ASİMİLASYON

Çeviri: Yismeyl Özdemir
Yamçı Dergisi, Mayıs 1977-Şubat 1978, s.97

1864’te anavatan Kafkasya’dan göçü ile birlikte Çerkes toplumu gittiği yerlerde değişik toplumlarla karşı karşıya kalmıştır. Çerkeslerin hayatlarını devam ettirebilmeleri için, içinde bulundukları çevreyle ilişkilerde bulunacakları açıktır. Yani, anavatandan koparılıp, dağıtılan Çerkesler, yeni yerleşim bölgelerinde birtakım sosyal, ekonomik ve kültürel ilişkilere girmişlerdir. Göçle birlikte karşımıza çıkan en önemli olgu, ”politik ve politik olmayan” etkenlerle asimile oluşumuz, yani yabancı toplumlar içinde eriyişimizdir. Asimilasyonu inceleyebilmek için, öncelikle ve kısaca tanımına yer vereceğiz.

İnsan, toplumsal bir varlıktır ve insanın yaşadığı toplum içerisinde birtakım bilgi ve hareketleri öğrenmesi bir sosyalleşme süreci içinde olur. ”Sosyalleşme, insan yavrusunun toplumun bir üyesi haline gelmesidir, yani ailesinin, akraba ve komşuluk düzeyinin ve nihayet ulusunun bir parçası olduğunu öğrenmesidir. Büyümekte olan çocuk, etrafındakilere etkileşim sonucu, onlarınkine benzer davranışlar geliştirecektir.” (1)

Asimilasyona, sosyalleşmeyi açıklayarak başlıyoruz, çünkü sosyalleşme, toplumun bireylerini, toplumun genel davranışları ve kültürüne göre yetiştiren, güçlü; fakat binasız bir okuldur. Sosyalleşme sürecinde bireyler topluma uymaya, onun kalıplarına karşı çıkmamaya alıştırılır. ”İnsanın sosyalleşmesi çok karmaşık bir süreçtir. İnsan, etrafında bulunanların, her gün karşılaştığı sayısız olayların ve kişilerin, içinde bulunduğu sosyo-ekonomik, kültürel koşulların, gelenek, töre ve konuların, fiziksel çevrenin ve saymakla bitmeyen daha pek çok etkenin etkisindedir.” (2) derken asimilasyona sosyal-psikoloji açısından bir yaklaşımda bulunduk.

Asimilasyon, kelime anlamıyla; benzeme, benzeşme ve Türkçe kullanımıyla; ”özümleme”dir. Kısaca; asimilasyon, bir toplum veya bireyin, onu meydana getiren özelliklerinin giderek değişmesi işlemidir. Tam asimilasyon veya tamamlanmış asimilasyondan söz edebilmek için ise toplumsal değerlerin tamamen yok olması gerekmektedir. Toplumun sadece dilinin veya adetlerinin asimilesi, tamamlanmış asimilasyon olarak alınmamalıdır.

Asimilasyonda konu değişimidir. Toplumlar veya ulusların dışarıdan bir baskı olmadan da değişebildiklerini görüyoruz. O halde, iki tür asimilasyondan bahsedilebilir;

  1. a) Doğal asimilasyon
    b) Politik asimilasyon

Doğal asimilasyon; kültürel ve etnik birliği sağlayıcıdır. Uzun sürelidir. Burada asimilasyonun hızı ve şekli baskın gurup tarafından (asimile eden) özel bir politikayla yönlendirilmemekte ve kontrol edilmemektedir. Doğal asimilasyon, toplumun doğal değişimiyle ilgilidir. Uzun dönemde çevresel koşulların değişmesi, toplumların yer değiştirmeleri sonucu ortaya çıkan değişmeler, serbest kültür alış-verişleri ve kültürleme bu tür asimilasyona girer. Çünkü; kültürlemede birey, doğumdan ölüme kadar, toplumun istek ve belirtilerine uyacak şekilde etkilenir ve değişir. Aynı zamanda, toplumun eskiyen değerlerini atması, yerine yenilerini bulması ve çevresinden kendisine yararlı olguları alması da ”doğal asimilasyon”a birer örnektir. Doğal asimilasyonun göze çarpan özelliklerinden biri de değişimin tek yönlü değil, çift yönlü oluşudur. Yani azınlık baskın guruba uyarken, çoğunluğun da azınlıktan aldığı şeyler olmakta, o da değişme uğramaktadır.

Politik asimilasyon ise; tamamen bilinerek, zorlamalarla sağlanan asimilasyondur. Politik asimilasyon, ulusların içlerindeki azınlıklardan, sömürgeci ülkelerin, sömürülerindeki muhtemel başkaldırmalardan kurtulmada uyguladıkları en etkin silahtır. Sömürücüler özümleme politikasını yürütebilmek için ırkçı görüşlerden hareket ederler. Bir taraftan emperyalist ve sömürgeci kültürün ”yüceliğini” yayarlarken; diğer taraftan da sömürge ve bağımlı halkın  kültürünün geriliğini ve çağ dışılığını yaymaya çalışır. Halkı buna inandırmak için çeşitli yollara başvururlar.

