BİRLEŞİK KAFKASYA: SOYUT SINIRLAR, SOMUT ENGELLER

Hakan Gürel

Karga şakırıp kıs bolmas, torgay şakırıp yaz bolmas. (1)
Nogay Atasözü

Kafkasya bazen küresel ve bölgesel güçlerin sınırına kadar gelip dayandıkları bir ateşkes alanı, bazen savaş alanının ta kendisi. Bu yüzden de her türden tahakküm, direniş ve tahammül stratejilerinin uygulama alanı olan bir bölge.

Kafkasya, göreceli olarak çok küçük bir bölgede kültürel benzerlikler taşımakla birlikte etnik ve dinsel olarak çok farklı özellikler gösteren ve bu farklılıklarını bazen etnik ayrımcılığa varacak ölçüde önemseyen uluslardan oluşuyor. Bölge özellikle de son 150 yılda tıpkı Balkanlarda olduğu gibi, en son silah sistemlerinin yanı sıra insan mühendisliği çalışmalarının (sürgünler, zorunlu yerleştirme, nüfus kaydırma vb. icatların) başarıyla denendiği temel laboratuvar alanlarından birisi oldu. Bölgenin demografik yapısı, yeniden yazılan, icat edilen tarihine, kültürüne, politik yapılarına paralel olarak değiştirildi ve günümüzdeki halini aldı. Kurgusal tarih bölge halklarına rağmen yazılmaya devam ediyor. Bazı etnik unsurlar bu politikalar sonunda ortadan kaldırılırken, kısmen ya da tümüyle anavatanlarından sürülürken, bazıları da kendi topraklarında azınlık konumuna getirildiler. Siyasi haritalar ilgili ülkeleri bir dış gücün merhametine, hakemliğine, korumasına, hamiliğine, ekonomisine muhtaç edecek şekilde oluşturuldu. Çizilen yeni sınırlar yalnız haritalarda kalmadı, Kafkasyalıların algı ve imgelem dünyalarına da nüfuz ettirilmeye çalışıldı. Kafkas ülkeleri yakın tarihin bu zoraki siyasi harita oyunu sonucunda birçok sıcak savaş yaşadı, yaşıyor.

Kafkasya zihinlerde ve haritalarda parçalanıyor.

Kafkasya diasporasının üyeleri, bulundukları ülkenin küresel güçlerin politikalarıyla uyumlu Kafkasya tasavvur dünyası, geçmişin güzel ve kötü anıları ve her etnik unsura ve politik arka plana göre değişen Kafkasya hakikati arasında sıkışıp kalmış durumda. Anavatan ile bağın sürekli olarak manipüle edilmesiyle (başka bir deyişle, sürekli yanlış/yanıltıcı bilgi yayılması veya çoğu kez doğru bilgiye erişim olanaklarının sınırlandırılmasıyla) birlikte diasporada bir kesim, icat edilmiş sınırları içselleştirmiş ve objektif olarak bu sınırların hamiliğini üstlenen küresel, bölgesel güçlerin politikalarını benimsemiş görünüyor. Üstelik bu dayatma, aynı kesimce zorunlu bir alternatifmiş gibi savunulabiliyor.

Kafkas halkları, özellikle de kendi içlerindeki bazı kesimlerce karşılarına biteviye çıkarılan bir psikolojik engel -göç ettikleri ülkeye minnet duymaları gereği- nedeniyle yaşadıkları ülkelerinin demokrasi mücadelesinde bir ölçüde pasifleştirilirken, eş zamanlı olarak bu ülkenin Kafkasya politikalarında söz sahibi olma haklarından da vazgeçirilmiş oluyorlar. Bu nedenle de Türkiye’nin Kafkasya politikalarındaki yalpalamaları, eksiklikleri, yanlışlıkları düzeltme şansı belki de en az olan kesim, paradoksal olarak ülkemizde yaşayan Kafkasya kökenli yurttaşlarımız olarak karşımıza çıkıyor.

