşsüz bir aydınlık yola girdi, büyük bir güven ortamı sağlandı, ne yapılırsa yapılsın, artık Türkiye için bir geriye dönüş olamaz, eski faşizm geri getirilemez. Avrupa Birliği kapıları da er geç Türkiye’ye açılacaktır. AB kapıları er geç Rusya’ya da açılacaktır. Rusya’da, ekonominin geliştiği, buna bağlı olarak demokrasinin daha da gelişeceği kuşkusuzdur. Yeni Devlet Başkanı Medvedev nasıl bir politika izleyecek, paralar kalkınma yerine, Sovyetler döneminde olduğu gibi silahlanmaya ayrılıp heba mı edilecek? Bilemiyoruz.
Cumhuriyetlerdeki yeni durum, olumlu ve olumsuz gelişmeler
Şu sıralarda RF merkezi, yerel birimleri (cumhuriyetleri ve illeri) sıkı bir denetim ve takibe almış durumda. Kuşkusuz özerkliği kısıtlayıcı ve tekil (üniter) yapı oluşturmaya yönelik bir gelişme bu. Ancak geri ve yoksul bölgelerde kalitesiz kişilerin (demagogların) üste çıkacağı da bilinmeli. Merkezin kaliteyi desteklemesi halinde, üst müdahale, yararlı sonuçlar da verebilir. Örneğin, Adigey Cumhuriyeti’nde, nüfusun dörtte biri olan Adigelerin devlet başkanını kendi inisiyatifleri ile seçmeleri olanaksızdı. Şimdi iki aşamalı bir parlamento oluru gerektiğinden, Adigey Parlamentosu’nda bir Adigece ve Rusça konuşan temsilciler dengesi (paritet) bulunduğundan, devlet başkanı (president) için uzlaşma zorunluluğu doğmuştu. Daha önce, Adigelerin istemeyeceği biri, çoğunluktaki Rus seçmen oyu ile seçilebilirdi. Bunu önleyecek hiçbir yasal kayıt yoktu.
En başta, RF’nun çoğu bölgesinde, özellikle de güney bölgelerinde halk perişan, işsiz, suç örgütleri (hırsızlık, gasp, cinayet, vb) patlama yapmış durumda, ayrıca tehlikeli fundamentalist (dinci terör) akımlar da diş gösteriyor. Bütün bunlar, Moskova ve St. Petersburg’daki ölçüde, düzeyde bir demokratik gelişmenin Kuzey Kafkasya’nın köşesinden bile geçmediğini gösteriyor. Ekonomik sorunlar dağ gibi yığılmış. Özellikle İnguşya, Çeçenya ve Dağıstan’da fakirlik ve işsizlik diz boyu. Bu üç bölgedeki 4 milyon (2002’de 4 milyon 147bin 511) ya da 7 Kuzey Kafkasya cumhuriyetindeki 6 milyonu aşkın (2002’de 6 milyon 645 bin 859) insan nasıl geçiniyor, bilemiyoruz, gerçekten bir mucize.
Kabardey-Balkarya‘da toprak sorunu çözülemiyor, köylü aç, işsiz, kentli perişan, sorunlar süreğenleşmiş, Moskova sanki buraları kendi kaderine terk etmiş gibi, eli çok sıkı. Arazi bölüştürülürse, köylü ailesi başına 50 dönüm düşecek, ama bölüştürülemiyor. Ayrıca globalizm çağında ve Rusya gibi dipsiz bir kuyuda, sermayesiz, donanımsız ve Pazar koşulları oluşmamış bir 50 dönüm arazi ile ne yapılabilir ki? Büyük pazarlar hala mafya denetiminde. Üretici yılmış ve perişan. Üstelik geçmişin kolhozlar deneyimi, köylüyü çalışmaktan bezdirmiş, tembelleştirmiş ve adeta robotlaştırmış, Rus ya da değil köylü adeta sürüye dönüşmüş, ekonomik ve ahlaki değerler yara almış. Bütün bunlar bilinen ama değinilmeyen ve çözüm getirilmeyen gerçekler. Yani Rus ve yerel yöneticilerin işi hiç de kolay değil…
Günümüzde globalizmin dayattığı sorunlar aşılabilir mi?
