Prof. Dr. ÇUAMIKO Tırkubıy
Adige Devlet Üniversitesi, Filoloji Bilimdalı
Adige Mak Gazetesi, Temmuz 2013
Çeviri: AÇUMIJ Hilmi
ÇUYEKO Yunıs yarım asıra yakın bir zamandır Adige düzyazısı alanında samimi olarak eserler veriyor. Ünlü yazarın yapıtlarında dönemin soluk alışlarını hissediyor, onun yaydığı tınıları-yankıları daima işitiyoruz. Onun lirik niteliklere sahip kahramanları ne kadar tarihin eski dönemlerine ait evreleri ele alsada adeta yüreklerinde olan-bitenlerle günümüzü de yansıtabiliyorlar, ‘bilginin akışı’ anlamında, insanın yüreğinde olanların aktarımı babında başarılılar.
Bu gün yazımda daha ziyadesi ile üzerinde durmak istediğim ‘Danscının Kaması’ isimli yakınlarda Adige Kitap basımevi tarafından Rusca olarak yayınlanan eser. Sözlerime ilk önce ‘El Acısı’ isimli romanından başlayacağım. Bu romanın baş kahramanı orman enstitüsünü bitirdiği gibi köye geri dönen TL’IPTSEKO Vorzemes, onun yürekten bağlı olduğu dram tiyatrosu bayan sanatçılarından Tıjın, köy mandırası yöneticisi Hanıy, ‘ Yarış atı uzağa gidemeyen’ yaşam içerisinde hızlı-çabuk bir yol arayışında olan SETENEYEKO Şevay ve diğer hepsi gelecekleri için mücadele eden insanlar. Yazarın bütün bunları, aralarındaki anlaşmazlıkları da göstermekten çekinmeden ele alıp kurgulamasını onun başarısı olarak görmeliyiz. ÇUYEKO’nun Adige lirik düzyazı alanında bulunan, bu alanda yazılı öykü ve anlatılardan faydalandığı yapıtında açık bir şekilde gözüküyor. Bunun yanısıra yazarın kendisin sanatsal dünya irdelemesi, yeni farklı değerlendirmeleri bunların estetiksel izdüşümlerini yapıtta görüyoruz. ‘El Acısı’ isimli eserindeki insanlar ile yazar arasında gönülden bir ilişki olduğu belli oluyor. L. Tolstoy’un dediği gibi ‘onları seviyor, yaptıkları işler hakkında da bilgisi var’. Bu aynı zamanda yazara yaşamda edindiği tecrübelerinde, yardımcı olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla romandaki gençlerin yaşamları gerçekçi niteliklere bürünmüş halde.
Örneğin Şevay’i ele alalım; Genç, yaşamda kendisine kestirme bir yol arayışı içerisinde, hiç bir şeyi önemsememece para çıkacak şeylerin arayışı içerisinde. Kararlılık sahibi de değil. Buunu Köye ait arı kovanlarının çalınmasına yardımcı olduğunda görüyoruz. İşi-çalışmayı emeği önemsememesi gibi insanlığı da umursamıyor. Vorzemes’e ‘insanlar onlara yaptığın iyilikleri anlamazlar’ diyor. Fakat Şevay’in yarınlarının nasıl olacağını tahmin etmek zor… O; ‘Yaşamak istiyorsan, uyuma, atik ol… Yaşayabilmelisin, dostum…’ diyor.
İnsanlar Vorzemes’in işini de, arzuladığı şeyleride hoş görüyorlar, onunla bu konularda hem fikirler demekte çok mümkün değil. Vorzemes’e ondan çok daha yaşlı omamasına rağmen dayısı olduğu için Şevay’de annesi de komşularıda; ‘Amcası Mesut’un her hangi bir eğitimi olmamasına aynı işi uzun yıllar gerçekleştirdiği, bu iş için akademiye ihtiyaç olmadığı, bir araba odun veya bir av hayvanı için insanların gönlünü kırmaya gerek olmadığını’ söylüyor akıl veriyorlar. Şevaye yeğenine; ‘ Evet, doğru sen okudun, insanlar arasına girdin-çıktın, ama bazen samut olmalısın hiç kimseye gerçekten aklından geçenleri söylememeli kalplerini kırmamalısın. Hiç bir zaman açık söz insanların kabul edebildikleri bir şey olmadı… Büyük insandan sayılman için ya paran olmalı yada senden bir şey elde edebileceklerini bilmeliler.’ diyor. Bu sözler insanın aklına çok şey getiriyor. İnsanlara karşı yaptığın faydalı şeyleri onların kavramadığını düşünen belirten Şevaye karşı Vorzemes ‘Şevay, el acısı olmuyor, Bir kıyıda durup diğer kıyıya seslendiğinde dahi sesine bir yankı ile cevap buluyorsun. Ben şahsım adına birisinin acısının diğerininde acısı olduğunu düşünüyorum. İyiliğinse belli bir tanımı ve adı yok. İşte şöyle şöyle yapmalısın ki iyilik olsun diye de bir reçete yok. Fakat bence bu yankı gibi, teorik olarak bunu sorun edinmeye gerek yok, bu ebedi bir aksimoz’ diyor.
