Yazarı Bilinmiyor
Bilindiği gibi sürgün sonrası anavatan ve tüm diaspora ülke temsilcilerinin katıldığı ilk toplantı 21-27 Ekim 1989 tarihlerinde, Ankara’daki Kuzey Kafkasya Kültür Derneği öncülüğünde ve “125. Yıl Kültür Haftası” adı ile Ankara’da gerçekleştirilmişti. Sonrası ilk toplantı Avrupa Çerkes Kültür Dernekleri ev sahipliğinde 4, 5, 6 Mayıs 1990 Hollanda’da yapışmıştı. Ekteki yazı Hollanda Dünya Dernekler Arası Toplantı’sına Türkiye Çerkesleri adına katılmış olan Süleyman Yançatoral’ın konuşmasıdır.
Saygıdeğer Büyüklerim,
Değerli Arkadaşlarım,
Ve her zaman beraber olmaktan güç aldığımız, geleceğimizin umudu Genç Kardeşlerim,
Halkımızın ulusal-kültürel sorunlarının çözümü doğrultusunda, gösterdiğiniz özverili çabalarınızdan dolayı sizleri candan kutluyor, içten selam ve saygılarımı sunuyorum, Aynı şekilde, Türkiye’de yaşayan ve gönülleri sizlerle beraber olan kardeşlerinizin de selam ve sevgilerini, başarı dileklerini getirdim. Sizleri onlar adına da selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Geçen yıl Ankara’da gerçekleştirilen 125.Yıl Kültür Haftası etkinliklerinden sonra, daha somut içerikli böyle toplantılara duyulan gereksinme, daha açık biçimde ortaya çıktı. Bu gereksinme çerçevesinde, bugünkü bu anlamlı toplantıyı düşünenlere ve düzenleyenlere içtenlikle teşekkür ediyoruz. Ne yazık ki, toplantının gündemi ve programı hakkında gerekli bilgilere sahip olamadığımız gibi, toplantıyı biraz da geç haber almış olmamız nedeniyle, gerektiği kadar iyi bir hazırlık yapamadığımızı belirtmeliyim. Zamanında ve somut bilgilere sahip olsaydık, belki bir yandan, Kafkas Kültür Derneklerimizin görüş ve yaklaşımlarını belirlerken diğer yandan da geçmişteki çalışmaları ile halkımızın ulusal-kültürel sorunlarına ne denli duyarlılıkla sahip çıktıklarını kanıtlamış aydınlarımızın görüş ve önerilirini daha geniş ve somut biçimde belirleme olanağı bulabildik. Şimdi ise son yıllardaki, özellikle de 125. yıl çerçevesindeki genel izlenimleri değerlendirerek, paylaşılabileceğini düşündüğüm görüş ve önerileri, genel tespitleri dile getirmeye çalışmaktayım.
Özellikle belirtmek isterim ki, Türkiye’deki yasalar derneklerimizin bu tür uluslararası toplantılara katılmalarını yasaklamaktadır. Bu nedenle ben, her ne kadar Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği’nin Başkan Yardımcısı olarak çalışmakta isem de bu toplantıda sizlere derneğimiz adına herhangi bir resmi görüş belirtiyor değilim. Tamamen kendi adıma konuşuyorum. Ancak belirttiğim görüşlerin, sadece kendi kişisel görüşlerim olmadığını, gerek Ankara ve İstanbul derneklerindeki, gerek dernek dışındaki yakın arkadaşlarımın genel olarak üzerinde uzlaşabileceklerini düşündüğüm görüşler olduğunu belirtmek isterim.
Değerli Arkadaşlar,
Bu toplantı, bilindiği gibi, dünyanın hızlı; inanılmaz derecede köklü değişimlere sahne olduğu bir döneme rastlıyor. Gerçekten, başdöndürücü bir hızla gelişen iletişim teknolojinin, uluslararası etkileşim süreçlerinin neden olduğu, büyük bir sosyo-ekonoraik ve siyasal değişim yaşanıyor dünyamızda. İnsanlar daha fazla demokrasi, yönetime daha fazla katılma hakkı, sorunlarına daha kalıcı, gerçekçi ve geçerli köklü çözümler istiyorlar, daha mutlu ve müreffeh bir yaşam istiyorlar. Bu değişim sürecinde, halklar da ulusal-kültürel taleplerini yoğun ve etkili biçimde dile getirmeye başlıyorlar. Halkların ulusal-kültürel kimlik arayışları, özellikle dilleri ve kültürleri baskı altında tutulan, yok edilmeye çalışılan ve gerçekten yakın bir gelecekte yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunan küçük halklar için çok daha büyük bir önem taşımaktadır.
