AYDIN İNSAN KİME DENİR?

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Tarihte ve bugün, hakarete ve soruşturmaya uğrayan, ceza ve işkence gören, idam edilen ya da eller üstünde taşınan ve baştacı edilen birçok insan “aydın” sınıfı içerisinde değerlendirildi. Toplumun bir kısmı bunların aydın olduğunu savundu, diğer bir kısmı ise onları toplum ve sistem düşmanı olarak gördü. Tartışmanın ardı arkası kesilmedi. Bugün birçok ülkede aydın, uluslararası adlandırılması ile “entelektüel” terimi hâlâ tartışmalıdır. Hatta bir ülkedeki bir aydın, diğer bir ülkedeki insanların önemli bir kısmı için bozguncudur.

Bu yazıyı yazarken ve değişik zamanlarda, bilim adamı statüsünden maaş alan, önemli bir kısmı yabancı ülkelerde eğitim görmüş ve doktora yapmış onlarca, hatta yüzlerce dosta, arkadaşa, meslektaşa “aydın kelimesinden ne anlıyorsunuz? “sorusunu yönelttim. Aldığım yanıtlardan, doğrusu, ortak bir öz ya da fikir çıkaramadım. Son zamanlarda basında, üniversite hocalarını kast ederek “aydınlar da türbanın serbest bırakılmasına destek sağladılar” diyerek, sanki üniversite hocalarının hepsi aydınmış gibi bir görüntü yaratmış buluyorlar. Kural olarak hepsi, bilgili olmayla aydın olmayı özdeşleştiriyordu. Bilgili olmanın aydın olmanın temel koşulu olduğuna inanıyorlardı. Daha sonra, halk arasında zaman zaman duyduğumuz, “çoban; ama aydın bir kişi, tahsili yok; ama aydın bir kişi” gibi tanımlamaların ne anlama geldiğini sorunca, ayrıcasız hepsinin afalladığını gözledim… Bu soruları kendime sorduğumda, bu sefer şaşkınlık sırası bana gelmişti. Çünkü aydın kelimesini ağzından bırakmayan ben ve benim gibi insanlar, gerçekte aydın konusunda ortak bir fikre sahip değildik. Ayaküstü hemen açıklamaya çalışanlar da ciddi değildi…

Aydın nedir diye? Tartışmayı çok severiz. Ama fikrini söyleyene de hemen itiraz ederiz. Aydının bir özelliğinin, belki de ilk olması gereken özelliğinin, düşünceyi ciddiye almak olduğunu düşünmeyiz. İkinci özelliğinin ise, düşüncesi ve varsayımları ile tutarlı olması, düşüncesinin kendini götürdüğü yere korkmadan gidebilmesi, çelişkilerden sakınabilmesi, yanılgılarını çekinmeden açıklayabilmesi olmalıdır. Bir anlamda “düşünce namusu ve dürüstlüğü” aydın olma niteliğinin ilk belirleyici unsurudur.

“Şu anda ülkenizde aydın olarak gördüğünüz ilk 10 insanın adını verebilir misiniz?” şeklindeki bir sorunun yanıtlarında, ortak bir isim çıkmadığı gibi, 10 rakamına da hiç bir zaman ulaşıldığını görmedim. En ilginci de, son 40 yıldır bizi yöneten politikacıların hiçbirinin bu sıralamaya sokulmamasıydı… Ailenizde aydın var mı? Sorusunu ise çoğunluk “hayır” diye yanıtladı. Acaba gerçekten bu toplum aydının ne olup olmadığını mı bilmiyor, yoksa, toplumda özlenen ya da hayal edilen aydın sayısı sayılamayacak kadar mı az? Lütfen bu soruları bir de kendinize sorun!

Pekâlâ, tanımlayamadığımız; fakat baş tacı ettiğimiz ya da eziyet ettiğimiz “aydın”ın gerçekte niteliği nedir? Bir kısmı için bilgili olma, bir kısmı için uyumlu olma, bir kısmı için yaratıcı olma, bir kısmı için akıllı olma, bir kısmı için paylaşımcı olma, bir kısmı için dünyadaki gelişmelerden haberdar olma; bir kısmı için aksayan düzene korkusuzca karşı çıkma, bir kısmı için düzeni değiştirme, birçoğu için de bu niteliklerin değişik şekillerdeki kombinasyonuna sahip olmadır.