Küreselleşme çağında küçük dillerin yaşatılmalarının artık iyice zorlaşmış olduğunu söylemeliyiz. Üstelik Çerkeslerin yaşadıkları berbat ülkelerde, devletler eliyle yumuşatılmış asimilasyon politikaları uygulanıyor (Bu konuda Yeldar Barış Kalkan ve Volkan Düzenli’nin Jineps’teki yazıları da -sayı 24- okunsa iyi olur). Bu ülkelerde kurbağa misali bir uygulama söz konusu: Kurbağayı kaynar suya atarsan, sıçrayıp kaçar ama suyu yavaş yavaş ısıtırsan farkına varmadan haşlanır, ölür; asimilasyon da böyle bir şey, bir doğa kuralı. İnsan bedenini saran sinsi bir hastalık gibi, farkına vardırmadan gelir ve öldürür, 12 Mart 1971 faşizmiyle noktalanan Kuzey Kafkas dillerinin, neredeyse tek günde toprağa gömülmesi olgusu gibi. Bu bakımdan, uyuşukluğa ve işbirlikçiliğe karşı kesin ve cesur bir tavır konmalı ve bilinçli çalışmalara başlanılmalıdır. (Bu arada Kazak ve Karaçayların Adige tarihini değiştirici nitelikteki girişimleri de izlenmeli işbirlikçisi bu kişilerin zarar vermeleri önlenmelidir. bk. “Adige tarihi ile ilgili bir toplantı”, internet).
Ulusal soruna çözüm yolu ve başarılı örnekler
Radikal çözüm, zorunlu bir anadili eğitimi, anadilinin ödünsüz kamu yaşamında da kullanılması, dil üzerindeki siyasal baskılara kesin olarak bir son verilmesi, dil ve kültür coğrafyasının tam bir koruma altına alınmasıyla sağlanabilir. 4 resmi dil bulunan İsviçre’den çarpıcı bir örnek: Bir Kanton kendi dilinin yerini başka bir kantonun dilinin almasına asla izin vermez. Ancak bir İsviçreli, anadili dışında, ikinci bir İsviçre dilini de öğrenmek zorunda. İtalyanca konuşan Ticino kantonunda (eyalet) bir öğrenci anadili İtalyancayı ve onun yanında ikinci bir İsviçre dilini de okumak ya da üç dil (Alman, İtalyan ve Romanş) konuşan Graubünden kantonunda Romanşça okuyan bir öğrenci, duruma göre ya da okulunda hangisi bulunuyorsa, Almanca, Fransızca ya da İtalyanca dillerinden birini de okumak zorunda. İsviçre’de 26 kanton (eyalet) ve bunların alt birimleri olan 3 bin özerk bucak (Gemeinde) birimi vardır, eğitim müfredatı ve eğitim dili büyük ölçüde bucaklar tarafından belirlenir. Bu sistem sayesinde bir İsviçreli hem anadilini yaşatır, geliştirir ve hem de en az iki İsviçre dilini bilir.
Oysa bağımsız Abhazya’da, kimse, ulusal dil olan Abazaca’yı okumak zorunda değil ama herkes Rusça okumak zorunda. Yoksa Abhazya bir Rus devleti midir?
Abhazya yüzlerce km uzunluğunda kıyıları olan, Rusya’nın kolayca elden çıkaramayacağı stratejik bir bölge. Yani, Rusya, Abhazya’yı, Abazalar kendi iç sorunlarına öncelik tanıyorlar ve Ruslaşmayı kabul emiyorlar diye kızıp feda edecek değildir, korkuya gerek yok; Ruslara, Abazalı ya da Abazasız olsun, fark etmez, Abhazya toprağı lazım. Ruslar bizim gibi kafasız değiller, planlarını uzun vadeli yaparlar ve asla hesapsız adımlar atmazlar ama tökezledikleri de olur.