Bugün, hangi siyasal sistemlerde ve hangi devletlerde yaşıyor olurlarsa olsun, kendilerine özgü dilleri ve özgün kültürel yapıları bulunan halklar, kendi ulusal – kültürel kimliklerinin tanınmasını ve bu ulusal – kültürel kimliklerinin tescillini talep etmek durumundadırlar. Gücünü ortak insanlık değerlerinden ve evrensel insan haklarından; alan bu ulusal-kültürel kimliğe saygı istemi, dünya ülkelerinden “demokratikleşmeleri” ölçüsünde, saygı ve” kabul görmekte, desteklenmektedir. Öyle inanıyorum ki, tarihte ençok haksızlıklara uğratılmış günümüzde, dil ve kültürleri yok edilmekte olan halklar, evrensel insan hakları ve kendi kaderini tayin hakkı ilkesi ekseninde, ulusal-demokratik-yurtsever bir yaklaşımla haklarını ve ulusal istemlerini dünya kamu oyuna anlatabildikleri takdirde, her zamankinden daha fazla başarı şansına sahiptirler. Dünyadaki demokratikleşme ve yeniden yapılanma süreçleri, bunun için son derece elverişli bir ortam ve fırsat oluşturmaktadır. Bu elverişli ortam ve fırsat”, Kuzey Kafkasyalılar tarafından da mutlaka en iyi biçimde değerlendirilmelidir,
Halkımızın dünyadaki genel durumunu ve sorunlarını, ana çizgileriyle hatırlatmak istiyorum.
Bilindiği gibi Kuzey Kafkasyalılar, yüzyıllar süren savaşlar içerisinde, henüz kendi doğal toplumsal gelişimini tamamlayarak uluslaşamadan, 125 yıl önce 1864’de, Çarlık Rusya’sının kolonyalist politika ve baskıları yüzünden anayurtlarını terketmek zorunda kalmışlardır. Daha doğru bir deyişle, siyasal bir kararla sürülmüşlerdir. Ancak sürgün edilmenin herhangi bir halka kazandırdığı doğal direnme gücü de Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli politik propaganda ve tuzaklarıyla kırılmış, halk adeta parçalanıp dağıtılarak yok olma girdabına bırakılmıştır. Kuzey Kafkasyalıların toprak birliğine, ve iradelerine yöneltilen bu politik baskı ve tuzaklar sonunda yaşanan sürgün felaketi, halkımızı dünyada anayurt ve muhaceret olmak üzere iki ana bölüme ayırdığı gibi, gerek anayurtta, gerekse muhaceret ülkelerinde de sayısız bölümlere ayırmış ve parçalamıştır. Şöyle ki:
1) Bugün anayurtta yaşayan kardeşlerimiz, bir yandan kendi topraklarında azınlık durumuna düşmüşler, diğer yandan da birbirlerinden farklı ve uzak adacıklar halinde yaşamak zorunda kalmışlardır. Hem nüfus azlığı, hem de dağınıklık ya da bölük-pörçük adacıklar halinde olmaları, onların sahip oldukları “temel ulusal hakları gereği gibi kullanabilmelerine olanak vermemektedir. Bu durum böyle devam ederse, muhacerettekilerden uzunca bir zaman sonra dahi olsa, Anayurtta da bir asimilasyon, bir yokoluş tehlikesi hep gündemde olacaktır.