Fakat bilgi birikimi olmayan dağdaki çobanın, sadece motordan anlayan bir ustanın, ticaretle uğraşan bir tüccarın, vs.nin de aydın olarak tanımlandığı bilinmektedir. Buna karşılık, kendi konusunda becerikli ve ilgili bir cerrahın, iyi bir mühendisin, çok iyi şarkı söyleyen bir ses sanatkârının ya da çok iyi yüzen bir sporcunun, kendi konusunda bilgi sahibi bir öğretim üyesinin, her zaman aydın olamayacağı da bilinmektedir. Demek ki bilgi sahibi olma ya da yetenekli olma, aydın olma için zorunlu bir koşul değildir. Eğer öyle olmuş olsaydı, atomu parçalayan Openheimer, Rusya’yı Rusya yapan Petro, müzik dünyasının ilahı Mozart, peygamberlerin tümü, matematikte ünlü eşitlikleri bulanlar, DNA’nın yapısını açıklayan Watson ve Crick, İstiklal marşımızı yazan eşsiz şiir dehası Mehmet Akif, tartışmasız aydın olarak kabul edilecekti. Oysa edilmiyorlar… edilseler de bu fikir; ancak bazıları tarafından benimseniyor…

O zaman aydın kavramının, ait olduğu toplumun yapısına bırakılmaksızın, ayrı bir nitelik olarak incelenmesi gerekir. Belki de bunları, bir ormanda yücelmiş dev bir ağaç ya da çıplak bir dağın başında tutunmuş bir ardıç, bir çölde vaha olarak görmek gerekir. Aydındaki meziyetler sayılabilir; fakat ölçülemez. Bu nedenle de aydını bilim adamından, bilgili adamdan farklı olarak ele almak gerekir. Bilgi az olabilir; fakat niteliklerin kombinasyonu onu aydın yapar. Bu bir alan bilgisiyle ya da meslek grubuyla sınırlı olmadığı için tanımı zordur. Bir ormanda göze çarpan bazı ağaçlar vardır, bir stepte göze çarpan güzel bitkiler vardır, bir çölde farklı bir geven vardır. Her biri kendi ortamında diğerlerinden farklı ve güzel bir görünüme sahiptir. İşte aydın da farklı kategorilerde yer almış değerli insanların tanımı için kullanılır. Eğer bu nitelikler bilgiyle de desteklenirse, aydının etkinliği ve dolayısıyla göreceli olarak değeri artar. Aydını, bugün yaşadığımız çok ilginç tartışmalar bağlamında, özellikle üniversitelerdeki bir kısım öğretim üyelerinin turbanı tehlike, bir kısmının da özgürlüğe atılmış bir adım olarak görme bağlamında yeniden tanımlamaya kalkışırsak:

Dogmatik (koşullanmış) duygulardan kurtulmuş ya da kalıtsal olarak bu yapıda olmayan, kendisi uygulasa da uygulamasa da yeniliklere açık olan, bir sorunun nedenini araştıran, bilgi toplayan, öğrendiklerini çevresindekilere yaymaya çalışan ve onlarla paylaşan, düşüncelerini özgürce savunan, baskıcı ve çıkarcı idari sistemlere karşı uygarca ve cesurca karşı koyabilen, toplumun çıkarı için kendi çıkarlarından ödün verebilen, edindiği bilgiler ile doğru varsayımlar kurabilen ve yargıya ulaşan, yeni bilgilerin ışığı altında kazanmış olduğu eski ya da yanlış düşünce ve tavrını değiştirebilen, başka insanların yanılgılarına da hoşgörülü olabilen, … kişi aydın olarak nitelendirilebilir.

Bilgisini sadece kendisine saklayan bir hekimin, bilgisini üstünlük kurmak için kullanan bir politikacının, çıkar sağlamak için çağdışı öğretileri devam ettirenlerin, kendini doğrudan ilgilendirmeyen konularda fikir ve bilgi edinmeye çaba göstermeyenlerin ve insan soyunun geleceğini ve çeşitliliğini tehlikeye düşürecek her türlü eyleme destek verenlerin, kazanılmış kültürel aydınlığı karanlığa çevirenlerin aydın olarak nitelenmesi düşünülemez.

