KITIJ Cemil Biçer
Bizim köyün Çerkesleri, çok bilmişlikleriyle maruftur. Gerçi bu “çok bilmişlik” sadece bizim köyün Çerkeslerine ait bir özellik değildir. Çerkesler genetik olarak “çok bilmişlerdir”…
Kendimi unutturmamak için ara sıra köy kahvesine gider, köyüm halkıyla yarenlik ederim.
Hesapta, ben kendi halimce yazıp çiziyorum ya… Köylülerim işin farkındalar.
“Günaydın, dostlarım.” diyerek girdim kahveye. “Çok bilmişin” önde gideni, faizci Hacı Osman, kıçını tahta sandalyesinden öylesine bir kaldırır gibi yapıp:
“Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü ve mağfiretühü.” diye yanıtladı selamımı.
Sabah sabah bu selam sözü, şiirsel bir tat bıraktı yüreğimde. Hacı Osman’ın masasına konuk oldum.
Hacı Osman, masasına konuk olmamdan ziyadesiyle memnun oldu. Zira herkesin masasına oturmuşluğum vardır ama Hacı Osman ile yan yana bile yürümem, herkes bilir bunu.
Hacı Osman, garsona: “Çay getir hocaya, yeni demlikten olsun.” diye seslendi yüksek volümden.
Kör şeytan, böylesi durumlarda hep gıdıklar beni. “Sadece bana söylersen içmem Osman Ağa, ağalık yapacaksan herkese ısmarla çayı.” dedim.
Ikına sıkına:
“Herkesin çayını da söyle.” diye fısıldadı Osman Ağa.
Bu fısıltıyı sadece ben, garson ve Osman Ağa duydu.
Hava çok soğuk ve kar yağıyordu. İşi gücü olmadığı için tüm köy kahvedeydi. Osman Ağa, benim “Günaydın.” selamıma cevap verdiğine bin pişman olmuştu. Şimdi nereden baksan, bu çay paraları bir fakir yevmiyesi tutacaktı.
Şeytan beni bir çayla da bırakmazdı. Çayları tazelettirdim. Osman Ağa cüyündür gibi kızardı.
Hırsından kendini paralayacak hale dönen Osman Ağa:
“Hoca, sen akıllı adamsın, memleketin gidişatını nasıl görüyorsun?” dedi.
Aklı sıra benim muhalif damarıma basıp hükümete sövdürecek… Yer miyim ben böyle çarıklı erkân-ı harp numaralarını?
Sesi, kuyruğunu kapıya kıstırmış kedi yavrusu gibiydi.
Bardakta kalan çayımı abartılı bir höpürdetmeyle içtim ve memleketin genel görüşünü aşağıdaki şiirle anlatmaya çalıştım.
Övünmek gibi olmasın ama güzel şiir okurum. Dost meclislerinde ısrarla şiir okuturlar bana dostlarım.
Tüm kahve ahalisi pür dikkat, huşu içinde dinliyordu beni.
Bağ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz.
Biz neşâtın da gâmın da rûzigârın görmüşüz:
Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde,
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz.
Top-ı âh-ı inkisâra pây-dâr olmaz yine
Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz.
Bir hurûşiyle eder bin hâne-i ikbâli pest
Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz.
Bir hadeng-i can-güdâz-ı âhdır sermâyesi,
Biz bu meydânın nice çâbük-süvârın görmüşüz,
Bir gün eyler dest-beste pây-gâhı cây-gâh
Bî-aded mağrûrun sadr-ı i’tibârın görmüşüz,
Kâse-i deryûzeye tebdîl olur câm-ı murâd,
Biz bu bezmin Nâbiyâ çok bâde-hârın görmüşüz.
Şiirin köy halkı üzerindeki etkisini beklemeden:
“Haydi, bana eyvallah.” deyip kalktım, yürüdüm…
Hacı Osman Ağa’nın arkamdan ne dediğini merak ediyorsunuz, siz de benim gibi biliyorsunuz. Öğrenince bunu size söyleyeceğim söz…!
Dün cuma namazına gitmiştim. Cami şadırvanında abdest aldım, ezan vaktini bekliyorken köyümün konjonktürel Müslüman ahalisiyle yarenlik ederken söz döndü dolaştı, kahvedeki olaya dayandı.
Hacı Osman, ben kahveden çıktıktan sonra arkamdan şaşkınlıkla ve hayranlıkla bakan köy ahalisine birer çay daha ısmarlamış ve okuduğum şiirin “şair Veysel Öksüz” tarafından yazılmış “Tahmis”ini sıtma görmemiş sesiyle okuyarak bana cevabını vermiş…
Binde birdir tâ gönülden yâr için zâr eyleyen
Kendisin inkâr eder hep aşkı inkâr eyleyen.
Ehl-i dil olmak gerekdir meyl-i dildâr eyleyen,
Meyle hâfız, neyle Mevlânâ’yı tezkâr eyleyen,
Pür-terennüm kişver-i rûm ü acemler görmüşüz.
Gül niyaz eylerse âşık andelîb olmaz mı lâl,
Keşf-i esrâr eylemek ey dil mehabbetsiz muhâl,
Aşkı anlatmazsa Öksüz, bunca tahmîs kîl ü kâl,
Zikre lâyık bahsi ancak zevkıdır ömrün kemâl,
Gerçi tâli’den nihâyetsiz sitemler görmüşüz.
Helal olsun…!
Hacı Osman’ı küçümsememek lazım… En azından bunu öğrenmiş oldum.