Kafkasya kökenli yurttaşlarımızın ülkemizin demokratikleşmesine daha etkin bir biçimde katılmasında ve Kafkas diasporasının anavatanla dolaysız bir iletişim ve müdahale kanalının idame ettirilmesinde çıkarı olmayan belli kesimler, yaşanan tarihi unutturan, kolektif bir gelecek tasarımını olanaksızlaştıran bir reel politika algılamasına, bu reel politika üzerinden de bir siyasi rant paylaşımına ışık tutuyor. Dayatılan bu seçici algılama Kafkasya’ya bütünlüklü bakılmasını engelliyor; Kafkasya’nın bazı bölgelerini kucaklarken, diğerlerini yok sayıyor. Kafkasya kuzey, güney, doğu, batı, iç, dış, yan, üst gibi bir sıfatlar manzumesi ile zihinlerde bölünüyor ve her parça bir diğeri için bir ötekileştirme nesnesi haline getiriliyor.

Reel politika dayatmasının, Atlantik ve Avrasya ittifaklarının Kafkas politikalarına boyun eğmek, Rusya Federasyonu ve AB-ABD ile Kafkasya politikaları konusunda eleştiri ve özeleştiriden yoksun bir ilişki kurmak anlamına geldiği gözlerden kaçmıyor. Reel politikanın fetişleştirilmesi yalnızca Kafkas diasporasının imgelem dünyasını fazlasıyla sınırlandırmakla kalmıyor, aynı zamanda bu politikalar karşısında alternatif hatlar belirleyebilme, direnebilme, dönüştürebilme kapasitelerini de ortadan kaldırıyor.

Belki de bu nedenle kendi ülkesinde bile Çeçenistan özelinde büyük eleştirilerle karşılaşan Putin, reel politika tanrısının sihirli eliyle, âli çıkarlar nedeniyle tahammül edilmesi gereken bir dünya lideri olarak algılatılmaya çalışılabiliyor. Kafkas kökenli yurttaşlarımız, Çeçenistan direnişinin aslen köktendinci terörist bir kalkışma olduğu yönündeki katıksız Rus propagandasına kulak vermeye, hatta hak vermeye çağrılabiliyor, Putin’e eleştirel yaklaşmak ülkemizin bir tabusu haline getirilebiliyor.

Abhaz-Gürcü, Ermeni-Azeri, Oset-Çeçen gerilimleri, yerlerinden yurtlarından edilen yüz binlerce insanın yaşadığı dram, belki de bu nedenle, kısa haber şeklinde bile olsa medyamızda yer bulamıyor.
Belki de bu nedenle AB-Komşuluk politikasına dâhil edilen Azerbaycan, Gürcistan (ve Abhazya) ve Ermenistan ile görüşmeler Kıbrıs Rum Kesimi tarafından uygulanan veto nedeniyle kesildiğinde ya da Fransa, Gürcistan sırındaki AB gözlemcilerinin geri çekilmesi için bastırdığında ne medyada yer alıyor, ne Diaspora’da sorgulanıyor.

Diasporada bir başka kesimin Kafkasya’yı soyut sınırların ayırdığı birleşik bir coğrafya olarak görme eğilimi aslında hem en romantik, hem de en bütüncül yaklaşımı içeriyor. Ne var ki bu soyut sınırların her geçen gün yalnız Kafkasya’nın ayrı düşmüş/düşürülmüş halklarını birbirinden ayıran sınırlar değil, aynı zamanda küresel hegemonya mücadelesinin sınırları haline gelmesi ve o denli güçlü somut engellere dönüşmesi, Birleşik Kafkasya düşüncesinin pratik sınırlarını ve üstesinden gelmesi gerektiği engelleri gösteriyor. Dolayısıyla Birleşik Kafkasya düşüncesini savunanların, kanıksatılmaya çalışılan soyut sınırlara dayalı reel politika verilerine karşı romantizmi, küresel ve bölgesel güçlerin meydan okuyan bölgesel stratejilerinin sonucu ortaya çıkan somut engellere karşı ise rasyonalizmi kuşanması şart oluyor.

