ÇERKES ANAYURDUNA DÖNÜŞ

HAPİ Cevdet Yıldız

Çerkesler 1860’larda Ruslar tarafından, gemilere bindirilerek, Karadeniz limanlarından zorla ve toplu bir biçimde Osmanlı Devleti topraklarına gönderildiler, orada yine Karadeniz kıyılarına, Kuzey Anadolu ve Rumeli’ye çıkarıldılar. Daha sonraları oralardan başka yerlere dağıldılar. Bugün bu sürgün Çerkeslerin torunları 40 kadar ülkeye dağılmıştır ve böyle bir Çerkes diasporası oluşmuştur. Diasporadaki Çerkesler, 150 yıldan beri etnik kimliklerini korumayı başarmışlardır. Kuşkusuz çok önemli bir başarı ve olaydır bu. Toplumbilimci ve tarihçilerin bu olguyu incelemeleri yerinde olacaktır.

Biz bu yazımızda bu olguya değinmek ve duruma ilişkin bazı kanılarımızı belirtmekle yetineceğiz.

Sürgün nedir ve nasıl uygulanmaktadır?

Sürgün cezai bir yaptırımdır. Bir kişinin ya da bir insan topluluğunun bulunduğu yerden alınıp başka bir yere, kendi isteği dışında (zorla) taşınması/gönderilmesi ve isteği dışında oraya yerleştirilmesi olayıdır. Kuşkusuz değişik sürgün biçimleri vardır. Süreli ve süresiz sürgün, toplu ya da bireysel sürgün, iç ve dış sürgün gibi. Ruslar Adigeler için son sürgün biçimini uygulamışlardır. Dış sürgün. Burada Adige deyimi ile tüm Çerkesya toplulukları kastedilmektedir: Shapsugh-Natukuay, Wubıh, Abaza, Abzegh,  Besleney, Kuban Kabardey ve daha birçok Adige topluluğu. 1860’larda ve sonrasında, Ruslar tarafından dış sürgün, siyasal ve cezai bir yaptırım olarak sadece ve yalnızca Adigeler/Çerkesler için uygulanmıştır. Bu nokta iyi bilinmelidir. Dışarıya göçe zorlama olayı, ulusun ya da toplumun ana kitlesini kapsamadığı ve bir zorlayıcı karara dayanmadığı sürece, Adigelerin ki gibi dış sürgün olmaz.

Bildiğim kadarıyla tarihte dışarıya sürülen ikinci bir halk da Yahudilerdir. Ancak son Yahudi sürgünü yurdundan kovulma niteliğindedir ve kovulanlar istediği yere gitmekte serbest bırakılmışlardır. Yahudiler Filistin’den iki kez, son olarak da Araplar döneminde gidip yerleştikleri İspanya’dan da, dini nedenlerle kovulmuşlardır (1492).

20. yüzyılda ise, iç sürgün olayı sayısı artmıştır. 1915’te Osmanlı Ermenileri, çok ağır koşullar altında ve büyük çapta da yok edilerek, yer yer öldürülerek ve tecavüzlere uğrayarak Suriye’ye doğru sürülmüşlerdir. Bunların katledilmelerinden o zamanki Osmanlı hükümeti sorumludur. Ermeni soykırımı iddiaları da bu tür üzücü olaylar nedeniyle ortaya çıkmıştır.

Bir “sosyalist”  devlet olan Sovyetler Birliği’nde de, 1941-1944 yılları arasında 10 ulus ya da etnik topluluk cezalandırılmış ve Sibirya taraflarına sürülmüştür: Volga Almanları, Çeçen, İnguş, Karaçay, Balkar, Ahıska Türkleri, Kalmık, Kırım Tatarları, Baltık Germenleri ve Sovyet Korelileri. Ayrıca sürülenler ve Adige/Shapsughlar da dahil toplam 50 Sovyet halkına zulüm uygulanmıştır. Bu bakımdan Sovyetler Birliği (Ruslar) lekeli ve sabıkalı bir devlettir. Bu da tüm demokrat insanlar tarafından iyi bilinmelidir.

1956’da Çeçen, İnguş, Karaçay, Balkar ve Kamlıkların, yani 10 sürülen halktan 5’inin cezaları kaldırılmış,  eski özerklik statüleri geri verilmiş, eski topraklarına dönmeleri sağlanmıştır. Ancak Volga Almanları, Kırım Tatarları ve Adige/Shapsughların özerklikleri geri verilmemiş, eski topraklarına dönüşleri de engellenmiştir.  Bu bakımdan Sovyetlerin ve izleyicisi olan RF’nun sorumluluğu devam etmektedir. Bu da iyi bilinmelidir.

1864 Çerkes sürgünü (bkz. Çerkes sürgünü-Vikipedi)  yukarıda sözünü ettiğimiz iç sürgün örneklerinden farklıdır, belirttiğimiz gibi ülke dışı bir sürgündür. Rus idari makamları Çerkes dış sürgünü olayını şimdiye değin Rus ve Dünya kamuoyundan gizlemeyi ve sulandırmayı (bir spekülasyonmuş gibi göstermeyi) başarmışlardır. Ancak en büyük Diaspora olan Türkiye Adigeleri bu son bir iki yıldan beri, olaya Kuzey Kafkasya ölçeğinden değil, Çerkesya/Adigey ölçeğinden bakmaya ve olayı derinlemesine soruşturmaya başlamışlardır. Çerkes sürgünü olayı Kuzey Kafkasya boyutu ile ele alındığında halkın bir kısmının, azınlığının; Batı Adigeleri boyutu ile ele alındığında ise, halkın % 99’unun ülkesi ya da Rusya sınırları dışına çıkarıldığı görülür.

