Tolgay Kaya
Burada mıdır acaba, yoksa işi bitince gitmiş midir?
Kapıyı hafifçe açıyor ve burun buruna geliyoruz. Ahır temizliği yeni bitmiş tam aklından bir çay içeyim diye geçerken benle burun buruna gelmiş. Beraber içelim, dedim sana çay ısmarlayayım. O kadar canım sıkkındı ki, sohbeti bana iyi gelecek bana evimi hatırlatacak birinin sohbetine ihtiyacım vardı. Bana eski günlerden anlat, bana eski Uzunyayla’dan bahset, atlardan ve onların hikayelerinden:
– Babam ben küçükken selde boğularak öldü. Sel ona yetiştiğinde artık soyları tükenen eski Uzunyayla atlarından bir atı vardı yanında ve ayağı köstekliydi. Babam selin yaklaştığını ona seslenen çobanların sesini duyduğunda anladı ancak, atına doğru koştu. Sel ile aynı anda ona yetişmişti. Kendisi kaçsa belki kurtulabilirdi ama o Çerkes’di ve at onun kardeşiydi, onu bırakamazdı ve bırakmadı da. Atının kösteğini çözüp ona binmeye anca fırsat bulabilmişti ve atına bindiği anda ikisi de sularda kaybolmuşlardı bile.
Böyle anlatmışlardı çobanlar olanları onlara.
Evdekiler boş yere beklediler onun eve dönmesini ama o dönmedi, cesedini buldular. Bir dala takılmıştı ama atından eser yoktu. Kimsede düşünemiyordu atı, herkes yasta cenazeyle meşguldü. Babamın cenazesini, açtıkları mezara götürdüklerinde atını mezarın başında babamı beklerken buldular. Cenazeye gelen herkes şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. Doru, dört ayağı da sekili bir attı. Çerkesler dört ayağı sekili atı uğursuz sayarlardı.
İkimizde sustuk bir an.
Bana birazda eskiden cenaze haberi vermeye gelen atlılardan ve onların yazılı olmayan kurallarından bahsetsene dedim, en sevdiğim şey Çerkeslerin atlarıyla olan kurallarını dinlemektir:
– Cenaze haberi vermeye gelen atlı asla eve girmez ve ev sahibi farkedene kadar kapıda beklerdi. Atın sağından inerdi ki, bu kötü bir haber getirdiğine dalalet ederdi. Falanca falanca kişi öldü diye haber verirdi ve atını sürdüğü gibi diğer gideceği yerlere giderdi. Çok karlı fırtınalı bir havaysa yamçısına sarılır ve atının yemle dolu torbasını atın boğazına asardı böylece at bu soğuk havada kendi nefesiyle ısınırdı.
Ben büyülenmiş gibi onun yavaş yavaş Uzunyayla aksanıyla konuştuğu Türkçe’sini dinlerken, burnuma sandıklarda saklanan elma kokusu ve yanan ardıç ağacı kokusu geldi. Sanki dışarıda kar vardı ve Uzunyayla’da evin penceresinden yağan karı seyrettiğimi, yavaş yavaş sinen akşamı, yanan sobanın sıcaklığını ve göçmen sobasında ısıtılan psıhalivenin ve sobanın üstünde sesler çıkara çıkara ısınan çay demliğini hayal ettim.
Kendime geldim, bir hayalle birlikte mutlu oldum.