Kafkasya’ya dair parçalı algılama, özellikle de Güney Kafkasya ile Kuzey Kafkasya ayrımı, yalnızca küresel politikalar açısından değil, bizzat Kafkas halklarında var olan bazı önyargılar ve ötekileştirmeler de kullanılarak soyut olmaktan çıkıp, somut bir gerçekliğe dönüşüyor. Kuzey Kafkasya, münhasıran Rus etkisine terk edilirken, TransKafkasya (Abhazya, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan) Atlantik ittifakının, AB ve ABD eliyle küresel politikalarını daha uygun geliştirebileceği bir coğrafyaya dönüşüyor. Kafkas dağları Avrasya ve Atlantik eksenlerinin yeni sınırı haline geliyor. Kuzey Kafkas ülkeleri, merkezden atanan bir Rus vali egemenliğinde müstemlekelere dönüşürken, güney ülkeleri Barış İçin Ortaklık (BİO), NATO ve AB-Komşuluk politikası vb. mekanizmalar ile Batı eksenine eklemleniyor.

Belki, Kafkasya’yı her bir parçası birbirinden ayrı düşmüş, bazı parçaları artık tamamen kaybolmuş, yerine yeni ve uyumsuz parçalar konmuş bir yap-boz olarak düşünmek mümkün. Yap-boz?un her bir parçasını bütüne dair genel tahayyülü kaybetmeksizin yeniden yerine yerleştirmek gerekiyor. Ancak öncelikle Kafkasya’yı küresel bir yap-boz oyununa konu eden, Kafkas halklarını kendi başlarına hareket yeteneği olmayan satranç taşlarına indirgemeye çalışan jeopolitik panoramayı ve jeostratejik yönelimleri çizmeye çalışmalıyız.

Orta Asya, Hazar Havzası ve Karadeniz

Orta Asya ile Karadeniz arasında uzanan ve Kafkasya’nın önemli ve merkezî bir parçasını oluşturduğu Hazar havzası dünya-sistemin en önemli enerji üretim ve dağıtım alanlarından birisini oluşturuyor. Enerji gereksinimlerini giderek daha fazla Avrasya kaynaklarından karşılamaya yönelen Avrupa ülkelerinin yanı sıra hâlihazırda ABD’den sonra en çok petrol talebi olan Çin ve Hindistan gibi küresel güç olma yolunda ilerleyen ülkeler, Rusya Federasyonu, İran ve Türkiye gibi bölgesel güçler ve ABD için bölgenin önemi bu nedenle çok büyük. Dünya-sistemin enerji gereksinimi arttıkça, Hazar havzası üzerindeki hegemonya mücadelesi de büyüyor. Üstelik enerji ya da enerjiye erişim yollarının kontrol altında tutulması küresel hegemonya mücadelesinin tek boyutu da değil. Kafkasya birçok jeostrateji uzmanının belirttiği gibi Avrasya ve Atlantik çıkar alanlarının ortasında uzanan bir fay hattı. Bu anlamda iki temel jeostratejik bloğun ekonomik, toplumsal, politik, kültürel ve ideolojik alanlarda da karşı karşıya geldiği bir coğrafya parçası.

Orta Asya, Hazar havzası ve Karadeniz üzerinde tarihsel hegemonya mücadelesinin baş aktörleri küresel düzeyde İngiltere, Almanya, ABD, Rusya, Çin ve eski Osmanlı İmparatorluğu, hatta Japonya ve bölgesel olarak ise Türkiye ve İran olarak sayılabilir. Öte yandan, bu bölgeler içinde ‘Büyük Gürcistan’, ‘Büyük Ermenistan’, ‘Kızıl Elma’ ve ‘Büyük İran’ gibi bazı “megalo idea”lar da katı milliyetçi tasavvurlarıyla tarih içinde belli zamanlarda etkinlik oluşturmaya çalışmışlardır. Yazının ve yazarının sınırlarını aşmamak üzere belli başlı aktörlere değinerek tartışmayı başlatabiliriz.