Rus makamları bu konuda şöyle demek istemektedirler:

“Biz Adigelere, güvenlik gerekçesiyle yerlerini terk etmelerinin gerekli olduğunu söyledik, onlara Kuban ve Laba ırmakları boylarında toprak gösterdik ama istemediler ve Türkiye’ye göç etmeyi yeğlediler”. Özetlersek Rus’un dediği bu.

Bu tür ifadeler öteden beri faşistlerin de sıkça kullandıkları terimlerden. İnandırıcı olmadıklarını bilmekle birlikte, Rus gerekçelerinin inandırıcı olmadığını bir bir gösterelim:

1. Süre yetersizliği: Adigelere, yerlerini terk etmeleri için çok az, 15, 20 ve 30 gün gibi kısa süreler veriliyor, ek süre ve tolerans tanınmıyordu. Ayrıca Adigeler parçalanıyor ve istedikleri yerlere yerleşemiyorlardı. Bu da olayın dış sürgünü amaçladığını kanıtlamaktadır. Bir uygulama emri sunalım. General Yermolov’un Karadeniz Kıyı Hattı Komutanı General Vlasov’a gönderdiği yazı/emirname: Çerkeslerden  “Bütün bir köy ya da soy ailesi bütünü biçiminde tarafımıza geçip yerleşmek isteyenleri kabul etmeyiniz, onları parçalayınız” (Bkz. Kim Şıbzuh, ”Yeni Dönem Bize Yeni Sorumluluklar Yüklüyor” yazısının “Adigelerin düze indirilmeleri ve sürgün olayı” başlıklı bölümünden, CircassianCanada, internet).

Ayrıca bu kadar kısa bir sürede ve bu koşullar altında Adigelerin, isteseler bile Ruslarca gösterilecek yerlere gidemeyecekleri ve oralara yerleşemeyecekleri de bellidir. Süreyi doldurdukları gerekçesiyle halk apar topar ve süngü zoruyla gemilere doldurulup Türkiye’ye postalanıyordu.

2. Köle sahibi Beylerin ve zenginlerin  dışarıya göç yollu tehdit edilmeleri: Rusya’da serflik (kölelik), Çerkes sürgününden üç yıl önce, 1861’de kaldırılmıştı. Bunu Adige köle sahiplerinin bilmemesi olanaksızdır. Genelde iyi olan bu olay Adigelerin dışarıya göçünü tetikleyici bir işlev görmüştür. Ruslar kararsız Adige derebeylerini bu yasayla korkutup göçe zorlamışlardır. Osmanlı Devleti de Rus politikasına arka çıkar bir biçimde, 1855’te yasakladığı Çerkes köle ticaretini, ansızın ve oportünist bir tavırla 1857’de yeniden serbest bırakıyor, devletin kendisi 1860’da Samsun ve Trabzon’da Çerkes köle pazarları kurduruyor ve insan satışı başlatıyordu (Bkz. Çerkes sürgünü-Vikipedi, internet).

Mart 1864’te Wubıh sınırına dayanan Rus generali Heyman, Adige/Wubıh ileri gelenlerine (kuaşkalara/zenginlere) gönderdiği mektubunda, direnmemeleri halinde serbestçe Türkiye’ye gidebileceklerini, kendisinden destek de alabileceklerini, direnmeleri halinde ise kölelerinin ellerinden alınıp özgürleştirileceğini, kölesiz ve hizmetçisiz olarak Azak Denizi kıyısındaki çorak topraklara sürüleceklerini bildiriyordu (Bkz. Çerkesya’nın Ruslar Tarafından İşgali; Çerkesya Gönül Yaram). Bilindiği gibi Çerkes bey ailelerinin  ve Wubıh köle sahiplerinin her türlü hizmetini köleler görürdü, bu insanlar çok tembel, çalışmayan ve çalışmasını da bilmeyen kişiler idiler ve kölesiz yaşayamazlardı.

3. Hıristiyanlığı dayatma: Verilen çok kısa sürenin dolması durumunda, Rus makamları özür kabul etmiyor, askerler süngülerini takıp sivil halkı zorla, balık istifi gemilere dolduruyorlardı. Bu durumda sadece istavroz çıkaranları ayırıyor, onları gemilere bindirmiyor, kalmalarına izin veriyorlardı.

1864 yılı Haziran ayı ortasına değin koca bir ülke, yani Çerkesya insansızlaştırılmış, yaklaşık 2 milyon insan zorla ülke (Rusya) dışına atılmıştır. Bu olayın (sürgün olayı) içinde alternatif ve tolerans diye bir şey aramak boşunadır, sadece zorlama ve dayatma vardır.

Dünya’daki yeni yerleşme ve göç örnekleri:İsrail

Yahudiler biri Filistin’den Babil’e (şimdi Irak), diğeri 70 yıl sonra döndükleri Filistin’den, bu kez Romalılar tarafından kovulmuşlar ve değişik ülkelere dağılmışlardır. Son kez de, İspanya’dakiler de  ülke dışına kovulmuşlardır, sadece  Katolik olmayı kabul edenler İspanya’da bırakılmışlardır.

Yahudi etnik kimliğinin birleştirici bağı ve çimentosu Musevi dinidir.