2) Muhacerettekilere gelince, İsrail ve Ürdün gibi, çok az Çerkes nüfus barındıran bazı ülkelerdeki nispi kültürel haklar dışında, hemen hemen hiçbir yerde temel ulusal-kültürel haklar kullanılamamakta, hatta hiç tanınmamaktadır. Sözünü ettiğimiz nispi ulusal-kültürel hakların bulunduğu bu ülkelerde bile asimilasyon hızı korkutucu boyutlardadır. Her yerde anadille konuşma, iletişim kurma olanakları giderek azalmaktadır, Birçok yerde anadil, artık işlevsel olmaktan çıkmıştır, yani anadil açısından yokoluş çizgisine büyük ölçüde yaklaşılmıştır. Geleneksel kültürel değerlerin korunması, geliştirilerek sürdürülmesi ve yeniden üretilmesi açısından da durum farklı değildir. Hatta daha da kötü durumdadır. Maalesef, kültürel açıdan bir yozlaşma, bir yabancılaşma adeta tırmanış halindedir. Daha da kötüsü halkın ulusal kimlik bilinci giderek törpülenmekte ve yok edilmektedir.
Bütün bunlar sadece, içinde bulunulan ülkelerin anti-demokratik ve evrensel insan haklarına aykırı yasal düzenlemelerinden, tutum ve davranışlardan kaynaklanmıyor. Aynı zamanda ve daha da etkili olarak, sürgün yıllarında uygulanan asimilasyonist iskan politikaları sonucu dağıtılmışlıktan ve halkın doğal direncinin kırılmışlığında da kaynaklanıyor. Dahası, her zaman insanlığın yararına olması gereken bilimsel ve teknolojik gelişmeler bile, halkınız özelinde yokoluşu hızlandıran faktörler olabiliyor.
Görünen odur ki bu yok oluş süreci böylece devam ederse yakın bir gelecekte, bırakınız dilimizi, kültürümüzü geliştirme ve yeniden üretme olanaklarını, bu kültür öğelerini arşivlerde korumak için bile derleyemez duruma düşeceğimiz kuşkusuzdur.
Bütün bu olumsuz koşullara karşın, belirlenecek sağlıklı bir ulusal program çerçevesinde, etkili bir organizasyon içinde çalışılabildiği takdirde, birçok bakımlardan önemli potansiyellere sahip olduğumuzu da gözden uzak tutmamak gerekir. Şöyle ki:
3) Her şeyden önce, Çerkesler bugün bir çok dünya ülkesinde, bu ülkelerin en sadık, güvenilir ve etkili unsurları olarak yaşamaktadırlar. Bu ülkelerde işçisinden fabrikatörüne, memurundan, amirine askerinden, yöneticisinden politikacısına kadar hemen her alanda her düzeyde Çerkes kökenli kalifiye eleman mevcut bulunmaktadır.
İşte bütün “bu potansiyelin değerlendirilmesi halinde, hem her ülkede daha saygın bir yer tutma, birtakım ulusal-kültürel haklar elde etme, hem de içinde bulunduğumuz ülkeler arasında önemli bir dostluk ve barış köprüsü oluşturma olanağı bulunabilecektir. Şimdiye kadar olaya bu boyutuyla hemen hiç yaklaşılmamıştır.
Öte yandan Çerkesler, içinde yaşadıkları ülkelerin bütünlüğüne ve gelişmesine yönelik hiçbir olumsuz tutuma girmedikleri gibi, sahip oldukları ulusal kültürlerini özgürce yaşama ve geliştirme olanakları bulabildikleri takdirde, bu kültürel birikimler, o ülkelerin insanlarını da olumlu yönde etkileyebilecek, ülkeye daha bir saygınlık kazandırabilecek niteliktedir.
4) Aynı zamanda Çerkesler, artık yüzyıl öncesindeki gibi okuma-yazması olmayan, geleneksel bir köylü toplumu durumunda değildir. Hemen her biri kendi alanlarında eğitim görmüş, yetkinleşmiş, bilgi ve beceri birikimi saplamış insanlardır. Öyle inanıyorum ki, bu insanlar, kendi ulusal-kültürel sorunlarının çözümüne ciddi ve kararlı bir biçimde yöneldikleri takdirde, buna, mutlaka en kısa zamanda en doğru ve kalıcı cüzümü getirebilecek güç ve yetenektedirler.
5) Nihayet Dünyada yaşanmakta olan demokratikleşme, değişme ve yeniden yapılanma süreçlerinin de halkımız için son derece önemli, olumlu bir fırsat ve olanak olduğunu bir kez daha vurgulamak gerekir. Eğer şimdi bu fırsatı değerlendiremezsek her şey olup bittikten sonra duyacağımız pişmanlık fayda vermeyecektir.