Rusya Federasyonu

Rusya Federasyonu’nun Kafkasya’ya dönük politikaları Çarlık döneminden bugüne siyasal rejimden kısmen bağımsız olarak az çok tutarlı bir hat izliyor. Nitekim büsbütün farklı siyasal ve ekonomik referanslara, devlet yapılarına sahip Çarlık dönemi, SSCB ve Rusya Federasyonu döneminde izlenen sürgün, keyfi sınır belirleme, nüfus yerleştirme ve katliam politikaları benzerlikler gösteriyor. Rusya Federasyonu, eski-SSCB stratejik etki alanının mirasçısı olarak görülebilecek Bağımsız Devlet Topluluğu’nu kendi kontrolü altında tutmak, Hazar havzasında bulunan ve SSCB’nin dağılmasının ardından bağımsızlık kazanan ülkeleri askeri, ekonomik ve politik olarak kendisine tabi kılmak ve SSCB sınırlarına dâhil olan ülkelerde barış ve istikrarın garantörü olarak uluslararası kabul görmek için uzun süre çaba sarf etti. Bir yandan Kafkasya’da etkinliğinin sürmesi konusunda ne kadar ısrarlı olduğunu Çeçenistan’da katliamlar yapmaya varacak, hatta sınırlı nükleer bomba seçeneğine başvurabileceğini açıklayacak ölçüde dünya âleme gösterirken, öte yandan Ermenistan, Azerbaycan, Abhazya, Osetya, Acara bölgelerinde Rus usulü barışı koruma, arabuluculuk işlevleri üstlenerek etkinliğini sürdürmeye çalıştı. Özerk bölgelerde özgür seçimlerin yapılmasına ya izin vermedi ya da açıkça Rusyacı olmayan adayları veto etmeye, merkezden atama yapmaya yöneldi. Rusya Federasyonu’nun Kafkasya’ya tanıdığı özgürlük, Kafkas halklarının Rusyacı adayları kendilerinin belirlemesi özgürlüğü ile sınırlı kaldı. Bağımsızlığını kazanan ülkelerde de etkinliğini, SSCB döneminden kalan ve Avrupa Konvansiyonel Kuvvet İndirimi Antlaşması’nın (AKKA) sınırlarının zorlanması ve ev sahibi ülkeler üzerinde yoğun baskıyla idame ettirebildiği üsleri aracılığıyla pekiştirmeye çalıştı.

Bugün Rusya Federasyonu’nun, genelde de Avrasya bloğunun Hazar Havzası üzerindeki etkinliği gerileme içerisinde. Atlantik ittifakı, SSCB’nin dağılmasının ardından küresel hegemonya mücadelesinin temel muharebe alanı olan Avrasya kıtasında SSCB’nin mirasçısı Rusya Federasyonu’nun etki alanını sürekli sınırlandırmaya yöneldi. SSCB’nin dağılmasının ardından Doğu Avrupa ülkelerinin Rus etkisi dışına çıkarılarak AB içine alınması, Afganistan müdahalesi, Orta Asya ülkelerinde rejim değişikliklerinin desteklenmesi, Gürcistan ve Azerbaycan?ın NATO, AB ve çok uluslu enerji şirketleri aracılığıyla ve Türkiye’nin desteğiyle batı dünyasına adım atması Rusya Federasyonu’nu hemen tüm Batı ve Güney sınırlarında bir savunma durumuna soktu. Güneyde Orta Asya, Batı’da Ukrayna’nın kopuşu tehdidiyle Rusya bugün Orta Asya, Hazar ve Karadeniz Havzaları ile TransKafkasya’da Abhazya ve Ermenistan üzerindeki etkisi ile tutunmaya çalışıyor. Şimdilik, Türkî Cumhuriyetlerde, hareket noktaları ister ‘ABD eliyle demokrasi’yi reddetmek, ister genel anlamda demokrasiyi benimsememek olsun, mevcut tek adam rejimleri Rusya Federasyonu’na hala belli bir manevra alanı sağlıyor gibi görünüyor. Rusya bu konuda Çin’den de destek alıyor ve Şanghay İşbirliği Örgütünü bu ortak paydaya getirmeye çalışıyor. (2)

Öte yandan Orta Asya’da tek adam rejimlerinin devam etmeyeceği, en sonunda bölge halklarının demokratik bir yönetim için sokaklara döküleceğini gösteren irili ufaklı ayaklanmalar ABD ve Rusya usulü, antidemokratik liderlerle rant paylaşımına dayalı ittifakların zayıflığını gösteriyor. Özbekistan ve Kırgızistan’daki ayaklanmalar kanla bastırılırken Türkiye, AB ve ABD durumu protesto ettiler. Rusya ve Çin için bu durum Orta Asya rejimlerinin Atlantik ittifakına karşı kendi dümen sularına girmeleri için bir fırsat oluşturuyor. Özbekistan, diktatörlük seçeneğini Rus ve Çin desteği ile ayakta tutmaya çalışırken, Kırgızistan ise ABD yerine AB’yi koyarak yeni bir ittifak arayışına girmiş görünüyor. Öte yandan Kazakistan, petrol ve doğal gaz dağıtımında Rus ve Çin baskı ve tekliflerini reddedip, Bakû-Ceyhan boru hattını seçerek, Orta Asya içinde Atlantik ittifakına sağlam bir adım atan en önemli ülke komuna geldi. Kısacası Orta Asya kazanı kaynamaya devam ediyor ve mücadeleyi bitmiş saymak için henüz erken.