Çelişik sınıf ve katmanları barındıran bir toplum olan Yahudiler, banker, tefeci, kuyumcu, ticaret ve mütercimlik gibi mesleklerle geçimlerini sağlayan insanlar olarak tanınır, ırkçı yönetimlerce hiç sevilmezler, sık sık da saldırılara uğrar ve ezilirlerdi. Yani bir tür günah keçisi idiler.

İstanbul’da Parmaksız Hamdi adlı bir polis komiseri vardı. Bütün mimli komünistleri tek tek tanır ve istediğinde parmağı ile koymuş gibi bulurdu. Bu nedenle ona bu ad takılmıştı. Bir politik olay oldu diyelim, hemen başta rahmetli Aziz Nesin olmak üzere, mimli komünistleri bir bir toplarmış. O kişiler de bunu bildiklerinden bavullarını hazırlar, Parmaksız Hamdi’yi beklerlermiş. Her olayın günah keçileri de hep komünistler olurmuş. Faşist 6-7 Eylül Olayları bile komünistlere yüklenmek ve kamuoyu yatıştırılmak istenmişti.

Yahudiler de istenmeyen şeylerin günah keçileri (bzege tetlhapvo/бзэджэ тэлъхьап1э) idiler.

Yahudi çoğunluğu yoksuldu ve gettolarda barınıyordu. Zengin olanlar ise, getto dışına, varlıklı semtlere taşınırdı. Avrupa’da gerici hükümetlerin (özellikle Rusların) saldırılarından (pogrom) yılan ve daha iyi bir yaşama kavuşmak isteyen birçok Yahudi, 19. yüzyılda, bir fırsatlar ülkesi olan ABD’ne göç etti. Bu göçlerin bir sonucu olarak günümüzde 5, 7 milyon sayısıyla en büyük Yahudi nüfusu ve lobisi ABD’ndedir. İsrail’de ise 5, 5 milyon Yahudi vardır. Rusya’da 700 bin, Fransa’da 600 bin, Arjantin ve Kanada’da 400’er bin, İngiltere’de 300 bin, Türkiye’de de 20 bin Yahudi yaşamaktadır. Yahudi lobileri paralı ve çok güçlüdür: Örneğin ABD Başkanı seçilmek için Yahudi desteği gerekir, ABD’nde sermaye ve iletişim sektörü de Yahudi ağırlıklıdır.

19. yüzyılda Yahudi aydınları ve büyük burjuvaları, tefeci (banker) Yahudilerin lüks yaşamının Avrupa’daki sıradan halkın tepkisini ve kıskançlığını çektiğini, bunun Yahudi toplumu için bir tehlike olduğunu anladılar; sonunda Yahudileri Avrupa’dan uzaklaştırma ve Filistin’e yönlendirme kararı aldılar. Böylece Siyonizm ve İsrail (Yahudi Devleti) düşüncesi doğmuş oldu. Birinci Dünya Savaş’ında Yahudi desteğini yanına almak isteyen İngiltere,  2 Kasım 1917 Balfour Deklarasyonu ile Yahudilere Filistin’de bir Yahudi yurdu oluşturma sözü verdi (Bkz. Balfour Dekerasyonu, Vikipedi).

Savaştan sonra Filistin’de İngiliz mandat yönetimi kuruldu ve küçük Yahudi topluluklarının Filistin’e yerleştirilmelerine başlandı. Ancak Avrupa’dan Filistin’e doğru büyük bir göç akımı da gerçekleşmedi. 1917’de 70 bin olan Filistin’deki Yahudi sayısı 1932’de ancak 132 bine yükselebildi. Yani din ve milliyet üzerine yapılan destek ve çağrılar fazla bir işe yaramadı, gettolar boşalmadı.

Bu arada Sovyetlerde de Doğu Sibirya’da,  Yahudiler için, 1930’larda merkezi Birobican olan bir Yahudi Özerk Oblastı oluşturuldu ama Tanrı’nın (Yahova’nın) ‘seçkin kulları’ orayı da beğenmediler. Burada 2002’de 190 bin 915 toplam nüfus içinde 2 bin 327 Yahudi (% 1. 22) nüfus bulunuyordu. Ölmeseydi Stalin’in Yahudileri, tıpkı Volga Almanları, Kırım Tatarları ve Adige/Shapsughlar gibi buraya sürmeyi düşündüğü söylenir.

Ancak Almanya’da Hitler’in Nazi (faşist) iktidarı ile birlikte, Yahudilere görülmemiş baskılar uygulanmaya başlandı:1939-45 yılları boyunca Yahudiler kamplarda toplanmaya, zorla çalıştırılmaya ve gaz odalarına doldurulup öldürülmeye başlandı: Soykırım/Holokost yoluyla 6 milyonu aşkın Yahudi’nin öldürüldüğü söylenmektedir.

Savaş süresince Nazilerden kaçmayı başaran on binlerce Yahudi Filistin’e yönlendirildi. İngiltere,  Yahudilerden oluşma Filistin taburları kurdu, Yahudiler Almanlara karşı savaşa ve yeraltı direnişlerine katıldılar.

Böylece Yahudiler askerlik, çetecilik ve silahlı direniş konularında eğitim almış ve deneyim kazanmış oldular. Almanlardan kaçanlarla 1948’de Filistin’deki Yahudi sayısı 650 bine ulaştı ve İsrail Devleti ilan edildi.