Değerli Arkadaşlarım,
Bu genel tespit ve değerlendirmelerden sonra şimdi herhalde sorunumuzu net olarak şöyle formüle edebiliriz:
Çerkes halkının sorunları bir cümle ile şöyle ifade edilebilir: Toprak birliğine yöneltilen baskılar, bu baskılar sonucu dağılmışlık ve asimilasyon.
Sorunun doğru, geçerli, kalıcı ve köklü bir tek çözümü vardır; toprak bütünlüğüne yöneltilen baskıların kaldırılması yani anayurda dönüş ve orada yeniden bir ulusal bütünlük oluşturmaktır.
Bu tek çözümün ve nihai amacın bugünden yarına ve kendiliğinden gerçekleşemeyeceği de açıktır. Öyleyse bu amaca ulaşabilmek için neler yapılmalıdır:
1) Her şeyden önce bu nihai amaçta uzlaşıp birleşmemiz gerekmektedir. Bunu gerçekleştirmek için inançlı ve kararlı olmamız gerekmektedir.
2) İkinci olarak, bu amaçta birleşen inançlı ve kararlı insanların, sahip oldukları her türlü güç ve olanakları değerlendirerek ciddi bir organizasyon içinde birleşip çalışmaları gerekmektedir. Zira unutulmamalıdır ki, ciddi organizasyonlar olmadan büyük hedeflere ulaşmak mümkün değildir.
Şunu özellikle vurgulamak gerekir ki, mevcut olumsuz koşulları, engelleri sayıp dökerek çözümden vazgeçmek, amaca ve çözüme inanmamak demektir. Yapılması gereken sorunları saptamak, ama mutlaka çözüm işin olanakları zorlamak, durmadan çalışmak, mutlaka çözme kararlılığı göstermektir. Aksi halde savaş, baştan kaybedilmiş olacaktır.
Eğer buraya kadar belirttiğimiz, tespitlerde ve yaklaşımlarda anlaşabiliyorsak, şimdi de sözkonusu organizasyon için olası aşamaları, ve somut yakın ve uzak hedefleri şöyle sıralayabiliriz:
1) Çerkeslerin yoğun olarak bulundukları bütün ülkelerde, Kafkas Kültür Dernekleri, o ülkelerin yasaları çerçevesinde ya federasyon biçiminde ya da tek bir dernek ve şubeleri biçiminde birleşmelidirler.
2) Örneğin Türkiye’de tek bir Kafkas Kültür Derneği olmalı, bu derneğin, hemşehrilerimizin yoğun bulunduğu hemen her yerde şubeleri açılmalıdır. Aynı durum, Suriye ve Ürdün için de geçerlidir.
Anayurt Kuzey Kafkasya’nın durumu, çok önemli ve özel konumu nedeniyle ayrıca ele alınmalıdır.
1) Her ülkede, aynı zamanda güçlü bir ekonomik fon birliğine gidilmelidir. Bu da yine ülkelerin yasaları çerçevesinde, vakıf veya kooperatif v.b. gibi bir statü ile sağlanabilir.
2) Bu dernekler, yetkili temsilcileriyle, bir Avrupa ülkesinde, Dünya Çerkes Organizasyonları Merkez Birliği’ni oluşturmalıdırlar
3) Her yerde yapılacak her türlü faaliyet merkezi olarak yapılacak bir çerçeve plan ve program içerisinde gerçekleştirilmeli, her dernek ve şube birinden haberdar ve birbiri ile bağlantılı olarak, birbirini destekleyerek çalışmalıdır.
4) Bütün bu merkezlerin her birinde, yeterli sayıda ve yetkin elemanlar, profesyonel bir anlayışla istihdam edilmelidir.
5) Her yerde her fırsatta, gerek kişisel düzeyde ve ailelerde, gerekse düzenli periyodik toplantılarda anadil kullanılmaya ve geleneksel kültür yaşanmaya özel bir önem ve ağırlık verilmelidir.
6) Özellikle, sorunun nihai çözümü anayurda dönüş olduğuna göre anayurtta kalan birimlerin daha büyük görev ve sorumlulukları olduğu unutulmamalıdır.
