Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam
Gizli açık dönüş karşıtlarından kof bir çağrı daha. İmzacılara bakıyorum öyle çok yeni değiller. Biliyorsunuz vardır hep olaya yeni uyananlar ve biz eskilerden de kendileri ile birlikte yeniden uyanması beklentisine girenler. Çok sevdiğim erken kaybettiğimiz dernek başkanlarımızdan birinin YEMIJ Ruslan’ın sözü bu. Sıkça kullanırız ben de bizim YEDİC Memet de…
Yıllarca hiç derneğe uğramayıp ilk geldiği gün defalarca konuştuğumuz dürüp kenara koyduğumuz konularda ahkam kesmeye kalkanlar için kullanmıştı. Yeni uyananlarla alay ettiği kesin bir tavırla; ‘’Necdet, bizler her yeni uyananla birlikte yeniden uyanmalıyız!’’ (Нэждэт тэ кIэу къэуыщырэм тыкъыдэущын фае!) demişti.
Bu bildirilerin imzacıları gibi konunun epeyce eskisi olduğu halde yeni uyanmışlar gibi konuşan, önerilerde bulunan, çağrılar yapan, yaşanışları görmezden gelenlere de “eski-yeni yetmeler” diyorum ben. Ve işte eski-yeni yetmelerden birkaç kişinin çağrısı:
“BİRLİK VE DAYANIŞMAYA ÇAĞRI
Sizler
Çerkes sorununda söz söyleyenler, çözüm arayanlar, diaspora ile anavatan arasında bir bağ, bir yol bulup, güçlendirmeye çalışanlar. (…)”
Şimdi, çağrıyı yapanların kimilerinin eski-yeni olduğunu bilmeyenlerce bu ilk cümle, çağrıyı yapanların Çerkes sorunları ile hiç ilgilenmedikleri gibi anlaşılmaz mı?
Öyle ya 60’lı yılların ilk yarısındayız sanki. Zifiri karanlıktayız, anavatan da çok çok uzaklarda. Oysa Ürdün doğumlu, Türkiye’de Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitiren THABISIM Semih daha 1967’de anavatana dönüş yapmıştı. Daha sonra THABISIM Semih daveti ile ÇÜŞHE İzzet Aydemir’in anavatan ziyareti. Batıray Yedic’in de aralarında bulunduğu Almanya’dan grup gezisi. Ve 78’de ilk resmi gezi denebilecek Nihat Bidanuk, İsmel Özdemir Özbay, Fahri Huvaj ve Necdet Hatam gezisi. 1979’da 30 kişilik Dönüş başvurusu. Mevlüt Atalay Doğan Özden, Bedrettin Kankuş gezileri. Kemal Cankat ve Eşinin gezisi. Aslan Arı, Fahri Huvaj, Süleyman Yançatoral ve eşlerinin gezisi… Anavatandan ziyaretler. Rauf Borey gezisi, 1970 te DIĞUIJ Quırmen’n Türkiye gezisi, 1971 HAFITS’E Muhamet ve arkadaşları, ŞCENSNTS’IK’U Adem ve sayılamayacak, anımsanamayacak kadar çok, çok sayıda karşılıklı ziyaretler.