‘El acısı’ isimli romanın baş kahramanı Tl’ıpteseko Vorzemes yaşamın kendince doğrularını seçmişcesine insanlara faydalı olmak için, ormanı bilimsel ölçekler ışığında işlemek, bunn yanısıra başka daha büyük problemlerlede romanda iştigal ediyor.
‘Danscının Kaması’ isimli uzun öykünün merkezinde yer alan bilim emekçisi Janeko Kasım’ın kaygılarının da benzeşen yönleri var; İnsanların yaşantısı her gün daha griftleşiyor- mükemmelleşiyor. Muazzam evler yapıyorlar, iyi mobilyalar ile onları donatıyorlar. Kristaller, renkli televizyon, kıymetli müzik setleri, halılar, piano ile evlerini dizayn ediyorlar… Fakat bu mal-mülkler insanı adeta satın alıyor, olması gereken çizgiden çıkartıyor, hatta psikolojilerinin dahi değişmesine sebep oluyor. İnsanlıktan, Adigelikten, merhametten büyük ödünler veriyorlar, güzel ananeleri terk ediyor, onlara değer vermez oluyorlar. Janeko’nun köyde oturan dayısı Azmet yığma tuğladan büyük bir ev yapıyor, doğduğu yetiştiği ahşap-toprak evi hiç umursamadan buldozerle yıktırıyor. Babasının yıllar boyunca bir araya getirdiği alet edevatları dağıtıyor. Evet, gerçektende ‘eskiyi öv ama yeniyi al’ derler, fakat bundan eskiye ait herşeyin kötü olduğu anlmı çıkmaz ki! Eskilerine değer vermeden, gelenek göreneklerini muhafaza etmeden, ulusunun onuruna kıymet vermeden ‘İnsanım ben’ demenin bir değeri varmı ki?
Köklerini yüceltmelisin. Sadece bugününü değil dününü de geleceğini de düşünmelisin. Babasının geçmiş dönemlerin bir anıtı gibi ardında bıraktıklarının bir benzerlerini gelecek döenemlere aktarabilip bilmeyeceğin meçhul değil mi? Janeko Kasım böylesi şeyler üzerine kaygı duyuyor. Bu yüzden de geçen dönemlere ait anısal anıtsal şeyleri muhafaza etmek istiyor.
ÇUYEKO eserlerinde olayların kendilerine değil kahramanların bu olaylara olan bakış açılarına, insancıl yaklaşımlarına daha fazla önem veriyor. Kahramanların hatıraları, anımsamaları, aralarındaki dialoglar, iç dünyalarında dalgalanan düşünceler sergilenirken yavaş yavaş onların insanlık onurları karakterleri belirginleşiyor.
Uzun öyküde yer alan kahramanların iç dünyaları monologlarla dile getirilirken esere psikolojik bir işlevsellikte katıyorlar. Yazar Janeko ile birlikte müzede çalışan İndar ve Teterşesıko’nun görünüşlerini, karakterlerini gayet açık bir şekilde başka kimse ile karıştırılması zor bir netlikte, akılda kalıcı bir şekilde açık yürekli, temiz kalpli, cömert İndar ile ketum, art niyetli Teterşesıko karakterlerini yanyana canlandırabiliyor.
Yazar artık ölüm zamanı yaklaşmış olan adeta geçmiş yaşamın bir anıtı olan Ahşap-toprak evi gözlerimizin önüne dikiyor. Eski Adige evini çok şey görmüş yaşamış olan açık yürekli bir emekçiye benzetiyor.
ÇUYEKO bunların yanısıra bu uzun öyküsünde büyük bir ahlak sorusunu da ele alıyor. Gerçek insan kimdir- ulusun başına bir zor dönem geldiğinde yalnızca kendisini düşünen mi yoksa ülkesine samimiyetle bağlı olan mı? Bu, açık ve net bir şekilde Kazanıko Vorkıjıye ve Janeko’nun dayısı (onuncu sınıfa geçmiş olan) faşistlerce katledilen Kaytmetıko Zeban’in dans ettikleri ceguda anlatılıyor. Vorkıjıye Alman subayı karşısında kendisini küçük düşürüyor, ayaklar altına aldırttırıyor, Zeban’sa yiğitcesine dansı ile onlara karşı duruyor, mücadele ediyor, yiğitliği ve maneviyatı ile düşmanlere üstün geliyor. Canını da veriyor!
İyi bir edebiyat eleştirmeni olan Tlepserışe Halid’in yazdığı gibi; ÇUYEKO Yunıs’ın ilk eserlerinde dili kullanımını bir bütün olarak ele alacak olursak memnun kalmamızı sağlamayan bir şey görmüyoruz; timsali kurgulanmış, belirgin net fikirler ihtiva ediyor, çok kullanılmayan çerkesce sözcükleri kullanmış, eğer kısaca ifade etmek gerekiyorsa yazar kendine mahsus dilini kullanarak yazıyor…
ÇUYEKO Yunıs’ın düzyazılarında gördüğümüz şey sunum-anlatım anlamında daha da geliştiği ve lirik kahramınlarının sözleriyle geçmiş ile geleceği birbirine özenilesi derecede güzel ve kolay bir şekilde bağladığını bu kitapta yer alan yapıtlarında gözlemliyoruz.