Bazı yerlerde sömürge halkının, aslında ayrı bir halk olmadığını ve bu halkın sömürgeci ve emperyalist ulusun bir parçası olduğunu söyler ve bunların kültürlerinin zaman içinde bozuşmuş emperyalist ve sömürgeci kültürün ”ilkel” biçimi olduğunu ileri sürerler…” (3) Çünkü onlar bilmektedirler ki; ”Ulusal değerleri ayakta duran bir halkın çeşitli zamanlarda yenilmelerine rağmen baş kaldırması her zaman mümkün ve kaçınılmazdır.” (4) Aslında sömürülen ülke halkı ve azınlıklar sorununu ortadan kaldırmak için iki yol vardır; birincisi, bunların fizik olarak ortadan kaldırılmalarıdır. (Öldürülmeleri veya sürülmeleri gibi.) Sorunları ortadan kaldırmada en güvenli yol ise pek zor bir harekettir ve çağımızın şartları artık buna pek elvermemektedir. İkincisi onların kültürel varlıklarını özümlemek, yok etmektir ve her zaman görülebilen bir uygulamadır. Bunun sağlanması için her türlü baskıya başvurulur; azınlık gurubun kendi arasındaki kültür alış­verişi engellenir, tarihi inkar edilir ve asimilasyon politikasını güzel gösteren tarih kitaplarıyla halk aldatılmaya çalışılır.

Azınlıklar ve sömürge ülkeler üzerindeki bu uygulamalar kısa zamanda meyvesini vermeye başlar. ”Sömürgecilerin bu çabaları işbirlikçi kesimde taraftar bulmuş ve işbirlikçiler benliklerini inkar etmeyi çıkarlarına uygun düştüğü için kabullenmişlerdir. Fakat bu özümleme politikası yalnız işbirlikçilerin onayını almakla kalmaz ve fakat bununla birlikte sömürge halkının (veya azınlığın) bazı tabakalarında da onay bulur.” Ulusal gurur ve vakardan uzak bu kesimler işbirlikçilerle birlikte sömürgecilerin ırkçı asimilasyonist politikasına hizmet ederler. Ancak tüm bu asimilasyonist baskıların her zaman istenilen sonucu verdikleri söylenemez. Bu zor ve baskı mekanizması mutlaka karşıtını oluşturur ve bu karşıt önceleri ne kadar güçsüz ve küçük olursa olsun sonunda zoru ve baskıyı parçalayacak güce ve organizeye ulaşır.

Çerkeslerin Kafkasya’dan göçü, göçmen Çerkeslerin belirli birtakım politik amaçlarla Osmanlı İmparatorluğu topraklarına dağıtılmaları, çıkarılan iskan kanunlarının pek çoğu, Soyadı Kanunu, uluslararası bazı    anlaşmalar politik asimilasyonu sağlamak için yapılmış hareketlerden başka bir şey değildir. Aynı şekilde Nazi Almanya’sının ”tek dil, tek kültür, tek ırk” çalışmaları da en belirgin politik asimilasyon çalışmalarından biridir.

Asimilasyon, toplumu etkileyen çeşitli değişkenlerin etkisindedir. Demografik (nüfusla ilgili), çevresel (ekolojik), ırksal, yapısal, psikolojik, kültürel, ekonomik değişkenler bu konuyla ilgili olarak sayılabilir. Bu saydıklarımız asimilasyonun ”hızını” etkileyen faktörlerdir. Bunun yanında asimilasyonun ”ivmesini” etkileyen faktörleri de saymalıyız. İki veya daha çok toplumun tarih içindeki birlikte gelişimi ve böylece ortak yapı ve ortak özelliklerin artışı asimilasyonun ivmesini etkiler. Bu açıdan ele alındığında Türkiye Kurtuluş Savaşı’nın ivmeyi arttırıcı etkisi olmuştur. Savaşta ortaya çıkan ”kader birliği”, savaşa katılanları bu topraklara ve hakim kültüre daha çok bağlamış ve hatta ”Bu topraklan biz de savunmadık mı, o halde hep kardeş değil miyiz?” gibi düşünüş şeklinin yaygınlaşmasına neden olmuştur.

Asimilasyon toplumun büyük bir çoğunluğunu etkilemeyip dağınık bireyler düzeyinde kaldığı sürece bu, bireysel asimilasyondur. Birey kendini hakim ulusun bir ferdi sayıyorsa ve kendi halkı ile birlikte ortak yaşama duygusunu yitirmişse asimile olmuş sayılır. Yani dil, kültür vb. etkenler asimilasyonu, bireyin asimile olduğunu belirleyemez. Yukarıda saydığımız iki nedenle etkilenmiş kişi ulusal kültürüne sahip olsa da birey olarak asimile olmuştur.

Gurupsal asimilasyonda ise bireyin aksine dil ve toprak bütünlüğü önemlidir. Yani dil işlenmedikçe ve toprak bütünlüğü sağlanmadıkça dağınık bireyler veya küçük guruplar asimilasyona karşı durmaya çalışsalar bile asimilasyon kaçınılmazdır.

Asimilasyonun tanımını kısaca belirttikten sonra, asimilasyonu toplumları veya ulusları meydana getiren faktörler açısından inceleyebiliriz.

DİL: Dil her şeyden önce bir topluluğu meydana getiren bireylerin; ihtiyaçlarını ve duygularını iletmede kullandıkları bir simgeler bütünüdür. Dil, sözlü veya yazılı olarak kültürleri yaşatan ortamı ve kültürlerin  kuşaktan kuşağa geçmesini sağlar. Yazılı olmayan, günlük hayatın her anında kullanılmayan diller zamanla yazılan ve işlenen diller içinde erir, yok olurlar. Bunun için hakim uluslar her zaman asimile etmek istedikleri bir toplumun üyelerinin bir araya gelip dillerini kullanmalarını ve işleme, terini engellemişlerdir. Örneğin Türkiye’de tek parti döneminde, ”Vatandaş Türkçe konuş” diye baskılar görülmüştür. Kendi dilimizi yazamaz, işleyemez bir durumda bulunuşumuz, bu haklara sahip olmayışımız giderek dilimizi kaybetmemize yol açmaktadır.