Kısaca bir tarihsel anımsatma
Abhazya, Osmanlı denetiminden çıkıp, 1810-1864 yılları arasında, gönüllü olarak Rus koruması altına girmiş, 1858’deki nüfusu 94 bin kadar olan (bk. Hayri Ersoy, Dili, Edebiyatı ve Tarihi ile Çerkesler, İstanbul, 1993, s. 44) küçük (okrug statülü) bir bölge, feodal bir prenslik idi. 1864 sonrasında Sohum okrugu (ilçe) adıyla Kutaisi iline (guberniya), Sovyetler döneminde de Gürcistan’a bağlanmış bir bölge, ama tarihsel ya da etnik bir Gürcü toprağı da değil. 1877’de, Abhazya’ya, Türkiye’deki Abaza soyluları öncülüğünde ve onların kullanıldığı şaşırtma amaçlı bir Osmanlı çıkartması yapılmasaydı ya da Abhazya’daki bazı Müslüman Abazalar da Türk güçleriyle birleşmeselerdi ve böylece Rusların eline güçlü bir koz verip kendi sonlarını kendi elleriyle hazırlamış olmasalardı ve bunun sonucu olarak da Türkiye’ye toplu bir göç yapılmış olmasaydı, Abhazya’daki Abaza nüfusu şimdiki 100 bin nüfus yerine, büyük bir olasılıkla 1 milyon dolayında olabilecekti. 1877’de Abazalar gibi soylular yönlendirmesindeki şimdiki Hanefi Müslüman Adigey Adigeleri ile tarikatlar -şeyhler- yönlendirmesindeki Şafii Müslümanlar olan Çeçenler ve Dağıstanlılar da Türk yanlısı ve Rus karşıtı ayaklanmalara katılmışlardı. Ancak daha organize, daha kurnaz, daha deneyimli ve daha ustaca savunma taktikler geliştirmiş olan tarikatlar bu yıkımdan da sıyrılmayı başarmış, olan yine zavallı Abaza ve Adige yoksul kitlelerine olmuştu. 1877’deki ayaklanmalar yüzünden Abaza ve Kuban oblastı Adigelerinin çoğu Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmışlardır. 1877-1878 ayaklanmaları, bizim açımızdan henüz tam incelenmiş ve öğrenilmiş değildir.
Öte yandan Rusya, Abazalara yardım ediyorsa, bu karşılıksız değil, kuşkusuz kendi çıkarı gereğidir. Yani, Abazalar Rusya’nın fazla umurunda değildir, bu bakımdan daha fazla özerklik istiyor, anadiline sahip çıkıyorlar diye, Ruslar Abazalarla uğraşacak değildirler. Ama pasif kaldıkları takdirde Abazalar kendi kendilerini feda etmiş olacaklardır. Türkiye’nin Trakya bölgesi, adı dışında nasıl Türk ise, Abhazya da, adı dışında giderek Rus olabilecektir. Bunu iyi bilmek ve ona göre sağlam bir politika oluşturmak gerekir.
Yeni demokratik örnekler nelerdir ve ne yapılmalıdır?
Sonuç olarak, Abhazya’daki dil politikası geciktirilmeden, Abhazca lehine değiştirilmeli ve geciktirilmeden uygulamaya konulmalıdır. Anayasal anlamda bir engel bulunacağını sanmıyoruz. RF’unda da durum budur. Nitekim Kabardey-Balkarya, Adigece (Kabardey-Çerkesce) ve Balkarca (Karaçay-Balkarca) eğitimi yönünde olumlu bir adım atmıştır, dileriz bu da bir oyun değildir. En azından ve şimdilik de olsa, Abaza kökenli öğrencilerin tümünü kapsayan bir anadili eğitimi hemen başlatılmalıdır. Abaza yönetimi dürüst olmalı ve bir güven ortamı yaratmalı, ürkeklik bırakılmalı, yurtseverlerin sorunları korkusuzca dile getirebilecekleri bir ortam oluşturulmalıdır. Ayrıca Abhazya, şimdiki berbat duruma son verip kapılarını sadece Abazalara değil, bütün Kuzey Kafkasya kökenlilere ve zor durumdaki herkese açmalı, bu gibi konularda Ruslardan akıl almalara bir son verilmelidir.