İsrail, şimdi Batı standardında modern bir devlettir, yaşam düzeyi yüksektir ve bütün Yahudilere açık olan bir ülkedir. Bu gibi nedenlerle 1990’larda 1 milyon dolayında bir Yahudi nüfus, dağılan SSCB ülkeleri ve Doğu Avrupa’dan İsrail ve ABD’ne göç etmiştir. Yahudi göçünün temel nedeni daha iyi bir yaşam özlemidir. Sovyet Almanları ve Rumları da, büyük ölçüde Almanya ve Yunanistan’a göç etmişlerdir.

Türkiye’den 4 milyon dolayında insan başta Almanya ve Hollanda olmak üzere Avrupa’da yaşamaktadır. Bu insanlar çalışmak üzere oralara gitmiş ve kalmışlardır. Bu insanların bir bölümü Çerkes’tir, sayıları 13 bin olarak söyleniyorsa da, kuşkusuz bunlar oralardaki Çerkes dernekleri kanalıyla belirlenmiş olan cüz’i rakamlardır, sayı kuşkusuz daha fazla olmalıdır. Ancak bu Çerkeslerin birçoğu Türkiye’deki demokratik gelişimlerin dışında kaldıklarından ve Alman toplumundan kopuk yaşadıklarından, eskinin çağrışımıyla hala korkmakta olan ve kendilerini Türk olarak tanıtan fikren geri ve eğitimsiz kişilerdir.

Bu arada Bulgaristan’dan ırkçı ve ayırımcı baskılar nedeniyle çok sayıda insan, zaman zaman utanç verici bir biçimde ve aşağılanarak Türkiye’ye atılmıştır. Daha iyi bir yaşam umudu da bu tür kaçışları tetiklemiştir.

Kıbrıs Türklerinin birçoğu 1960’larda ve öncesinde, ekonomik ya da Rum baskıları nedeniyle İngiltere, Avustralya ve Kanada gibi ülkelere göç etmiştir.

Bütün bunlar değişik türden göç örnekleridir.

Çerkes sürgünleri

1860 yılı başlarında Ortodoks/dinci ve sömürgeci Rus hükümeti Kuzey Kafkasya’daki Müslüman nüfusu azaltmak ve Hıristiyan yüzdesini yükseltmek için, Osmanlı hükümeti nezdinde diplomatik girişimlerde bulundu. Bu çerçevede bazı Kabardey, Oset ve Çeçen topluluklarının Osmanlı topraklarına alınmaları sağlandı. Daha önceleri de K’emguy ve Besleney gibi küçük Çerkes göçleri de olmuştu.

Bu tür isteğe dayalı göçlere ilişkin olarak Adige tarihçisi Kim Şıbzuh şöyle yazmaktadır: 1860’larda “Kabardiya Adigelerinin Türkiye’ye göç etmelerine yol açacak  ölçüde ciddi nedenler bulunmadığını ve Kabardeylerin (Ruslarla bir) savaş içinde bulunmadıklarını belirtmemiz gerekecektir” (Bkz. Kim Şıbzuh’un söz konusu yazısı, “Göç olayında soyluların payı” başlıklı bölümden).

Bu tür göçler ana Çerkes sürgününden farklı bir kategoride yer alırlar. Maalesef günümüzde, her ne hikmetse, her bir göç olayı, bir sürgün ve soykırım olayı imiş gibi sunulmak istenmektedir. Bu tür bir harmanlama ve çarpıtma, bir trajedi olan Çerkes sürgünü olayına zarar vermektedir.  Örneğin,  Karaçay, Oset, İnguş, Lezgi ve benzeri serbest göçlere de ‘sürgün’  denilmekte, bu da Adigelerin sürüldükleri gerçeğine de kuşkuyla bakılmasına yol açmaktadır.

1860’larda Çerkesya dışındaki Kuzey Kafkasya bölgelerinden yaptırılan isteğe bağlı göçler, tam bilemediğimiz nedenlerle, kısa bir süre içinde kesintiye uğradı (bu konuda Rusya içi ve dışı tepkiler iyi araştırılmalıdır). Türkiye de bu nüfusu kabul etmeye devam etmeyi zararlı bulmuş olabilir. Ancak yine de 1877’de Abhazya’dan, Türk işbirlikçisi Abhaz nüfusunu getirip topraklarına yerleştirmiştir. Kuşkusuz bu bir vefa borcuydu.

Sürgün kararı sadece Batı Çerkesleri/Adigelerini (ve bu bağlamda Çerkesya’nın Karadeniz kıyısında yaşayan, kendilerini Adige sayan ve Adigece de konuşan Abazaları, Ciget, vb) kapsıyordu.

Ancak Diaspora’da hastalık düzeyinde, her bir göçe, toptancı bir anlayışla ‘sürgün’  de denilebilmektedir. Bu mantıkla gidecek olursak, sözgelişi Rumlardan kaçan İngiltere’deki Kıbrıs Türklerini de  sürülen halklar  listesine eklememiz gerekecektir.

Her baskı gören ve bu baskılar nedeniyle göç eden insanlar sürgün ulus kapsamına alınamaz. UNPO tarafından Sürgünde ulus statüsü sadece Çerkes ulusuna verilmiştir (Bkz. Unpo, Çerkes ulusunun durumu üzerine karar, internet). Her göç edeni sürülmüş ulus sayarsak, o guruptan olup da yerinde kalan çoğunluğu nasıl açıklayacağız?