Türban ile ilgili tartışmalarda, üniversitelerdeki öğretim üyelerinin taraf olması doğaldır; ister yanılmış olsunlar isterse doğruyu savunsunlar. Ancak, öğretim üyelerinin destek sağlaması, başak bir kesimin destek sağlamasından farklı bir olgudur. Çünkü öğretim üyesi, eğer üç kağıtçılık yaparak ya da siyasi görüşü nedeniyle yandaş bulup o unvanları kazanmamış ise, analistik düşünen insan demektir. Her kesim, öğretim üyelerinin açıklamalarına kulak vermek zorundadır. Acaba, bu son gelişmelerde, böyle bir analistik yargı olmuş mudur? İlk bakışta birileri, ister körü körüne olsun ister masum bir inanç nedeniyle olsun, başlarını örtmek isteyenlere destek vermeyi aydın olmanın bir unsuru olarak düşünebilir; bu düşüncesinde de haklı görülmelidir. Ancak, aydının toplumu ve geleceği düşünmesi gibi bir sorumluluğu da vardır. Diyelim ki imza toplayarak, mecliste çoğunluğu sağlayan ve dediğim dedik diyen bir zihniyete, içtenlikle ya da körü körüne destek sağlıyorlar. O zaman, bilim adamı kadrosundan maaş alan bu kesimin şu evrensel hesabı da yapması gerekiyordu. En azından bir matematik profesörü olan aydın bir düşünürün oğlu, bu hesabı yapabilmeliydi. Diğerlerinin hesabı yetmiyor olsa dahi, bu matematik profesörünün hesapta hata yapacağını düşünemeyiz. Basit bir mantık, 2 X 2 = 4; bu gerçekten böylemidir? Olabilir de olmayabilir de… Yani türbanın serbest bırakılması bir özgürlük simgesi olabilir de olmayabilir de… O zaman işlemin tersini yaparak bunun doğruluğunu sınamaya girişiriz, yani 4’ü 2’ye böleriz. 4/2 = 2 çıkınca da doğruluğu onaylanmış olur. Aynı mantıkla, turban bir özgürlük simgesi ya da aracı ise, bunun tersi de doğrudur; yani başörtüsü ya da türbanın toplumsal simge ya da zorunlu giyim aracı olduğu toplumlarda özgürlükçü düşünce yaygındır. Şimdi imza toplayan meslektaşlarım özellikle bu matematik profesörümüze soruyorum. Başını örtüp, turban takıp da özgür düşünceye ulaşmış bir ülke ya da topluluk tanıyor musunuz? Yaklaşık 58 Müslüman ülkede – ki bunların hemen hepsinde türban ya da benzeri örtü zorunludur- özgür düşünce yaygın mıdır? Irkı, coğrafik yapısı, geçirmiş olduğu tarihi süreci, dili farklı olan bu kadar ülkede nasıl oluyor da, her defasında turban cahillik, despotizm, anti-özgürlük, bilimdışlılık, yalancılık, dolandırıcılık yaygındır. Sayın matematik profesörümüz bu eşitliğin bir rastlantı olduğunu ileri sürebilir mi? Süremiyorsa ya da kendine göre –dogmalarını değil, aklını kullanabilen insanları- ikna edecek bir açıklama yapamaz ise, bu bulunduğu toplumu bile bile uçurama sürüklemek demektir. Bu tip insanların tanımını da benim yapmama gerek yok, bir vatanperver ve bir düşünür olan babası zaten yapmıştı…

Türbanperest bu öğretim üyeleri aklını kullananlara ve olaylara analistik gözle bakanlara –ötekilere- olmasa dahi kendilerine şu hususları da açıklamak zorundalar. Eğer, gerçekten dini inançları nedeniyle bir kesim giyim, kuşam ve diğer hususları, inançlarının gereği gibi yaşamak istiyorlarsa ve bunda da ısrarlı olmak hakları ise, önümüzdeki günlerde bunların şu isteklerine de, bu –özgürlükçü öğretim üyesi kardeşlerimiz- bir çözüm bulmuş olmalıdırlar. Bunu bir öğretim üyesi olarak örenmek isterim.

Dini kitabın (bu Kuran da olabilir, Tevrat da olabilir, İncil de olabilir) içeriği tanrı kelamı olduğuna göre, hiç bir insanı kural bu kitabın ilkelerinin üzerine çıkamaz. Eğer bir insanın üniversitede dini inancını aynen koruyarak eğitilmesi isteniyorsa, bu kesimin bize eğitim ve öğretim sırasında şu hususları yönetmesi ve talep etmesi de kesinlikle hakları olacaktır.

Kuran’da miras hukuku vardır. Bayanlar gayrimenkulden pay alamazlar. O halde miras hukukunu ben Kabul etmiyorum ve okumak istemiyorum diyebilir

Kuran’da 40 miskal altın ya da gümüş karşılığı kazancın yıllık ödenmesi gereken zekâtı, bir miskaldir; yani %2,5’luk bir çeşit ödenti. O zaman, bu öğrenciler de bize şu soruyu yönetebilirler; bir tanrı oranı varken, siz ne hakla, %18 KDV ya da bilmem ne oranlarında vergi hukukunu bana okutup ya da talep ediyorsunuz?