Bağımsız Devletler Topluluğu’nun artık fiili olarak işlevsiz kalması, Rusya Federasyonu’nu Kafkasya ve Orta Asya’da Atlantik ittifakı karşısında yeni arayışlara itiyor. Orta Asya’da Çin ittifakı, Kafkasya’da ise Ermenistan, Fransa ve İran ittifakları gözden kaçmıyor. Afganistan’da konuşlanan Atlantik ittifakı güçlerinin, Orta Asya ve Kafkasya’da enerji kaynaklarının ve yollarının Rus ve Çin etkisinden kurtarılarak güvence altına alınması olduğu düşünüldüğünde Rusya Federasyonu’nun yukarıda bahsedilen yeni ittifakları anlaşılır bir hale geliyor.

Burada ilginç olan konu, Çin’in SSCB’nin Afganistan işgali sırasında daha ABD ortada yokken Afgan mücahitlerine silah yardımı yapmış olması, başka bir deyişle Orta Asya’nın müstahkem mevkiini SSCB’ye bırakmak istememiş olmasıdır. Dolayısıyla bugünkü Rus – Çin ittifakının hayli pragmatik ve geçici bir doğası olduğu ortadadır.

Rusya Federasyonu’nun Karadeniz politikaları, Ukrayna’nın kaybıyla büyük bir yara almıştır. Türkiye ve Ukrayna arasında olası NATO ve AB üyelikleri üzerinden yürüyen ve Kırım’daki büyük iş hacmi ile desteklenen işbirliği, zamanın Karadeniz hâkimi Rusya Federasyonu’nun Karadeniz erişim ve kontrolünü büyük ölçüde azaltmış görünmektedir. Öte yandan Ukrayna’nın TransKafkasya ülkeleri ile tarihi işbirliği bir yana Karadeniz havzasına yönelik olarak AB ve NATO desteğiyle kurulan GUUAM (3), Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ) gibi mekanizmalar da Rusya’yı etkisizleştirmiş görünmektedir. NATO, yakın zamanda Karadeniz’de daimi bir görev kuvveti kurmayı planlamaktadır. (4)

Rusya Federasyonu, Kuzey Kafkasya’ya razı olma karşılığında Güney Kafkasya’yı Atlantik ittifakına terk etme konusunda çok istekli görünmemektedir. İran ve Ermenistan ile kurduğu ilişki, bölgedeki üslerini (örneğin, Gudauta) boşaltma konusunda sergilediği direnç, Abhazya ve Güney Osetya çatışmalarına müdahale biçimi itibariyle TransKafkasya’nın Ermenistan hariç olmak üzere Batıyla eklemlenme konusundaki temel yönelimlerini engelleyemese bile geciktirme çabasını açıkça göstermektedir. Abhaz ve Oset halklarını Gürcü yayılmacılığına karşı koruma iddiası, Abhaz halkına Rusya Federasyonu vatandaşlık belgesi ve emeklilik maaşı verme uygulamaları bu yönde atılan adımlar olarak değerlendirilmelidir.