Bugün, ilk okulların, radyo-televizyonun ve gazetelerin köylere kadar girmiş bulunması, dağınık yerleşimimiz, şehirleşme ve ulusal bilincin kitlesel anlamda henüz oluşmamış bulunması, dilimizin giderek yok olmasına neden olmaktadır. Hatta, bugün pek çok köylerde bile belirli bir yaşın altındakiler artık Çerkesce’yi biraz anlasalar bile konuşamamaktadırlar. Tüm bunların karşısında dil konusunda bugünden bir şeyler yapılabilir. Hatta bu konuda geç kalınmıştır bile diyebiliriz.

Dilin işlenmesi için birtakım hakların bulunduğu bir ortam gerekliyse bu, dil bilimsel olarak ortaya konmadan olamaz. Yani bilimsel bir dar kadro çalışması yapılmalıdır. Bu konuda bugüne kadar Kafkasya’da yapılmış çalışmalar güzel bir yardımcı olacaktır. Dil konusunda ivedilikle yapılması gerekenlerden biri de Çerkesce okuma-yazmanın her tarafta yaygın hale getirilmesidir. Zaten bilimsel dar kadro çalışmalarını destekleyici derlemelerin alfabe yaygınlaştırmadan verimli olabileceği söylenemez.

NÜFUS: Asimilasyonda önemli faktörlerden biri de nüfustur. Nüfusun çokluğu, asimilasyon hızını azaltıcı bir faktördür. Bu acıdan bakıldığında 10 milyonla 1 milyonun asimilesi aynı ölçülerle ölçülemez. Toplumun dil ve kültürle ilgili ortaya çıkarabileceği ürünler nüfusa oranla artacaktır. Asimileye karşı olan güçler, nüfusa oranla ağırlıklarını ortaya  koyabileceklerdir.

Nüfus yoğunluğu ve coğrafi dağılım da aynı şekilde asimilasyonu geniş ölçüde etkiler. Toplu bir şekilde yerleşmiş veya yerleştirilmiş azınlıklar, bir birinden kopuk, küçük kümeler halinde yaşayan azınlıklara oranla ulusal kültürlerini daha uzun bir zaman yaşatma şansına sahiptirler. Yalnız burada bazı bölgelerde yoğun bulunuşumuzu, içinde yaşadığımız ulusun bize bir armağanı olarak görmemeliyiz. Bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çerkesleri kitle olarak kullanma isteminden çıkmış bir sonuçtur. Asimilasyonumuza oldukça çok etki eden bugünkü yerleşimimizi açtığımızda bu açıkça görülecektir.

Çerkesler Osmanlı topraklarına gelişi güzel yerleştirilmemişlerdir. Çerkeslerin yoğun yerleşim bölgeleri kaba taslak belirtilmiş olan bir haritaya ilk bakışta bizim için önemli olan bazı şeyleri görebiliriz: Samsun, Amasya, Tokat, Yozgat, Sivas Uzunyayla (Kayseri), Göksün, Maraş, Çukurova, Hatay şeklinde Kuzey’den-Güney’e inen bu hat Türkiye’de Kürt ve Türk olmak üzere iki önemli etnik gurubu ayırır.

Aynı durum Türkiye sınırından sonra da, eski Osmanlı toprakları olan Suriye ve Ürdün’de de görülmektedir. Burada Çerkeslerin yerleşiminden, Medeniler (Arapların yerleşik olan toplumsal kesimi) ve bunların yaşadıkları verimli kıyı şeridinin, bu bölgeleri yağmalayan ve çöl kesiminde yaşayan Hadari ve Bedevilerin ayrılması amaçlanmıştır. Ayrıca Çerkeslerin Balkanlarda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Hıristiyan tabakalarıyla Türkler arasına yerleştirilmiş olmaları ve Balkanlardaki çatışmalar sırasında kullanılmış olmaları bize yerleştirme politikasını açıkça göstermektedir.

Tüm bunlardan sonra Çerkeslerin neden Düzce, Adapazarı, Balıkesir, Çanakkale ve Çukurova gibi Türkiye’nin en verimli topraklarına yerleştirildikleri sorusu akla gelebilir. Kesinlikle bilinen bir şey varsa o da Düzce ovası ve Çukurova’nın Türkiye’nin en son oluşmuş alüvyon ovaları olduklarıdır. Türkiye’nin jeolojik haritası da bunu açıkça kanıtlamaktadır. Çukurova’ya çıkarılan Çerkeslerin hemen hemen hepsi yok olmuştur. Düzce ovası ise bugün Çerkesler tarafından tarıma uygun alanlar haline getirilmişlerdir. Düzce ovasının ilk yerleşildiğinde bataklık olmasının etkisi sonucu ortaya çıkan temelsiz ev mimarisinin tek tük örnekleri bugün de görülebilmektedir, Bu evlerde ev tabanıyla rutubetli toprak arasında bir mesafe bırakabilmek amacıyla temel görevini köşelere yerleştirilmiş bir kaç büyük taş görmektedir.