Örneğin Kuzey Kafkasya’daki 6-7 milyonu bulan şimdiki yerli nüfusun varlığını nasıl açıklayacağız?19. yüzyıl başlarında Karaçay nüfusu sadece 15 bin, Balkar nüfusu da 9 bin idi. Adige nüfusu ise 2 milyon idi. Ya şimdi? Karaçay ve Balkarlar 300 binin üzerinde, 400 bine doğru ilerliyor, gerici ve sahtekar Karaçay yazarları tarihi kendi anlayışlarına göre, Rus/Kazaklarla elbirliği içinde yeniden yorumlamaya, Adige tarihini ise, çarpıtmaya cüret edebiliyorlar. 1864’te 2 milyon olan Batı Adigeleri bugün ancak 200 bin bile değildir. 1864’te 700 binin üzerinde olan Karadeniz kıyısındaki öksüz Adige/Shapsugh/Natukuay/Hak’uç ve Wubıhların (Kıyıboyu Shapsughyalıların) sayısı şimdilerde 12 bine düşmüş, Shapsugh halkının trajedisi ve yürek burkan şimdiki durumu ise gözler önünde…

Bir nüfus transferinin sürgün olabilmesi için, sürgüne yol açan kapsamlı bir sürgün kararının bulunması ve  sürgün edilen toplumun bulunduğu yerden çıkarılıp başka bir yere yerleştirlmesi, af olmadığı sürece de dönüşe izin verilmemesi gerekir. Bu bağlamda Adigeler üzerindeki 10 Mayıs 1862 tarihli sürgün kararının (cezasının), Diaspora bağlamında hala kalkmamış olduğunu söyleyebiliriz.

19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında dini ve siyasi baskı gören birçok insan ve Yahudi, daha mutlu ve daha özgürce bir gelecek umuduyla Avrupa’dan Amerika’ya göç etti. Bu olay bir sürgün değil, sadece basit bir göçtür; bir olaya sürgün diyebilmek için, o olayın  istek dışı olarak ve bir ceza niteliğinde, zorla gerçekleştirilmiş olması gerekir. Aksi takdirde sürgün değil, ülke içi ya da ülke dışı bir göç söz konusu olabilir.

Örneğin 1915 Ermeni tehciri ve 1923-27 Rum-Müslüman ahali mübadelesi, katılanlar açısından bir sürgündür, birincisi ülke içi, ikincisi ise ülke dışı sürgündür ama Türkiye’den 1964 ve 1967’deki Rum kaçışları bir sürgün olayı değildir, sadece baskı ve korku nedeniyle yapılmış toplu kaçış/göçlerdir. Bütün bunları karıştırmamak ve bir Arap saçı yaratmamak gerekir.

Eski TCY’nda sürgün cezası vardı, cezalı kişi, cezası bitene değin gönderildiği yerden ayrılamazdı,  ayrılmadığını da imza vererek kanıtlamak zorundaydı.

Çerkes sürgünü deyiminin kapsamı nedir?

Ancak Çerkes sürgünü deyiminin, siyasal anlamda, Adigeler gibisine sürülmemiş olsalar da,  öbür Kuzey Kafkasya halklarını da kapsayacağını bilmeliyiz,  onlar da keyifleri öyle istedi diye Türkiye’ye göç etmiş değildirler. Örneğin Türkiye’de Kürtçe’nin serbest bırakılması, beraberinde Kürtçe ile birlikte diğer dillere, bu arada Çerkesce’ye de bir serbestlik getirecektir. RF tarafından Adige soykırımının ve sürgünün tanınması, beraberinde diğer RF halklarının da özgürlüğünü getirecektir. RF yönetiminin sessizliği, aslında tedirginliği ve inkardan gelmesi de bundandır. Uzun süre Türk makamları, bırakın soykırımı, bir Ermeni sürgününe, dahası bir Kürt adına bile sansür uyguluyorlardı. Daha düne değin “Etnik grup” ve “Aşiret reisi” diye aşağılanan Irak Kürtlerinin ve Barzani’nin kapısını bugün çalmaktadır. Kuşkusuz kötü değil, barışçı yönde atılmış olumlu bir adımdır bu.

Kuşkusuz Rusya’da da normalleşmeye sıra gelecektir. Rusya’nın şimdi muhalefette olan büyük bir kültürü, kaliteli ve derinlikli bir aydın kitlesi vardır. Bu güç ve kitle, ergeç ağırlığını duyuracaktır.

Sürgün ve göçlerin halkın hafızasında yarattığı izlenimler ve dönüş konulu girişimler

1864 sürgünü ertesinde, Türkiye’ye gelen Çerkeslerden Kafkasya’ya dönmek isteyenler çıkmış, bu amaçla binlerce imzalı toplu dilekçeler Rus yetkililere verilmişti. Ancak bu tür dönüş istekleri bizzat Çar’ın imzasıyla geri çevrilmiştir (Bkz. Çerkes Soykırımı, Ankara, 1995).

1905 Rus ve 1908 Osmanlı meşrutiyetleri sonucu Kafkasya ile ilişkilerde nispi bir serbestleşme ve canlanma dönemi açılmıştır.