1989 Çerkes bulunan tüm ülkelerin temsilcilerinin katıldığı ilk toplantı, 125 yıl kültür haftası. 1990 Hollanda toplantısı 1991’de DÇB kuruluşu… DÇB Başkan yardımcısı MEÇ’ET’EY Abdullah’ın gayretleri ile Çerkeslere de koşulsuz vatandaşlık hakkı veren federal yasanın kabulü. Yasanın 9 yıl yürürlükte kalmasına rağmen Türkiye’den bu bildiriyi imzalayanlar dahil hiç kimsenin usulüne uygun başvuru yapmaması. DÇB çalışmaları ile 1995’de Maykop-Çankaya’nın kardeş belediye oluşu. Sonraki kardeş belediyeler. Karşılıklı öğrenci ziyaretleri. Folklor ekipleri tiyatro gruplarını gezileri, festivallere katılımlar. Bilim insanlarının STK’larımız ev sahipliğinde söylenceleri derlemesi, ve bunların anavatan da koca kitaplar halinde yayınlanması. Daha yenilerde Doğu sanatları müzesi çalışanlarının Türkiye’deki sanatçılarımızla söyleşileri, yapıtlarının yer alacağı katalog hazırlığı. Yani milyonların söylencelerini derleyip geleceğe armağan eden Adığey’deki 125 binin, milyonların değerlerini dünyaya tanıtım hazırlığı… Anavatanda gerçekleştirilen etkinliklere diasporadan katkılar. Dönüşler dönüş yapan aileler ve dil bilmez ana-babaların dil bilir çocukları, torunları… Anavatanda doğan çocukların anavatanda anne baba olmaları… Sayılabilecek daha çok şey hiç yaşanmamış yaşanmıyor gibi…
Anlaşılıyor ki eski-yeni yetmelerimiz tüm bu saydıklarımızı ve daha fazlasını, diaspora ile anavatan arasındaki bu bağları, bu yolları yok sayma eğiliminde. Ama nasıl? Gülünç duruma düşmeyi göze almadan bu gerçekler ve daha fazlası yok sayılabilir mi?
“(…) Çarlık Rusya’sının kolonyalist uygulamalarla yıllarca sürdürdüğü saldırıları sonucunda 19. yy.da sürgün ve soykırım vurgunu yiyen (…)”
Bakın bu cümleyi çok sevdim. Söyleyene değil söyletene bak demişler. Demek ki halkımız önce sürülmüş sonrasında da gittikleri ülke ve bu ülkenin parçalanması ile doğan ülkelerde soykırım vurgununu yemişler. Çağrıyı yapanlar, “bir halkın yerleşim yerlerinin adını, hem de birkaç kez değiştirmenin, dilini yasaklamanın, yüzyıllardır kullanageldiği soyadını kullanmasını engelleyip yeni soyadı almasını zorunlu kılmanın soykırımın daniskası olduğunu, dosta düşmana açıklamayı düşünmüş olmalılar” dedim. Ama…
“(…) dünyanın birçok ülkesine dağılan (…)”
Hop dedik… Bu da neyin nesi?.. Tarih bilincinin bu sığlığı da ne oluyor… Bir kez kendileri dağılmayıp dağıtıldılar. Ama daha önemlisi, birçok ülkeye değil Osmanlı coğrafyasının birçok bölgesine… Hem tarih bilincinden bu kadar yoksun olacak hem de büyük işlere soyunacaksın… Pes doğrusu…
“(…) yaşadıkları her ülkede, demokrat ilerici devrimci duruşlarını birer anıt gibi koruyan Çerkes kadınları ve erkekleri (…)”
Breh, breh, breh… Eğer sadece bu nitelikleri taşıyan Çerkeslere sesleniliyorsa çok sayıda muhatap bulamayacakları kesin ve çaba da boşuna değil mi?
“(…) Kuzey Kafkasya’nın her dağına, her nehrine özlemle öykünen, aynı mücadelede ayrı düşenler. (…)”
Dönüş karşıtlarının hep yaptıkları gibi romantizm, kof ağdalı laflar ve belirsizlik. Kişi toplumsal hafızasında yeri olan bir coğrafyaya özlem duymak anlaşılır da dağına nehrine öykünmek nasıl bir şeydir acaba? Dağları gibi dimdik duracak, nehirleri gibi çağlayacak olmasınlar…
Bir de Dönüş karşıtlarının hep yaptıkları gibi mücadelenin ne olduğunu saklama çabası. Neyin nesiymiş bu mücadele ve nelermiş mücadele edenlerin ayrı düştükleri konular? Dahası kimlermiş bu ayrı düşenler? Ya da bu ayrı düşenler ne zaman birlikte idiler?