Bütün bunlar güvence altına alındığında ve dönenlere insanca ve saygılı davranıldığında, Abhazya’ya dönüş gerçekleşebilir. Ancak, önce Abazalar, Abhazya’nın başat (egemen) topluluğu, ulusu olduklarını kanıtlamalı ve demokratik bir güven ortamı oluşturmalıdırlar. Eğitimde, Rusça ve Abazaca giderek herkes için zorunlu, Ermenice ve diğer diller de bu iki resmi dil yanında, birer seçmeli ders dili olarak okutulmalıdır (İsrail Çerkesleri resmi diller olan İbranice, Arapça ve İngilizce’yi zorunlu, anadili Adigece’yi de seçmeli ders olarak resmen okumaktadırlar). İsrail ya da İsviçre, Abhazya için de demokrasiye uygun bir uygulama örneğidir, modeldir.
Bütün bunların Abhazya, Güney Osetya ve dahası RF sınırları içinde de geçerli olması için, RF’unda demokrasinin geliştirilmesi, İsviçre’deki örneklerin benimsenmesi, ikircikli (faşist ya da kuşku uyandıran) davranışların terk edilmesi, bütün RF ulusları ile Abazaların da RF’undaki demokratik güçlerle sıkı bir dayanışma içinde olmaları ve kendilerine çeki düzen vermeleri gerekir.
Bazılarının dilinden düşmeyen Rus ve RF düşmanlığı ise, en çok da Abaza ve Adigeler açısından pratik yararı olmayan şeylerdendir. Irkçılık demokratik olmayan ülkelerde geçerli olan bir politikadır, RF ve Türkiye’de de giderek zayıflamaya mahkumdur. Örneğin ırkçılığın dünya çapında eski baş aktörü olan ABD gibi bir ülkede bile, Afrikalı azınlıktan çıkma Barack Obama Demokratik Parti’nin başkan adayı olmuştur ve büyük bir olasılıkla da Kasım 2008’de ABD Başkanı olabilecektir. Rusya’da bir Müslüman’ın ya da Türkiye’de bir Rum ya da Yahudi’nin benzeri bir destek elde edebileceğini hiç düşünebilir miyiz? Milliyet, ırk ve din esasına dayalı ırkçılık (ayrımcılık) anlayışları demokrasi ve yargı bağımsızlığı bulunan ülkelerde giderek güçten düşmektedir, ABD bunu bir örneğidir.
Sonuç olarak, dost ve demokratik bir Rusya Federasyonu, demokratik çözümleri de üretir. Bunun için, RF’unda, en başta bir yargı bağımsızlığı oluşmalıdır. Tıpkı İsviçre ve Kanada gibi. Kanada’da resmi diller olan İngilizce ve Fransızca yanında, 2001-2007 yılları boyunca bütün yerel dil ve topluluklar devletçe tanınmış ve koruma altına alınmıştır. Bu toplulukların kendi “Ulusal Meclis”lerini (National Council) oluşturmaları sağlanmıştır. Kanada’nın kuzeyinde Norhwest Territories, Nunavut, Nunavik ve Nunatsiavut (bk. internet) gibi yerli yönetim bölge birimleri kurulmuştur. Kanada’nın orta kuzeyindeki Nunavut’da Inuktitut ve Inuinnaqtun dilleri resmi dil olarak kabul edilmiştir, Kanada’nın Kuzeybatı Bölgesi’nde de (Northwest Territories) 9 resmi yerli dili tanınmıştır. Labrador’un kuzeydoğusunda Nunatsiavut, Quebec eyaleti kuzeyinde de Nunavik yerli yönetimi bölgesi oluşturulmuştur. Bu arada Kanada’da sadece 10 kişinin konuştuğu Han language (bk. internet) dili bile tanınıp koruma altına alınmıştır. Bu küçük yerli dilleri kamu yaşamında kullanılabiliyor ve okullarda zorunlu dil olarak okutuluyorlar. Kanada’daki resmi dillerden 8’ini ve bu dilleri konuşanların sayılarını bildirelim: Chipewyan ya da Dene Suline– 4 bin; Cree- 50 bin; Dogrib -2 bin 110; Gwich– 770; Inuinnaqtun -2 bin; Inuktitut-30 bin;Inuvialaktun– 400-700; Slavey-2 bin 200 (bk. List of official languages by state, Wikipedia).