1917 Ekim devrimi sonrasında Lenin’in Türkiye’deki Adigelerle ilişki kurdurduğu, onların eski topraklarına dönmelerini ve bir hatayı gidermek istediği, bu amaçla da, 1922’de Karadeniz kıyısındaki Shapsugh Cumhuriyeti’ni kurdurduğu söylenmektedir. Ancak o sırada Lenin bir suikaste uğrayıp felç oldu ve yatağa düştü, bir süre sonra da ayağa kalkamaz ve konuşamaz oldu, 1924’te de öldü. Bunun üzerine yetkiler, Lenin tarafından yönetimden uzaklaştırılması vasiyet edilen gaddar bir Gürcü ve kaba bir Rus milliyetçisi olan Stalin’de toplandı. Ülkede bürokratik (gerici) bir diktatörlük oluştu.

Adigelerin Kafkasya’ya dönüşünün ve bir Shapsugh Cumhuriyeti’nin kökleşmesinin söz konusu olduğu bir sırada, Eylül 1922’de Türkiye Yunanlıları yendi ve ülkede kontrolü sağladı, ardından Çerkes aleyhtarı müthiş bir hava oluştu, sindirme amaçlı Adige/Çerkesler Güney Marmara yöresi köylerinden başlanarak İç ve Doğu Anadolu’ya doğru sürülmeye başlandı (1922 yılı sonu ve 1923 yılı başı, 1923 Lozan Antlaşması’na değin). Aleyhteki bu iki paralel oluşumun bir sonucu olarak Shapsugh Cumhuriyeti ve dönüş programı da gündemden düştü. Stalin yönetimi, Kuban oblastı (1864 yılı öncesinin Çerkesya’sı)  Rus/Kazaklarından gelen Shapsugh ve Çerkeslerin dönüşü aleyhtarı tepkileri de dikkate almak zorunda kaldı, böylece Shapsugh Cumhuriyeti, üst makamca onanmadı ve onun yerine 23 Eylül 1924’te merkezi Tuapse olan bir Shapsugh ilçesi (rayon) oluşturmakla yetindi (Bkz. ”Shapsugh Ulusal Rayonu”, Vikipedi).

Lenin’i izleyen uzun bir milliyetçi/“komünist” dönemin ardından, Gorbaçov döneminde (1985-1991 arası dönem) Sovyetlerde yeniden bir özgürleşme rüzgarı esti. 3 Temmuz 1991’de Rusya Parlamentosu tarafından onanarak Adige ve Karaçay-Çerkes oblastları birer cumhuriyet yapıldılar (Sibirya’da da Altay ve Hakas cumhuriyetleri kuruldu). Tüm Sovyet halklarının, bu arada Kabardey ve Şerceslerin boynundaki prangalar da gevşetildi. Cumhuriyetlerin yetkileri artırıldı ve diasporadan dönüşlere kolaylıklar getirildi. Ancak bu özgürlük ortamı fazla sürmedi. RF Merkezi yönetimi yeniden militarizme ve Rus milliyetçiliğine kaydı, cumhuriyetlerin yetkileri kısıtlandı.

Bütün bu kritik gelişmelere karşın Çerkesler, 150 yıl boyunca umutsuzluğa kapılmadılar ve ata toprağına duydukları özlemi kalplerinde taşımaya devam ettiler. Çok önemli bir olgudur bu. Örneğin hiçbir Bulgar göçmeni, Pomak, Arnavut ya da Boşnak, Adige/Çerkesler gibi geldiği yerin özlemini taşımıyor.

Bir anı:

1990’larda Gönen’in Sarıköy beldesinden, bir Cuma günü köy minibüsü ile belde pazarından Dereköy’e dönüyorum. Karşımda bir Macir (sarışın, buruşuk yüzlü ve avurdu çökmüş, yer yer de dişleri dökülmüş, zayıf, zavallı ve yaşlı bir göçmen, yanında da sarışın, dudağı yaralı bir oğlan çocuğu). Dereköy’ü sırf Çerkes sandığımdan meraklanıp sordum: ”Dereköy arabasında böyle nereye gidiyorsun?” diyerek. ”Dereköy’e” yanıtını aldım. ”Ne yapacaksın orada?”. ”Oralıyım” dedi adam. ”Peki, Dereköy’e nereden geldin” diye sordum. ”Bulgarya Osmanpazarı’ndan, 25 hane Dereköy’e yerleştirildik” dedi. ”Peki, geldiğin yeri özlediğin oluyor mu?” diye sordum yeniden. ”Özlenir mi öyle kötü memleket” dedi ve ilave etti:”Devlet bana burada bedava 25 dönüm siyah toprak verdi, susuz, ama verimli” dedi.

“Peki, bu yanındaki çocuk kim?” diye sordum. ”Bu kızımdan torunum. Gönen’de oturuyorlar. Damadım marangoz. Bu çocuk da onun”. ”Peki, dudağına ne oldu böyle?” dedim. ”Uroz gagaladı” dedi, anlayamadım, ”Ne demek o?” diye sordum. ”Uroz be, uroz” dedi.

Sonunda, horoz dediğini anlayabilmiştim.

Görüldüğü üzere,  bu gibi adamların Türkiye dışı bir özlemleri yok, bu bakımdan Adigelerden farklılar…

Kafkasya’nın artı ve eksi puanları

Antalyalı olup Nalçik’e yerleşen dönüşçü dostum  Nihai Özbek (Yediç) üzerine  bir fıkra anlatılır, bilmem kendisi duymuş mudur?