“(…) Çözüme ve geleceğe ilişkin, uzlaşının ezici çoğunluğu ve ortak aklın yol göstericiliği ile birlikte siyaset üretebiliriz. (…)”
Anlaşıldı Milat kendileri ile başlayacak! Sanki hiç siyaset üretilmedi. Çerkesler için Çerkesler adına hiç söz söylenmedi. Sanki “tek yol anavatana dönüş” diyenlere “tek yol devrim diye” karşı çıkılmadı. Tek yol anavatana dönüş diyenler, devrim diyenleri tarihin çöplüğüne gömmedi?
“(…) Çerkeslerin geleceğine dair kaygı duyan, demokrat yapıların ve bireylerin en geniş temsiliyeti için, farklı düşüncelerin tartışılmasından vaz geçmeden, tek tipleşmeden, kurumların, siyasi grupların varlığına ve kimliğine saygı duyarak ve koruyarak yeni bir yol arayabilir ve açabiliriz. (…)”
Ancak yol arayışının haklı görülmesi için var olan yolların eksiklerinin, olmazlıklarının kanıtlanması gerekmez mi? Ayrıca gelecek kurgusu farklı olan kişiler, örneğin geleceğimizi anavatanda görenler ile diasporada da var olunabilir görüşünde olanların, bakış açılarının yansıdığı kurumlar nasıl birlikte politika üretebilir dersiniz?
“(…) Siyasilerden ve siyasetten uzak durmadan ama geleceğimize kendimiz karar verme iradesi ile varoluş mücadelemizi siyasi bir zemine oturtabiliriz. (…)”
Siyasi zeminden kastınız nedir? Nerede nasıl var olmayı düşünüyorsunuz?
“(…) İttifaklarla yürüyen siyasi dünyada, Çerkeslerin kendi içindeki demokratlar ittifakını hayata geçirebiliriz. (…)”
Çerkeslerin kendi içindeki demokratlar ittifakı hangi amaç için harekete geçirmeyi düşlüyorsunuz? Yani hep yapıldığı gibi ittifakın hangi amaç için kurulacağından hiç söz edilmemiş.
“(…) Türkiye siyasetinde farklılıkların gönüllülük temelinde birlikteliğine, inanç özgürlüğüne, halkların eşitliğine ve dostluğuna inanan demokrat yapımızla kimlik ve emek mücadelesinde kendi yerimizi alabiliriz. (…)”
Ve nihayet dilin altındaki bakla ağıza sığmadı fırlayıverdi orta yere. Neymiş bakla, yani asıl amaç: Türkiye siyasetinde kendi yerimizi almakmış. Anavatanla baş kurmak falan değilmiş…
Bizler diyoruz ki;
“(…) İnsan, kadın, çocuk, hayvan hakları ve özgürlüklerini tavizsiz savunan, şiddet ve nefret dilini insanlık suçu olarak değerlendiren, 21 Mayıs 1864’ü, Çerkes soykırımı ve sürgününün sembolik tarihi olarak kabul eden (…)”
Kabul diyelim
“(…) Çerkeslere sürgün ulus statüsü verilmesini (…)”
Ne yapacaksınız sürgün statüsünü? 9 yıl süresince gümüş tepside sunulan vatandaşlığı elinin tersi ile iten sizler değil misiniz? Ya da RF tüm Çerkesler doğal vatandaşımdır diye bir yasa kabul etse Türkiye’de, elinde Çerkes olduğunu kanıtlar belgesi olan kişi sayısı kaçtır sizce? Ya da bu çağrıyı yapanların kaçı bu belgeyi e-Devletten almıştır dersiniz?