Osmanlı döneminde bunun amaçlandığını belirten delillerimiz yoksa da Doğan Avcıoğlu’nun bu konuya değişik bir yaklaşımı vardır ki, bu ”Cumhuriyet Dönemi” için kesinlikle doğrudur: ”Genelkurmay’ın Türk İstiklal Harbi incelemesinde de belirtildiği üzere, İngiltere, Anadolu yönünden rahatsız edilmekten korunmak için, Boğazların Doğu’sunda iki tampon bölge kurmayı düşünmüştür. Bunlar da Çanakkale Boğazı’nı Doğu’ya karşı koruyacak olan Biga, Gönen ve çevresi ile Karadeniz Boğazı’nı Doğu’ya karşı güvene alacak olan Düzce, Hendek yöresidir. Nitekim iç isyanlar bu bölgede başlar”. (Milli Kurtuluş Tarihi, Cilt 1, s. 147, 148.) Yani Çerkesler askeri nedenlerle tampon bölgelere yerleştirilmişlerdir. Çerkeslerin özel amaç­larla yerleştirilmelerine Başbakanlık arşivlerinden alınmış iki örneği sadeleştirerek ve kısaltarak veriyoruz (Aslında bu konudaki belgeler oldukça çoktur.):

12 Cemaziyülevvel (Mayıs) 1319 tarih ve 745 nolu belgede:
Mudanya, Gemlik, Bandırma ve Erdek’te Kaymakam Yardımcısı’nı dahi Hıristiyan halktan seçme zorunluluğunda bırakan yoğun Hıristiyan nüfustan bahsedilerek, buraya acele olarak ”Kuzey Kafkasya göçmenlerinin” gönderilmeleri istenmektedir.

7 Cemaziyülevvel (Mayıs) 1319 tarihli ve 1494 nolu belgede:
Ermenilerin Malazgirt ve Muş ovalarını sık sık basmalarından ve burada Müslüman halkın az bulunmasından bahsedilerek, Ermenilerin yollarının kilidi durumunda olan Sason Dağları’na yakın yerlerdeki boş araziye ”Göçmen Çerkeslerin gönderilerek yerleştirilmeleri” isteniyor.

Türkiye Cumhuriyeti Asimilasyon Politikası ve İskan Kanunu:
Türkiye’de uygulanan asimilasyon politikası ruhunu tek dil ve tek kültüre ulaşma çabalarından almaktadır. Osmanlı İmparatorluğu dönemi de içinde olmak üzere asimilasyonist fikirler Türkiye’de ”Türk Milliyetçiliği” ve Türkiye’de Türk’ten başkasına hayat hakkı tanımayan fikirlerle birlikte gelişmiş zamanla kendini ”Resmi Devlet İdeolojisi” (Devlet tarafından uygulanan) olarak kabul ettirmiştir. Yaptığı işlerin doğruluğuna (!) herkesi inandırabilmek ve ideolojisini yasal yollarla koruyabilmek için devletin asimilasyonu arttırıcı yasalar çıkaracağı açıktır. Bunu gösterebilmek için önce soyadı ve iskan kanunları ili ilgili Meclis tartışmalarından örnekler vermek istiyorum:

İçişleri Bakanı Şükrü Kaya: Sonra yabancı milliyet adlarını da kaldırmak istiyoruz. Ülkemizde, dışarıdan gelmiş, ülkemiz yerlisinden olan birtakım kimseler, başka bir topluluk adını taşımaktadırlar. Örneğin: Arap, Çerkes gibi binlerce ad vardır.

Yabancı adlara gelince; bir ülkenin en büyük görevi, sınırları içinde oturanların tümünü kendi topluluğuna katmak, özümlemektir. (Bravo sesleri…) Burada oturanları, bizim topluluğumuz içinde bulunanları ne olursa olsun (mutlaka) Türk toplumunun uygarlığına sokmak ve onları uygarlığın verimliliğinden (bereketinden) yararlandırmak bizim borcumuzdur. Niçin şimdi de Kürt Memet, Çerkes Hasan, Laz Ali diyelim? Bir kere bu egemen olanın zayıflığını gösteren bir şeydir. Halbuki; Türk unsuru en çok özümleyen unsurdur. Bu ayrılıkları bırakmak doğru değildir.  (Soyadı Kanunu tartışmalarından.)

İskan  Kanunu tartışmalarından (1934): Madde 1-2:

Daha ileri gitmeyerek yalnız 1876 yılından sonrakileri alırsak yok olan Osmanlı İmparatorluğu’nda gelip yerleşen değişik dilli ve değişik kültürlü olanlar imanda yerli Türk ile birleşik iken bile bunların ayırt edilemeyecek gibi Türk kültüründe yoğrulduklarını söyleyemeyiz. Bunun Türk kültürünün yetiştirici, yükseltici ve yerleştirici gücünün küçüklüğüne veremeyiz. Bu gelenleri, Türk kendi topluluğu içine almış iken ve hemen pek çoğu da Türkçe’yi konuşur iken bile Türk kültürünü, Türk duygusunu bilinçli olarak taşımaktan kaçınmışlardır. İşte bunun içindir ki, geçmişte denenmiş olanı bir daha denemek gibi zararlı bir işe girişmektense bunu kökünden kesip atmayı isteyen bu madde ile devlet bu gibi yurda gelenleri, taa Türk kültüründe iyice eriyip Büyük Türklük içinde hamur oluncaya değin gözü önünde tutmak istemiştir. Bu maddenin kökü buradadır.

Ancak yıllar geçip de artık Türk kültüründe yoğrulmuş ve birkaç  kuşak sonra  evlenme ve birbirine kaynaşma yoluyla ayrılık kalmamış olunca nüfus yayılımında değişiklik yapılması zorunluluğu ortaya çıkacağından bu değişikliklerin yapılması, icra vekilleri kurulu kararı ile, İçişleri Bakanlığı’na bırakılmıştır.

Bölüm 3, Madde 3-7:

Türk Kültürüne bağlı olup da Türkçe’den başka dil konuşanların Türklük içinde eriyip kaynaşmaları elde edilmek üzere serbest yurt tutmada bile Hükümetin göstereceği yerlerde yerleşmeye zorunlu bırakılmışlardır.