Atlantik İttifakı – ABD ve kısmen AB

Atlantik ittifakının Kafkasya politikaları, Rusya Federasyonu gibi tutarlı bir hat izlemiyor. AB ülkeleri bir yandan özellikle Almanya ve İngiltere’nin desteğiyle TransKafkasya’ya yönelik açılımlar yaparken, diğer yanda özellikle Fransa ve Kıbrıs Rum kesiminin AB içindeki direnciyle Kafkasya’da etkisini çok daha artıracak adımlar atmaktan çekiniyor. Bölgede tarihsel olarak Rusya Federasyonu’nun temel müttefiki olan Ermenistan’da, Gürcistan benzeri bir Batı ile eklemlenme süreci yaşanması özellikle ABD, İngiltere ve Türkiye tarafından destekleniyor.
Bölgesel güçlerin ve bölge ülkelerinin kendi aralarında kurdukları ittifaklar da Kafkasya’nın soyut sınırlarını pekiştiriyor. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ sorunu, Azerbaycan ile İran arasındaki İran Azerbaycanı sorunu, Türkiye ve Ermenistan arasındaki sorunlar, Gürcistan – Abhazya, Gürcistan – Osetya, Çeçenistan – Osetya sorunları diye uzayıp giden ve aslında hemen her iki ya da daha fazla ülke arasında farklı kombinasyonlarla tekrar eden anlaşmazlıklar, küresel ve bölgesel güçlerin bölgedeki etkinliğini artırıyor. Bu anlaşmazlık ve çatışmalar küresel ve bölgesel güçlerce aleni ve zımni olarak destekleniyor. NATO ve AB tarafından desteklenen Türkiye – Gürcistan – Azerbaycan ekseni ile kısmen Çin ve Fransa’nın desteğini alan İran – Rusya Federasyonu – Ermenistan ekseni bölgede akan kanı durduracak bir pat durumunu bile tesis edememiş görünüyor.

Çeçenistan konusunda AB’nin sergilediği tavır, yalpalamalar ve hatta bir ölçüde küçük düşürücü öğeler içeriyor. Çeçenistan’da akan kanın durdurulması için AB, ‘Money for Peace’ (Barış için Para) denebilecek bir yaklaşım ile Rusya Federasyonu’na katkıda bulunma amacında. Bu projeye göre, eğer bölgede yatırımlar hızlanırsa, bölge halkının ekonomik durumu iyileştirilirse, bu bölgenin ‘normalleştirilmesi’ konusunda bir ‘umut ışığı’ olacak. Dolayısıyla söz Kuzey Kafkasya’dan açılınca, AB ve ABD’nin etkisi sınırlı, yalnızca insan hakları ihlallerine karşı alışıldık ve basmakalıp eleştirilerle sınırlı kalıyor, zaten insan mühendisliği çalışmaları konusunda bir eksikliği olmayan Rusya Federasyonu’na Rus barışını tesise dönük yeni fonlar sağlamaya yöneliyor.

Ancak iş Güney Kafkasya’ya geldiğinde birden bire işin rengi değişiyor; (i) TransKafkasya ülkelerinin demokratik ilkeler doğrultusunda daha sıkı bir denetim altına girmesini ve ekonomilerini daha güçlü kılması muhtemel yapısal AB fonlarının aktarılmasını öngören AB-Komşuluk Politikası; (ii) Orta Asya, Kafkasya ve Avrupa arasında, Rusya Federasyonu’nu devre dışı bırakan kesintisiz bir ulaştırma hattının kurulmasını öngören Avrupa-Kafkasya-Asya Ulaştırma Koridoru (TRACEKA) projesi ve Aktau (Kazakistan) – Bakû – Tiflis – Ahalkalaki – Kars demiryolu projesi; (iii) Bakû-Ceyhan boru hattının desteklenmesi ve Rus petrollerinin Boğazlar dışında bir güzergâh kullanılarak taşınması konusundaki irade vb. bu konuda AB tavrını belirleyen temel politika yönelimlerini özetliyor.