7) Anayurttaki kardeşlerimiz, kıyı bölgesi Adigeleri, Adigey Adigeleri, Çerkess Adigeleri, Kabardey Adigeleri, Mezdegu Adigeleri ve diğer yerlerdeki Adigeler arasında daha sıkı bir ilişki ve etkileşim ağı kurulmalı, bu birimleri kapsayan bir ulusal program oluşturulmalıdır. Bu ulusal program, bütün bu birimleri kapsayan federal bir Adige Cumhuriyeti veya Çerkess ve Abhazya Abazalarıyla birlikte federatif bir Adige-Abhaz Cumhuriyeti örgütlenmesini hedefleyebilmelidir. Yeniden yapılanma süreci, bu amaçla değerlendirilmeye çalışılmalıdır.
8) Anayurtta Adigey ve Kabardey alfabeleri birleştirilmeli, tek Adige Alfabesi’ne, hatta giderek tek bir Adige Edebiyat Dili’ne yönelinmelidir. Anadilin unutulmasını hızlandıran ve kolaylaştıran etmenlerden biri de dilin yeterince geliştirilmemesi, kolay yazılıp okunur, kolay söylenip konuşulur hale getirilememiş olmasıdır. Kurulacak bir Dil Kurumu, öncelikle alfabelerin birleştirilmesinden başlayarak, dildeki zor söylenen, yazılıp okunması zor olan sesleri ayıklayıp, kolay öğrenilebilen ve konuşulabilen işlek bir Adige dili oluşturulması olanaklarını araştırılmalıdır.
9) Anayurda kesin dönüşler mutlaka desteklenmeli ve özendirilmelidir. Bu konuda Abhazya’nın yaklaşımı, öncü ve örnek bir davranış olarak alınmalı ve daha da geliştirilmelidir, dönmek isteyenlere konut, iş, ortak yatırımda önderlik ve kredi destekleri sağlanmaya çalışılmalı, hiç değilse gerçekten anayurttaki yönetim birimlerimizin, dışarıdaki kardeşlerinin dönmelerini bir ulusal politika olarak istedikleri, somut bir biçimde gösterilmelidir. Anayurt Adigeleri, muhacerette artık can çekişmekte olan kardeşlerine her yönden umut ve can simidi olmak durumunda olduklarını hiç unutmamalı ve bunun gereklerini mutlaka en iyi biçimde yerine getirmenin gayreti içinde olmalıdırlar.
10) Anayurttaki dernek ve kurumların da Dünya Çerkes Organizasyonları Merkez Birliği tarafından, ulusal-kültürel haklarımız ve taleplerimiz, başta Sovyetler Birliği yetkili organları olmak üzere, Birleşmiş Milletler Teşkilatı’na Dünya ve Avrupa kamu oyuna duyurulmalı ve destek sağlanmalıdır.
Değerli Arkadaşlarım,
Halkımızın ulusal-kültürel sorunlarına kafa yoran, bu konuda özveri ile çalışan, her türlü güçlüğe göğüs geren inançlı ve kararlı insanlarımıza buradan sesleniyorum: Gelin, güç ve olanaklarımızı birleştirelim. Önce, içinde bulunduğumuz devletlerde, sonra da uluslararası düzeyde ciddi organizasyonlar oluşturalım ve bu organizasyonların öncülüğünde ve önderliğinde, anayurdumuzda, nüfus olarak yeteri, her bakımdan etkili ve saygın bir büyük cumhuriyet hedefine yürüyelim. İçinde bulunduğumuz değişim süreçlerinin tarihsel bir fırsat olduğunu ve belki de bir daha ele geçmeyebileceğini unutmayalım. Yine unutmayalım ki, hiçbir halk, mücadele etmeden, fedakarlıkta bulunmadan haklarına kavuşamıyor. Öyleyse kaybedecek bir dakikamız bile olmadığını bilelim ve hemen çalışmaya koyulalım, aydınlık yarınlara sağlan ve somut adımlar atalım.
Böyle bir anlayışla yola çıkan ve hayatlarını halkının sorunlarının çözümüne vakfetmiş bulunan onurlu insanlarımızı yürekten ve saygı ile selamlıyor, Tanrı, sizleri, bizler için halkımız için yaşatsın ve başarılı kılsın diyorum.