Küçücük yerli dillerin resmi diller olmalarına karşın Kanada’da her biri yüz bini aşkın kişi tarafından konuşulan İtalyanca (470 bin), Almanca (438 bin), Çince (853 bin) ve Pencabi dili (271 bin) gibi çok sayıda kişi tarafından konuşulan dillere, göçmen dil sayıldıklarından, resmi dil statüleri verilmemiştir ama bu diller ve daha pek çok dil, Kanada okullarında isteğe bağlı olarak, devlet tarafından serbestçe okutulmaktadır. Bütün bu dillerde kitap, gazete, dergi, radyo ve televizyon yayınları vardır. Üstelik RF’undaki gibi birkaç dakika ile sınırlanmış değil, sınırlamasızdır.
Rusya Federasyonu’ndaki durum
Kanada yerlilere geniş haklar tanırken, Avustralya yerli Aborijinlerden özür dilerken, RF yönetimi, toprağın asıl yerlisi olan Karadeniz kıyısındaki (Soçi ve Tuapse’deki) Adige-Shapsughları göçmen Ermeni ve Rumlar gibi sıradan bir azınlıkmış gibi görmek istemekte, Lenin’in Shapsughlara vermiş olduğu cumhuriyet hakkı bir yana, 1924-1945 yılları arasındaki var olan özerklikleri geri verilecek olursa, bölgeye başka yerlerden getirilip yerleştirilmiş olan ve şimdi sayıları Shapsughları aşmış olan Rus, Ermeni, Rum ve diğerlerinin “kızacağı” söylenmektedir (Krasnodar Kray eski valisi Diyakonov, “Nüfusun %4 ya 5’i olan Shapsughlara özerklik verirsek, bölgede yaşayan ve Shapsughlardan çok daha fazla olan Rus, Ermeni, Rum, vb ne demezler?” diyerek, tepkileri dile getirmişti, bk. Shapsugh Ulusal Rayonu, Vikipedi, internet).
Günümüzdeki en demokratik örnekler İsviçre ve Kanada’da olanlarıdır. Bu örnekleri izleyecek yerde RF yönetimi, var olanı yok etmekte, uzun bir tarihsel geçmişi olan ve federasyona sözleşmelerle katılan, kendi yazı ve edebiyat dilleri de bulunan 10 özerk okrugun 6’sını şimdiden kaldırmış, dillerini de resmi dil statülerinden düşürmüş bulunmaktadır. Şimdi sıra, geride kalmış olan 4 okruga gelmiştir. Hedefte Adigey ve Altay gibi cumhuriyetlerin de bulunduğu söylenmektedir (bk. Russia, Wikipedia). Bu bakımdan diasporanın tetikte olması ve faşist Rusların planlarına geçit vermemesi gerekir.
RF üst kademelerinde (derin devlette) iki eğilim vardır:Aklı başında, dürüst ve demokrat öğeler ile “Büyük Rusya hayali peşinde koşan” ve kirli geçmişin karanlığından beslenen emperyal (ırkçı) düşünceli öğeler. Bu iki eğilimin, şimdilik bir denge içinde olduğu anlaşılıyor. Gerici-emperyal öğeler, 2006’da Adigey Cumhuriyeti’ni ve dilini toprağa gömmeye kalkışmışlardı. Bunu bilmek ve seçimi ona göre yapmak gerekir.
Not: Bu inceleme yazısı 11 Haziran 2008’de güncellenmiştir. -HCY