Madde 11:

a) Ana dili Türkçe olmayanlardan toplu olmak üzere yeniden köy ve mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bu gibi kimselerin bir köyü, bir mahalleyi, bir işi veya sanatı kendi soydaşlarının tekeli altına aldırtmaları yasaktır.

b) Türk kültürüne bağlı olmayanlar ya da Türk kültürüne bağlı olup da Türkçe’den başka dil konuşanlar hakkında, kültürel, askeri, siyasal, toplumsal ve inzibati nedenlerle Bakanlar Kurulu Kararı’yla: İçişleri Bakanı gerekli görülen tedbirleri almaya zorunludur. Topluca olmamak koşuluyla başka yerlere aktarma ve yurttaşlıktan çıkartmak ta bu tedbirler içerisindedir.

c) Kasabalarda ve kentlerde yerleşen yabancıların tutarı, belediye sınırı içindeki toplam nüfus tutarının % 10’unu geçemez ve ayrı mahalle kuramazlar.

Meclis tartışmalarında ve ilgili kanunlarda ”Yabancı Milliyetliler”, ”Türkçe’den başka dil konuşanlar”, ”Özümleme amacı”, ”İskan   kanunundan beklenenler” açıkça belirtilmiştir.

İskan kanunuyla ilgili aşağıdaki bilgiler ”Kürtlerin ”Mecburi İskan’ı” isimli kitaptan elde edilmiştir:

Mukaddeme İskan Mıntıkaları (5)

Madde 1: Türkiye’de Türk kültürüne bağlılık dolayısıyla nüfus oturuş ve yayılışının, bu kanuna uygun olarak icra vekillerince yapılacak bir programa göre, düzeltilmesi dahiliye vekilliğine verilmiştir.

Madde 2: Dahiliye vekilliğince yapılıp, icra vekilleri heyetince tasdik olunacak haritaya göre, Türkiye, iskan mıntıkaları bakımından 3 nevi mıntıkaya ayrılır.

1 numaralı mıntıkalar: Türk kültürlü nüfusun tekasüfü istenilen yerlerdir.
2 numaralı mıntıkalar:
Türk kültürünü temsili istenilen nüfusun nakil ve iskanına ayrılan yerlerdir.
3 numaralı mıntıkalar: Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve inzibat sebepleri ile boşaltılması istenilen ve iskan ve ikame yasak edilen yerlerdir.

Yukarda yazılan iskan mıntıkalarının tasdikli haritasında, zamanla ortaya çıkacak ihtiyaca göre değişiklikler yapılması Dahiliye Vekilliği’nin (İçişleri Bakanlığı’nın) teklifi üzerine icra vekilleri heyeti kararına bağlıdır.” (6) ‘

Madde 10: Türk uyruğundan olup da, Türk kültürüne bağlı bulunmayan aşiret fertlerinin dağınık olarak 2 numaralı mıntıkalara, Türk uyruklu ve Türk kültürlü göçebe aşiretler fertlerini sıhhat ve yaşama şartları elverişli yerlere nakledip yerleştirmeye, Türk uyruğunda olmayan ve Türk kültürüne bağlı bulunmayan göçebe aşiretler fertlerini duruma göre Türkiye dışarısına çıkarmaya İçişleri Bakanlığı yetkilidir.” (7)

Madde 12: 1 numaralı mıntıkalara:

a) Yeniden hiç bir aşiretin veya göçebenin sokulmasına, Türk kültürüne bağlı olmayan hiçbir ferdin yeniden yerleştirilmesine ve bu mıntıkaların eski yerlerinden olsa bile Türk kültürüne bağlı olmayan hiçbir kimsenin avdet etmesine izin verilemez.

d) 3 numaralı mıntıkalar halkından veya 1 numaralı mıntıkalar dışında yerleşmiş olanlardan Türk kültürlü vatandaşlar, aileleri ile birlikte iklim ve yaşayış şartlarına uygun olmak üzere, 1 numaralı mıntıkalara iskan edilirler.

e) 1 numaralı mıntıkalar haricindeki vilayetler ahalisinden bu mıntıkalara, aileleri ile birlikte, gelip yerleşmek isteyen Türk ırk ve kültürlü asker ve mülkiye emeklileri, yine bu vilayetler halkından ve Türk ırkından olduğu halde bu mıntıkalarda askerlik etmiş olup, terhislerinde ailelerini getirerek ve bekar olanlarda evlenerek yerleşmek isteyenler, 17. maddeye göre iskan edilirler.” (8)

İskan  Kanunu’nun Gerekçesi ”Esbabı Mucibe Layihası” :

Mecburi İskan Kanunu teklifi gerekçesi ile birlikte İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanmış ve İcra Vekilleri Heyeti’nin 27.4.1932 tarihli oturumunda kabul edilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne arz edilmesine karar verilmiştir.

2 Mayıs 1932 tarihinde Başvekalet Vekili Dr. Refik tarafından Büyük Millet Meclisi Reisliği’ne arz edilen gerekçenin. Esbabı Mucibe Layihasının önemli bölümleri şunlardır: (9)

”… Cihan Tarihinde büyük gçmenlik sellerini ve akınlarını yapan ırkların başında Türkler ve Turani kavimler olduğu malumdur…

…Tanzimat Türk ve İslam camiaları yerine din, lisan, ırk ve hissiyatı farklı unsurların karışımı halinde teşkil ettiği içtimai heyeti suni bir Osmanlılık camiası altında tuttu.

