“BABA, BİZ ÇERKES MİYİZ?”

YEMUZ Nevzat Tarakçı
20.08.2016

Temmuz sıcağı.
Güneş, günlük “elveda” sahnesini oynuyor.

Günbatımında kızıllığın oluşturduğu göz alıcı dekor, seyre değer.

Gölgeliği, kuru asma yapraklarıyla kapatılmış köyün kahvesi, yavaş yavaş müşterilerle doluyor.

Çayını yudumlayıp tavla oynayarak günün yorgunluğunu atmaya çalışan kahve eşrafı, akşam rüzgârıyla biraz olsun nefes almış gibi.

Yaz aylarında köyün günbatımı hep böyle olur.

Canlı ve hayat dolu.

Remzi, buğday yanığı teni, kocaman kasketiyle telaşla kahveye girdi.

Çavuşların Remzi, 45 yaşlarında, sakin yapılı biriydi.

Çınarın yanındaki masada tek başına oturan yaşlı adama selam verip yanına oturdu.

Kamil Amca, sen beni tanımazsın, babamı iyi tanırsın.

Ben, Kazım Çavuş’un oğlu Remzi.

Kamil, uzak köyden gelmiş, beli bükülmüş, bir pir-i fani.

Bir geceliğine köyün misafiri.

Yarın köylülerle kasabaya inecek.

Remzi, yaşlı Kamil Amca’ya heyecanla bir şeyler anlatıyor.

“Kamil Amca, ben babama çok kızdım, onu affetmeyeceğim!” diyor.

İhtiyar “Hele sakin ol bakalım evlat, nedir seni bu kadar kızdıran mesele?

Remzi, konuşmasına devam ediyor:

Bilirsin, babam, köyün eşrafından.

Sevilen, sayılan, akıl danışılan biri.

Yıllar önce başımdan bir olay geçti, babam beni çıldırttı.

Neymiş bakalım bu seni bu kadar üzen olay, anlat da dinleyelim!

Remzi, anlatmaya başladı:

Yıllar önce, 35 yaşlarındayım.

Babam, bir iş için beni “Kozalaklı” köyüne, çok sevdiği dostu Kürt Rüstem Ağa’nın yanına göndermişti.

Rüstem Ağa’yla ilk defa görüşüyordum.

Güngörmüş, hoş sohbet bir insandı.

En ağır misafir gibi ağırladı beni.

Ağa, Kürtçeyi çok güzel ve akıcı konuşuyordu.

İmrenerek dinledim.

Hani benim Kürtçem de fena değil yani!

Tarla mevzusunu, su konusunu uzun uzun konuştuk.

Söz sırasında, “Oğlum bak, sen Çerkes Kazım Çavuş’un oğlusun, daha cesur olmalısın!” dedi.

Ne demek istediğini anlamamıştım.

Ne Çerkes’i, kim Çerkes? dedim.

Oğlum baban Çerkes değil mi senin?

Şaşırmıştım, ne diyeceğimi bilemedim.

Oğlum sen Çerkessin!

Çerkesoğlu Çerkessin sen! dedi.

Ve benimle Çerkesçe konuşmaya başladı.

Bak ben “Kürt” olduğum halde Çerkesçe konuşabiliyorum ama sen Çerkes olduğun halde ana dilini konuşamıyor, Çerkesçe anlamıyorsun.

Hatta sen Çerkes olduğunu bile bilmiyorsun!

Rahmetli dedenden öğrendim ben bu dili.

Şu hali rahmetli görse…

Nutkum tutuldu, şaşırdım…

“Ben şimdi Kürt değil miyim yani?” diye geçirdim içimden.

Bir anda garip duyguların girdabında buldum kendimi.

Sohbetin geri kalan kısmında söylenen sözlerin çoğunu duymadım, anlamadım, hep kafa salladım.

Nihayet sohbet ve ikram faslı bitti.

Vedalaşıp ayrıldım.

Kafam, karma karışıktı.

Çerkes, Kürt, Çerkesçe, Kürtçe…

Köye, nasıl ve ne kadar sürede geldiğimi hatırlamıyorum.

Evimizin avlusuna girdiğimde kan ter içerisindeydim.

Gün batmak üzereydi.

Babam, işten dönmüş, her zamanki gibi traktörü avludaki büyük ceviz ağacının altına bırakmış çeşmede elini yıkıyordu.

Saygıyla yaklaştım, selam verdim.

Gayet sakin bir edayla selamımı aldı, Rüstem Ağa’yı sordu.

Babam konuşuyordu fakat babamı duymuyordum.

Ben, kafamdaki sorulara cevap arıyordum.

Söze nereden başlayacağımı, ne diyeceğimi hesaplıyordum.

Babam, oğlum, sen beni dinlemiyorsun, sende bir hal var, iyi misin sen? dedi.

Baba, çok önemli bir konu var birlikte konuşabilir miyiz, dedim.

Telaşlandı, yüzüme dik dik baktı.

Hayrola! dedi.

Cesaretimi toplayarak söze tam ortasından başladım:

Baba, ne olur bana doğruyu söyle, sen Çerkes misin?

Babam şaşırdı, yutkundu, derin bir nefes aldı.

Onu hiç böyle görmemiştim.

Endişeli bir halde, titreyen sesiyle:

“Gel benimle!” dedi.

Uzun merdivenden balkona çıktık.

Balkondaki tahta sandalyeye ilişti:

Derin bir iç çekerek “Otur bakalım oğlum, dinle o halde beni!” dedi ve başladı anlatmaya:

Oğlum, deden iyi bir Çerkesti.

Ama ben…

Kelimeler boğazında düğümlendi.

Yutkundu, yutkundu…

Bir Çerkes’le de evlenemediğim için…

Bilirsin, köyümüz de Çerkes köyü değil.

Topluma uymak gerekiyordu.

Uyum ve geçim derdi…

Biz tamamen unuttuk Çerkesliği.

Size, Çerkes olduğumuzu bile söyleyemedim.

Kaybolduk gittik, sen de unut artık Çerkesliği.

Ama nasıl olur baba, dedim.

Kürt Rüstem Ağa Çerkesçe biliyor, ben bilmiyorum!

Bunu nasıl izah edersin baba?

Ben, Çerkes olduğumu 35 yaşında bugün öğrendim!

Babam, boynunu büktü, dakikalarca öyle kaldı, gözyaşlarını sildi.

Ağlıyordu, hızla kalkıp odasına girdi.

Babamın ağzını bıçak açmıyordu.

Onunla iki gün boyunca bu konuda tek kelime konuşmadık.

Benimle göz göze gelmemeye çalıştı.

Sorularım cevap bulmuyor, kafam her geçen gün biraz daha karışıyordu.

Aradan birkaç gün geçmişti.

Deponun önündeki dağılmış elma kasalarını düzeltmeye çalışırken oğlum yanıma yaklaşarak: Baba biz Çerkes miyiz, neden bunu daha önce söylemedin? dedi.

Neye uğradığımı şaşırdım.

Yutkundum, oğlumun yüzüne bakmıyordum.

Konuşmayı denedim, olmadı.

Gözlerim babamı aradı, ortalıkta yoktu.

“Babaaaa!” diye bağırdım.

Titriyordum, oracığa yığıldım kaldım.

Oğlum, “Babaaa!” diye bağırdı.

İçimde büyük bir boşluk oluşmuştu.

Bu derin boşlukta bir ses yankılanıyordu.

“Babaaaa biz Çerkes miyiz?”