Nihai,  Nalçik’e ayak basar basmaz, orasını bir avuç Adige’nin yaşadığı ve dışarıdan gelen bir Adige’nin sarmaş dolaş karşılandığı *Antalya ile karıştırmış olmalı, ilk rastladığı kişiye,  ”Уы адыга?” (Çerkes misin?) diye sormuş, ”Сы адыг” (Çerkes’im) yanıtını alınca da adamın boynuna sarılıp yanaklarından öpmeye başlamış. Adam şaşırmış, ”Ne yapıyorsun böyle, bir akrabam mısın yoksa?” diye sormuş, ”Adige’sin ya”  diye yanıt vermiş Nihai de. Bunun üzerine adam sokakta yürüyen adamları gösterip “Şu şu şu da Adige, hepsi Adige, Nalçik’te 100 bin Adige var, her birinin boynuna böyle sarılıp öpüp duracaksan işin iş” demiş…

Bu fıkra şimdiki diaspora ile Kafkasya’yı anlatan tipik ve çarpıcı bir mizah örneği. Yani diasporada değerli olan birçok şey Kafkasya’da artık anlamsız. Tersi de mümkün tabii ki…

Örneğin Kafkasya’da seni tanımayan ya da yakının olmayan biri seninle hiç ilgilenmeyebilir, selam versen bile almayabilir, şaşırmamak gerekir. Zaman ve koşullar onları öyle yaptı. İstisnası, belki de Adige aydınları, yani şair, yazar, sanatçı, ressam, müzisyen, vb. sonra köylüler geliyor. En kötüsü ise yozlaşmış bürokratlar… Başkan Hazret Şovmen’in tırpan çeke çeke bitiremediği ve üstesinden gelemediği kişiler  (Bkz. Şovmen’in Veda Mesajı, internet).

Gelirler çok düşük, ayda 30-50-100 Dolar arasında değişiyor. Oysa Moskova’da miktarın 1.000 Dolar ve üzeri olduğu söyleniyor. Konut sıkıntısı var. Adigey’deki devlet konutları 1989-2003 yılları arasında, Aslan Carıme döneminde, belki de o zamanki yerel yönetimin yardımıyla ve üst makamlarına yaranma amacıyla olmalı, dışarıdan getirilen 155 bin 400 Rus yerleşimciye peşkeş çekilmiş. Yerleşim 2003’te Hazret Şovmen’in seçilmesiyle kesilmiş. Her nedense, bu konuda da kimseden tıs çıkmıyor…

Adigece eğitim seçimlik tek derse düşürülmüş, Adige müziği devre dışı, Rus müziğinin önü açılmış, Adige müzisyeni aç, aşağılanmış, zavallı, meydan çığlık çığlığa bağıranlara kalmış, kaliteli müzisyen bir tür aforoz/yasak kapsamına alınmış… Adige çocuklarına ağabey ulusun şarkıları söyletiliyor ve onlara takdirnameler dağıtılıyor, hem de Adige Kültür Bakanlığı eliyle… Sokakta, düğün derneklerde, gazino ve evlerde Rusça şarkılar başını almış gidiyor. Yöneticilerde tıs yok, aksi takdirde Moskova, büyük patron kızabilir…

1992’de Maykop’taki büyük lokantada adamın biri kafayı çekmiş, yüksek sesle Rusça şarkılar söyleyip atıştırıyor ve arada bir kadehini kaldırıp içiyordu. Esmerdi, Adige’ye de benziyordu, nitekim ”Adige” dediler. ”Peki, müşteri bundan rahatız olmuyor mu?” dedim. ”Bizden başka Adige müşteri yok ki, niye rahatsız olsunlar, Rusça şarkı söylüyor, Rusları eğlendiriyor ya …” demişti karşımdaki de. Doğrusu adamın sesi de fena değildi yani…

Kentlerde ve sokakta konuşulan -hakim- dil Rusça. Karaçay, Balkar, Çeçen ve Dağıstanlı köyüne hiçbir Rus girmiyor, yerleşmiyor, onlardan uzak duruyor. Adige yerleşimi ve beldesi dedin mi, sanki yolgeçen hanı… Özellikle kent bürokratları o denli kişiliksizleşmişler ki… Her şey para ve avanta olmuş. Kuşkusuz onurlu bürokratlar da vardır ama sayıları fazla olmamalı…

Adige dili şimdilik, şöyle böyle köylerde yaşıyor, ama kuşkusuz günleri sayılı, çocuklar Rusça televizyon dizilerinin başından kalkmıyor. Rus bunu biliyor, ama bunlar Adige bürokratının umurunda bile değil. O, ruhunu çoktan satmış. Köyler boşalıyor. Örneğin gittiğim 1992’de 150 bin nüfuslu Maykop’ta 10 bin dolayında bir Adige nüfusunun bulunduğu söylenmişti. Şimdi sayının üç katına, 30 bine ulaştığı söyleniyor. Ancak bu sayısal artış (tüm Adigelerin dörtte bir kadarı şimdi Maykop’ta) Adigece’ye bir canlılık getirecek mi? Yoksa eriyip gidecek mi? Göreceğiz.