Dini ve emperyalist saltanatın memlekette idame ettiği mutlak idarenin bünyesi esasen milli temsil (özümleme) siyaseti uygulamasına müsait değildir. Mutlakıyet kendi varlığını birbiri ile anlaşamayan unsurların yan yana bulundurulmalarına ve birbirleri ile bağdaşmamalarına ve kaynaşmamalarına istinat ettiriyordu. Onun muhtelif kıtalardan gelen göçmen unsurlar hane hane Türk kasaba ve köyleri içine dağıtılarak eritilip temsil edilmeleri maksadı hiçbir zaman gerçekleşemezdi. Muhtelif vilayetlere gelen bu halk blok halinde müstakil köy ve mahalle teşkil etmek üzere yerli Türklerin arasına bir ihtilaf unsuru olarak katılırdı. Bunlar yıllarca kendi dilleri ile mütekellim (konuşan, söyleyen) kaldılar.

Bütün Osmanlı devrinde Türkçe’yi ana dili olarak benimseyemediler.

Türk ırkına ve harsına mensup muhacirler bile blok halinde ayrı yerleştirilmek yüzünden ırkdaşlarına bütün bir Osmanlı devrinde ısınamadılar, gittiler.”

”…Yine dahili iskan safahatı (evreleri) cümlesinden olarak; ana dili Türkçe olmayan nüfus terakümlerinin (birikme, yığılma) men’ine ve mevcutlarının dağıtılması şekillerine ve uygulaması için hükümete yasal yetki alınması düşünülmüştür.

Görüldüğü gibi, 1932 tarihli bu gerekçede, Türklerin dünyada, göç akınlarını yapan ırkların başında geldiği istila ettikleri her yerde çevrelerini Türkleştirdikleri anlatılmaktadır. Bununla beraber, özellikle Tanzimat ve meşrutiyet devirlerinde, İslamcılık cereyanları dolayısıyla Türkçülük akımına gerekli önemin verilmediği için bazı ırkların ve kültürlerin Türklük içinde erimeleri mümkün olamamıştır. Esbabı mucibe layihasının ifadesi ile, ”Bunlar yıllarca kendi dilleri ile mütekellim kaldılar. Bütün Osmanlı devrinde Türkçe’yi ana dili olarak benimseyemediler.” İşte Cumhuriyet’in, Kemalist inkılabın en önemli işi ana dili Türkçe olmayan bu milletlere Türklüğü ve Türkçeyi benimsetmektir. O milletleri Türklük içinde eritmek, yok etmektir. Dilini, kültürünü ve öz benliğini dillerden ve tarihlerden silmektir. Kanun bu sonuca ulaşmak için yapılmıştır.” (10)

Bunlar bizlere yerleştirme politikasının asimilasyonda nasıl kullanıldığını açıkça göstermektedir. Bu kanun teklifleri görüşülmeden önce de zorla yerleştirmeler, hatta Türkiye dışına sürgün çalışmaları olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’ndan arta kalan Türkiye üzerinde etnik birliği sağlayabilmek için Bandırma, Gönen, Manyas taraflarından sürgünler yapılmış, bunlardan bir kısmı Bitlis’e kadar ulaşmışken yapılan baskılar neticesinde sürgün durdurulabilmiştir.

Bugün bile bu sürgünle Bitlis’e yerleşip kalmış Çerkeslere rastlanabilmektedir. Burada sürgün yer yer katliam halini almıştır. Bu dönemde Mecliste bulunan Mehmet Fetgherey Şöenu, sürgünü durdurabilmek için Meclis’e ”Çerkes Meselesi Hakkında Türk Vicdan-ı Umumisine ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Birinci Ariza” adında sürülen Çerkeslerin durumunu yansıtan ve haksızlığın düzeltilmesini isteyen bir kitap bastırıp dağıtmıştır (1923 senesinde).

Sürgünün durdurulmaması üzerine aynı isimle İkinci Ariza’yı dağıtmış ve sürgün durdurulabilmiştir. Burada durumu gösterebilmesi bakımından bu Arizalardan parçalar vermek istiyorum: ”Lakin yalnız bu kadar değil, denizden çıkarılan balıklar gibi, meskensiz, me’vasız, hayat vesaitinden mahrum kalan bu zavallıların erkekleri derelere, kaya diplerine gömülüyor, kız ve kadınları ise Türk köylerine, Türk köylülerine taksim ve tevzi olunuyormuş…” (1. Ariza, s. 5) Kaldırılan 14 Çerkes köyü böyle kaldırılmış, ya kalanlar… Onların akıbeti de pek değişik olmamış. Göçürülmemişler ama göç korkusu içinde bazı fırsatçıların da durumu değerlendirmeleri sonucu tüm mallarını yok pahasına elden çıkarmışlar.

Bu durumda bulunan köyler:

‘Manyas mülhakatından: Darıca, Işıklar, Hacıyakup, Süleymanlı, Durak, Çakırca, Elkesen, Çavuşköyü, Kızık, Kulak, Eskimanyas, Tatarköyü, Haydar, Eşen, Ergili, Sallur. Hamamlı, Muradiye, Geyikler.”  (2. Ariza, sayfa : 36)

”Gönen mülhakatından: Karacalar Çiftliği, Karacalar, Tuzakçı, Hacımenteş, Çalıoba, Ayvalıdere, Hacıvelioba, Kumköy, Ayvakavağı, Bayramiç, Balcı.” ”Bu zavallılar Tedbir-i idari sillesine uğramadıkları halde niçin böyle oldular gibi bir sual varid olamaz. Nim resmilisan kullanan propagandacılar, madrabazlar, halkın zararından kendi karını temin eden açıkgözler boş buldukları meydanda serbest serbest at oynatarak bu akıbeti teşri etmişlerdi. Ne diyorsunuz, diyorlardı, sıra size geliyor. Şimdiden ha­zırlanmak daha iyi değil mi? Giden köyleri gördünüz, mallarını kaça satabildiler? Böylelikle herkes mütemadiyen satmış,  elinde avucunda üç, beş kağıt lira ile… gündüz üstünde, gece altında barındığı bir örtü i\e kalmıştı. Şimdi artık bittabi onlarda yok olmuştur.