Ancak AB’nin Kafkasya politikalarının, AB içindeki Rusya Federasyonu müttefikleri nedeniyle Rusya lehine geciktirildiği de bir başka gerçek. Fransa’nın, Pankisi vadisindeki silahsız AB askeri gözlemcilerinin görev süresinin uzatılmasını veto etmesi, Kıbrıs Rum Kesiminin AB-Komşuluk Politikası çerçevesindeki görüşmeleri engellemesi AB’nin küresel aktör rolüyle bölgede bir rol oynaması olasılığını zayıflatıyor. Bununla birlikte, Bakû petrolleri konusunda tarihsel bir çekişme içinde olan İngiltere, Almanya ve ABD’nin daha uyumlu bir politika izledikleri görülüyor.
ABD, bölgesel müttefiki Türkiye ile Gürcistan ve Azerbaycan konusunda ciddi bir işbirliği geliştiriyor. Türkiye, Hazar ve Orta Asya enerji üretim bölgeleri üzerindeki küresel paylaşım mücadelesinde kısmen Atlantik, kısmen Avrasya ekseni ile ortaklık kuran, küçük bir rol üstleniyor. Ancak, bu enerjinin Rusya haricindeki bir hat üzerinden dünya piyasalara sunulması söz konusu olduğunda daha büyük bir rol üstlendiğini, dünya sistemin temel enerji nakil hat ve terminallerinin Türkiye üzerinde kurulduğunu veya planlandığını görüyoruz. Bu durum ister istemez Türkiye’nin Kafkasya, Orta Asya ve Karadeniz politikalarını radikal bir değişime tabi tutmasını beraberinde getiriyor. Darbeci (Azerbaycan ve Türkmenistan), Kızıl Elmacı, Avrasyacı veya düpedüz hayalci eğilimler, paradoksal olarak Orta Asya’daki Türkî Cumhuriyetlerle bir Türk Birliği oluşturulması ve Rusya ve İran ile işbirliğine giderek Avrasya Birliğinin kurulması ülkülerinin altını geri dönülmez bir biçimde oymuş gibi görünüyor. Öte yandan ABD ve İngiltere, Almanya gibi AB ülkeleri ile Kafkasya ve Orta Asya politikalarında sergilenen uyum bölgesel aktör olarak Türkiye’nin rolünü pekiştiriyor.

Atlantik ittifakının AB ve ABD eliyle bölgede etkinliğini giderek artıracağı göz önünde tutularak Gürcistan’ın dâhil olduğu Acara ve Osetya özerk bölgeleri ile yaşadığı sorunlar ve Abhazya’nın bağımsızlığı meselesi ile Ermenistan ve Azerbaycan çatışmasının kısmi demokratikleşme ve AB ve NATO gibi kurumlarla farklı düzeylerde ilişkiler vasıtasıyla çözümlenme yoluna gidileceği büyük bir olasılık olarak karşımıza çıkıyor. Çeçenistan’ın ve Rusya Federasyonu’na dâhil olan Kuzey Kafkasya özerk bölgelerinin bu alışveriş sonrasında Rus etkisinde kalacağı da öyle?

Birleşik Kafkasya mı, Parçalanmış Kafkasya mı?

Reel politika, yukarıda özetlenmeye çalışılan politikalar karşısında eksenlerden birinin tercih edilmesini dayatıyor. Ancak, hangi ekseni seçerseniz seçin Birleşik bir Kafkasya elde edemiyorsunuz. Tüm bu anlatılanlar arasında eksik bir şey var. Tüm bu boru hatları, etnik çatışmalar, hegemonya mücadeleleri, eksenler, ittifaklar gürültüsü içinde sesi duyulmayan bir öğe var: Kafkas halkları ne istiyor? ‘Barış için Para’ mı? Müstemleke olmak mı? Boru hattı bekçiliği yapmak mı? Emeklilik maaşı karşılığında sömürgeleşmek mi? Her gün, kendi dışındaki tüm Kafkas etnik gruplarını ötekileştirmenin başka bir yolunu aramak mı?
Diaspora burada önem kazanıyor: verili durum karşısında küresel ve bölgesel güçlerin politikalarına tahammül stratejisi geliştiren ya da bu politikaları aklama gayretiyle davranan reel politikacı eğilimler mi, yoksa romantizm ile rasyonalizm arasındaki ince ayarı tutturan ve halklarının kolektif tasavvurunu canlandırmayı amaçlayan eğilimler mi önümüzdeki döneme damgasını vuracak, hep birlikte göreceğiz.

DİPNOTLAR
1)
Karganın bağırmasıyla kış olmaz, serçenin ötmesiyle yaz olmaz.
2) Şangay İşbirliği Örgütü, Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’dan oluşmaktadır. Hindistan, Pakistan ve İran örgüt toplantılarına gözlemci olarak katılmaktadır.
3) GUUAM: Gürcistan, Ukrayna, Özbekistan, Azerbaycan ve Moldova
4) KEİ: Türkiye, Rusya Federasyonu, Ukrayna, Azerbaycan, Moldova, Gürcistan, Ermenistan Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Arnavutluk ve gözlemci üye olarak Avusturya, Polonya, Tunus, Mısır, İsrail, Slovak Cumhuriyeti ve İtalya.