“(…) Çerkeslere Rusya Federasyonu’nda ve yaşadıkları ülkelerde çifte vatandaşlık hakkı verilmesini (…)”
Bir cehalet örneği daha. Şu anda bize gereken, çifte vatandaşlık hakkı tanınması mücadelesi değil zaten var olan bu haktan yararlanacaklara öncülük etmek, sayılarını arttırmaktır.
“(…) Çerkes halkının tarihsel vatanına koşulsuz dönüş hakkının tanınmasını (…)”
Pışt!… Ya Soçi Kış Olimpiyatlarını engellediğiniz gibi RF’nin uluslararası kimi sportif, kültürel etkinliklerini de engeller ve RF’yi dünyadan izole edilmesine katkıda bulunursanız. RF dünyadaki devletlerin en aptal olanı mı? Ya da ana-baba Çerkes olmak güvenilir olmak için yeterli mi? Bu nasıl bir cehalet?
“(…) Abhazya ve Güney Osetya’nın tüm ülkelerce tanınmasını savunan (…)”
Savunmayan Çerkes de var mı yoksa?…
(…) Kuzey Kafkasya’da savaş kışkırtıcılığını ret eden, barışı temel alan kalıcı politikaların geliştirilmesi için her türlü katkıya hazır (…)
Demek ki konu Türkiye olunca “kimlik ve emek mücadelesinde kendi yerimizi alacak” ancak konu Kuzey Kafkasya ise “her türlü katkıya hazır” olmakla yetinilecek. Hemi de kalıcı politikalar, azıcık nüfusları ile federe cumhuriyetler kurabilen anavatan bekçilerinin gıyabında geliştirilecek. Öyle ya ne anlar onlar politikadan…
“(…) Kuzey Kafkasya halklarının farklılıklarını ve ayrılıklarını değil, birlikteliklerini ve ortak mücadelelerini öne çıkaran (…)”
Ortak mücadelenin ne olduğunu da açıklasanız a!..
“(…) Anavatan ve diaspora arasında diaspora stratejilerini geliştirmeye katkı koymak isteyen (…)”
Yukarıda bulmaktan söz ediliyordu. Oysa şimdi var olan ancak bilinmeyen stratejiyi geliştireceğiz. Oh ne ala!..
“(…) Anavatan başta olmak üzere; ulusal ve uluslararası yapılar konusunda ortak akıl ve tavır geliştirmek isteyen (…)”
Hah bu da çok önemli. Anavatan sizlersiz ortak akıl da tavır da geliştiremiyordu zaten. Karanlıklarda, ne yapacağını bilmez durumda el uzatmanızı bekliyor olmalı. Ya anavatan sizin gibilere, “gölge etmeyin başka ihsan istemez” diyorsa anlayacağınız dilde.
“(…) Çerkes ulusal sorununda; uluslararası yapıları, dernekleri, oluşumları, ülkeleri bu metinde ifade ettiğimiz yaklaşımlarla değerlendiren ve konumlandıran (…)”
Bu benim anlayamayacağım kadar derin “pas”!
“(…) Türkiye diasporasında demokratik ve kültürel haklar için başta anadil ile eğitim hakkı olmak üzere (…)”
Seçmeli derslere 500 kişi bulamayanlar, Çerkeslerin doktor olmasını, yargıç olmasını mühendis olmasını daha birçok gözde meslek sahibi olmasını engelleyecek Çerkesçe eğitimi için kaç kişi toplayabileceğinizi umuyorsunuz? Hiçbiriniz çocuklarınızı yeğenlerinizi göndermeyecekken bu riyakarlık neden?
“(…) barışçıl ve eşitlikçi ve demokratik çözüm yöntemleri ile mücadeleyi odağına koyan (…)”
Barışçıl yöntemlerle sonuç alınamazsa ne gibi yöntemler önereceksiniz. Hani A planı tutmadı, B planınız var mı?