Satışın su pahasına cereyan ettiğini ilave etmek bilmem lazım mıdır? Eğer istiyorsanız yalnız şunu arz edeyim. Bir fikir edinmek için kafidir: Ahval-ı adiyede 200 lira eden bir çift öküz 30, azami 40 liradan, koyunun çifti 7-8 liradan fazla para etmiyor, beygir azami 20 ila 25 lira tutabiliyordu…” Bunlar ve daha bulunabilecek pek çokları asimilasyonu sağlamak için girişilmiş hareketlerdir.”

Nüfus yoğunluğu ve coğrafi dağılımı bu şekilde açtıktan sonra nüfus artışı ve ekonomi konularını inceleyebiliriz.

Nüfus artışının da asimilasyonda önemli bir faktör olduğunu belirtmeliyiz. Göç eden Çerkes toplumunun, göç sırasında ve çıkarıldıkları topraklarda bugün için basit görülebilen pek çok hastalıktan, iklim uyuşmazlığından, hatta açlıktan büyük sayılarda öldükleri bilinmektedir. Bunlara, gelen genç kızların çevrenin hakim kişilerince himayelerine (!) alınmaları da eklenmelidir. Bu durumda ilk anda nasıl bir nüfus sarsılması olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bugün bile nüfus artışında bir eşitsizlik kendini göstermektedir. Örnek olarak Çerkeslerin göçü sırasında evlenmiş bir Çerkes ve bir Türk veya bir Arap ailesi alınıp bugüne kadar ortalama çocuk üzerinden bir hesap yapılacak olursa, 120 senede Çerkes ailenin sahip olacağı torunlar en iyimser sayılarla diğerlerine oranla 1/5 olacaktır.

Ekonomi: Tüm bunlardan sonra Çerkeslerin neden 30-40 sene öncesine göre daha hızla asimile oldukları sorusuna ancak ekonomiyle cevap verilebilir. Çerkeslerin toplumsal örgütlenmeleri, içinde bulundukları üretim biçimi ve ilişkileri. Kapitalizmin girmesi oranında bozulmaktadır. Toplu olarak bulundukları yerlerden dağılma; ekonominin zorlaması neticesinde şehirlere göç, kitle eğitim ve ulaşım araçlarının gelişmesi neticesinde yabancı kültür ve geleneklere, hakim ulusun asimilasyon politikasına daha yoğun bir şekilde açık kalmaları gibi.

Sanayileşme, Çerkeslerin çözülmesini ve asimilasyonun   yoğunlaşmasını getirmekle birlikte, yanında olumlu bir olguyu da taşımaktadır. O da asimilasyona karşı genel bir tepki, olarak ortaya çıkan ”Uluslaşma Bilinci”dir. Asimilasyon toplumun sosyal-ekonomik-kültürel yapısının gelişmesinin engellenmesi, değiştirilmesi olduğuna göre soruna bir de bu açıdan bakmak gerekir. Olayı toplumun Sosyal-ekonomik-kültürel gelişimini sağlayan faktörler açısından incelersek öncelikle karşımıza devamlılık çıkar. Devamlılığı gelenek, görenek ve normlar sağlar. Devamlılığı sağlayan nedenleri kısaca gözden geçirdiğimizde asimilasyon açısından önemleri ortaya çıkacaktır.

Toplumsal yapılarda devamlılığı sağlayan faktörler kısaca şunlardır:

a) Değişim risklidir: Yeni girişimler, yeni bilgiler gerektirir. Savaşlar ve göç ile yeteri kadar sarsılmış bulunan toplumumuz girdiği yabancı toplumlar içinde kendini dış toplumlara  karşı koruyabilmek için,ihtiyaçlarını karşılamasa, eskimiş olsalar bile kültürüne -yenişleştirmeme pahasına bile olsa- sıkı sıkıya sarılmıştır.

b)
Yaşlanma değişime engeldir: Yaşlılar devamlı olarak kendi  içinde yetişmiş oldukları kültürden vazgeçmemişlerdir. Yenilik onlar için zordur, kendilerine yabancı bir ortam getiricidir. Toplumumuz bu açıdan dezavantajdadır. Çünkü pek çok topluma oranla yaşlılara daha bağlı kalmıştır.

c)
Sosyal sistemlerin sistematik karakteri: Toplumsal yapılar hiçbir zaman parçalar halinde alınamazlar. Toplumu meydana getiren her özelliği onun bütününe bağlıdır ve ancak o bütün içinde anlaşılabilir. Bundan dolayı toplumsal yapılarda küçük bir değişiklik, ona bağlı olarak pek çok değişikliği de birlikte getirmektedir. Bu bakımdan kurumlarıyla organize olmamış bir toplum kolay kolay değişikliği göze alamaz, aksi takdirde organize toplumlar içinde erirler.