1970’lerde Nalçik’te sadece 20 binin biraz üzerinde bir Adige nüfusu vardı. Kabardey ve Balkarlar, Adigey Adigelerine göre daha atak, daha yırtıcılar, nitekim devlet konutlarını dışarıdan getirilenlere kaptırmadılar. Şimdilerde 300 bin nüfusa ulaşan (2002’de 274 bin 974)  Nalçik’te Kabardey ve Balkar çoğunluğu var. Ancak dil orada da Rusça. Oradaki Adige/Kabardeyler arasında müthiş bir Rus hayranlığı var, neredeyse Rus’un öpülmedik yer bırakılmamış gibi… Balkar ise, gerekmedikçe Rus’a ve Kabardey’e yüz vermiyor,  kendine bulaştırmıyor, uzak tutuyor… Karaçay ve Balkar kişisi diline ve kimliğine sahip çıkıyor, gittiğimde, 1992’de Balkarca saatinde Balkar dağları ve gölleri eşliğinde televizyon güzelim Balkarca şarkılar veriyordu, Kabardey saatinde ise, bir stüdyo odasından monoton bir akordeon çalınmakla yetiniliyordu…

Kıbrıs Türk’ü, nasıl ki Türkiyeli yerleşimci Türk’ü ikinci sınıf insan olarak görmek istiyorsa (ki, o insanları da Rum ikinci sınıf görüyor), Kafkasya yerlisi Adige, Rus’a gerdan kırarken, Adige yerleşimciden de kendisine gerdan kırmasını bekliyor gibi. Ancak, en kötü gününde bile diaspora Türk’e ve Arap’a gerdan kırmış değil, bundan sonra da kıracak değil. Bu da iyi bilinmelidir… Türkiye Adige’si, ana kitle olarak hala kişilikli ve onurludur…

Kafkasya, şu koşullarda düşük gelirli emekliler için ideal/uygun bir yer. Orada daha iyi bir yaşam olanağı var, yiyecek içecek bol ve bize göre ucuz, ancak orası  “yamyam” dolu. Bir Adige Türkiye’nin her yerine (asayiş sorunu olan bazı Kürt bölgeleri hariç) korkusuzca yerleşebilir, huzur içinde yaşayabilir ama Kafkasya’da o denli bir güvenlikli ortam henüz yok. Kafkasya’da Türkiye’den gitme ve dayanışma içinde olan toplu bir koloni ve kitle ağırlığı da yok. Bu da bilinmelidir. İleride yolunu bulup dönenler olursa, ayrı yerleşim birimleri, mahalle ya da siteler oluşturmaları daha isabetli olur.

Dönüş nasıl mümkün olur?

Şu koşullarda, ancak bireysel ve belki de perakende dönüşler yapılabilir. Rus hükümeti toplu dönüşe, şu aşamada asla izin vermez, orada milliyetçi bir yönetim var, Adigelere kuşkuyla bakılıyor, Rusya kent sokakları Adigeler için tehlikeli. Bu gerçek iyi bilinmelidir. 1990’larda dönüş başvuruları çoğalmıştı. Bunun üzerine nüfus kabul etme yetkisi yerel cumhuriyetlerden alındı, yetki merkeze, Moskova’ya verildi. Adigey Cumhuriyeti’ne de, yukarıda değinildiği üzere,  bindirilmiş kıtalar halinde, birilerinin de yardımıyla 155 bin 400 Rus yerleşimci getirilip yerleştirildikten ve Rus çoğunluğu garantiye alındıktan sonra, 2004 yılından itibaren göçmen kotaları verilmeye başlandı. Örneğin 2009 yılı için Adigey’e 465 kişilik bir kota verilmiştir, ancak bu kotanın tamamı yine Rus yerleşimciler için ayrılmışa benzemektedir (Bkz. “Adigey, Göç İşini Görüştü”, Haberler bölümü, CircassianCanada, Biga Çerkesleri, internet).

Kafkasya’ya bir başına davetli olarak gidenlerin kefaletle geçici oturma izni alabildiği söylenmektedir. Bu tür ailelerden oluşma semt ya da siteler oluşturulduğu, bu birimler de iyi bir koruma altına alındığı takdirde, belki de bireysel dönüşler olabilir. Türkiye’den gidenler oradaki Adigeler ile iyi bir diyalog kuramamaktadırlar, kültür ve zihniyet farklılıkları vardır.  Adige geleneğinin en fazla ayakta kaldığı köyler ise boşalmaktadır. Ayrıca kent sokaklarında konuşulan ortak dil Rusça. Bu bakımdan okul dışı Adigece öğrenme olanağı yok gibidir. Adigece eğitimin hali ise içler acısı…

Bu bakımdan, gerçekçi olursak, şu koşullarda dönüş için fazlaca umutlanmamak yerinde olur. Ayrıca dönüş işine önderlik edecek kişilerin de dürüst ve güvenilir kişiler olmaları sorunu vardır. Adige’nin sütten ağzı yandı, yoğurdu üfleyerek yiyor…

Bireysel dönüşlerin hızlanması için, ilk önce Rus yönetiminin Adigeleri sakıncalı halklar listesinden çıkarması, sakıncalı halklar kavramına son vermesi gerekir. Dönüşün önündeki asıl engel Rus yönetiminin bizzat kendisinden gelmektedir. Kafkasya’daki yerel yönetimlerin yetkileri sınırlıdır. Bu da bilinmelidir.

Toplu dönüş için RF yönetiminin Adigelere eski topraklarına yeniden yerleşme izni ve çifte vatandaşlık hakkı tanıması gerekir, önde gelen koşul budur. Dönüşçülerimiz bu noktayı görmezlikten gelmektedirler. Ancak bir dönüş izni çıkması da yetmez. RF’ndaki yaşam standartlarının diasporayı aşan boyutlara ulaşması, çekici bir hal alması, ayrıca diasporanın da bulunduğu yerlerdeki koşulları beğenmemeye, anayurdu yeğlemeye başlaması gerekir.