“(…) Yaşadıkları kimliklerin, kültürlerin ve inanç gruplarının eşit yurttaşlık ve pozitif ayrımcılığını savunan (…)”
Eşit yurttaşlık ve pozitif ayrımcılığın sağlandığını varsayalım. Somutta halkımıza ne kazandıracak dersiniz? Felçli doğan bir çocuk, ya da çocuk felci geçiren bir çocuk, ya da kazada bacağını kaybeden bir çocuk sağlanan eşit haklardan sağlıklı bir çocuk gibi yararlanabilir mi dersiniz?
‘’(…) inkarcı ve asimilasyoncu politikalara karşı duruş sergileyen (…)”
Lafta sergileyen –sizler de dahil- o kadar çok ki…
“(…) faşizme, emperyalizme, fundamentalizm ve şovenizme karşı olan (…)”
Yine lafta kalacak olduğuna göre mebzul miktarda bulabilirsiniz…
“(…) Uluslararası platformlarda savaşsız, sömürüsüz, halkların eşitliğine dayalı yeni ve özgür bir dünya kurulmasını savunan ve bunun için demokratik mücadeleye hazır olan (…)”
Kulağa çok hoş geliyor…
“(…) 5 Kasım’ı halkların dayanışma günü kabul eden (…)”
Hadi buna Çerkeslerin dayanışma günü diyelim de ayıp olmasın. Diğer halkların hiç mi önemli günü yok. Onların hiç mi Mahmut Özdenleri olmadı? Bu nasıl bir egoizmdir anlayan beri gelsin. Diğer halklara nasıl önereceksiniz bunu? “Mahmut Özden tüm kaybedilenlerden daha önemli olduğu için, ‘halkların dayanışma günü olarak’ sizlerin önemsediğiniz günlerden birini değil de 5 Kasım’ı kabul edelim” demeyi düşünmüyorsunuzdur?
“(…) Türkiye siyasetine dahil olup statükoyu korumak yerine gelişmeyi hedefleyen, her etnik ve inanç aidiyetinin kendi sözünü söyleyebileceği, demokratik zeminde siyasetin yapılacağı ortam için mücadele eden (…)”
Asıl niyetin diaspora odaklı mücadele olduğunun bir kanıtı daha…
“(…) Adalet ve eşitlik temelli, toplumsal cinsiyet eşitliğine doğa ve çevreye duyarlı, çağdaş, çok kültürlü, çok sesli, çok dilli, çok renkli demokratik bir gelecekte; dili kültürü ve hakları ile çerkes kalma kararlılığında olan. Türkiye diasporasındaki Çerkesleri ilkeli ve geniş bir platformda (…)”
Diaspora merkezli mücadelenin pekiştirilmesi,
“(…) DEMOKRASİ İÇİN ÇERKESLER” ittifakında birliğe ve dayanışmaya davet ediyoruz.”
Ey aklı evveller! Sizden önceki şu birlik çağrılarının akıbetini ya da günümüzde ne olduklarını hiç düşündünüz mü acaba?
DEMOKRASİ İÇİN BİRLİK
Demokrasi İçin Birlik; katılımcı ve çoğulcu yeni bir demokrasiyi, her türlü farklılığın tanındığı ve bu farklılıkların kamusal alanda yer bulduğu bir demokratik yaşamı hedefleyen, herkesin eşit ve çoğulcu bir anlayışla katıldığı, hiçbir siyasi görüş ya da partinin şemsiyesi altında olmayan bir birlik hareketidir.
Demokratik Çerkes Platformu size ne söylüyor?
Peki Demokratik Çerkes Hareketi…
Ya Çoğulcu Demokrasi partisi …
Çerkes Hakları İnsiyatifi?
Bir de her biriniz şu Soçi Kış Olimpiyatlarını engellemek üzere kayıkla yola çıkmışken, kayığın dümenini Bodrum’a kıran, rakı-balık keyfi çatan Sayın Feridun Büyükyıldız gibi inançlı iseniz eğer sizden korkulur, hem de çok korkulur…
Ben yine de “haydi kolay gele” diyeyim…