Yenilik: Toplumun devamlılığını sadece eski değerlere bağlı kalarak sağlaması (veya devamlılığını sağlamaya çalışması) düşünülemez. Çünkü ortaya çıkan yeni problemler yeni çözüm yolları isteyecektir. Toplumun eski yapısı bunu sağlayamayınca yeni çözümlerin yabancı toplumlardan   olduğu gibi kopyası kaçınılmazdır. Dünya çapında ve toplumun temasta bulunduğu dar çevresinde ortaya çıkan yenilikler onu (dolayısıyla asimilasyonunu) etkileyecektir. Yeniliğin hızı aşağıdaki faktörlere bağlıdır:

a) Gurup içindeki bilgi birikiminin büyüklüğü: Toplumun sahip olduğu  bilginin büyüklüğü oranında yenilikler üretme yeteneği artacaktır.

b)
Toplum nüfusunun büyüklüğü oranında yenilik yapma yeteneği artacaktır. Bu anlamda alındığında Çerkes toplumunun zaten az olan nüfusunun dağınık olması onun yenilik yapma yeteneğini azaltmaktadır.

c)
Toplumlararası temas ile dış toplumlardan edinilen bilgiler ve teknikler yenilik hızını arttırır. Bu bilimin evrensel olan yönüyle ilgilidir. Yoksa bu her toplumlar arası temasın yeniliği arttırdığı anlamına gelmez. Çerkeslerin başka toplumlarla temaslarında kazandıkları olmuştur (yeni dünya görüşleri, devlet sistemleri, dünya politi­kası ve diğer ulusların gelişimiyle ilgili daha gerçekçi bilgiler gibi). Fakat (asimilasyon açısından) kazandıkları kaybettiklerinden daha çok olduğu için, Çerkeslerin diğer toplumlarla temasları yenilik yapmalarında onlara pek bir-şey kazandırmamıştır denilebilir.

d)
Toplumun uyması gereken çevrenin sabit oluşu toplumun yapacağı yeniliklerin hızını arttırır. Çünkü problemler sadece zaman içinde değişmektedir. Çerkeslerin göçü ile birlikte çevreye bağlı olarak yeni problemler çıkmıştır. Sorunların tekrar sıfırdan alınması zorunluluğu yenilik hızını etkilemiştir.

e)
Temel buluşlar, yenilikler kitle eğitim araçlarının yaygınlaşması ile radyo, tv ve basının köylere kadar girmesi toplumu dış etkilere açık bırakmış, hazır çözümler karşısında yenilik yapılamamıştır.

f)
Toplumun yenilik karşısındaki tavrı yeniliğin hızını etkileyen önemli etkenlerden biridir. Özellikle Türkiye’de toplumumuzun tarımla   uğraşması onu daha çok statik yapmış, toplum yeniliklere daha çok karşı çıkmıştır.

Ortadan Kaldırma: Toplumlar, toplumsal sistemleri içindeki eskiyen sorunlara cevap veremez olan kısımları atarlar. Sistemden atılan kısımların yerine yenileri gerekmektedir. Yeniler toplumun ”Kültürel Özüne” yabancı oldukça asimilasyonu arttıracaktır.

”Bir ulusun kültüründe bulunan gerici yanların atılması ve ilerici ne varsa hepsinin kabul edilerek geliştirilmesi önemli bir görevdir. Bu yapılırken dar milliyetçi şartlanmışlıklara kapılmamak ve kendi ulusunu her yönden olduğu gibi kültürel yönden de dünya halklarının bir parçası olarak görüp değerlendirmek gerekir. Bunun dışındaki değerlendirmeler ırkçı görüşlere yaklaştırarak insanı bilimsellikten uzaklaştırır. Bir halk kültürünün yaratılması, feodal kültürün aşılmasını gerektirir.”  (11)

Dipnotlar:
1)
Sosyal Psikoloji
2) age
3) Özgürlük Yolu, sayı 18, s. 232.
4) age. s. 31.
5) Kürtlerin ”Mecburi İskan” ı, İsmail Beşikçi, s. 132 -133. 2510 sayılı iskan kanunu, Kabul Tarihi, 14 Haziran 1934.
6) 1 numaralı mıntıka: Bu bölgeler Türk olmayanlarla meskun yerlerdir. 2 numaralı mıntıka: Akdeniz, Ege Marmara ve Trakya bölgeleri. 3 numaralı mıntıka : Bu bölgeler boşaltılacaktır. İskan ve ikame yasak edilecektir. Bkz. 5826 sayılı kanun. Kabul tarihi 3.8.1951.
7) Görüldüğü gibi dahiliye vekiline  son derece geniş yetkiler verilmektedir. ”Türk Kültürüne Bağlı olmayanları” Türkiye dışarısına çıkarmaya bile yetkilidir.
8) Bu maddede iki kategoride toplanan kişilerin aileleri ile birlikte 1 numaralı bölgelere yerleştirilecekleri hükme bağlanmış.
9) Bkz. TBMMZC – Devre 4. İçtima 3, Cilt 23 TBMM Matbaası, Ankara. 1934.
10) Yukarıda adı geçen zabıt ceridesi, s. 21 – 27.
11) Özgürlük Yolu, sayı 18, s. 37.

Kaynakça:
1) International Eneyclopedia of the Social Sciences : Assimilation, V. I. pp. 438 By : George Eaton Sımpson. Social Assimilation, V. 2, pp 281.
2) Race, Language and Culture. Franz Boas, 1966. pp : 5, 257, 286, 630.
3) Culture Change. Evon, Z. Vogt.
4) Culture  Man  and  Society.  Marvin  Harrıs,  1971.  pp: 123, 131 -132,433-437
5) İnsan ve Kültür, Bozkurt Güvenç. İst. 1974
6) Human Societies, Lenskı and Lenskı. pp : 51-76.
7) Kürtlerin ”Mecburi İskan” ı, İsmail Beşikçi. Komal Ya­yınları, 1977.
8) Özgürlük Yolu, Aylık Siyasi Dergi, Sayı 18, Özümleme ve Kurtuluş Hareketleri, İhsan Aksoy. s: 31-40.
9) Milli Kurtuluş Tarihi, Doğan Avcıoğlu. Cilt 1, 2, 3. İs­tanbul, 1974
10) Çerkes  Meselesi  Hakkında  Türk Vicdan-i  Umumisini ve Türkiye Büyük Millet Meclisini Birinci ve İkinci Ari-zalar, Mehmet Fetgherey Şöenu.