Kuran’da insanlar kaderi-alın yazıları ile birlikte yaratıldıklarına göre, siz hangi hakla bir ceni üzerinde iyileştirme operasyonunu giriyorsunuz? Bunu şiddetle ret ediyor, genetik ıslahı ve biyoteknolojik uygulamaları öğrenmek istemiyoruz derlerse ne diyeceksiniz?

Bugün dünyanın gelişmiş üniversitelerinin hemen hepsinde öğretilmesi zorunlu evrim konusu, yaratılış inancımız nedeniyle yasaklanmalıdır derse ne diyeceksiniz? Antropoloji bölümlerinin bu nedenle kapatılmasını talep ederlerse siz hangi gerekçe ile karşı koyacaksınız?

Zina yapanlar recm (taşlanarak öldürme) edilmelidir derlerse (AKP, inancımıza aykırı olarak zinayı serbest bırakan yasal düzenlemeyi yapmış olmasına karşın) edilmeli, hırsızlık yapanların kolu kesilmeli der ve ben sizin ceza hukukunuzu kabul etmiyorum ve öğrenmek de istemiyorum, benim inançlarım, sizin kurallarınızdan daha evrenseldir ve tanrısaldır derse ne diyeceksiniz?

Bizatihi Hz. Muhammed tarafından, Kâbe’deki tarihi günümüze bağlayacak heykeller, puta tapmayı teşvik ediyor diye kırılmış, yaklaşık son 1.500 yıl boyunca hiçbir Müslüman ülkede heykel ve keza aynı şekilde insan figürü içeren bire bir resim yapılmamıştır; yaptırılmamıştır. Son 1.500 hatta 6.000 yıl önceki giyim kuşamda ısrar eden ve bunu dini bir vecibe olduğunu ileri sürerek bir adım geri atmayan bu kesim, karşınıza geçip, bir Müslüman ülkede heykel ve resim eğitimi niye yapılıyor derse ne cevap vereceksiniz? Hayır, öyle değil derseniz, örnek olarak hangi devre ait bir heykel ya da tablo göstereceksiniz? Elinizde ileri süreceğiniz ve kanıtlayabileceğiniz bir belgeniz olacak mıdır?

Örtüsüne evet dediğiniz bu çocuklarımızın, kutsal kitapta yazılı buyruklara hayır demesini mi öğütleyeceksiniz? Birileri hayal görüyor… Aydın hayal görmez, geleceğini de hayallere oturtmaz. Aydın, geleceği görerek önlemini alan insanın tanımıdır… Üniversiteler de bilgili, eğitilmiş, aydın insanların bulunduğu kurumlardır… Çağdışların değil…

Önümüzdeki yüzyıl, dogmatik kalıpların batağında yüzen değil, bilgi birikimi sağlanmış, yeterince beceri kazandırılmış, kendi kısa vadeli çıkarlarını toplumun çıkarından önde görmeyen, tarihten gelen tortulardan arınmış “aydın” insanların dünyası ve egemenliği olacaktır. Bunun dışında kalanların ise yaşama şansı olmayacaktır. Dünya olanak bakımından, sayısız insana değil, nitelikli insanlara yuva olacak kadar küçülmüştür. Bunu, bugüne kadar doğal seçilim yürütmüştür; önümüzdeki yüzyıldan sonra ise yapay seçilim yürütecektir. Hazırlıklı olmayan toplumların ve bireylerin alacakları yaraları bir uyarı olarak bildirmek, benim bilimsel görevimdir. Dilerim, bu uyarıları birileri yeterince algılar ve bu toplumun gerçek bilim toplumuna dönüşmesi için gerekli ilk adımları attırır… Bu gücün lokomotifi de üniversitelerin aydın insanları olmalıdır. Yoksa bin bir emekle bugüne kadar getirdiğimiz, uygarlaşma yolunda önemli aşama kaydetmiş, canımızdan daha çok sevdiğimiz –modern model -Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte, tüm Müslüman ülkelerin acı sonunu hazırlamış olabiliriz… Omzunuzdaki yük çok büyüktür derim…

Mitolojiye göre, bir gün, Tanrı, yakın zamanlarda bulunan Sümer yazıtlarına göre Mezopotamya’da yaşadığı bilinen bir topluluğa, tufan olacağını bildirmiş. Bu uyarıyı ciddiye alan tek insan (Sümer yarı tanrısı Zisudra) Nuh Peygamber olmuş ve yaptığı büyük bir gemiye, her hayvandan birer çift alarak, tufanda kendi ailesinin ve bu hayvanların dölünün korunmasını sağlamış. Uyarıyı ciddiye almayanlar da sulara gark olmuş…

Bir bilim adamı olarak bir tufanın yaklaşmakta olduğunu düşünüyorum.